|
|
Sedat Yıldırım Sarıcı
1987 yılında ilk rock
festivalini düzenlemeye çalıştığım Bursa’da, bütün zorluklara rağmen böyle
bir ortamın içindeydik. 12 Eylül 1980 askeri darbesi yasalarınca konser gibi
birçok insanın bir araya geleceği organizasyonlar için valilikten yasal izin
almanız gerekirdi. Bu yasal izin için kişisel başvurular kabul edilmez,
siyasi sakıncası olmayan tüzel kişiliğe sahip bir kurumun başvuruları
değerlendirmeye alınırdı.
Ergün Yılmaz
arşivi
Bursa’da kimim kimsem yoktu.
Yedek subay olarak askerliğimi yaparken, “Ankaralı rockçu gençlere Led
Zeppelin ve Pink Floyd gibi toplulukların notasını çıkarıp, öğreten Sedat
abi, Bursa’da askerliğini yapıyormuş, gidip bulayım” diyen Tarkan Gözübüyük
15 yaşlarında askeri birliğime gelip beni buldu. Nizamiyeden kaçak olarak
girip marangoz atölyesinde konserlerde kullanma ihtimalimizin olduğu
hoparlör kabinleri yapma telaşıma ortak oldu.
Terhis sonrası 26 yaşında
stüdyoyu açtım. Bir işhanının yerin üç kaç altındaki ıssız ve havasız
koridorunda, 9 metrekarelik küçük bir dükkandaydık. “İki kalas bir heves”.
Durumuma gülmeyen yoktu. Akşama kadar siftahsız beklediğim günler değil,
haftalar oluyordu. Aylarca kirayı bile çıkaramadım. Ülserim on kat artmış,
ilaçlar kesmez olmuştu. Birkaç ay sonra festival düzenlemeye karar verdik
ama tüzel kişiliğe haiz olmadığımızdan valilikten yasal izin alamıyordum.
Festival gelirinin tamamını teslim etmek üzere “Körler
Derneği’nin kapısını çaldım. Birkaç ay önce aynı gerekçeyle Barış Manço’nun
konserinin gerçekleştiğini, konser geliri olarak kendilerine beş kuruş
ödenmediği gibi bu konserden dolayı vergi borçlusu çıkıp zarara
uğradıklarını söylediler, dolayısıyla reddedildim.
Derken Tarkan, durumu annesine anlatmış. Nihal Gözübüyük,
emekli olma hakkını elde edecek konuma gelmesine karşın ‘öğrencilerimin bana
ihtiyacı var, onların mezuniyeti sonrası emekli olmalıyım’ kaygısıyla kalbi
yurdunun aydınlığı için atan öğretmenlerimizdendi. Aslında bu yazı Nihal
hanım ebediyete uğurlanmadan önce yazılmalıydı. Tüzel kişilik olarak “rock
festivali organizasyonu”nu üstlenmesi için öğretmenlik yaptığı Setbaşı
İlkokulu’nun müdürünü ikna etmeye çalışacaktık. Tarkan’la birlikte klasik
açık mavi gömleğim ve lacivert kravatımla okulun yoluna koyulduk. Denedik,
olmadı.
Nihal hanımın müthiş öğretme büyüsü oğlu Tarkan’a nüksetmiştir.
