|
|
BİR KENT ÇİÇEĞİ OLARAK 27 MART…
M. Sadık Aslankara
(27.03.2025 YAZISIDIR)
Yeni bir 27 Mart’a geldik,
yeni ama yine de eski, çok eski, dünya kadar eski: Dünya Tiyatro Günü.
Bu 27 Mart yazısını Uğur Ozan Özen’e özgülemek istiyorum.
Bursa’nın tiyatro tarihi için
ortaya döktüğü yoğun emekli çabasıyla, Anadolu ücrasında nice yörede, kendi
kentlerinde birer çoban ateşi misali tiyatro körüğünü tutuşturmak için
çabalayan gençlerin gönüllerinde apayrı yeri olan Uğur Ozan Özen, bir kucak
kitabını ulaştırdı bana.
Üstelik kitaplarından üçünü,
tiyatro odağında kaleme aldığım üçlemem Bin Yüz Bir Giz, Cicoz, Şano adlı
yapıtlarımı anarak imzalamış olması, duygulanmama yetti. Andığım bu
üçlemenin ilkiyle üçüncüsü birer roman, ikincisi öyküler toplamı. Türk
tiyatrosuna farklı açılardan yaklaşmaya çalışan, öyle de bakan birer
kurmaca.
Ne ki ben, kendi kitaplarımdan değil Uğur Ozan Özen’in üç kitabından söz
etmek istiyorum bu 27 Mart yazısında, yanı sıra kent tiyatrolarını odaklayıp
öne çıkararak bu konuda bugüne dek söylediklerime bu yazıyı da ekleyip bir
kez daha konuya dönmeyi arzuluyorum.
Çok yazdım kent tiyatroları
üzerine. Yer yer araştırma, inceleme yazıları bile yayımladım diyebilirim
Tiyatro…Tiyatro… dergisinde. Söyleşilere katıldım, sempozyumlara katılıp
kuramsal yazılar temelinde bildiriler sundum, pek çok kent tiyatrosunu
yerinde gördüm, onu var edenler gençleri tanıdım, onlarla konuşmalar,
söyleşiler yaptım, neler neler…
Uğur Ozan Özen’in yapıtlarını
okumak, beni apayrı duygularla alabildiğine mutlu etti. Geçmişe gittim, eski
günlere. 1982-92 arasında Denizli Tiyatrosu’ndan (DE-Tİ) kalkarak on yıl
boyunca yaşayıp deneylediğim “kent tiyatrosu” olgusu üzerine, gerek eylemsel
gerekse kuramsal beslenmelerimin var ettiği birikimle olguyu yeni baştan
düşünüp kabaca harmanlamaya giriştim diyebilirim enikonu.
Uğur Ozan Özen, beni salt bu
yanıyla heyecanlandırmış değil. Çünkü o benim gibi tiyatronun içinden gelen
biri değil, bir tarihçi. Bu nedenle olguya da olaylara da tarihçi gözüyle
bakıyor elbette. Bu da daha nesnel olmasını, belgelere yaslanarak öne
sürüşler getirmesini olanaklı kılıyor. İş bununla bitmiyor, bizler,
tiyatronun içinden gelenler olarak bunun anlatıcısı olabiliyoruz yalnızca,
dolayısıyla da hep öznel kalıyoruz, oysa onun ya da konuya eğilecek öteki
tarihçiler için “tiyatro” salt bir nesnel gerçeklik; belgeler ne ölçüde
olguyu somutlayıp ortaya çıkarıyorsa, ancak o kadar var.
Böylelikle bizler de, Uğur
Ozan Özen’in kitapları aracılığıyla, bunlarda ortaya koyduğu kent tiyatrosu
tarihine dönük çalışmalarıyla tiyatro sanatının dışına çıkarak alabildiğine
nesnel bir bakışla gençlerin içinde yaşarken öznellikten kurtulamadığı bu
olguya soğukkanlı bir tutumla hem dıştan hem içten ama daha farklı bir
bakışla yaklaşmış oluyoruz. Özetle Uğur, bize böylesi bir fırsat, olanak
sunmuş oluyor.
Keşke Denizli’de DE-Tİ’nin başlattığı Amatör Tiyatrolar Şenliği’nin kısa
Serap Çerezci hemşerimiz de Denizli’deki kent tiyatrosu deneyiminin tarihine
eğilme fırsatı yakalayabilse, diye dilekte bulunmaktan kendisini alamıyor
insan bir türlü.
Hadi şimdi Uğur’un sözünü ettiğim, tümü de Gaye Kitabevince yayımlanmış bu
kitaplarına geçeyim. Hangileri bunlar, sıralayıp tanıtayım önce bunları:
Bursa Tiyatro Tarihi Araştırmaları (2021), Bursa Tiyatro Tarihi
Araştırmaları II (2022), Bursa’da Bir Oda Tiyatrosu Vardı (2023): her biri
büyük emek ürünü üç yapıt.
Bunların üzerinde bu yıl
içinde, büyük olasılıkla yeni tiyatro mevsiminin açılış haftalarının birinde
“Kitaplar Adası”nda özellikle üzerinde duracağım. Bursa’da Bir Oda Tiyatrosu
Vardı adlı yapıtına değinmiştim Cumhuriyet Kitap’ta ama, değiniydi bu
yalnızca. Bu kez kent tiyatroları sorunsalını ele alarak ayrıntıyla
üzerlerinde durmakta kararlıyım andığım bu kitapların.
Öteden beri söylediğim bir
söz; kent tiyatroları, kentlerin yangında ilk kurtarılacak birer düş işliği,
gençleri taşra kalıplarından kurtaracak, kendilerine kentlerini değiştirme
fırsatı tanıyıp her birini kentli kılacak yaratıcı bir kentlilik ocağı,
kentlilik bilincinin yoğunlaştığı bir varoluş alanı.
Uğur, işte bunun hiç de kolay
olmadığını, olmayacağını da gösteriyor bize bu çalışmayla.
Tiyatro tutkusuyla sessiz
sedasız bu dünyadan geçip giden nice gencin, kurduğu o nice güzel düşle,
özlemle aramızdan ayrıldığını, ama yine de seslerini, enerjilerini
arkalarından gelen öteki gençlere bırakabildiğini bilmek hüzünle burksa da
yüreklerimizi, bu yüksek coşkunun, tiyatro aşkının sönmeyen ateşinin köz
halinde yine de birbirine geçebildiğini, akabildiğini okuyup umutla doluyor
insanın yüreği.
Bu seçkin çalışması için ne denli teşekkür etsek azdır Uğur Ozan Özen’e. Ne
ki bu emeğin yerini bulması için elden ele, gönülden gönüle, kentten kente,
sokaklardan sahnelere taşımalıyız bu emeği, kent tiyatrolarına özgülenmiş bu
kitapları.
Bu yazıdan amacım, salt altını çizip duyurmak, tanıtmak bu kitapları,
söylediğim gibi bu yıl içinde ayrıntılı bir biçimde yeniden döneceğim
bunlara. Uğur Ozan Özen’in yapıtlarına el vermenin tam zamanıdır!
|