C.H.P. İl
Sekreteri ve Bursa Dağ Sporları Kulübü Başkanı B. Saim Altıok'un 1937'de Bursa Halkevi'nde verdiği
konferans
Çağlar devrildikçe ve insan yığınları daha kolektif bir yükselişe
erdikçe; dağların azamet ve güzelliğini,onun her mevsim değişen rengini,
içlerinde doğan yücelmek duygularına ölçü olarak kullanmışlardır.
Mesela, ilk insanların ilahların oturma yeri olarak yüksek dağların en
yüksek noktasını tanıması, daha sonraları ölülerini yüksek yerlere
çıkarmak, onlara oralarda mevki ayırmak ve Tanrıya daha çok yakın
bulunmak veya bulundurmak itiyadı bize bir örnek verir. Bugün bile
Amerika’nın Peru’sunda ve And dağlarında bu itikatlara bağlı insanların
yüksek ve mağrur başlarında hala ateşler yaktıkları tepeler
vardır.Şurasını işaret etmeği faydalı buluyorum ki, eski insanların dağa
bağlılıkları bugünkü beşeriyet gelişmesinde “spor denilen“ yeni bir din
ile “insan ve dağ“ münasebetini devam ettiriyor. Şu kadar bir farkla
ki,eski insan ona daha çok hayalinde ve iç duygusunda kıymet veriyordu.
Yeni insan ise tamamen fiziki bir hareketle ona yaz, kış ayağının
altında hırpalarcasına hakim oluyor. Himalaya’nın Everest tepesine çıkma
yolundaki atılışlar buna açık ve canlı bir örneğidir.
Mitolojide Yer
Tutan Egeik veya Olimp’ler
|
|
İnsanlığın karanlık ve orta çağlarında dağlar ve onların yüksek başları
dünyayı halkettiğine inanılan İlahların, Tanrıların oturma yerleri
sayılmıştır. Bu itikada göre bunlar "Olimp" adını almışlardır. Fakat her
dağ Olimp olamamıştır.
Mevcut vesikalara göre bir ve birden fazla Tanrının oturmasına mahsus
olarak dünyada altı Olimp sayılmaktadır.
Bunlar da “Küçük Asya’da Anadolu’da İda, Truva Harabelerini örten Kaz
dağı”, “Bitinya’da Tin Olimpi-Uludağ”,“Kilikya’da Adana bölgesi Toros
Olimpi”, Doğu Akdenizde “Seselos ve Trados” Olimpleridir.
Beşeri itikatların ilk çağlarında Tanrılar Büyük Asya’da otururlardı.
Sonraları göçler, medeniyet akışları, büyük akınlar gibi hadiselere
eklenerek onlar da Avrupa’ya geçerek Tesalya Olimpi’nde yer
tutmuşlardır. Mitoloji planına göre Uludağ şöhret itibariyle birinci
gelmektedir. “Homer” epopelerinde bunları İlyada ve Odise ile dile
getirmiştir.Yunan medeniyetince Yunan’lılara ve Tesalya Olimpi’ne izafe
edilen bu duyumları Uludağ Olimpi’ne bir benzeyiş sayabiliriz.
Zira tek bir Olimp’in Avrupada, diğer beş Olimp’in Doğu Akdeniz’de ve
Ege Bölgesi’nde yer tutuşu da tarihi hakikatler yönünden bizim için
vesikadır. Çünkü, Asya’nın derinliklerinde yer tutan Ana Medeniyette,
denizlerin müessir olduğu diğer medeniyetlerde dağ ve dağa bağlılık
izlerini daima canlı ve taze olarak bulabiliriz.
Bütün
olimplerin zirveleri altında, mitolojiye göre birer “Alphé” vadisi
vardır. Bir “Alfa” vadisi itikadı;ışığın karanlıkla, iyiliğin,kötülükle
vuruşması inancıdır. Olimp’lerin Tanrı’ları, kötülükleri ve karanlığı
daima bu vadilerin içinde boğmuştur. Altı Olimp’in de “Alfa”ları bugün
kırık,dökük mağara parçalarını ve dodenleri belirten, zamanın tahribine
uğrayan boşluklardan ibarettir ve bunlar insaniyetin boyunca fikri
yükselişi naklederler.
