Mustafa Akcan'ın Anıları

Hasretlik Bursa

 

                                                                    Söyleşen: Alper Can - 26 Nisan 2022- Ünlü Cadde

Hoşgeldiniz. Nerede, ne zaman doğmuşsunuz?

12 Şubat 1948 Perşembe günü, lapa lapa kar yağarken Maksem camiinin tam karşısındaki binada doğmuşum.

         Mustafa Akcan

Dedeniz, babanız ne iş yaparmış?

Dedem Bursa’nın işgali sırasında Kuvayi Milliye’nin adamıydı, Maksemli muhallebici Gürcü Mustafa Dayı. Ankara’dan emir alıyor, dağdaki çetelere mühimmat sağlıyor.

Ne iş yapıyormuş?

Dedem Artvin kökenli. Ninem de oradan. Abdülhamit zamanında İstanbul’a yerleşmişler. İstiklal Caddesi’nde Sütaş pasajının hemen yanında bir muhallebici dükkan açmış ve çok ün yapmış. Fakat Bursa’nın sessiz, sakin huzurlu bir yer olduğunu duyup gelmiş, beğenmiş. Hanımını buraya yerleştirmiş önce, sonra dükkanı çırağına devretmiş, “zamanla sen bana ödersin” demiş. 1900 ler gibi Bursa’ya gelmiş. Önce Yıldırım’a yerleşmişler, orada çok Gürcü varmış. Sonra Maksem’e gelmişler. Maksem’in en büyük eviydi bizim ev.

      Gürcü Mustafa Dayı

Neredeydi?

Caminin hemen karşısında. Ahşap bir ev, üç katlı. Depremde sallanır ama yıkılmazdı. Bir Rum evi, Ermeni evi gibi estetik değildi ama genişti. Orada doğdum işti. Babam da yıllarca muhallebicilik yapmış. Babam 1901 gibi Yıldırım’da doğmuş. Dedem 1942’de vefat etti. Onun hakkında internette bilgi yok. Babam ayrıca kanaryacılık, arıcılık, şoförlük de yaptı. 1920’lerde iki araba eskitmiş. Bir tanesiyle Zeki Müren’in anne babasının düğününde şoförlük yaptığını söylerdi.

Babanızın adı?

İsmail. Yaşı 80 civarında olanlar Muhallebici İsmail diye tanırlar.

Arıcılığı nerede yapmış, evin bahçesinde mi?

Kışın evin bahçesinde yapardı. Mayıs ayında Uludağ’a arıcılar kampına çıkardık. Kırk kadar kovanı vardı. Dayım da arıcıydı. O cehennem kayalığı üzerinde kamp yapardı. Böyle böyle Uludağ’da büyüdüm. Yılın yarısı Uludağ’da geçerdi.

Uludağ’da arıcılar kampı neredeymiş?

Oteller bölgesinde. Arıcılar kampının yerinde bir otel var şimdi, tanınmayacak halde. O yıllarda, 50'lerde yani Uludağ’da tek kagir bina Büyük Otel’di. Bir de Beceren vardı. Bu ikisine giderken bir kantin vardı, ihtiyaçlarımızı oradan alırdık.

Uzun kalır mıydınız dağda?

E tabi, 6 ay. Kar yağana kadar kalırdık.

Sıkılmıyor muydunuz 6 ay dağda?

Ben sıkılmadım. Dayımın çocukları vardı. Sırtımda eski bir kara kovan vardı, bağlı. Onunla dolaşıp manda mayısları toplardım, kuru manda kakaları. Babam onları körükle duman yapmak için yakardı.

Mantar, kestane de toplardınız herhalde?

Tabi. Çam balı da. Babam yol kenarında satardı bal. Bazen otellere doğru balık tutmaya giderdi. Elleriyle alabalık tutardı. Derenin girişini taşla çevirir, balığın kaçışını tıkar, bacaklarını sıvayıp suya girer, eliyle tutup atardı kenarına. Ben de minik balıkları suya geri atardım. Manda sürüleri vardı Uludağ’da.

İlkokul zamanına gelelim.

