İsmet Tokgöz'ün Anıları

 

Hasretlik Bursa

 

 

 

     
    İsmet Tokgöz (1948-) Bursa doğumlu. Liseyi bitirdikten sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Bu dönemden sonra Bursa'da yaşamadı ama doğum yeriyle bağlarını da hiç koparmadı. 2017 yılında yayımlanan Bursa Yazıları adlı kitabından bölümler paylaşıyoruz.

    Babam, annem, babaannem, üç büyük kardeşimle 1941'de Yugoslavya'dan Türkiye'ye göçmüşler. Bir yaşımdayken annem vefat etti. Beş parasız babam gündüz berberlik yapar, geceleri Mudanya'da kum kamyonlarında, inşaatlarda çalışırmış. Tayakadın Mahallesi'ndeki evimiz Cumhuriyet Caddesi'ne bağlanan Ürün Caddesi'ndeydi. Bahçeli bir evdi, babam kendi elleriyle yapmıştı. Reşitpaşa İlkokul'una ilk gün takunyalarla gitmiştim. Gürültü herkesi rahatsız etmiş olmalı ki ertesi gün, Okul Aile Birliğinin devreye girmesiye, okula cızlavet lastiklerle gittim.

   İsmet Tokgöz (sağda), Bursalı şair Arkadaş Zekai Özger ile ilgili anılarını 
  14.12.2025'te Merinos Kongre Kültür Merkezi'ndeki söyleşide anlatmıştı.


    Babam hastalandığı bir dönemde Bursa Devlet Hastanesi'nde yatmıştı. Hastanenin başhekimi İbrahim Öktem koğuşları gezeceği zaman telaşlı bir koşuşturma olurdu. Hastalar İbrahim Bey'in yaklaşmakta olduğunu anlar, soracağı sorulara nasıl yanıt vereceklerini düşünmeye başlarlardı. Babam İbrahim Bey'in hastalarla tek tek konuştuğunu, dertlerini dinlediğini, tedavileri için ne yapıldığını öğrendiğini, saptadığı eksikliklerin sorumlularını da hemen oracakta payladığını anlatırdı sık sık; böylece de "vicdan sahibi" başhekimi takdirle anmış olurdu.
    Son zamanlarına yetiştiğim, forma renkleri siyah-beyaz olan Acar İdmanyurdu ağabeylerimin takımı olduğundan benim de ilk takımım olmuştu. Acar İdmanyurdu'nun, sonradan Bursaspor'un maçlarından üşümüş olarak eve dönerken, yalnızsam Altıparmak Caddesi'nden yürümek yerine Hocahasan Mahallesi'nin arka sokaklarından, tahtaları kararmış ahşap evlerin, küçük türbelerin, yatırların, dükkandan bozma, beyaza boyanmış vitrin camından somağa uzatılmış bosa borularından simsiyah kurum damlayan fakirhanelerin arasından geçmeyi, Bursa'nın bende uyandırdığı hüznü eksiksik olarak hissetmek için yeğlerdim. Boşalmış pazar yerinde bir gölge gibi belirip sebze meyve artıkları arasında evine götürecek yir şeyyler arayan, benim ilk bakışta göçmen olduklarını anladığım yoksullar, Orhan Camisi avlusunda, soğukta tespih ve küçük dini kitaplar satan ihtiyar adam, günlerce yağan güz yağmurları, ellerinde pazar yerindeki Sütmanlar'ın süthanesinden peynir suyu doldurdukları büyük tenekelerle Ürün Caddesi'nden geçerek uzak evlerine giden yeni gelmiş muhacirler de bana hüzün verirdi.
    Uzun Çarşı'da açılan eski kitap sergilerinin müşterilerinden biri de bendim. Kayhan'a doğru gittikçe tezgahlar azalırdı. Pazaryeri Camisi'nin karşısındaki küçük meydandan,caminin karşı tarafına geçip aşağı doğru baktığınızda yolun dik sayılacak bir eğimle Cumhuriyet Caddesi'ni aşarak aşağılara yöneldiğini, İsmail Hakki Tekkesi'ni geçtikte sonra Reyhan'a sapan yolun orada biraz ağa kıvrıldığını görebilirdiniz. Bu geniş yol sola bükülüp havlucu hanlarının orada daralır, Cevizleraltı'nda son bulurdu. Karlı günlerde yokuşun başına, Cumhuriyet Caddesi'ne kadar çıkar, kızaklarla kayardık.

