“Ruhban Dağı” yani keşiş dağı mesiresi. Bu dağa
Keşiş dağı denmesinin sebebi, Aya sofya’ daki patrik ve rahiplerin perhiz
ile uçarak gelip bu dağda dinlenmeleridir?... Bursa şehrinin kıble tarafında
şehre örtü, göklere baş kaldırmış bir yüksek dağdır.
Bursa’ dan çıkıp güney tarafında
Pınarbaşı’ na, oradan yukarı beş saat gidip Gazi yaylası menziline vardık.
Gazi Yaylası, Orhan Gazi Bursa’ yı bir yıl kuşattığı vakit, bu yaylada
müslüman gazileri, muhafaza kastıyla kaldıkları için gazi yaylası derler.
Çimenlik ve kestane ağaçlarıyla şenlik bir ferah yerdir. Buradan Bursa şehri
baştan ayağa görünür. Bir küçük halici vardır. İçinde çeşitli alabalıklar
bulunur. Oradan yine beş saatte baş yukarı Sobran menziline vardık. Sobran
menzili kestane ormanlı bir büyük yayladır. Bunun göllerinde alabalık
vardır. O gün ağlarla bir çok balık avlayıp tereyağı ile pişirerek yedik.
Balığı güya musa sofrasıdır. Osman Gazinin kırk bin koyununun dölünden
türeyen nice yüz bin koyun burada yaylanır. Türk taifesinden çobanları
vardır. Birkaç erkeç koyun hediye getirdiklerinden o gece orada kebap fasıl
edip misafir olduk. Sabahleyin yine binek hayvanlarına binip kıble tarafına
baş yukarı laleli, sümbül ve fesleğenli, gül ve gülistanlı, çiçekli dağlar
içinden geçtikçe fesleğenin kokusundan dimağımız kokulandı. Nihayet üç
saatte Bakacak’ a geldik.
Ramazan gecesinde hilal görülüyor mu?
Buradan baktıklarından buraya Bakacak demişlerdir. Eğer hilali görürlerse
Bakacak mahallinde ateşler yakıp şehre işaret ederlermiş. Bu işaretle
kaleden toplar atılıp halk oruç tutarmış. Bakacak, fil hortumu gibi şehri
kapayan bir yalçın kayadır ki, adam aşağısına bakmaya cesaret edemez.
Buradan Bursa’nın Filadar sahrasına kadar olan köy ve kasabalar, tarlalar,
bağ ve bostanları, Nilüfer nehri ile sulanan arazisi bukalemun nakışlı
yaprak gibidir. O kadar yüksek bir dağdır ki, Bursa altına gizlenir. Ulu
camii, iç kale, bedesten tarafları asla görünmez. Ama uzak illeri bir, bir
seyredilir bir yüksek yerdir. Burada gökyüzüne başkaldırmış öyle yalçın
kayalar vardır ki, kimi ejderha, kimi fil, kimi gemi. Kimi karakuş gibi
acayip ve garip şekiller almışlardır.
Buradan yine atlara binip güneye doğru yokuş
yukarı fesleğen tarlalarından geçerek, beşinci saatte Süleyman Han pınarında
konakladık.
Burası geniş ve ferahlık veren bir yerdir
ki, cana can katar. Bir kayadan gayet soğuk bir Ab-ı hayat fışkırır ki,
insan içinden bir taş çıkaramaz, buz gibidir. Burada hamam kubbesi gibi bir
taş vardır. O taşa insan dokunursa irgalanır. Bunu “lenduha” attı derler.
Burada küçük, büyük göller vardık ki, birer ikişer okka gelir alabalıklar
yetiştirir. Buradaki su birikintilerinde, haliçler de kışın su donar.
İstanbul tarafından iki üç yüz neferiyle karcı başı gelip buradan buz
keserler. Her parçası güya billur ve neceftir. Elmas parçası gibi pırıltısı
insan gözü kamaştırır. Temmuz da karcı başının izniyle Bursa ahalisi nice
bin miri katırları kar ve buz taşıyarak Mudanya iskelesinden kar gemilerine
yükleyip mes-ut İstanbul’a padişahın mutbağına, helvahanesine, sadrazama,
yedi vezire (kubbe vezirlerine), şeyhülislam ve kazaskerlere, hasılı padişah
kanunu olan yerlere ulaştırırlar. Hasılı Keşiş dağı bir kar hazinesi bir
rahmet buzudur.
