Sayın İhsan Sabri Çağlayangil’e

 

            Pek Sayın Vali Beyefendi;

                      Bursa Tiyatrosunu siz düşündünüz, siz yarattınız, siz yaptınız, siz açtınız. Yazık ki bizim hiçbir hizmetimiz olmadı. Yalnız ben öteden beri sizin gibi, Ahmet Vefik Paşa’nın adına abide olacak bir tiyatro kurulmasını çok ister, bu maksat için bütün seleflerinize başvururdum. Aramızdaki tek müşterek nokta bu. Yoksa bugünkü tiyatroda sizden ve sizi destekleyenlerden başka hemen hemen kimsenin hizmeti olmadı. Tevazuun yeri ve hududu bizim memlekette anlaşılmıyor ve çok zaman mütevazun aleyhine oluyor. Siz istediğiniz kadar bu eseri kendinize mal etmeyin, fakat eser sizindir ve bu büyük bir eserdir. Her vali bütün meslek halatında böyle tek bir kültür hareketine önayak olursa bütün ömrü boyunca (falanca şehirdeki tiyatroyu ben yaptım, ben açtım) diye iftihar edebilir. Çünkü bugün, bilhassa İkinci Harp’ten sonra harap olan Almanya’nın okullardan ve hastanelerden önce tiyatrolarını açtıklarından beri, tiyatronun bir millet irfanına, okullardan da, üniversiteden de daha fazla hizmet eden bir tesis olduğu dünyaca kabul edilmiştir. İşte siz de böyle düşündünüz, onlar gibi yaptınız ve açtınız.

          28 Eylül 1957 akşamı perdesi açıldıktan sonra o geçe ben sevinçten uyuyamadım, sabah saat 07:00’de Bursa’dan ayrıldım ve tam 2 ay bir daha Bursa’nın semtine uğrayamadım. Arada fırsat bulup da size de şükranlarımı bildiremedim, bu satırları o gecikmiş teşekkür mektubu olarak kabul buyurmanızı rica ederim.

 Açılıştan bir iki gün önce bana sordunuz:

          -İlk piyesi ne kadar zaman oynatacaksınız?

Diye. Ben de düşüncelerimi söyledim.

          -Evet, buyurdunuz, bahusus bir hafta müddetle Bursa halkını davet ettikten sonra artık daha uzun zaman oynayamaz.

          Benim de niyetim 15 gün temsilden sonra ilk piyesi kaldırmak, halkı aynı eserle bıktırmamak ve piyesleri sık sık değiştirmekti. Çünkü Bursa uzun yıllar tiyatrosuz kalmıştı, geceleri tiyatroya gitsek geleneğini kaybetmişti, o yüzden de yeni bir tiyatro hayatına alışıncaya kadar ancak belirli ve dar bir çevreyi hesaba katmak gerekiyordu. Siz de böyle düşünüyordunuz, ben de böyle düşünüyordum. Nitekim (III. Selim) piyesini kısa bir müddet sonra programdan kaldırmayı kararlaştırdık. Ne oldu?

          23 Eylül’den sonra karşımıza yepyeni bir Bursa çıktı. İkimizi değil, bütün Türkiye’yi şaşırtan bir Bursa!

          Hesaplarımızda güzel sanatların sihrini unutmamız bizi yanıltmıştı. Halbuki Bursa Türk zevkinde ve Türk sanatında güzeli takdir eden ve güzeli yaratan bir şehir olarak ün salmıştı. Bursa’nın tabiatından manzarasından ilham alıp da yaptığı her eser bin ince zevk, bir güzel sanat değeri taşır. Bu kadar incelmiş zevki olan Bursa elbette kendi tiyatrosunu benimseyecekti, beğenecekti ve onu öz malı sayacaktı.

          Nitekim akın akın tiyatroya akış başladı. Buranın yüksek değerini, önce hesaptan hariç tuttuğumuz asil halkı tanıdı ve takdir etti.

          Demek Bursalı ezelden; bahçesindeki allı morlu çiçekler ne ise hayatta güzel sanatların da o olduğunu biliyordu. Bilirsiniz ki, güzel sanatları sevdikten sonra insanın gözleri bahçedeki çiçekleri daha güzel görmeye başlar, hele bu sevgi artınca o zaman bu çiçekleri bahçesinde bırakmaya kıyamaz, odasına da alır.

          Bursalılar tiyatrolarını işte böyle bir çiçek gibi sevdiler ve benimsediler. O kadar benimsediler ki, bütün Bursalıların görmesine fırsat vermeden acele kaldırdığım için canları sıkıldı. Bu benim için bir ders oldu. İkinci eseri onların emrine bıraktım ve 43 gece bu eser tıklım tıklım doldu taştı.

                               Muhsin Ertuğrul - 1957