Hasan Ali Yücel (1897-1961)
|
|
Hasan Ali Yücel
Bursalılar artık üzerinde yaşadıkları bu güzel
vatan parçasını daha da güzelleştirmek için seferber oldular. "Uludağ Parkı”
meselesini ele aldılar. Günlük gazetelerde yazılar yazdılar ve yazdırdılar. Bu
inziva köşemden onların bu iradeli gayretlerini bilseniz, ne derin bir hazla
seyretmekteyim. Toprak üstünde oturanlar tarafından sahip çıkıldığı nispette
“Vatan” dır. Böyle bir mana kazanmazsa kara ve kuru toprak olmaktan öteye
geçemez. Yurdumuzu ve onun her parçasını şuurumuzda aydın tutarak, görerek,
tanıyarak, severek ve insan zekasını, insan kudretini onun her zerresine
katarak “Yeni bir vatan” yaratma yolundayız. Bu çalışmalarımızı, bu
gayretimizi arttırmalıyız. Okulunu, yolunu, bahçesini bağını yapa yapa;
ecdattan kalmış yadigarları koruyup yeni yapıldıkları zamandaki
tazeliklerini koruya koruya, bu emelimiz gerçekleşecek !...
……………….
İçim türlü sebeplerle üzgün ve
yorgun olduğu
zaman, hayalimin en aydınlık yerlerinden birinde, hilkâtin ve ataların
yadigârı olan bu güzel ve mübarek beldeyi bulur; ona sığınırım. Bursa benim
için bir melce; cennetinin yeşilinde huzura, sükuna ve emniyete kavuştuğum
bir mutluluk bucağıdır.
Yaradan ve insan, birbirine, Bursa’da olduğu
kadar hiçbir yerde bu denli derin karışmamıştır. Göklere başı değen serviler
mi Yaradanın, ilahi secdelerinde kubbeleri kendi haline bırakıp yücelikleri
aramak için uzanan minareler mi insanın? Bursa’nın manzarasında bunu hangi
fani doğru dürüst ayırt edebildi?
Yeşil’i ne zaman ziyaret etsem, dışında bir
tepe, içinde bir bahar bulurum. Tabiatın görünümü yanında bu maneviyat beni
tabiattan çok daha ötelere götürür. Gönül gözümün vardığı yer, sonsuzluğun
hudut başıdır. Oradan sonra, artık Allah başlar. Allah, ki her şey O'nadır ve
O'ndadır. Yeşil’in kapısından bu hisle girenler gerçek imana varırlar. Onlar,
erenlerdir ve artık Yeşil, camiliğinden ileri geçer. Kabeleşir.
Bursa hayat pınarını göğsünde taşıyan bir
diyar…Su, nerede ondaki kadar varlığının her zerresinden fışkırır? Bursa’nın
bütün yeşilleri onunla yaşar ve onunla yeşerir. Bağrında ne varsa hepsini
onunla yaşatır ve onunla yeşertir. Belki de bunun için Bursa’nın ölüleri
insana diri gelir.
Bize koskoca bir devlet veren Osman Bey ve
oğulları türbelerinde değil, evlerinde yatarlar. Emir Sultan, bu maneviyat
hükümranı; Süleyman Çelebi, bu Türkçeyi Allah evine sokan insan; ne kadar
aramızda, ne kadar bizimle beraberdirler? Ebedi istirahatgâhında yanında
kimseyi istemeyen II. Murad’ı ziyaret ettiğim zaman bir türlü oradan
ayrılamamıştım. Huzurunda kalıp, uzun uzun onun iç menkıbelerini ve gönül
cenklerini kendinden dinlemeyi arzulamıştım.
Bursa bir tarih sergisidir. Hiçbir kitap onun
kadar 1299'la 1923 arasındaki olayları bize doğru haber veremez. Osmanlı
şahini, Uludağ’a kurduğu yuvadan havalandı. Kanadının tüyleri, hala Hint
hudutlarından Hicaz ülkesine, Marmara kıyılarından İskenderiye koylarına,
Volga boylarından Tuna membalarına kadar uçmaktadır. Hâdiselerin rüzgârları,
hatta fırtınaları onu yere düşüremedi.
Bursa benim için bir “dış” değil, bir “iç”
tir. Zevksiz eller ona kıyabildiği kadar kıysın, gözümde ve gönlümde hiçbir
şeyini değiştiremez. Bu yurt bucağı, bu vatan köşesi, seyahati zaruri
kılmayan bir çekicilikle her vakit yüreğimdedir. Bursa, hakikati hayal yapan
bir kutsal bir diyardır. Bursa, bir coğrafya gerçeği olmaktan çok bir tarih,
hatta tarih olmaktan da ileri bir şeydir. Bursa, Türklüğün, Konya gibi,
beşiklerinden biridir. Her Türk, biraz da Bursa’da doğar. Onun için Bursa’lı
olmayan Türk yoktur diyebiliriz.
(20.Asır’dan )
|