Henüz 16 yaşında festivallerimiz için çizdiği posterler hepimizi müthiş
heyecanlandırırdı. On parmağında onbir hüner olan ender çocuklardandı. Şimdi
büyüdü, koca adam oldu, kendisine bahşedilen “Vefalı Yapımcı” ünvanıyla
anılıyor. Pentagram’dan Mor ve Ötesi’ne, Özlem Tekin’den Nazan Öncel’e
sayısız albümde yapımcı, besteci, şarkısözü yazarı, aranjör veya müzisyen
olarak yer almış, rock müziğin ülkemizde yaygınlaşması ve niteliksel
yükseleşine büyük katkı sunmuştur. Biz 1987’ye
dönelim. Bir türlü organize edemediğimiz rock festivali düşümüze bu işlere
dört elle sarılan Ahmet Sevimli de ortak olur. Babası Erhan Sevimli’yle
tanışırız. Bir rockçu kardeşimin babasıyla değil, toplumsal sorumluluğu
damarlarında taşıyan asil çağlardan kalma çağdaş biriyle tanıştığımı çok
geçmeden anladım. “Sedat” dedi, “yarın bir gazeteden randevu aldım, konuyu
onlara açacaksın. Olumlu cevap alamazsan üç gün sonra bir başka gazeteden
randevu alacağım. Onlarla da olmazsa, sen, ben ve bulacağım üçüncü bir
arkadaşla birlikte bir dernek kurup tüzel kişiliğe başvuracağız, bu işi olur
kılacağız. Bu kent ve çocuklarımız böyle bir organizasyona kavuşacak”.
Bu işler hayatta olmaz, demeye başlamışken, Erhan ağabey beni peşinden
sürüklemeye başladı. Almış olduğu randevuyla oldukça modern ve şaşalı bir
binada konumlanmış Olay gazetesine gittim. Sanırım magazin sayfası
sorumlusunun odasına aldılar. Durumu anlattım. Oldukça saygısız, küçümseyen,
çaresizliğimizi yüze vurmaya, mali güçlerini afişe etmeye çalışan,
magazinel, Amerikanvari bir edayla karşılaştım. Meğer karar yetkisi
kendisinde de değilmiş. Genel yayın yönetmenine danışmaya çıktı. Festivalin
maliyetine dair “Fizibilite Raporu” istediler. Hazırlayıp tekrar gittim.
Genel yayın yönetmeni, hazırlamış olduğum “maliyet tablosunun gerçeklerle
örtüşmediğini, yazılan rakamlardan en az iki kat daha fazlaya mal olacağını,
bu projenin hayata geçemeyeceğini, gazete olarak böyle bir organizasyonda
yer almayacaklarını” söylemiş. Reddedilmiş, yine olduramamıştık.
Tatlısu Yengeçleri Müzik Grubu, 1964-
Volkan Gülmeriç, Gürkan Dalak, Zafer Tunabay, Kayhan (Volkan Gülmeriç
arşivi)
“KENT KAZANACAK, GENÇLERİMİZ KAZANACAK”
Erhan
ağabey ikinci gazeteden randevu aldı. Bursa Hakimiyet gazetesinde beni
Banu
Demirağ karşıladı. Hanım efendiliği, nezaketi ve sanatsal
mevzulara egemenliğiyle güngörmüş bir aileden olduğu çok belliydi. Gazete
eski bir binanın hatırladığım kadarıyla üç veya dördüncü katında oldukça
hararetli çalışılan bir kurum izlenimindeydi. Olay gazetesine göre oldukça
gariban görüntüde, her bölümün ayrı odaları olmayan, geniş bir salonda bir
çok yazarın küçük paravanlarla ayrılan bölümlerde, neredeyse yan yana
masalarda çalışıldığı bir yapıdaydı. Banu beni
heyecanla dinledi. Pazarlıksız ve içtendi. Projeyi olumlu ve akla yatkın
bulduğunu söylemekte bir çekince duymadı. Genel yayın yönetmenine konuyu
açalım, dedi. Birkaç gün sonra zannederken, hemen o gün görüştük. Genel
yayın yönetmeni Kemal Solaoğlu, maliyete dair bir fikrimin olup olmadığını
sordu. Ben de daha önce hazırlamış olduğum maliyet raporunu sundum.
İnceledi. Ve dedi ki “Maliyet raporunuzda afiş, program basımı ve gazeteye
reklam giderleri de var. Gazetelerin kendi matbaası olur. Kendi gazetemize
reklam ücreti ödememiz de gerekmez. Bu kalemleri çıkarırsak, bu iş bize yarı
fiyatına mal olur. Diyelim hiç bilet satamadık, boş salona konser verildi ve
gazetemiz zarar etti. Gazete de bir organizasyondan zarar etsin. Kent
kazanacak, gençlerimiz kazanacak”. Derken Banu’nun
sahiplenmesi, inşaatlara astığımız dev pankartlarda bile bizlere eşliğiyle
iki yıl boyunca her üç dört ayda bir rock festivalleri, konserleri
düzenlemeye başladık. Zarar ettiğimiz de oldu ama zaten amacımız maddi yarar
değildi. Bizi reddeden Olay gazetesi artık benzer organizasyonlara ortak
olmak için önerilerde bulunsa da biz varolan bağlarımızı koruduk.
