|
|
Ekrem Hayri Peker

Ünlü yazarlarımızdan Firüzan’ın tanınmış bir
eserinin adıyla yazıma başladım: Benim Sinemalarım. Çocukluğumda beni/bizi
dış dünyaya bağlayan tek bağ sinemaydı. Kimi tarih, kimi kovboy, kimi aşk
konulu filmlere koşarak giderdik. Yerli filmlerimizde İstanbul’u ve adaları;
yabancı filmlerden Paris’i, Londra’yı, New York’u filmin birkaç sahnesi olsa
da görürdük. Sevgili Sezen Aksu’nun deyimiyle “Bazen bir film gelir″ di,
kasabanın günlerce tek konusu bu olurdu. Sinemayla ilk tanışmam
rahmetli babamın yedek subay olarak görev yaptığı o zamanlar resmi olarak
Gazi Antep’de oldu. Halk Antep’e Gazi, Urfa’ya Şanlı, Maraş’a ise Kahraman
ünvanı çok önceleri vermişti. O zamanlar beş altı yaşlarındaydım.
Gittiğim filmlerden aklımda kalan anlamsız birkaç sahne, sonrasında iki yıl
Yenişehir’in Subaşı köyünde yaşam, oradan babamın İnegöl’e tayini.
İnegöl’de biri eski Halkevi binası iki kapalı sinema vardı. Ayrıca iki yazlık
sinema vardı. Sonra bir yazlık sinema daha açıldı. Sinema
sevgisi, izleme merakı ülkemizde çok yaygındı. Köyümüzde bile sinema
oynatıcısı vardı. Köye film getirilir, bir bahçede gerilen beyaz bir
çarşafta film izlerdik. Birkaç kez rahmetli annemle pazar günleri
sinemaya gittiğimizi hatırlıyorum. Sonra sinemalarda üç film birden modası
başladı. Her Pazar küçük kardeşimle sinemaya giderdik. Babamın beğendiği
filmlere geceleri ailecek giderdik. O dönemin tarihi flimlerini, Herkül ve
sonra ona rakip yaratılan Masis flimlerini hiç kaçırmazdım. Louis De Funes,
Fernaldel’in; İtalyan komedyenler Yavru ve Kâtip çevirdiği flimlerlerle bizi
güldürürdü. Yerli sinemamızı da unutmamak gerekiyor. Cüneyt
Arkın ve Kartal Tibet’in Karaoğlan ve Tarkan flimleri, her şarkı için
çevrilen flimler nerdeyse tek eğlencemizdi. Yıldızlarımızın yaşamlarını,
aşklarını Hayat; ve Ses Mecmualarından öğrenirdik. Sinematya gidemediğimiz
zaman Resimli Foto Roman Dergisini okurduk. Sinemamız hemen
renkli flimlere giremedik. Bazen bir filmin afişinde “Bir Sahnesi Renkli”
flim yazısını okuyabilirdiniz. Yabancı memleketlerde flim çekmek pahalıydı.
Zamanın küçük Hanımefendisi Belgin Doruk Paris’e götürülür; masrafsız
bir-iki sahne çekilir. Ve Küçük Hanım Efendi Paris’te diye sunulurdu.
Sinemaya gitmek bir eğlence, komşularla, tanıdıklarla görüşme vesilesiydi.
Sinema sadece eğlence yeri değil, buluşma yeriydi. İnegöl’de
Başrollerini Hülya Koçyiğit ve Yılmaz Güney’in oynadığı bir flim çekilmişti.
Sanırım “Adı Yiğit Yaralı Olur”du. Güney kısa sürede kendini sevdirdi bize.
Sanırım çevirdiği flimlerin hemen hemen hepsini seyrettim. Hülya Koçyiğit’in
oynadığı “Susuz Yaz” Almanya’da ödül almıştı. Filiz Akın sinemamızın
Avrupalı yıldızıydı. Benzeri Aliki Yuvuklaki ile beraber film çevirmişlerdi.
Filiz Akın'ın “Ankara Ekspresi” ve Yılmaz Güney’le çevirdiği “Umutsuzlar”
filmi Türk Sinemasının unutulmayan flimleri arasında yerini aldı.
Türkan Şoray, Fatma Girik, Muhterem Nur, Ayhan Işık, Sevda Ferdağ, Sadri
Alışık, Aynur Aydan, Eşref Kolçak, Nubar Terziyan, Fikret Hakan, Ahmet
Mekin, Kuzey Vargın, Leyla Sayar. Milleti güldüren ama sonunda kimbilir hangi
derdiyle intihar eden Ahmet Tarık Tekçe gibi başrol oyuncularımız; Göksel
Arsoy, Ediz Hun, Kadir İnanır, Salih Güney ve Tarık Akan gibi jönlerimiz;
Gülşen Bubikoğlu gibi genç yıldızlarımız vardı. Hulusi Kentmen babamız,
Aliye Rona anamızdı. Cevat Kurtuluş, Sami Hazinses, Feridun Karakaya, Necdet
Tosun ile gülerdik. Çocuk yıldızlarımız Ayşecik ve Yumurcak’ı unutmamak
gerekir tabi ki. Kötü adam oscar’ının tek sahibi Erol Taş olurdu. Hepsi bir
flim şeridi gibi zaman zaman gözlerimin önünden geçip gidiyor.
