İsmet Bozdağ
Bir Şiirin
Şarkılaşması
Yıl 1955.
Bursa Çelik Palas otelinde genişçe bir sofradayız. Vali
İhsan Sabri Çağlayangil, tütüncü İhsan Doruk, Hakkı Doruk, Münir
Nurettin Selçuk, ikinci eşi Şahime Erton, Hayri Terzioğlu ve ben varız.
Birbirine değen kadehlere Münir Nurettin’in sesinden yıldızlar doluyor.
Olabildiğine güzel bir akşam yaşıyoruz. Münir’in şarkılara ara verdiği bir
anda İhsan Sabri Çağlayangil: “İsmet Bey bir şiir okusun. Ne güzel şiirleri
var” deyiverdi. Sofrada bir alkış, bir heves. Dayanamadım.
“Peki” dedim. Size 1938’de yazılmış ve o yıl
Bursa Uludağ dergisinde çıktıktan sonra yine o yıl Yücel dergisin tarafından
Türkiye’de o ay içinde yayımlanmış şiirlerin en güzeli seçilmiş bir şiirimi
okuyayım. Sen Şarkı Söylediğin Zaman şiirimi okumaya başladım. Bittiği zaman
neredeyse Münir kadar alkışlandım diyebilirim. Şiiri, en can kulağıyla
dinleyen ve çok alkışlayan Şahime Erton hanımdı. Ortalık kutlamalardan,
övgülerden biraz yatışınca, herkesin duyabileceği kadar yüksek bir sesle:
“Münir bu
şiiri niçin bestelemiyorsun?” deyince sofradakiler de katıldı bu teklife.
Münir, kararsız, bana bakıyordu.
“O gözle dinlemedim. Ne
diyeceğimi bilemiyorum” dedi. Şahime Hanım:
“Rica
ederiz, bu güzel şiiri İsmet Bey bir kez daha okur, öyle değil mi İsmet Bey”
deyince, bana bir kez daha okumak düştü. İkinci okuyuşta Münir
heyecanlanmıştı:
“İsmet Bey, bunun bir kopyasını
bana hemen bu akşam verebilir misin?”
“Sen
istedikten sonra, beş dakikalık iş, oturup yazarım” dedim ve öyle yaptım.
Vakit ilerlemişti, dağıldık.
Ertesi gün pazardı. Vatan gazetesi başyazarı
Ahmet Emin Yalman gelecekti. Çelik Palas’ta buluşacaktık. Biraz erkence
davranıp otele gittim. Salonda oturuyordu. Bir de baktım, Münir,
merdivenlerden çevresine baka baka iniyor. Birisini aradığı belliydi. Beni
görmemişti, arkasına düşüyordum. Usulca yaklaşıp omuzuna vurdum:
“Kimi arıyorsunuz Münir Bey yardımcı
olabilir miyim?”
“Seni arıyorum” dedi. “İdareden birini bulayım da
beni İsmet beyle telefonda görüştürsünler diye inmiştim. Gökte aradığımı
yerde buldum şimdi”.
O yıllar Münir Nurettin beyle tanışıyoruz ama
aramızda dostluk yok. Sonradan birbirimizi sevip arkadaş olduk. Bu yüzden
cevap verdim:
“Emredin Münir Bey”.
Beni eliyle asansörün önündeki
serinliğe çekerken:
“Sabahleyin şiiri bir kere daha okuyunca çok
hoşuma gitti, mırıldanmaya başladım. Aşağı yukarı şarkının gövdesi oluştu
gibi bir şey. Yalnız son kuplede iki satır var, şarkı diline ters düşüyor.
Acaba onun yerine başka bir imaj yerleştirebilir misiniz? Size telefonda bu
müşkülümü söyleyecektim.”
"Hangi satırlar bunlar Münir Bey?”
“Altınlaşırdı muhit, rüyalaşırdı mekan –
Bir sıyrılış o zaman duyulmazdı” diyorsunuz. Bu kavramlar şarkıda pek
gitmez. Eğer yardımcı olur değiştirirseniz, bana büyük kolaylık
sağlarsınız”.
Hemen oracıkta elindeki kalemi ve kağıdı
aldım ve yazdım:
Bahar içinde alem, bahtiyardı
can,
Bir hilkat sabahı ki her şey
beyazdı.
Okudu, sevincinden uçuyor gibiydi:
“Tamam, aradığımdan güzelini yazdınız. Ne
velutsunuz İsmet Bey, tebrik ederim.