Cem Karaca, Erkin Koray, ülkemizin ilk kadın rock topluluğu Volvox sonrası
kendisinden önceki ve sonraki kuşağı etkisine alacak Şebnem Ferah, Mirage
sonrası klasikleşecek şarkılar yaratan Teoman ve ülkenin en büyük
yapımlarına imza atacak besteci & aranjör Sunay Özgür, Pentagram’la Tarkan
Gözübüyük, Matrakukas’tan sıcaklığı ve birleştiriciliğiyle Tercan Şener
(şimdi Buz’da çalıyor), Eurovision Şarkı Yarışması’nda o tarihe kadar
ulaştığımız en yüksek derece olan dokuzunculuğu kazandıran Clips (Gür Akad),
Bohem topluluğundan, uzunca süredir Amerika’da caz çalışmalarını sürdüren
Mehmet Ali Sanlıkol gibi kimi henüz 12 yaşlarında ilk kez sahneye çıkan
genç, kimi akımının öncüsü efsaneleşmiş ustalar olarak bu konser ve
festivallerimizde yer aldı. 1980 darbesi sanatsal
alanlardaki çalışmaları öylesine kesmişti ki Erkin Koray gazetelerde “Rock
müzik desteklenmesi gerekirken gözardı edildi. İstanbul’da bile
canlandırılmaya çalışılan böyle bir olayın Bursa tarafından ele alınması çok
umut verici. Darısı İstanbul’un da başına.” cümleleriyle dileklerini
iletiyordu.
Bizler müzisyenler albümler yaptık, besteledik,
şarkısözleri yazdık, sahneye, radyolara, televizyonlara çıktık. Alkışlandık,
takdir edildik ya da eleştirildik, hatta yok sayıldığımız da oldu. Ama bir
şekilde hep göz önünde olduk. Bizim gizli Simurg’larımız bizimle aynı
sahneyi değil de aynı evrenselleşme kaygılarımızı paylaşan, yol açan Nihal
Gözübüyük (1949-2016), Banu Demirağ, Erhan Sevimli ve Kemal Sulaoğlu
(1949-2011) gibi ortaya kalbini koyanlardır. Bu ülkede her alanda
küllerinden yeniden doğacak çağdaş bir damar da var.
Kaynak:https://acikgazete.com/simurg-kullerinden-yeniden-dogmak/
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
"Sedat müziik evine gelen gençlere sadece müzik öğretmekle kalmadı. Hayal
kurup, iyi hazırlık yapıp, doğru planlama yaparsan ve bir de hayale ortak
olan herkes işin bir ucundan tutarsa, o hayali gerçeğe dönüştürmenin mümkün
olduğunu gösterdi".
Erhan Sevimli (Anılarını yazdığı Koca Kafa adlı kitabın 334.
sayfası)
-----------------------------------------------------------------------------------------------------
Hakan Doğan
80'lerin sonu, 90'ların başında Bursa. Tayyare ve
Yazıcıoğlu sinemaları birer sahhneye dönüştü. Bizler de Bandaj, Mirage,
Volvox, Işığın Yansıması, King White, Gulliotin ve bir sürü rock grubunu
orada dinlerdik. Hani şimdilerin yıldızlarından Teoman, Şebnem Ferah'ın
amatör zamanlardaki gruplarını.