1,5 yıl Atatürk İlkokulu’nda okudum, 1-A’da. Hala arkadaşlarla irtibat halindeyim. Bir olay oldu, babam beni alıp Mithatpaşa İlkokulu’na verdi. Orada daha mutlu oldum, oradan mezun oldum. Şefkat Gazi Kösemihail Hanım öğretmenimdi, çok severdi beni. Eski sigortacılardan Naci Kurtul’un kız kardeşiydi. 1960’te mezun oldum. Bursa Erkek Lisesi’ne yazıldım, ortaokulu orada okudum. Lise 1’de babamın hastalığı yüzünden çok huzursuz bir yıl geçirdim, sınıfta kaldım. Yalnız İngilizceyi ben daha ilkokulda öğrenmeye başladım.

İlkokulda nasıl öğrendiniz İngilizceyi?

Hocam Şefkat Hanım özel ders veriyordu, öyle başladım. İngilizcenin evrensel bir dil olacağını hissettim. Ortaokul ve lisede bu öğrendiklerimin çok yardımı oldu bana, öbür derslere konstantre olabildim. 1967’de liseyi bitirince yüksek jeolojiyi kazandım, İstanbul’da Laleli’de. Üç yıl okudum, beş yıldı. Benim okula başladığım yıl anarşi başladı, sağ-sol meseleleri. Üniversite binası dev gibiydi. Üst kısmı edebiyat fakültesiydi, alt kısmı fen fakültesi. Arkadaşlarımın hepsi solcuydu ama ben politikayla ilgilenmedim. Sağcılar gelip baskın yapıyordu. 1970’te iyice çığrından çıktı iş, 16 talebe öldürüldü. Bunun üzerine, benden 4-5 yaş büyük bir abim tatile gelmişti Londra’dan. Beni sormuş, babam da anlatmış. Demiş Londra’ya götüreyim onu ben. Orada okur ya da bir baltaya sap olur demiş. Bunun üzerine 28 kasım 1970’de Londra’ya gittim. Aynı gün Taksim’deki opera sarayı yanmıştı.

Yazları geldiniz mi Bursa’ya?

Asker kaçağıydım ben. 15 yıl gelemedim Türkiye’ye. Sonra bedelli askerlik yaptım 1985’te. Ondan sonra her yıl yazın ve tatillerde geldim. Uludağ’da kayak yapmaya geliyordum. Londra’da ilk 7-8 yıl saçma sapan işlerde çalıştım. Terzilik, garsonluk gibi. Sonra gönlüme göre bir iş buldum, antika tamirciliği. Taş, metal tarihi eserlerin restorasyonu. Güzel bir yaşamım oldu.

Başka hangi öğretmenleri hatırlıyorsunuz liseden?

Ov, Şevket..neydi soyadı…Çamur Şevket… Şevket Ertunga, Abidin Çığ, Reşat Esmer, bunlar hatırladıklarım.

Edebiyata düşkünlüğünüz var mıydı, kimdi hocanız?

Ortaokulda Reşat Esmer, lisede İbrahim Dekak. Sanat tarihi hocamız Kazım Baykal idi. Bursa tarihi üzerine bazı çalışmaları var. Birkaç hatasını yakaladım, galiba Prusias 1 ile 2’yi karıştırmış. Bazen bir soru sorup şaşırtırım insanları. Derim ki Zeki Müren abim yakındır, Maksem’e komşudur, Hisarlı. Onunla bir ortak yönüm var, nedir derim, kimse bilemez. Bunu da şeyden öğrendim. Edebiyat öğretmenimiz vardı lisede, İbrahim Dekak. Lisede edebiyattan hep 10 alırdım. O hoca 7’nin üzerinde vermezdi. Daha önce birisi daha hep 10 alıyormuş benim gibi. Zeki Müren abimmiş o. Kimse bilemezdi bu soruyu. Zeki Müren ile 1987 yazında Bodrum’da karşılaştık tanıştık. Bardakçı Plajı’nda. Uzun süre uzaktan seyrettim onu, rahatsız etmeyeyim diye. Sonra yanımdan geçerken selam verdim, yabancı değiliz, dedim. Maksemliyim deyince oturttu yanına, sohbete tutuştuk. Çok güzel sohbetimiz oldu, keşke teybe alsaydım. Akşamları Seyfi Bar’da özel bir koltuğu vardı, orada sohbet ettik. Bir kare bile fotoğraf çektirmedim çünkü çok şişmandı ve rahatsız oluyordu fotoğraf çektirmekten.