“Estağfurullah” dediğimi duydu mu bilmiyorum.
Çünkü çoktan merdivenlere yönelmiş, birinci kattaki odasının yolunu
tutmuştu.
“Sen Şarkı Söylediğin Zaman” şarkısının hikayesi
budur. Aramızda kurulan sıcak arkadaşlığın temeli de bu beraberliktir.
Yıldızların Arkası- Beyaz
Arılar (İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, 2. baskı, 2007) kitabının
112.-115. sayfalarından kısaltarak alınmıştır.
*
*
*
*
Sanat heyecanı
Çelik Palas
müdürüydüm. Münir Nurettin, başkanı olduğum Bursa Gazeteciler Cemiyeti’nin
Tayyare sinemasında düzenlediği geceye katılmış, alkışlara batmıştı. Ertesi
gün öğleden sonra da ben, Çelik Palas’ta bir konser düzenlemiştim. Böylece
arkadaşıma bir ‘icra kaşesi’ yerine iki ‘kaşe’ kazandıracaktım.
Münir:
“Boğazım” dedi, “boğazıma bir şey oldu, bir tek mezur bile söyleyemem!
Rahatsızlığımı haber ver, bunca insan boşuna beklemesin”.
Önce şaşırdım, ama hemen toparladım. Otelin
doktoru çok başarılı bir iç hastalıkları uzmanıydı. Telefon ettim, beş
dakika sonra geldi. Muayene bitti.
Dr.
Neşati (Üster) bana göz kırparak:
“Yarım bardak su verin” dedi ve çantasından bir
küçük şişe çıkararak suya bir damla damlattı. Uzattı Münir’e:
“Haydi şunu bir hamlede iç. Bir şeyin
kalmayacak”.
Münir doktorun yetenekli biri olduğunu biliyordu.
Daha önce tanışmış, konuşmuşlardı. Fakat buna rağmen duraksadı. Ama doktor
hakim bir sesle:
“Bunu için Münir Bey ve sahneye çıkın.
Göreceksiniz ki sesinizdeki tutukluk geçmiş olacak”.
Ben de üsteleyince bir iki yudum aldı ve
bir iki nota mırıldandı, düzelmişti.
Önce ben, tanıtım konuşmasını yaptım,
sonra onu iteleye kakalaya salona çıkardık. Belki hayatının en güzel
konserini vermiştir o gün. O kadar şaşılacak ses oyunları yaptı.
Sonradan doktor Neşati’ye sordum:
“Yahu o gün Münir’e verip içirdiğin damlanın adı
ne? Söyle de otelde bulundurayım”.
Güldü. “İlaç falan değildi, damıtılmış su
idi o iki damla”.
“E nasıl Münir’i iyi etti birden öyleyse?”
Yıldızların Arkası- Beyaz
Arılar (İsmet Bozdağ, Emre Yayınları, 2. baskı, 2007) kitabının
118.-119. sayfalarından kısaltarak alınmıştır.
-----------------------------------------------------------------------------------------
Şimdi de Niyazi Menteş'in bir anısı:
1954 ylıının 19 Mart günü Münir Nurettin yine
sevdiği insanlar tarafından konser amaçlı Bursa'ya çağırılmıştı. Münir Bey
hem ziyaret hem ticaret kabilinden geliyor kente. Konserden bir gün önce
kaplıcalarda sıcak su kürü yapıyor, yine günübirlik Uludağ'a çıkarak o uçsuz
bucaksız görkemli beyazlıktan yararlanıyor.
Hayri Terzioğlu'nun Hakimiyet gazetesinin idarehanesinde
Dr. Fahir Komman ile konuşmasına kulak misafiri olmuştum: "Adam sağlığına
son derece düşkün. Vallahi yüz sene yaşar. Sesi bozulmasın diye hayatında
hep ılık su içmiş, soğuk suyun tadını bilmiyor. Sigara içenlerin yanında
bulunmuyor. Sinirlenip kafası atmıyor. Gözlerimle gördüm, boğazına sıcak su
kürü uyguladığını. Bursalıyız, hangimiz yapıyoruz bunları?"
Fahir Bey atılıyor: "Hadi canım! Yani şöyle bir Bafra sigarası
tellendirmedikten sonra yaşıyorum diyemem ki!
(Kaynak: Sonbahar Yarakları, Niyazi
Menteş, Star Ajans, 2006, s. 24)