"Var ya şu
solist kız Avrupa ya da Amerika'da olsaydı..." diye başlayan sohbetlerin
dönemiydi. "Ya oğlum burada kimsenin kıymetini anlayan yok" denir ama
hep parkta açıkhava tiyatrosundaki konserler hınca hınç dolu olurdu. Ah şu
Bandaj konseri yok mu mesela. Konuk solist olarak Şebnem Ferah vardı ve
bizler için tek kelime ile inanılmazdı. Peki ne
olmuştu da tüm Anadolu kentlerindeki gençleri özendiği konserler yapılıyordu
burada, iyi gruplar çıkabiliyordu? Yıl 1988, Bursa.
Elit Müzik Evi var, sahibi Sedat Yıldırım Sarıcı. "Pentegram gelecek"
demişlerdi, "ilk kez bir Türk rock grubu kaset çıkaracak, bu albümlerine
destek olmalısınız" denmişti. Otobüsle İstanbul'dan seyirciler gelmişti
Yazıcıoğlu Sinemasına. Kılık kıyafetleri ve konuşmaları farklı, havalı
arkadaşlar.
Yıl 1989. Biz müzik konusunda deli gibi bir şeyler öğrenmeye çalışırken
bizim fırınımızın olduğu Darmstadt Caddesi'nin sonuna, okuluma yakın bir
köşeye bir dükkan açıldı. Vitrinde daha önce hiç duymadığım insanların
plakları ve raflarda daha önce hiç görmediğimiz kasetler. Nasıl yani...
Bir Tabela asıldı. Dükkanın adı Santana. "Vayy, ne iddialı" demiştim. Engin
ve Ergun, abi kardeş açmışlardı. İlk zamanlar dışarıdan bakıp durmuş,
çalınan enteresan müzikleri dinlemeye başlamıştık. Miles Davis, BB King de
kim ki??? İstanbul Picatura'da yetişmiş. Sonra başka bir şehirde yaşamak
isteyip ağabeyiyle Bursa'ya bir bakalım demiş Engin ağabey. Sonra Eski
garajda inip bizim caddede yürürken bu dükkanı bulmuşlar ve "hadi açalım"
demişler. Ne iyi etmişler. Tabi sonradan fark etmişler. Günduzleri
istedikleri insanlar geliyor. Gençler rakırlar falan. Ama burası Kültürpark
yolu, gece ne olacak? Abi Müslüm var mı, Cengiz Kurtoğlu yok mu? Karışık
arabesk çekiyor musunuz? Sonra Santana Heykel'de bir şube
açtı, küçücük, Basak Caddesi'nde. Jan Garbarek'ler, İbrahim Ferere'ler.
Acayip CD'ler geliyor. O zamanın spotify'ı bu dükkan. Gelip kaset alan, CD
dolduran, karışık kaset yaptıran herkes bu dükkanları buluşma yeri yapmıştı.
İki şey öğrensek süper olur, modunda. Kimse çıkmıyor dükkandan.
Engin ve Ergun ağabeyler işler yoğun olduğu için Heykel'de, Darmstadt'daki
şubeye Ozzy bakıyordu. Oğuz ile ne takılırdık. Ben yan işler yapıyordum,
bileklik ve tişört boyama gibi. En çok tişört boyama yapardım. Jethro
Tull İstanbul konseri için bir tişört yapmıştım. Daha dükkana girer girmez
üstümden kapmışlardı da eve çıplak gitmiştim. Aynı yıl
yani 1989'da Sönmez iş sarayı alt katında CD Bank açılmıştı. Biz hep adını
duyuyor ama sanki kendi dükkanımıza ihanet olacakmış düşüncesiyle
gitmiyorduk. "Sait diye bir sahibi var, süper adam" diyorlardı. Dükkan
dediğime bakmayın, kültür merkezi gibi bir yerdi. O dönemde her şey zor
bulunuyordu. Dükkandan içeri bir giriyorsunuz, dinleiğiniz grup karşınızda.
"Anaa" deyip seviniyordunuz.
Sonradan İnegöl İş hanındaki Şenol Heavy Metal shop baskı işini geliştirince
bizim işler azaldı.
Ve Özgür... Güver Erkin Türkiye Rock camiasında neyse Özgür de
Bursa'da oydu sence. Tüm amatör grupları destekler, program yapardı Resimli
Bar'da.
|