|
ERTUĞRULGAZİ
MAHALLESİ ANILARI |
Hasretlik
Bursa
|
|
Uğur Ozan Özen
Doğduğum, büyüdüğüm, hâlâ yaşadığım mahallenin adı Ertuğrulgazi. İlçenin adı
Yıldırım olunca, başka bir isim akla gelmemiş. 1976-1984 yılları arasında 5’er
katlı, 10’ar daireli, 100 apartman yapıldığı için eskiden bizim apartmanlara
‘Bin Konutlar’ deniyordu. 2017 yılında ilçe belediyesi kentsel dönüşüm
kapsamında mahalledeki evleri yıkmayı, yerine zemin artı on üç kat apartmanlar
yapmayı planlamıştı.
Mümine Şeremet Uyumayan Kütüphanesi olan yer, aslında kentsel dönüşüm ofisi
olarak inşa edilmişti. Orada yapılan toplantıda dönemin belediye başkanı yeni
evleri tanıtmıştı. Mesken meydanına alış veriş merkezi inşa ediliyordu. 1998
yılında inşa edilen Adile Naşit Tiyatrosu yıkılıyordu, ancak başkanımızın bize
müjdesi vardı. Alış veriş merkezinin içine tiyatro salonu yapılacaktı! Hafızam
beni yanıltmıyorsa, Ertuğrulgazi Camii yıkılıp yerine apartmanlar yapılacaktı.
Sonrasında nasıl yapıldığını hâlâ anlamadığım bir hesaplama yöntemi ile 60, 69
metrekarelik evler (iki oda bir salon), 54 metrekareye düşüyordu. Sonra 80 bin
lira karşılığında 80 metrekarelik evlerimize kavuşacaktık!
Apartmanların önündeki yeşil alan ve park, ilçe belediyesinin mülkiyetindeydi,
buralar otopark olacaktı. Evler her iki taraftan güneş alıyordu, artık
apartmanların dört tarafında ev olacağı, sadece tek yönden güneş olacaktı.
Gündüz vakti tuvalete, banyoya girerken lambayı yakacaktık. Modernleşme bunu
gerektiriyordu!
Toplantıdan sonra apartman sakinlerinin aklına apartmanların bahçesi geldi.
Burada her hane halkına 7 metrekarelik alan düşüyordu. Birileri dükkân
isteyelim, bir başkası Nilüfer’de ev verip üzerine para alıyorlar, demişti.
Herkes daha fazlasının peşindeydi. Belediyeden yetkililer apartmanları dolaştı,
evlere telefon edildi, çoğunluk 80 bin lira vermeye yanaşmadı. Belediye başkanı
2019 yılında değişince ilçede kütüphane olmadığının farkına varıldı. Kentsel
dönüşüm ofisi kütüphaneye dönüştürüldü. Bu macera da böyle bitti.
Kentsel dönüşüm yapılacağını duyduğumda sevinmiştim. Fazladan bir oda olacaktı.
Böylece kütüphanemi ikiye bölebilecektim. Bir odada Bursa ve tiyatro ile ilgili
kitaplar, diğerinde sanat, kitabiyat, tarih ve edebiyat alanıyla ilgili kitaplar
olacaktı. Ne yazık ki, ben plan yaparken belediyedeki görevlilerin başka planı
varmış.
Bütün bu tartışmalar olurken yoksulluğu, ne yapacağını bilmeme halini yüreğimde
hissetmiştim. İstediğin kadar kitap oku, elinde üniversite diploması olsun insan
ne yapacağını şaşırıyor. Üzerinde koyu renkte ceket, pantolon, kravat, kısacası
devleti simgeleyen birileri ile konuşmak çok zordu. Bu ‘devletlular’ empatiden
yoksundular. Maaşları, sosyal hakları her şeyi belediyenin bütçesinden ödendiği
için başkan değişimlerinde bir başka birime geçmekten öteye bir sonuçla
karşılaşmazlar. Siyasilerin desteğiyle (sınav kazanmadan) belediyeye girmiş
olanlar işten çıkarılır, yerlerine bir başka siyasetçinin desteklediği kişiler
alınır. Eğer memur ise koltuk sağlamdır, kimse dokunamaz. Bizim gibi avamdan
olan kişiler için durum farklıdır. Elde zar zor edinilmiş ev vardır. O tapuyu
değerlendirmen ve karşılığında yüksek miktarda metrekare alarak sonuçlandırman
lazım.
Ertuğrulgazi Mahallesi adı, 1984’te yapılan yerel seçimler ile birlikte ortaya
çıktı. Aslında burası, eski tapuda yazdığına göre, Değirmenlikızık köyü Ucuz
Meskenler mevkiiydi. 1960 ve 1970’li yıllarda Mesken meydanı, çevresi, dağa
doğru çıkılırken karşılaşılan 60 metrekarelik evler için kullanılmış. Sonradan
benim oturduğum 69 metrekarelik evler 1976’da inşa edilmeye başlamış, 1983’te
inşaat bitmiş.
