Texier'in İzinden

Cennet Uludağ

 

                                                                               Hacı Tonak

    Uludağ, Osman Şevki Uludağ’ın ve biraz da Cumhuriyet’in kendine güvenme ihtiyacının Keşiş’e yakıştırmasıdır gerçi, ama güzel isimdir; söylenişi, birazcık zor olmakla “uydurmalığını” ele verirse de dağın efsanesine, tarihine, görünümüne uygun düşer; onunla örtüşür…

Haritalara işlenmesi, coğrafya kitaplarına geçmesi, günlük dilin dolaşımına girmesi de önemli ölçüde Osman Şevki beyin çabaları sayesindedir. Öylesine önemsemiştir ki bunu, soy ismi olarak alıp bir rücu durumuna karşı bir tür güvence oluşturmayı bile düşünebilmiştir.

Uludağ, gerisin geri Keşiş’e dönse bile Osman Şevki Uludağ’ın keşiş olma olasılığı yoktur, ne de olsa…

Karacabey’i, “Karcabey” olarak söylemekte inat eden Karacabeyliler, “Bulut tuttu mu Keşiş’i, gerisi kolay; yağmur gelir!” derler.

Uludağ’ da ısrar edenleri de, bir parça nevzuhur sayarlar.

Çünkü atalarından duydukları isimdir Keşiş; çağrışımı zengindir, soyut bir somutluktadır, kadimdir, köklüdür ve dağın suretine uyan bir tarafı vardır.

Öyle tevatür, Uludağ demeyle!...

Peki, neden Keşiştir, Uludağ?

Bir zamanlar keşişlerin yurdudur da, ondan.

Keşişlerin üzerine gelen, onları sürüp kovan ve kaynaşıp birleşip eski ize yeni bir iz süren dervişler, abdallar vermiştir bu ismi.

Keşişlerin dilinde ise Olympos’ tu o; tanrıların yurduydu.

Olymposlu tanrıların, keşişlerin gözünde küçücük olsun bir itibarı olmasa da, başka türlüsü olamazdı. Çünkü onlarda, görünmez bir yasanın hükmüne uyup –tıpkı kendilerinden sonrakiler gibi- izlerini var buldukları izin üzerinden sürmekle yükümlüydüler.

Daha öncesinde ise malum, Mysia Olymposu idi. Bthniyalılar, Mysialılar ve gelip geçen, geçmeyip kalıp sonrakilerle karışan kavimler böyle anarlardı.

Mysialıların tanrılarının yaşadığı dağdı.

Mysialılar, isimlerini oksya dedikleri gürgen ağacından almıştı. Dayanıklı, tutundukları yerden kolay sökülmeyen bir soydular. Gürgenle, böyle bir ortaklıkları vardı… Bthniyalılar meşeye benzerdi daha çok. Zeus’un ağacı meşeyi kutsal sayarlardı…

Türkolog Charles Texier, 19. yüzyıl Anadolu’sunu en iyi bilen ve anlatan yabancılardan kabul edilir. Pek çok bakımdan önemli bir kaynak olan Asia Mineure (Küçük Asya) isimli kitabında, Bursa ile ilgili gözlemlerine yer verdiği bölümde şunları yazar:

“Eskiden söylendiği gibi, Olimpos zirvesinin, bir yayla oluşturan iki başı vardır. Doğu tarafındaki başında kuru taştan yapılmış bir yapının kalıntısı görülür. Bu bir ufak kilise ya da manastır olabilir. Şekil ve yapımından hangi devre ait olduğunu belirleyecek hiçbir özelliği yoktur…

Bizans İmparatorları zamanında Olympos vadileri, başkentin gürültüsünden kaçıp inzivaya çekilmek isteyenlerin mekânı oldu.” Aynaroz dağı’nda (Yunanistan) olduğu gibi burada da küçük kiliseler ve inziva konutları vardır.” (Charles Texier Küçük Asya, Bythinia. Hazırlayan Raif Kaplanoğlu. Basım yılı1997. Avrasya Etnoğrafya Yayınları. Sayfa:193)

“Şehrin gürültüsünden kaçtıkları” doğru olsa bile, vahşi hayvanlar gibi kovalanıp, avlanıp buralarda yaşamaya, gizlenmeye mecbur bırakıldıkları da doğrudur. İkon kırıcılığı devresi, doğu kilisesine karşı sonuçları günümüzde de sürüp giden bir kıyım ve yıkım dönemidir.