Kültürpark?

Giderdik tabi. Duymuşsunuzdur, Necmi Gürsakal hocadan. Grubumuz vardı bizim.

Gitar mı çalıyordunuz?

Çalmıyordum ben, şöyle oldu. El becerim çoktur. Önceleri kay kay yapıp satardım. Sonraları tel arabalar. Willies Jeep en ucuz modeliydi. Sonradan parası olanlara daha lüks rotlu, vitesli, lambalı arabalar yapardım. Babam kanaryacılık yaptığı için kanarya kafesleri yapardım. Lüks kafesler, ceviz, maun ve pirinçten, kubbeli kafesler, İsveç şaleleri gibi. Sonra 65'lerde falan müziğe merak salınca ben…Rolling Stones, Beatles falan…çok güzel yıllardı. Türkiye’ye de sıçradı bunlar tabi. Çil Yürekler, Mavi Işıklar, Berkant, Ajda Pekkan... Bütün Bursalı gençlerin rüyalarına girerdi. Altıparmak’ta bir dükkanın vitrininde bir gitar asılıydı. Alman malı, Klira brasila. Kırmızı bir gitar, rüyalarımıza girerdi. Ben de dükkanın önünden geçerdim, boynuma asmak isterdim onu. Çalsam olmaz, rezil olurum. İstesem vermezler. Ulucami’de dilensem şu gitara özendim diye, o da olmaz. Bir tek çare kaldı, yapmak. Kendim yaptım kopyalarını. Bir zaman bu yolla para kazandım.

Çalgı yapıp satıyordunuz yani?

Evet. Grup da kurdum, Yankı Beşlisi adında. Eski hükümet doktoru Zafer Çalışkan Beyin oğlu Erhan ile kurduk grubu. Ama biz amatördük, hiçbir zaman profesyonel hayat bizi cezbetmedi. Düğünlerde, şölenlerde çıkıp çaldık. Bir kez AVP tiyatrosunda konsere çıktım ama hiç fotoğrafım yok. Yazları Güzelyalı’da bir motelde oda veriyorlardı, akşamları çalıyorduk.

Fuarda canlı müzik oluyor muydu?

Romans bahçesinde üç grup vardı o zamanlar: Cannibals yani yamyamlar. Orhan Akınal, Yavuz Hakyemez, onların grubu. Bir de, sonradan çok başarılı bir gitarist oldu, Müjdat Akgün’ün grubu vardı, Şasonlar.

        The Cannibals                                                                        Şasonlar

Kitapçıları hatırlıyor musunuz?

İhsan Şekercioğlu vardı, Suhulet vardı. Acaba Setbaşı’na doğru bir tane var mıydı…hatırlayamadım.

Müzik malzemelerini nereden alırdınız?

Yeni Cadde’de galiba birkaç yer vardı ama ben günübirliğine İstanbul’a gidip oradan alırdım. Yüksekkaldırım’da Papa Jorji vardı, oradan alırdım. Manyeteleri, telleri falan. Gitarın gövdesini yedi kat kontrplaktan yapardım, tutkallardım. Sapını dişbudaktan, üstüne ceviz. Bıçakçılar çarşısında Ahmet Yayıl abim vardı, Allah rahmet eylesin. Ona giderdim, konturlarını çizerdim, o da şerit testeresinde keserdi. Eve gelip zımparalardım, macunlardım. Verirdik bir oto boyacısına, 2-3 kat boyattırırdık.

Klasik gitar mı yapıyordunuz, akustik gitar mı?

Klasik 2 tane yaptım. Genelde elektro gitar yapardım. Elektrik tesisatını İstanbul’dan alırdım. Getirip burada Yeni Cadde’de, neydi o yıkılmış bir cami vardı, onun orada bir radyocu vardı. Ton kontrollerini ondan alırdım. Formikadan bir palet keserdim, onları oyup monte ederdim. Radyocu lehimle bağlardı onları. Ondan sonra amplikatörde bir deneme, bangır bangır gitar olurdu.