Babam, annem, dedem, babaannem ve amcamlar birlikte
Teleferik semtinde yaşarken, babamın aklında bir başka mahalleye taşınma, ev
sahibi olma fikri yokmuş. Amcam, onun adına ev çekilişine başvurmuş, kader mi
yoksa kadersizlik mi, bilmiyorum, çekilişte babama ev çıkmış, burada yaşamak
isteyen amcama ev çıkmamış.
1960’lı yıllarda Bursa’nın ilk toplu konutları bizim evin aşağısına inşa
edilmiş. O evler 60 metrekare, 1976’da inşa edilmeye başlanan bizim evler ise 69
metrekare. Asıl ucuz meskenler Mesken Meydanı’na yakın olan evlerdir. Sonradan
Kaplıkaya’ya doğru Bin Konutlar inşa edildi. Sanırım 200 ev polis lojmanı olarak
ayrılmıştı. On sene önce onları yıktılar. Ağustos 2024’te oraya yeni evler inşa
edilmeye başladı. Belki bir, iki yıl sonra çevresindeki evlerde kentsel dönüşüm
başlar.
Eskiden Göğüs Hastanesi olarak kullanılan binayı merkeze aldığımızda, aşağıdaki
ve yukarıdaki evlerin dış görünüşünde pek fark yok. Her iki ev modeli de
birbirine benziyor. Devletin estetiği göz ardı ederek yaptığı evler.
Aşağıdaki evler, hayatında hiç ev sahibi olamamış, köyden şehre göç etmiş ve
muacır olarak gelenlerin yaşadığı bu evler, şehrin hafızasında yer etmiştir.
Buraya, Meskenler denir. Bir dönem Meskenspor’a Dinamo Mesken denmiş. Ali Rıza
Bey İmam Hatip Lisesi’nin orada eskiden Ucuz Meskenler İlkokulu varmış. Kısaca
ülkenin dört bucağından toplanıp Bursa’ya gelen yoksulların yeter ki evimiz
olsun diyerek yaşamak zorunda kaldığı bir mahalle burası.
Yukarıdakiler yani, bizim ve çevredeki apartmanların en zenginleri memurlardı.
Memur dediğimde öyle öğretmen, doktor, mühendis, hâkim, savcı anlamayın.
Memurdan kastım en düşük maaşı alan düz memur (ortaokul veya lise mezunu).
Apartmanlarda bir, iki aile memur olurdu. Geri kalanı işçiydi. Emekli olunca az
biraz cebine para giren, baba veya annesi ölünce evi satıp sağdan soldan borç
alan şehrin yeni orta sınıfının mekânı olan Nilüfer’e taşındı. Geride, kırk
yıldır birlikte yaşadığı için komşusundan ayrılamayan babaanne, anneanneler,
dedeler kaldı. Bir de benim gibi büyüyemeyenler. (Büyüyemen Melis Danişmend’e selam olsun!) Yaşıtım
birçok kişi, evlenip ya Kaplıkaya, Siteler’e ya da Nilüfer tarafındaki evlere
taşındığı için artık apartmanlarda pek genç de kalmadı. Kaplıkaya Camii’nde selâ
okunduğunda özellikle dinliyorum, tanıdık biri var mı diye.
Uzun yıllar boyunca babama ve anneme evin küçük olduğunu söylemiştim. Artık
kentsel dönüşüm beklendiği için eleştiri nafile kaldı. Tabii yeterli param
olmadığı için daha büyük eve taşınamamak yüzümü eğmektedir. Eve hiçbir eşya
sığmıyor. Eve beyaz eşya, oturma odasına koltuk alındığında sürekli nasıl,
nereye yerleştirileceği sorun oluyor. Tesisatlar, giderler eski…
Bizim ve çevre mahallelerin (Kaplıkaya, Siteler, Değirmenlikızık, Bahçelievler,
Zümrütevler gibi) eskiden büyük problemlerinden biri lodostu. Artık o kadar çok
ev yapıldı ki, rüzgârın önü kesildi, eski şiddeti kalmadı. Çocukluğumda öyle
değildi. Servisten Kaplıkaya Camii’nin önünde indikten sonra eve yürüme
mesafesi, 20-30 adımdı. Eve girene kadar rüzgâr ile mücadele ederdim. Kapıların
ve pencerelerin arasından gelen sesi duyunca sanki korku filminin içindeymişim
gibi hissederdim.