Zülal suyunun vasfı; Cenab-ı hak kudret
eliyle bu dağı yarattığından beri kar vardır. Allah’ın emriyle Zülal
dedikleri mahluk, nice bin yıllık kar içinde burada bulunur. Hükümdarlar
arzu etse, kazarak eski karlardan bu hayvanı buldurabilirler. Ama gayet
güçtür. Allah’ın emriyle elbise güvesi gibi bir kurttur ki kar içinde kar
yiye yiye gezdiği yollardan bulunur.
Tatlı su kurdunun sıfatı; Dut yaprağı
tırtılı ki, kırk ayaklı, sırtında kırk siyah küçük haşhaş gibi benli, iki
lal rengi mina gözlü bir hayvandır. Ama bütün vücudu buzdandır. Ağzı vardır,
hemen ağzı sökük gibi dalga dalgadır. İçi palüze gibi bir mayi ile
doludur. Büyüklüğü langa bostanı tohumluk hıyarı kadar olur. Bundan büyüğü
ve küçükleri de olur. Eski kar içinde yerleşip ürer bir çeşit mahluktur. Ama
hakirin Sultan İbrahim’ e gönderdiğim Zülal Kurdu, gördüğümüz küçük hıyarlar
kadardı. Elmas gibi parlaktı. Buz olduğundan çok durmadı, eridi.
Uludağ’ da Süleyman Han pınarından aşağısı
çimenliktir. Fakat çiçekler yoktur. Çıplak dağlardır. Oradan tam beş saatte
Kule-i cihan’ a vardık.
Burası Keşiş Dağının ta en tepesidir ki,
göklere baş kaldırmıştır. Aşağıda bulutların şehir üzerinden geçtiği
görülür. Ta bu derece yüksektir. Bursa’ dan tam iki günde bu tepeye çıkılır
ama çok zordur. Yüksek dağ olduğundan kar ve ağacın durması ihtimali yoktur.
Çıplak kayalık bir yüksek uçtur ki kıble tarafından Kütahya dağları görünür.
Doğu tarafından Söğüt dağları görünür. Batı tarafından deniz aşırı Rumeli
tarafından (Gelibolu) dağları görünür. Bulutsuz havada ateş saçan güneşin
ışığı, İstanbul kalesi üzerine vurunca Yedi kule’ yi Sultan Ahmet Camiinin
altı adet minareleri, Ayasofya camii açıkca görülür. Ta bu derece yüksek bir
dağdır ki, insan bir kaya arkasından dolanmasa rüzgar adamı yorgancı
pefteresi gibi havaya atar. Çok kuvvetli rüzgarı vardır. Bu dağın en üst
tepesinde bir mezar vardır.
Dört tarafı iri taşlarla çevrilmiş. Bundan
anlaşılır ki, büyük bir adam mezarıdır. “Lenduha oğlu Sa’ dan’ ın mezarıdır.
Hazreti Hamza’ nın korkusundan bu dağda yerleşmiş!” Diye halk dilinde
söylenir. Bu mezar yanında yer altında bir mağara vardır. Yokuş aşağı hayli
giden bir karanlık mağaradır. İçinde yetmiş seksen küçük mağaralar vardır.
Kefere zamanında, İstanbul’ da Ayasofya kubbesi üstünden papazlar uçup bu
mağaralarda otururlarmış. Bazı kayalarda iki bin yıllık yazılar vardır.
Gezintiye çıkan bilgi erbabının da güzel yazıları vardır. Seyredilecek bir
yüksek dağdır. Bu seyir ve sefaları ettikten sonra yokuş aşağı inerek 12
saatte Kadı Yaylasına varıp çadırları kurarak bir gün zevk ve sefalar ettik.
Oradan aşağıya Karcılar yoluyla tam 10 saatte Bursa şehrine girdik.