|
1940'larda CHP'ye
Muhalefet |

|
|
|

Agah Enes Yasa
CHP’nin tek parti döneminin 1946’da sona ermesiyle birlikte,
Demokrat Parti etrafında toplanan muhalif gruplar hem sermaye hem de basın
alanında kendi çevrelerini oluşturmaya başladılar. Bu dönemde Bursa’da
yayımlanan yerel bir hiciv gazetesi olan Hacivat, kentin tanınmış
gazetecilerinden Sabri Türkozan tarafından çıkarıldı. Hacivat Gazetesi, daha ilk
sayısının ilk sayfasından itibaren tavrını açıkça ortaya koymuştu. Yayın
hayatına, Bursa’da CHP’nin desteğiyle çıkan yerel hiciv gazetesi Hacıağa’yı sert
bir dille eleştirerek başlamıştı. CHP Bursa İl Yönetimi tarafından hazırlanarak
partinin genel sekreterliğine gönderilen ve bugün Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyet
Arşivi’nde bulunan bir raporda, Hacivat gazetesinin CHP aleyhinde yayın yaptığı
belirtilmiş, bu nedenle gazetenin takip altına alınması kararlaştırılmıştı.
Bana kalırsa en keskin ve ironik hiciv, ilk sayıda yer alan Muhittin Baha Pars
karikatürüyle yapılmıştı. Dönemin Bursa’sının en varlıklı isimlerinden biri
olan, yüzlerce dönüm arazisi ve çok sayıda işletmesi bulunan; aynı zamanda
kentin köklü sufi ailelerinden Ahmet Baba’nın soyundan gelen Muhittin Baha, o
yıl mecliste gündeme gelen milletvekillerine ek maaş zammı önergesi üzerinden
hicvedilmişti. 1930’lu yıllarda Atatürk ve İnönü’nün teşvikiyle Bursa’da ilk
sanayi yatırımlarından birini gerçekleştiren Selim Süter, ilerleyen yıllarda
Sayas adını alacak olan süt tozu fabrikasını kurmuştu. Bu tesis, Cumhuriyet’in
erken döneminde yerli gıda sanayisini geliştirme ve ithalatı azaltma hedefinin
simge girişimlerinden biri olarak görülüyordu. Ancak Hacivat Gazetesi’nin hicvi,
Süter’in bu “örnek sanayici” imajını tersyüz ediyordu: karikatürde, muhtemelen
ürünlerinde malzemeden çaldığı ya da kaliteden ödün verdiği ima edilerek
eleştirilmişti. Gazetede sık sık eski Osmanlı eserlerinin bakımsızlığından ve
“mübarek zatların” kabirlerinin kötü halinden söz edilerek, devletin—yani
CHP’nin—bu kültürel mirası ihmal ettiği öne sürülüyordu. Bu eleştirilerden biri
de, meşhur Mevlid yazarı Süleyman Çelebi’ye yapılması planlanan ancak yıllardır
tamamlanamayan anıt mezar projesine yöneltilmişti. Hacivat Gazetesi’ndeki
hicivde, bu denli önemli bir ismin mezarının iki yıldır tamamlanamamış olmasına
dikkat çekiliyor; “Herhâlde artık ruhlar tarafından bitirilecek” denilerek
devletin ilgisizliğine alaycı bir biçimde göndermede bulunuluyordu.
Yeri
gelmişken anmak gerekir ki, 20. yüzyılın başlarında Bursalı Hacı Ali Paşa,
Süleyman Çelebi’nin mezar taşını ve çevresindeki şebekeyi (demir kafes) Osmanlı
üslubuna uygun biçimde yeniletmişti. Ancak Cumhuriyet Döneminde, modern ulus
inşasının bir parçası olarak “gelenek icadı” anlayışı öne çıkmaya başlayınca,
Bursa’daki yerel kültürel miras savunucuları—Kazım Baykal, Fehameddin Ulusoy ve
Rıza İlova gibi isimler—Eski Eserleri Sevenler Kurumu çatısı altında bir araya
gelerek, Süleyman Çelebi için “asri” (modern) bir anıt mezar yaptırmaya karar
verdiler. Bu karar doğrultusunda, Ali Paşa’nın yaptırdığı Osmanlı tarzı mezar
tamamen yıkıldı, mezar taşı ise günümüze kadar kayıptır. Yerine, “Türk-İslam
Medeniyeti” vurgusunu öne çıkaran yeni bir anıt mezar inşa edilmiştir. 1952
yılında tamamlanan bu yapı, bugün hâlâ Süleyman Çelebi’nin kabrinin bulunduğu
yerde ayakta durmaktadır.