İnsanlık uzun zamanlar sonra her şeyi yapan ve her şeyi yapmayı
salahiyetli bulunan tek mabut,tek tanrı tanımıştır. Tarih buna bugünkü
dünya hayatının tek dayanağı ve kudreti olan ışığa,güneşe izafetle “Zevs”
demiştir.
“Zevs”, parıldayan hayat demektir.Dağ mitolojileri ister Alpli, ister
Egeli olsun “Zevs” daima beşeriyetin müşterek malı olarak kalmış ve bu
sembol Türk medeniyetinde “İtalya-Roma” bölgesinde yer tutan Asyalı
“Etrüsk veya Türüks” lerde “Diana” adıyla kadına yer vererek tecelli
etmiş ve medeni yükselişe, olgunluğa bir örnek bağışlamıştır. Hatta
islami mitolojide Peygamber İlyasa, Süleymana ve müminlerden
Selmanıfarisiye izafe edilen pek çok dağ esatiri vardır.
İşte arkadaşlar, beşeriyetin ömrü boyunca müessir bütün olimpler
mitolojisinde bizim dağımız ”Uludağ” da bu suretle tesirli tarihsel bir
dağdır.
Bugün elimizde onu bütün değeri ile tanıtacak ve dayanılacak hiçbir
vesikamız yoktur. Mevcut görünen yazı ve eserler ise eski ve yeni
bir çok bilgileri tekrarlamaktan ibarettir.
Coğrafyacı Şarl Teksiye’ ye göre Uludağ'ın en eski adı Mis Olimp dir. Bir başka
muharrire göre dağın şimal yüzüne “Bitinya”
cenup yüzüne “Mis Olimpi” deniyor. Misyalı’larla,
Bitinya’lıların bu dağı paylaşmak için daima birbirleriyle
vuruştuklarını öne koyuyor. Bizans’lılara
kadar çetin bir savaş alanı olan Uludağ
Bizans’lılar devrinde dini hayatın sayılı merkezlerinden birisi oluyor.
İstanbul kiliselerinde kutsal resimler aleyhine açılan savaşda belli başlı pek çok rahip Uludağ’a sığınmış
ve burada irili, ufaklı kiliseler, zaviyeler ve pek çok tapınak tesis
etmişlerdir.
En son 14 ncü asra doğru Bursa ve etrafının Osmanlı Türkleri eline
geçmesi karanlık devirlerden buyana “Tin Olimpi”,”Mis Olimp” diye anılan
dağın adını “Keşiş”e çevirmiştir. Bu arada hıristiyanlar ve rahipler
dağı terketmiş ve Uludağ, tapınaklara benzer bir çok tekkeler tesisi
suretiyle dervişlere ve Osmanlı tarihinde her birinin hayatı,yaşayışı
birer keramete bağlı erenlere mal olmuş, bunlar da bu güzel tabiat
parçası içinde ömür uzatmışlardır.
Osmanlı İmparatorluğunun sonlarına doğru Uludağ o günün imkan ve
şartlarına göre bir gezici kitlesi toplayarak bir sefa ve sayfiye yeri
olmuştur.
1925 de benim de aralarında bulunduğum ve Konya Saylavı Bay Dr. Osman
Şevki Uludağ’ın Başkanlığı’ndaki Heyet tarafından Keşiş adı Uludağ’a
çevrilmiş ve Büyük Erkanı Harbiye’ce bu suretle tescil edilmiştir. Dağın
dört tarafı bugün Hıristiyanlık ve Osmanlılık devirlerine ait bir çok
hatıraları ve isimleri taşır.
1640 tarihinde Evliya Çelebi Bursa’yı ziyaret etmiş ve bir kafile ile
bir kaç konakta Uludağ’a o günkü tabiri ile “Kulle-i Cihan” dediği
zirveye çıkmıştır.
Evliya Çelebi’nin tarif ettiği mevkiler ve adlar da bugün yaşamakta olan
isimlerdir (Gazi Yaylası, Diktekir, Bakacak, Kadıyayla,Tekfur alanı vs.
gibi).