Hangi yıllarda yaptınız gitar?

1965-67 arası. 67’de üniversiteye gidince dağıldık. Bir kısmımız Ankara’ya gitti. Cannibals grubundan Yavuz Hakyemez ve Orhan Akınal, ikisi de yüksek jeolog oldular. Onlarla beraber Laleli’deydik.

Bursa’da siyasetçi ya da yöneticilerden tanıdığınız var mı?

Sadrettin Çanga’nın, milletvekiliydi, kızını tanırdım. Bir kere bizim evden Süleyman Demirel’i gördüm, sırtlarda taşınıyordu, Pınarbaşı’na doğru. Ferit Odman’ı tanırdım, Kükürtlü’nün sahibiydi.

Pınarbaşı bayramları nasıl olurdu?

Güzel olurdu tabi, eğlenirdik. Ninemle giderdik. Top vardı, kuvvet denemesi yapmak için. Keten helva satılırdı. Motora bayılırdım, leğendeki suda yüzen kayıklar yani. Şah-mat vardı, sihirbaz. Galiba Kültürpark’a da geldi o. İçinde adam olan goril vardı. Hayri Küçük tiyatrosu vardı.

Mahfel’de nasıl zaman geçirirdiniz?

Bilardo oynardık. Arkasında bir yazlık sinema vardı. 1-2 Elvis filmi seyretmiştim. AVP tiyatrosunun arkasında bir yazlık sinema daha vardı, ismini hatırlamıyorum. Yeni Cadde’de Yeni Sinema vardı. Kısmet sineması vardı bir de, Fomara’ya doğru inerken. Dilek Sineması Some Like It Hot filmiyle açılmıştı. Başka klasik filmler de gördük orada. Konserler de olurdu.

Kimin konseri olmuştu mesela?

Erkut Taçkın Ağabey mesela. Onu dinleyince müziğe heves ettim. Erkin Koray geldi aynı yıllarda. Ama o biraz laubaliydi. Ajda Pekkan da geldi.

Gençler okul çıkışı ne yaparlardı?

Şimdi bir şey uydurmuşlar, yok efendim neymiş, Heykel Postane huzur turu. Onun adı piyasaydı, piyasaya çıkılırdı. Akarsu Mahallesi’nde mola verirdik, şey ....  yemeye.

Neresi Akarsu Mahallesi?

Orda bir girinti vardı, Karamürsel mağazasının orada.

Pikniğe?

Temenyeri’ne giderdik. Ah nasıl popülerdi o zaman. Her yer dolu olurdu. Bir çeşme vardı, suyu buz gibi. Burhan ve Orhan kardeşler vardı, meraklı yemişçi derlerdi onlara. Onlardan sıcacık çerez alınırdı. Köşke çıkan yolda yaptığımız tahta arabalarla aşağı doğru kayardık. Kahveli Bahçe vardı Maksem’de, efsaneydi. Dere kenarıydı, çitlembik ağaçları vardı. Ahşap bir binaydı. Binanın arka bölümünde kör bir nine otururdu.

O zaman Ulucami’den Maksem’e çıkan yokuşu adım adım bilirsiniz?

Tabi tabi. Köşede Ardıç Otel vardı. Orası tekkeymiş önceden. Birkaç ahşap ev varmış. Oradan yukarıda konaklar vardır. Sola sapılırsa Mithatpaşa İlkokulu var. Oradan İvazpaşa’ya çıkılır kestirmeden. En son karşıda Maksem Cami görünür.

O yokuşta büyük birkaç bina var?

Evet ipek fabrikası o. Havuzu vardı, kırmızı balık yetiştirirlerdi. Birkaç defa balık almıştım oradan. Yine o caddede çok küçük arsalı bir ev vardı. Geçende biri sordu, bilemediler. Maksem’in beton apartmanı neresi diye.

Neresiydi?

Tezel Apartmanı. Köprü var ya, şöyle anlatayım. Maksem Camii’nden Temenyeri’ne doğru yürürsen, bir kısmı sola doğru, Maksem köprüsüne ayrılır. Maksem köprüsü de önceden ahşapmış, Yunan işgalinde yakmışlar. Çocukluğuma her yıl 11 eylülde oraya odun toplayıp koyar, yakardık. Yukarıdan efeler inerdi, kurtuluşu temsilen. Bir yol soldan dümdüz yukarı çıkardı, depolara doğru, çağlayana. O yol ayrılmadan evvel 1-2 önceki binadan biri, ilk beton binadır Maksem’deki.

