|
|
Erdal Nural
Bursa’da ilk sinema salonu
1920’lerde açılmış. ‘Muallimler Birliği Sineması’ adıyla, kullanılmayan
Ermeni Kilisesi’nin, bugünkü Setbaşı İlköğretim Okulu’nun bulunduğu yerde.
Ancak ilk gösterim kaydı 1929’da. Halide Edip Adıvar’ın romanından uyarlanan
‘Ateşten Günler’ filmi sessiz gösterilmiş. Giriş 5 kuruş. O yıllarda
Karagöz, Hacivat izleyenler sessiz de olsa bu filmle şaşkına dönmüşler.
Sonraları Setbaşı Köprüsü’nün
yanındaki Şafak, sonraki adıyla Saray, daha sonraki Prestij Sineması.
Bursa’da ilk sesli film burada seyredilmiş. Sonra Ünlü Cadde’de, sonraları
“Yeni Sinema” olarak bilinen Milli Sinema.
Gelelim benim sinemalarıma.
1960’lı yıllar. Genelde bizim için hafta sonları sinema günleriydi. Mevsim
yaz ise Irgandı Köprüsü’ne yakın Rüya ve Mahfel arkasındaki Setbaşı
sinemaları. Diğer zamanlarda Dilek, Tayyare, Saray, Yeni Sinema. Sonraları
Yazıcıoğlu.
Heykel’de, şimdi Yapı Kredi
Bankası’nın olduğu yerdeki Dilek sinemasında sadece yabancı filmler oynardı.
Her seansta iki film. Biri genelde kovboy, diğeri komedi ya da salon
filmleriydi. O yılların unutulmaz oyuncuları Elizabeth Taylor, Grace Kelly,
İngrid Bergman, Doris Day, Gary Grant, Tony Curtis, Dean Martin, Frank
Sinatra, Lee Marvin, John Wayne, Rock Hudson, Elvis Presley, Clint Eastwood,
Jerry Lewis, Luis de Funes.. ve diğerleriydi. Film öncesi birkaç dakika
futbol maçları gösterilirdi. Filmin başlamasını, gong sesini heyecanla
beklerdik.
Tayyare’de ve Rüya sinemalarında
ise yerli filmler çoğunluktaydı. O yıllarda Ayhan Işık, Belgin Doruk, Türkan
Şoray, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın, Ediz Hun, Fatma Girik, Kartal Tibet; yan
rollerde Muhterem Nur, Eşref Kolçak, Ahmet Tarık Tekçe, Hulusi Kentmen, Vahi
Öz, Bedia Muvahhit, Nubar Terziyan, Cevat Kurtuluş... şöyle bir
sayabildiklerim.
Biz ailece pazar günleri saat
09.00’u tercih ederdik. Bir gün önceden, 4 kişilik locada yer bulamazsak
istediğimiz yerden koltukları seçip, biletleri alıp, pazar günü yataktan
fırlayıp Dilek sinemasına giderdik. Uyku tatlı, sinema cazip. Kahvaltıyı
sinema dönüşüne bıraktığımızdan babam bize Şaban Sirkeci’den kaşarlı,
sucuklu tostlar alırdı. Bir de gazoz. O da ayrı bir keyifti. O yıllarda
sinemaya gelenler, günlük kıyafetlerden çok sanki “bayramlık” dediğimiz
kıyafetleri giymeye özen gösterirdi. Herkes çok şıktı. Babam, kravatlı takım
elbisesini mutlaka giyerdi. Sinema ayrı bir kültür, ayrı bir sosyal
oluşumdu. Her şey güzeldi de, sinema salonunun hemen dışının, içilen
sigaralardan adeta “köfteci dükkanı”na dönmesinden rahatsız olurdum.
Salonların en önlerinde 3-5 sıra koltuk duhuliye bölümüydü. Perdenin dibinde
seyir zorluğundan dolayı biletleri ucuzdu. Bir kere gittim, filmi
izleyeceğim diye bir sağa bir sola başımı döndürmekten boynum tutulmuştu.
Sanırım arkalar 1.00-1.25 lira iken, buraları 50 kuruştu.
Yaz aylarında tercihimiz
cumartesi geceleri ya Kültürpark, lunapark keyfi ya da Rüya Sineması idi.
Oraya da biletlerimizi gündüzden alırdık. Tercihimiz, masalı yerlerdi.
Ablamla ben öne, babamla annem arkaya otururdu. 2-3 yaşındaki kardeşime masa
üstü kalırdı.
Bugün izlerken “ne saçmaymış”
dediğimiz o Türk filmlerini, o yıllarda film kahramanlarını kendimiz gibi
hissederek, üzülürse üzülerek, kızarsa kızarak, hatta ağlayarak, mendiller
elde izler, mutlu anları, buluşmaları alkışlardık. Hiçbir filmde
başroldekiler ölmez, film boyunca kavuşamayıp bize sıkıntı çektirseler de
sonunda ağaçlar arasından el ele bize el sallarlar ya, o zaman biz de çok
mutlu olurduk. Sanki filmi az önce hep birlikte izlememişiz gibi, gece
yarısı eve dönerken filmi aramızda yorumlardık. Herşeye rağmen güzel
günlerdi.
Haa unutmadan.. Kovboy filmlerini
de çok severdim.. Babam da. Belki ondandır uzun yıllardır pazar günleri saat
10.00’da TRT 1’deki kovboy filmlerini izleyişim. Aslında, o yıllarda
muhteşem, şimdi ise yavan gelen bu filmleri izlemekten büyük keyif
duyuyorum. Çünkü, o filmleri sanki babamla, ailemle yan yana izliyormuşum
gibi geliyor. Peki, “sizin sinemalarınız” nasıldı?.
|