Yaşlı insanlar gibi söze başlayayım. Eskiden çok kar yağardı. Bizim mahalle
Uludağ’ın eteğinde, yüksekte olduğu için ovada kar eridiğinde dahi bizde kar
olurdu. Fotoğraf albümümde mahallede çocuklar ile yaptığımız kardan adamların
fotoğrafları duruyor. Üşümek, hasta olmak o bir, iki saatte aldığın keyfin
bedeli olur. Bademciklerim şiştiği zaman raporlu olurdum ki, o zaman okula
gitmez, evde vakit geçirir, camdan yağan kara bakıp iç geçirirdim. Hastanede
veya sağlık ocağındaki doktorun reçeteye yazdığı iğnelerin acısını buraya yazmak
istemiyorum.
1990’lı yılların ikinci yarısından sonra mahalleye medeniyet geldi diyebilirim.
Evlere doğalgaz bağlanması herkesi heyecanlandırmıştı. Babamım her sabah sobayı
yakmak için uğraşmasını, apartmanın en altında bulunan kömürlüğe gidip,
gelmesini uyku mahmurluğu içinde hatırlıyorum. Karaciğerlerinden hastaydı, ancak
babaydı, bazı işlere mecburdu. 1996 yılında mahalleye doğalgaz gelmesi herkesi
çok sevindirmişti. Eve kombi alacak, petek döşetecek kadar paramız yoktu. Uzun
bir süre 2013 yılına kadar doğalgaz sobası ile idare edecektik. Doğalgaz sobası,
kömür sobasından daha güvenliydi. Çocukluktan kalan soba yanığı izi avuç içimde
hâlâ durur. Doğalgaz sobasına dokunsan dahi elin yanmazdı. Mutfaktaki şofben,
büyük boy tüpten daha güvenliydi. O yıllarda hayat mı ucuzdu, paranın alım gücü
mü fazlaydı, bilmiyorum.
Ertuğrulgazi Mahallesi, şehrin birçok mahallesinden daha şanslıydı. 1998 yılında
Adile Naşit Tiyatrosu açıldı. İlk adı Berna Yılmaz Çocuk Tiyatrosu’ydu. ANAP’lı
belediye başkanı, tiyatroya genel başkanın eşinin adını vermişti. Başkan
değişince tiyatronun adı da değişti. Ne yazık ki, 2004 yılından sonra burasının
kıymeti anlaşılamadı. Sadece tiyatro amacıyla yapılmış kapısı sokağa açılan tek
tiyatroydu. Küçüktü, masrafı azdı. Tiyatrodan, sanattan uzak yetişmiş belediye
başkanları ve kültür müdürleri nedeniyle heder edildi.
Tiyatro inşa edilmeden önce burası boştu. Sonradan çim saha haline getirildi.
Bir, iki ay içinde o kadar çok kullanılmıştı ki, toprak saha haline dönüştü.
Tiyatronun yan tarafındaki halı saha sonradan inşa edildi. Orası mahallenin
çocuk parkıydı. Pazar günleri akşamüstü babam beni parka götürürdü. 34 yaşında
baba olduğu için parka gelenler dedem zannederdi. Bu satırların yazarı ise 40
yaşında. Evlensem, çocuğumun büyümesi derken 50 yaşında olacağım. Aynı sözler
bana da söylenirdi.
Mahallede yaşayanlar insanlar, küçük bir Türkiye gibi. Artvin, Ardahan, Kars,
Erzurum, Rize, Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Arnavutluk, Bursa’nın dağ
ilçeleri Keles, Büyükorhan, Orhaneli, Harmancık, kısacası her yerden gelen insan
var.
Mesire yeri olarak Kaplıkaya
deresinin çevresi hâlâ vazgeçilmez. Çocukken dereden o kadar şiddetli su akardı
ki, sözle anlatamam. Bu satırları yazarken suyun sesini de duyuyorum. Babamın
küçük bir fotoğraf makinesi vardı. Hâlâ evde saklıyorum. Fotoğraf makinesini,
Artvin’e, Kültürpark’a gittiğimizde yanına alırdı. Albümlerde yüzlerce fotoğraf
duruyor. Eve misafir geldiğinde, geçmişe özlem duyduğumda eskiden albümlere
bakardım Artık fotoğraflara baka baka ezberlediğim için albümler eskisi kadar
ilgimi çekmiyor. Babamla Pazar günleri öğleden sonra Kaplıkaya deresine gider,
taşlarında üzerinden atlayarak gezer, her şeyin fotoğrafını çekerdik.
Gel zaman git zaman. Artık eskisi kadar mahalle ile bağlantım yok. Kitap
okudukça, sanat ile ilgilendikçe bir başka ilçede yaşama isteği oluştu. Bir
başka yere gitmek, ölene kadar orada yaşamak istiyorum. Neresi olduğunu
bilmiyorum… |
|