Fomara, Eski Garaj tarafı nasıldı?

Fulya tarlası denirdi oraya, eski garajın olduğu yer. Çöplüktü orası. Yukarı çıkarken Fomara binası sağ tarafta bir yerdeydi. Çakırhamam’da Zeki Müren’in babası Kaya beyin dükkanı vardı. Kırmızı, ufak bir levhası vardı. Keresteci Kaya Müren yazardı. Yanında Şardağ Pastanesi vardı. Aşağı doğru sıra dükkanlar ve itfaiye.

----------------------------------------------------------------------------------

Mustafa Akcan'ın sosyal medyada Eski Bursalılar Burada grubundaki bir yazısı:

23 ŞUBAT 1970, ULUDAĞ

Ölümle iki kez yüz yüze geldiğimiz gün! Fen Fakültesi, Yüksek Jeoloji Bölümünden beş arkadaş, Ben, Orhan Akınal, Yavuz Hakyemez, Doğu Perinçek'in kardeşi Doğan Perinçek ile, jeolojik gözlemler yapmak için, sabah ezanında Maksem'de buluşup, gözlemelerimizi, kaynamış yumurtalarımızı, pusula, çekiçlerimizi alıp Uludağ zirvesine çıkmak için yola koyulduk. Su depolarının biraz ilerisinde, bir göçekten tırmanmaya başladık. Çıktıkça daha sarplaşmaya başladı. Ayaklarımızdan kayıp yuvarlanan taşlara kimsenin hedef olmaması için tedbirimizi aldık, ayrı ayrı durduk. Göçeğin başlangıcı, ağaç köklerine sekiz, on metre kala donduk kaldık. Kimseden çıt yok, vazgeçip aşağı inmek daha tehlikeli idi. Dizlerimiz titremeye başladı. İnsan ölümle yüzyüze geldiğinde, hayatı film gibi gözlerinin önünden geçer derler. Çok doğru. Ben geleceği görmeye başladım. Ailemin ölüm haberimi nasıl alacaklarını, Maksem Camii'nden cenazemin nasıl kaldırılacağı gözlerimin önüne geldi. Biraz daha hamle edip ağaç köklerine tutunarak düze çıktık. Derin nefesler aldık, şükrettik. Kadıyayla'da kahvaltı ettik. Sarıalan'a ulaştık, oradan Uludağ Büyük Otel'e.

   Soldan sağa: Yavuz Hakyemez, Mustafa Akcan, Doğan Perinçek, Orhan Akınal.

     İkinci çılgınlık. Wolfram madenine tırmanmaya karar verdik. Yola koyulur koyulmaz, hava birdenbire bozdu, tipi başladı, patika kayboldu, göz gözü görmez oldu. Geri dönersek kaybolabilirdik. Yokuş yukarı yola devama koyulduk. Sonunda Wolfram madenine ulaştık. Jeolog Nurettin Bey bizi ağırladı. Harıl harıl soba başında, iliğimiz kemiğimiz ısındı, başımızdan geçenleri anlattık. Eski bakanlardan Celal Yardımcı Bey de orada, ziyarette idi. Bizlere ikram edilen patates yemeği harikaydı. Yemeklerimizi yedik, kahvelerimizi, çaylarımızı içtik, dereden tepeden sohbet ettik. Tipi dindi, hava açıldı. Büyük Otel'de kalan Celal Yardımcı Bey arabası ile bizi Sarıalan teleferiğine bıraktı. Sağ salim evlerimize döndük. Unutulmaz bir gün! Levent Erbab'ın kulakları çınlasın

-------------------------------------------------------------------------------------------------------

Bursa'nın en iyi tanınan üç  pop müzik grubundan biri, The Cannibals ( Yamyamlar ! ) Grubu'nun bas gitaristi Orhan Akinal -Fotoğraf, o yıllardaki, Vredeborch marka ilkel kutu kameram ve Ilford 120 roll film ile çekildi!