SİVRİ DİYE BİR YER

Bursa’nın dağı, eteğinde ilk insanın belirmesinden başlayarak –öncesinden Olympos’a ve Keşiş’e ve ondan da Uludağ’a bir kutsallık halesi ile çevrili oldu hep…

Bu bakımdan, en zirvede bile bir tapınağa şaşılmaz.

Gene de, Uludağ’ ın doğal yapısını ve kış kıyametini bilenler için Charles Texier’in ufak kilise veya manastır kalıntısı’nı, tarif ettiği yerde, yani zirvede veya yakınlarında aramaya kalkışmak pek akıl karı işlerden sayılmazdı doğrusu.

Ne yapalım ki, sevgili dostumuz Oktay’ın doğuda, “yükseklik olarak Bakacak düzeyinde” diye tanımladığı Sivri’de, harçsız, tuğlasız inşa edilmiş bir kalıntının varlığını saptaması önemli görüldü.

Çünkü “kuru taştan yapılmış” bir yapıdan yalnızca Charles Texier söz etmişti.

Charles Texier’nin “Küçük Asya”sı dışındaki bütün kaynaklarda, Uludağ’daki tapınaklardan bahsedilirken ya tuğla, mermer ve kesme taşın kullanıldığı basbaya bir manastır yapısı anlatılmıştı, ya da aynı anlama gelmek üzere inşaatının özelliğine hiç değinilmemişti.

Yapı kalıntısının yer aldığı Sivri’nin, yükseklik olarak Bakacak düzeyinde olması da ayrı bir önem taşıyordu. Çünkü kuzeyinden bakıldığında, Uludağ’ın iki yüksek zirvesi olarak yalnızca Bakacak ve Sivri göze çarpıyordu.

Uludağ’ı iyi bilmesi beklenmeyecek Texier’in, asıl zirveyi gizleyen bu görünüm nedeniyle de yanılmış olması mümkündü.

Raif Kaplanoğlu, zirvenin doğu tarafında, granit külahın hemen altında bir mağara barınağa rastladığını anlatmıştı. Texier’yi –bu arada başkalarını da- yanıltan belki de, sözü edilen bu mağara barınaktı ona göre.

Oktay’ın, Sivri’de gördükleri ise tümüyle insan eliyle inşe edilmiş bir yapıyı işaret ediyordu ve mevki olarak olmasa bile şekil ve özellik olarak Texier’in tanıklığına ve anlatımına uyuyordu.

Vaktinde, Uludağ’da tapınak niyetine ya da tapınak olarak yapılıp da yıkısı kalmış ve varsa görüp kayda geçiren Osman Şevki Uludağ’a başvurmak en doğrusuydu.

Osman Şevki Uludağ’ın adını aldığı Uludağ ve oradaki eski tapınaklar konusundaki yetkinliği tartışılmazdı.

Ne var ki, Vilayet salnamelerinin bile, dağdaki tapınaklar konusunda, batılı muharrirleri tercüme etmekle yetindiklerini, dolayısıyla da yanlışa düştüklerini de Osman Şevki Uludağ söylüyordu.

Texier’in yanılgısı da harita bilgisinin eksikliğinden veya duyum ve uzaktan gözlemle yetinmesinden kaynaklanıyor olabilirdi.Tarif ettiği yapı vardı, ama tarif ettiği yerde değildi, belki!

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 16/10/22