Hacivat gazetemize geri dönelim. İlk sayısının
girişinde Hacivat, nasıl “geri döndüğünü”, yani gazetede yeniden nasıl “hayata
geldiğini”, yine Süleyman Çelebi türbesi ve korunmayan Osmanlı anıtları
üzerinden anlatıyor. Hacivat ve Karagöz’ün mezarı olduğu iddia edilen —bugün
Çekirge Caddesi üzerinde anıt haline getirilmiş— yer de Süleyman Çelebi’nin
türbesine komşu. Gazetenin “Nasıl Geldim?” başlıklı giriş yazısı şöyle başlıyor:
Nasıl Geldim?
Elli senelik bir ayrılıktan sonra yeniden aranıza karışmış
oluyorum. Ahiretten pasaport alınca, meteliksizlik yüzünden yürüyerek yola
çıktım; tam yedi senede Bursa’ya varabildim. Oysa ölüp giderken öyle olmamıştı;
24 saat içinde toprağa verilivermiştim. Çekirge yolundan yürüyerek şehre girdim.
Ne değişiklikler olmuş! Eski kaplıcayı zor tanıdım. Asfalt yolu takip edip biraz
inince solumda, kırmızımtırak taşlardan yapılmış bir yer gördüm — mezar desem
değil, abide desem o da değil, garip bir tümsek. Üzerinde çocuklar oynuyordu.
Yanımdakilere sordum: — “Burası neresi evladım?”
— “Karagöz’ün mezarı
amca!” dediler. Zavallı arkadaşım Karagöz, bir ara dünyaya uğramıştı. “Halk
Partisi” mi nedir, onlar çağırmışlar; fakat orada dikiş tutturamayınca adını
bile bırakıp tekrar ahirete dönmüştü. Biraz daha yürüyünce, sağ tarafta ortası
açık, ucu sivri bırakılmış bir mezar gördüm. Yaklaşınca yazıyı okudum: Bizim
Süleyman Çelebi’nin mezarı. Meğer ona bir şeyler yapılmak istenmiş ama hiçbir
şey yapılmamış. Oradan Muradiye’ye geçtim. Öldüğünden beri bakımsız kalan,
çökmemesi için direklerle tutturulmuş Muradî’nin evini gördüm. Türbeler
yıkılmış, kubbeler çökmüş; nice devirler görmüş meşhur kişilerin kabirleri
darmadağın. Bunları görünce, geçmişe karşı ilgisizliğinize acıdım. Biraz da geri
dönmüş olmama pişman oldum. Muradiye Caddesi’nden geçerken etrafa baktım: ne
biçim evler, ne tuhaf kıyafetler! Elli yıl sonra bu şehri tanıyamaz hale
gelmişim. Ahirete yeni gidenler dünyanızı övüp duruyorlardı; demek ki
abartmışlar. Hisar’a çıktım, surlardan eser kalmamış. Yürüdüm, yürüdüm… Asfalt
dedikleri yolun kenarında bir merdiven gördüm. “Bunu ne için yaptılar?” diye
sordum. — “Halk yorulmasın, kestirme olsun diye yaptılar!” dediler. Biraz
ilerleyince karşıma koca bir bina çıktı: bir hamam! Çakır Hamam. Şaşırdım, hâlâ
yerinde kalabilmiş. İçeri girdim, kimse “hoş geldin” bile demedi. Bizim
zamanımızda hamama gidene öyle saygı gösterilirdi ki… Dışarı çıkınca yine
ilgisizlik. Nerede o eski temizlik, nerede o eski hamam takımları… Az sonra yol
ortasında kalmış koca bir çınarın yanından geçerken neredeyse bir “öküzsüz
araba” (otomobil) beni ezecekti! Kendimi yana attım da kurtuldum. Ulu Cami’ye
yaklaşınca kulaklarıma sesler geldi:
“İşte Hacivat! İşte Hacivat geldi!”
