Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Uhrevi sukunetin ve uhrevi rahatın ne
olduğunu bilmek isteyenler Bursa’da Muradiye Türbesi’ne gitsinler! Ölüm
yalnız burada korkunç değildir. Mukaddes kitapların vaat ettiği cennet bize
yalnız burada mümkün görünüyor. Burada her dakika bir meleğin kanadı
gibidir. Başımızın üstünden hayatın bütün hümmalarını, gusselerini, şüphe ve
endişelerini silen yumuşak ve nem-nak bir tüy temasıyle geçer. Ey
bi-karar(kararsız) gönül, dakikalara “dur!” diyebileceğimiz yer
burasıdır.
Yakup Kadri
Karaosmanoğlu (1889-1974)
Zira buranın eşiğini aştıktan sonra
bize saatlerin, bize günlerin, bize yarının, bize öbür günün lüzumu
kalmıyor. Bu dakikaların her birinde ebediyetin derin ve la-yetegayyer
çeşnisini tadıyoruz. Artık hiçbir zevkin daha fazlasını istemiyoruz, burada
zevklerin en cavedanisine eriyoruz.
Dışarıda bıraktığımız şeyler ne
kadar yakıcı, ne kadar acıdır! Sevgilinin bedeni ne çetindir! Dostun eli ne
müz’içtir! Ana şefkati ne kasvetli, evlat muhabbeti ne zahmetlidir!
Düşmandan intikam ve ikbalden kam almak ne kadar gailelidir! Zafer ne zor,
hezimet ne kadar müthiştir. Bed-baht, burada kal, bu yeşilliğe gömül, bu
havalara karış! Dehrin hay-ı huyundan sana ne!
Kendi kendimize böyle söyleyerek yarı
belimize kadar gömüldüğümüz yeşilliğin içinde tabiatın hayatına
karışırız. Ölüm eğer bu yeşilliğin altında zerre zerre dağılıp erimekse, ölüm
eğer, bizdeki özün bu otlardaki usareye damla damla karışması demekse, onu
şimdiden özleyelim. Çünkü bu otlar bizden daha güzeldirler ve ömürleri bizim
ömrümüzden daha uzundur: Tam altı yüz seneden beri her bahar bu türbeleri
sarıyor. İçeride yatanlardan birisi niçin bu otları yetiştiren kara toprağı
beyaz mermere tercih etmiş?
Merkadinin kubbesinde niçin yağmurlar
bir menfez bırakmış? Türbedar yavaş bir sesle bize bu sırrı anlatıyor:
- Bahar olunca bu toprağın üstüne bir avuç arpa
atarım. Kubbedeki açıktan rahmet yağar, güneş vurur, birkaç hafta içinde
mezarın ortası yemyeşil olur.
Dünyayı fethe çıkan cihangirlerin son
dileği böyle midir? Bundan mı ibarettir? Eğer böyle ise, bundan ibaretse, biz
ne isteyebiliriz? Biz ki, ne atımız, ne kılıcımız ne de tuğumuz vardır, ne
arkamızdan yürüyen ordular sahibiyiz. Eğer bir tavuskuşunun kanadına benzeyen
bu kapı saçağının altına kadar geldikse, bu bir tesadüf eseridir. Takdir
isteseydi bizi bir mezbeleye de sürükleyebilirdi. Zira, boynumuzdaki
zincirler kendi irademizden de kuvvetlidir. Mezarlarını ziyaret ettiğimiz bu
adamlar ise, hayatı kendi iradelerine ram ettikten sonra ölümü de kendi
arzularına göre yapmışlar. Hala ne diyorlarsa öyle oluyor. Murad: “Merkadimin
üstünü açık bırakın! Ta ki rahmetle nurdan mahrum kalmayayım” demiş. Altı yüz
seneden beri merkadinin üstü açıktır ve toprağı nur ve rahmetle
münasebettedir. Bize kapıyı açan türbedar, o hükümdarın belki bininci, belki
on bininci hizmetkarıdır, her gün emirlerini yerine getirmek için burada
divan duruyor.
Ona sormak istiyorum:
-Şuracıkta bir köşeye kıvrılıp yatsam
bana da bakar mısın?
Ve bir yıpranmış seccadenin üstüne diz çöküp kendi
kendime şöyle diyorum:
- “Dünya yüzünde ne bir bucağın, ne de
bir bakıcın var! Nerde akşam olursa orda kalır bir serserisin! Yolunu hiç
kimseler beklemiyor; seninle meşgul olan bir kimse yoktur. İkide bir gamdan
şikayet edersin ve meserrete muhtacım dersin; kimin ne umrunda! Öldükten
sonra rahmete muhtaç olacaksın! Fakat o deryadan senin hissene bir katre
düşmeyecek! Zira yeryüzünde bir zerre sevap işlemedin. Gerçi uhrevi saadete
bile bir şekil veren şu faninin gördüğü işlerden daha güzel hayaller
yarattın, lakin bu hayallerin gizli düşen ceninler gibi gün görmeden çürüyüp
gitti; çünkü hepsi de kudretinden daha üstün hudutsuz bir ihtirasın mahsulü
idi.
Böyle düşünerek başı ucunda diz
çöktüğüm Ölü’nün serencamını kıskanıyorum. O, en hudutsuz şeye, o, hayale, o,
rahmet ve gufran hissine vücut veren ve ebediyetin rükudetinden bir türbe
suretinde temsil eden bahtiyardır. Yaşarken dünyayı, ölürken ukbayı fethetmek
istedi. Yaşarken takdiri hükmüne ram etmişti; öldükten sonra rahmete
emrediyor: “Sen şu kubbede açık bıraktığım yerden gir!” diyor.(1)
“Beni kaplayın, beni sarın! Nihayetsiz uykumu, bana nihayetsiz derecede
tatlı kılın” diyor ve rahmet kubbede açık bıraktığı yerden geçiyor ve sükun,
etrafını bir ananın kolları gibi sarıyor. Ah, bu serin ve yeşil sükun!
Cenneti bundan başka türlü tahayyül edebilir miyiz?
Kaynak: Yeni Mecmua'nın Bursa özel sayısı
(1): II. Murad’ın türbesinde diğer türbelerin hiç birinde görülmeyen bir
özellik vardır: kubbenin orta kısmı açık bırakılmıştır. Padişahın mezarı bu
açık kısmın tam altındadır ve üzeri, diğer türbelerde olduğu gibi , mermerle
kapatılmamıştır. Yağan yağmur damlaları kubbenin bu açık kısmından mezara
düşmekte ve toprağı ıslatmaktadır. Rivayete göre padişah: “Tanrı’nın rahmeti
ben öldükten sonra da üzerimden eksik olmasın” diye vasiyette bulunmuş. |