     Bilge Karasu ile İznik Gezisi
    Bilge Karasu ile, Haluk Aker aracılığıyla, üniversite yıllarımda tanıştırılmıştım. İzleyen dönemde evine yaptığım ziyaretlerde kapıyı Bilge Ağabey açar, her zamankı gibi içeriden kimin geldiğini soran annesine yanıt yetiştirirdi. Giriş kapısının hemen yanındaki küçük odada ağırlardı beni Bilge Ağabey. Bu küçük odanın açık kalmış kapısından salondaki masada oturan annesiyle göz göze gelirsem hatrını sorardım.
    Bir gün Bilge Ağabey'den Bursa'ya geleceğini haber veren bir telgraf aldım. Onu karşılamaya Santral Garaj'a gittim. Gülümseyen yüzüyle otobüsten indiğini gördüm. Kalacağı Otel Maksem yokuşunun başında, Ulucami'ye bakan Artıç Otel idi, birlikte oraya gittik. Valizini bıraktıktan sonra otelin karşısındaki kahvehaneye oturduk. Az sonra da Murat Katoğlu yanımıza geldi, sohbet ettik. Murat Bey yanımızdan ayrılınca Bilge Bey bir günlük İznik gezisi önerdi. Programı yaptıktan sonra birlikte Tayakadın Mahallesi'ne kadar yürüdük. Bilge Ağabey'in dikkatle çevreyi incelediğini, birlikte yürüyen zaman, uzam ve varoluşun ayırdında, geceye doğru evrilen bu akşam vaktindeki Bursa'yı, yaz akşamının kokularıyla, Osmanlı'nın kuruluş evresi mimarlığının önümüze çıkıveren karakteristik örneklerine bakarak hissetmeye çalıştığını anlamıştım. Ohan Camii'ni, belediye binasını geçip Tuzpazarı'na geldik, aşağı yönelip Cumhuriyet Caddesi'ni atladıktan sonra İsmail Hakkı Tekkesi'nin haziresinin göründüğü sokağın başında durduk. Çocukluğumda,  sahurda ekmek almaya giderken buradan ürkerek geçtiğimi anlattım Bilge Ağabey'e.
    Bilge Ağabey ile İznik'te önce Süleyman Paşa Medresesi'ne gitmiştik. Dikdörtgen biçimindeki orta avlunun üç tarafında revaklar ve onların gerisinde de küçük öğrenci odaları vardı. O küçük odalar, Bilge Ağabey'in Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı kitabında adaya kaçan Andronikos'un boş hücresini düşündürdü bana. Ardından Ayasofya ve Lefke Kapı'yı görerek gezimizi bitirdik.
   Burgaz sahillerinin sahil olduğu, yazları çadırların, barakaların kurulduğu, peynir ekmek, patlıcan, biber kızartması, zeytinyağlı biber dolması, kavun, karpuz, herkesin bir şeyler koyduğu, birbirine eklenmiş masalara konu komşu hep birlikte oturulduğu o günlerde biz de Mudanya otobüsleriyle denize doğru yola koyulurduk. Mudanya'ya Bursa'dan trenle gitmek bana kısmet olmadı ama çok şey dinledim eski büyüklerimden. Bursalıların pikniğe gider gibi çoluk çocuk, sele sepet bindikleri, bir tırtıl gibi kırlara açılarak otlar, ağaçlar, böğürtlen kümeleri arasında yol bulup ilerleyen trendan, nice güzel yerler, rengarenk çiçekler, meyveli ağaçlar gördükten sonra Mudanya'da yüzleri gülerek indiklerini anlıyordunuz. Hükümetin işletmeci şirketi uyarmasına neden olan gecikmeleri ve trenlerin arızalanmasını konu edinen birçok şikayet dönemin kayıtlarında kalmıştır. Bir de üçüncü tekil şahıs anlatısı sızmıştır bu anılara, Mudanya'ya trenle gitmeye çok özenen genç bir kadının öyküsü: Kocası, onun sıkça dile getirdiği bu isteğini uzun süre yerine getirmemiştir. Bir sabah kocasına haber vermeden trene biner. Tren onu bağlar bahçeler arasında döndüre dolaştıra, kendisine anlatıldığı gibi geçen bir yolculuktan sonra Mudanya'ya indirir. Orada fazla eğlenmez genç kadın, Bursa'ya dönen ilk trene biner. Yine bağlar bahçeler arasından geçilir, Yörük Ali, Koru, Çekirge istasyonlarından geçilir ve kadın bindiği istasyonda inip evinin yolunu tutar. Evin kapısında karşısına, Mudanya'ya trenle gittiğini öğrenip eve erken gelmiş olan kocası çıkar ve içeri almaz onu. Bavulunu eline tutuşturup kapıyı yüzüne kapatır. Onca çiçek, böcek, bağ, bahçeden sonra bu tavır kadının oldukça ağırına gitmiş olmalı.