Gençler etrafımı sardı; kimisi sakalımı, kimisi yüzümü öpmeye başladı. Meğer
otobüsle geleceğimi sanmışlar! “Otobüs nedir?” diye sordum; o sırada yanımızdan
gürültülü bir araba geçti.
“İşte o!” dediler.
Hep birlikte bir binaya
girdik, kahveler geldi. İçlerinden biri beni tanıttı:
— “İşte Hacivat, ammeal
sahibiniz bu zat!” dedi.
“Niye benim sahibim oluyormuş?” diye sordum,
güldüler. Bir de “hocam” varmış meğer; ben yazıları Arap harfleriyle yazmışım, o
yeni yazıya çevirmiş. “Hocam gayretli çıkarsa haftaya yeni yazıyı öğrenip kendi
elimle yazacağım” dedim.
CHP’nin Bursa’daki bir numaralı yayın organı olan
ANT Gazetesi’nin bir dönem çıkarıcısı ve kentin CHP çevrelerinin önde gelen
isimlerinden biri olan Musa Ataş da Hacivat’ın hicivlerinden nasibini almıştı.
Uzun süre işsiz kaldığı bilinen Ataş’ın, artık faaliyet göstermediği belirtilen
Dağcılık Kulübü’nün başına getirilmesi, gazetede “adam kayırmacılığı” ima eden
bir dille eleştirilmişti. II. Dünya Savaşı yıllarında, birçok temel gıdanın
karneyle dağıtıldığı o yokluk döneminde, halkın çektiği açlık ve yoksulluk
Hacivat Gazetesi’nde keskin bir mizahla ele alınmıştı. Gazete durumu hicvederek,
okullarda yakında “Açlığa Nasıl Tahammül Edilir” adlı bir dersin okutulacağını
söyleyip dönemin ekonomik sıkıntılarını alaycı bir dille eleştirmişti.
Eleştiriler yalnızca merkezi yönetim ya da valiliğe değil, belediyeye de
yönelmişti. Hacivat Gazetesi, inşası yeni tamamlanan Kırk Merdivenler’in önünde
biriken çamur deryasından vatandaşların nasıl geçeceğini hicvederken, çözüm
olarak alaycı bir öneri getirmişti:
“En iyisi, üç tane çamurda yürümeye
alışkın hamal tutup vatandaşları kucaklayarak karşıya geçirsinler.”
Gazete,
ardından belediyenin de bu işi yapacak personel aradığını söyleyerek, yolların
bakımsızlığına ve belediyenin yetersizliğine mizahi bir biçimde göndermede
bulunmuştu. Bu hicivde bahsi geçen doğumevi, Yağcı Cemal Bey Köşkü’dür; bugün bu
yapının yerinde BTSO’nun Altıparmak binası bulunmaktadır. Hemen yanındaki Kırk
Merdivenler ise hâlâ ayaktadır ve aktif biçimde kullanılmaya devam etmektedir.