Sinema deyince Ömer Lütfü Akad ve Metin Erksan’a değinmeden geçmek olmaz.
Metin Erksan’ın ünlü yazarımız Necati Cumalı’nın bir eserinden sinemaya
aktardığı Susuz Yaz filmi Avrupada birçok ödül aldı. Ama ben Metin Erksan’ın
“Sevmek Zamanı” filmini unutamam. Oskarlı filmlere, kamuoyunda
ses getiren filmlere sınıfça giderdik. On Emir, Ben Hur ve Dalila, Kleopatra
filmlerine sınıf sınıf gitmiştik. Bir avuç dolar, İyi kötü çirkin üzerinde
çok konuşulan kovboy filmleriydi. Bursa’daki sinemalara daha kaliteli
filmler gelirdi. Bursa’da İnegöl’den daha çok sinema vardı. Dilek,
Yazıcıoğlu, Lale sinemaları ilk aklıma gelenler. Ünlü Cadde’de şimdi ismini
hatırlayamadığım kapalı bir sinema daha vardı. Ayrıca demiryolu caddesinin
girişinde de seksenli yıllara kadar faal olan bir sinema olduğunu
hatırlıyorum. Bursa’da birçok yazlık sinema vardı. Irgandı
köprüsünün civarında Mahfel’in arkasında (bugün otopark olarak
kullanılıyor), Zafer AVM karşısındaki şimdiki Atlantik düğün salonu,
Eskişehir hanının bitişinde, gazcılar caddesi ortalarında tabii bunlar
sadece hatırlayabildiklerim. Bursa’ya gelip de sinemaya gitmemek
olmazdı. Yukarıda belirttiğim gibi, çok sayıda film ve sinema seçeneği
vardı. Bursa’ya gelip de izlediğim filmlerden aklımda kalanlar; şarkısı
filmden daha meşhur olan İki Yabancı, İtalyan komedisi Kocam Hamile, Bridget
Bardot’un ünlü filmleri Viva Maria, Barberella. Traffoult’un 400 Darbe,
Antony Quin’in San Sebastian’ın Topları filmlerini hatırlıyorum. “Yağmurla
Gelen Adam” filmi bizlere Charles Bronson’u tanıttı. Yılmaz Güney’in bu
yabancı versiyonunun flimleri arka arkaya Türkiye’ye geldi. Hepsini zevkle
seyrettik. Fransız yönetmen C. Lelouch’un başrolünü Annie Girardot’a
oynattığı “Temas” filmi konusuyla sinema çevrelerinde yankı uyandırmıştı.
Sinema salonlarında sadece filmler oynatılmazdı. Konserler de verilirdi.
Dilek sinemasında Kamuran Akkor’un hafif müzik parçaları söylediği zamanlar
verdiği konsere gitmiştim. Kapalı salonlar birer birer yıkıldı. Önce Dilek
sineması kapandı ve banka oldu. Sonra Lale sineması onu izledi ve iş
merkezi oldu. Kapalı sinema salonlarına en son Burç sineması eklenmişti.
Yazıcıoğlu sineması yıllarca tek seçenek olma özelliğini sürdürdü.80
öncesi sinemalarda hatırladığım tek kuyruk B. Bertolocci’nin başrolünü
Marlon Brando’ya oynattığı Paris’te son tango filmiydi. Bursa’da
seyredemediğim bu filmi, Ankara’da bir kültür merkezinde seyredebildim.
Sinemalarda film seyretme zevkini öğrencilik yıllarımda Eskişehir’de
doyasıya yaşadım. Yılmaz Güney’in “Arkadaş” Filmini burada seyrettim. Sonra
güzel ülkemizde anarşi çıkarıldı. Sözde yasaklara, sansüre rağmen, sosyal
mesaj veren flimler yasaklanırken her yanı yabancı seks filimleri sardı. Bu
işte para olduğunu gören yerli sermaye yerli yıldızlarla bu alana girdi ve
SİNEMA BİTTİ! Şehirler büyüdü, önce yazlık sinemalar yıkıldı, yerlerine
bloklar dikildi. Ardından kışlık sinemalar teker teker kapandı, aynı sona
sahne oldu. Bunları niye mi? Yazdım? Kalabalık ortamlar beni yormaya
başladı. Mecbur kalmadıkça şehir merkezine gitmiyorum. Gidersem de metroyu
tercih ediyorum. Geçen hafta tesadüfen Merinos Kavşağın’dan Altıparmak’a
dolmuşla çıkarken ilk lambalarda durduk. Cadde de bir gariplik sezdim.
Dikkatlice baktım, Yazıcıoğlu sineması yerinde yoktu. Aaaa, ne zaman yıkıldı
bu sinema diyebildim, dolmuş şoförü birkaç hafta diye cevap verdi. Yıkılıp
giden sadece Yazıcıoğlu Sineması mıydı? Yoksa geçip giden yıllara duyulan
özlem miydi? Bilmiyorum...
|