Yine bu sıralarda bugün bakiyesi mevcut Bursa’nın Maksem Mahallesi’nde
bir fermanla Buzcu Beyleri Ailesi kurulmuştur. Bu Aile bugün de buzcular
yolu ile adeta imtiyaz gibi Bursa’ya kar nakletmektedir. Eskiden de
İstanbul'a saraylara Mudanya yolu ile kar, buz, alabalık nakledilirmiş.
Dağın İnsan Eli
İle İmarı
|
|
İnsan eli
ile imara ait ilk adım 1904’ de Bursa Valisi Reşit Mümtaz Paşa
tarafından atılmış ve mevcut şosenin üçte ikisine yakın bir kısmı onun
zamanında açılmıştır. Son yıllarda kar sporlarının tanınması ve
Uludağ’ın uygunluk bakımından benzerlerinden çok üstün olması, üzerine
değer ehemmiyeti çekmiş ve dağımız Cumhuriyet Hükümetimizin kuruluşundan
buyana en ileri mazhariyete kavuşmuştur. Bir başka fırsatla da dağ ve
kayak sporları ve dağda yapılan imar hareketleri hakkında bir konuşma
yapacağız.
Ceddimiz Büyük Asyalıların batıya doğru bütün akınlarında kuş uçmaz,
kervan geçmez, geçitsiz ve yolsuz bir çok yüksek dağı aştıkları tarihi
bir hakikattir.Bu suretle, Türk soyunun ve elbet ki Türk gençliğinin
kanında; orman, deniz ve dağ sevgisi, yurtseverlik halinde ifade edilen
bir kıymettir.
Bugünkü dağ sporları da, ruhumuzda yer tutan tabiat severliğin ve
tabiatla savaşmanın, onu yenmenin toplu bir tecellisidir.
Edebiyatımıza giren Uludağ hakkında bir Yörük Halk şairi de
“Ey kahpe Keşiş, suyuna azık
taşına çarık yetiştiremedim”
diyerek onu tarif etmiştir.
Yine Kanuni Sultan Süleyman zamanında yaşayan Bursalı Lamiî Çelebi'nin
Uludağ’ı tasvir eden bir kaç satırını okuyarak sözüme son veriyorum:
“Ne dağ; başı zuhal yıldızına değmiş, taşı ayın kadehini kırmıştır.
Yer yüzünde direksiz bir çarhtır ve semada donmuş bir dumandır.
Etrafı dokuz kat gök gibidir. Bu dağın kürresinin merkezi iki cihan
büyüklüğündedir.
Bu sağlam durumu ile bu yüksek dağ, çarhın yüzüğüne taş olmaya layıktır.
Sellerinin önünden uçan taş parçaları bin tane hisara burç olur.
Semalarında görünen sabah eserleri kar değildir.
Zaman, semanın dişlerine törpü vurmuştur. Ve bu kırıntılar böyle dağ
gibi yığılmıştır.
Zirveleri arşla beraberdir. Gece, gündüz yüzü parlak bir sabahdır.
Havadaki bela bulutları, yere inmiş kaza kılıcı gibidir. Çile çekenler
gibi gözleri yaş doludur. Ve acısına katlanarak bağrına taş basmıştır.
Elbisesi yeşil ve tavrı evliya tavrı gibidir. Daima niyaz içindedir.
Başı çıplak yüzü topraktır.
Bu dağ zebercettendir. Yüzü ve alnı açıktır.
Seher vakti erken kalkanlar orada ibretli bir güneş doğmasını görürler.
İnsanlar orada baştan başa dehri seyrederek zirvelere yükseldikçe hayran
olur.
O yerin tasvirini kim yapabilir?
Çünkü, rüzgarı ruhulkudüstür. Tıpkı Tanrının Meryem'e nefyettiği ruh
gibidir.
Dağın eteğini kuvvetlice tutan gönüllerden dünya arzusu çıkar. Gönülller
Tanrıyı anar.
Ve her çeşmesi güneşi nemsiz okur".