Çamur eleştirileri bununla da sınırlı kalmamıştı. Hacivat Gazetesi, bu kez
Muradiye’de biriken çamuru hedef almış ve konuyu “Belediye Bakımsızlık İşleri”
başlığıyla hicvetmişti. Gazete, kelime oyunlarıyla süslediği bu yazıda,
Muradiye’nin yollarındaki çamuru belediyenin en istikrarlı ticari yatırımıymış
gibi çamurun satıldığını anlatarak, altyapı sorunlarını ve ilgisizliği mizahi
bir dille eleştirmişti. Ulaştırma Bakanlığı da modern yolları sağlamamakla
alay konusu olmuş; gazete bakanlığı bir deve görseliyle hicvetmişti. Metinde
Bakan’a yönelik iğneleyici ifadeler de yer alıyordu. Düzeltilmiş ve akışı
güçlendirilmiş hâliyle pasaj şöyle okunuyor:
“Bizde İkinci Dünya Harbi’ne
girmişiz de haberimiz yok. Bakın, geçenlerde Ulaştırma Bakanı şöyle konuştu:
‘Harp içinde kaybettiğimiz tonaj miktarını yerine koyamadık. Dış seferleri de
Türk vapurculuğunu harice tanıtmak için yapıyoruz.’ İlahî Bay Bakan — gel bizim
gazeteye muharrir ol bari de halk katıla katıla gülsün…”
Gazetenin hicvinde,
Bakan’ın sözleri alaya alınırken aynı zamanda ülkenin ulaşım altyapısındaki
eksiklikler ve savaşın getirdiği lojistik zorluklar ironiyle vurgulanıyor; deve
görseliyle “modern yollar yerine ilkel araçlar” iması yapılıyordu.
Dönemin
iktidarının sesi konumundaki ANT Gazetesi, haberlerinde manipülasyon yapmakla,
özellikle de gıda ve giyim maddelerindeki enflasyonu olduğundan düşük
göstermekle eleştirilmişti. Hacivat Gazetesi, bu durumu hem alaycı hem de
tanıdık bir tonda hicvediyordu. Ne kadar tanıdık geliyor, değil mi? Aradan onca
yıl geçmiş olmasına rağmen, bugün de benzer manzaralarla karşılaşıyoruz.
Köylerdeki başıboş köpek sorunu da o yıllarda Hacivat Gazetesi’nin
gündemindeydi. Gazete, sokaklarda ve köy yollarında dolaşan sahipsiz köpekleri
hicvederek soruna dikkat çekmişti.
Bursa dışındaki bir hicivde bu kez dönemin
tanınmış siyasetçilerinden Cevat Dursunoğlu hedef alınmıştı. 1892 Erzurum
doğumlu olan Dursunoğlu, Almanya’da yükseköğrenim görmüş; Cumhuriyet döneminde
Maarif Vekâleti’nde Ortaöğretim ve Yükseköğretim Umum Müdürlükleri gibi önemli
görevlerde bulunmuştu. Erzurum Kongresi üyeliği ile başlayan siyasi kariyerini,
TBMM’de Kars ve Erzurum milletvekilliği, ardından CHP genel sekreter
yardımcılığı ve Ulus gazetesi başyazarlığıyla sürdürmüştü. Ancak Bakü’deki
“Kızıl Kongre”ye katılması, hicivcilerin dikkatinden kaçmamış; dönemin mizah
sayfalarında, CHP’nin altı okuna “sosyalizm”i temsil eden yedinci bir okun
ekleneceği yönünde alaycı ifadelerle eleştirilmişti.
Özetle, görüldüğü üzere
Demokrat Parti’ye yakın bir çizgide konumlanan Hacivat Gazetesi, Bursa’nın
gündelik sorunlarını ve yerel idarenin aksaklıklarını, kente özgü mizah
geleneğini yeniden canlandırma iddiasıyla ele alan bir yayın olarak ortaya
çıkmıştı. Her ne kadar kısa ömürlü olmuşsa da, dönemin siyasal atmosferinde
cesur sayılabilecek eleştiriler dile getirmiştir. Bugün elimizde bulunan bu ilk
sayıya, CHP İl Yönetimi’nin yaptığı istihbarat çalışması sonucu merkeze
gönderilen bir nüshanın, oradan da Cumhuriyet Arşivleri’ne intikali sayesinde
ulaşabiliyoruz.
Bu yazıya şu adresten de ulaşabilirsiniz:
https://bursabellekharitalari.substack.com/p/bursa-hacivat-gazetesinde-chp-elestirileri
|
|