|
|
İlk Milli Kayakçılarımızdan Şemşi Şaktimur'un
"Türkiye'de Kayak Sporunun Tarihçesi" adlı kitabından alınmıştır.
Yegâne Çobanoğlu minyon yapılı, ufak tefek sarışın, güzel,
sportmen bir genç kızdı. Gazi Eğitim Enstitüsünün Beden Eğitimi bölümünü
bitirdikten ve sonra Bursa’daki ailesinin yanına yerleştikten sonra ilk iş
olarak çok sevdiği Uludağ’da daha önce okul arkadaşları ile birlikte kayak
yaptıkları büyük spor tutkusunu hemen ortaya koyarak dağa çıkıp kayak
kaymaya başlar. Ekrem Karay bunun kabiliyetini görerek kendisi çalıştırırsa
milli kayakçı olabileceğini ve Türkiye şampiyonu yapacağını vaat eder.
Birlikte çalışmalar yapılır. Lakin Yegâne Çobanoğlu, Bursa’daki bir okula
spor hocası tayin edildiğinden, ancak hafta sonu tatillerinde dağa
çıkabilir. Ekrem Karay Bursa’ya inerek Yegâne’nin Uludağ’da ki evinde
kalması için ikna etmeye çalışır. Kızın annesi ve bilhassa ablası önceleri
bu teklife karşı çıkarlar ve istikbalini düşünmesini söyleseler de bir türlü
önüne geçemezler ve Yegâne okuldaki görevini terk ederek Ekrem Karay’ın
Uludağ’da ki kulübesine yerleşir. Ekrem Karay evlidir ve 2 büyük oğlu
vardır. Tosun olan küçük çocuğu Mülkiye’de yatılı olarak okur. Diğer büyük
olan Turgut ise havacı subaydır ve Eskişehir’de görevlidir. Çocuklar ancak
tatillerde Uludağ’a gelebilirler. Yegâne Çobanoğlu’nun annesi ve ablası
Uludağ’a çıkıp kaç kere yalvardılarsa da o Ekrem Karay’a ve onun hocalığı
sayesinde kısa zamanda şampiyon olmaya inanmıştır. Ekrem Karay o vakitler 60
yaşına yaklaşmış bulunuyor, Yegâne Çobanoğlu ise henüz 22’sinde var yok.
Tabii bu beraberlikten aralarında sevgi bağı oluşuyor, derken bu sevgi bağı
alevlenerek büyük bir aşka dönüşüyor. Ekrem Karay onun arada bir de olsa
Bursa’ya inmesini hiç istemiyor ve ailesi ile olan bağların kopmasında
oluyor.
Ertesi yıl milli kayak kampı yine Uludağ’ da açılmıştı ve
Yegâne Çobanoğlu yine kampa alınmıştı. Aynı şekilde Yegâne çalışmalara
katılıyor ve akşam çalışmaların sonunda Ekrem Karay gelip onu evine
götürüyordu.
Hiç unutamam, büyük slalom yarışmaları denemesi yapılıyordu. Yegâne
çok fena halde düştü, takla atarak bir çam ağacının bir çam ağacının
dibindeki oyukta kaba kara gömüldü, bir türlü kendini kar içinden
çıkaramıyor ve Ekrem, Ekrem! diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Yanına
gidip kaldırmak istedik, reddetti ve Ekrem gelsin beni buradan çıkarsın diye
ağlıyordu. En azından bacağı burkulmuş olabilirdi veya daha kötü bir şey
olabilirdi. Kayak evinden kızaklı sedyeyi getirdik ve hoparlör ile Ekrem
Karay’a bağırdık, epey zaman geçti Ekrem Karay’ın göründüğü yoktu. O vakit
onu dinlemeden bizim çocuklar tutukları gibi, bağırmasına aldırış etmeden,
sedyeye koyup Kayak evine getirdik. Milli kayak kampının doktoru ilk yardım
ve tedaviyi yaptı. Ayağını hazır bulunan ve telden yapılmış kalıp içine
koydu ve burkulan yer şişmesin diye karla ovulup friksiyon yapıldı. Neden
sonra Ekrem Karay çıka geldi. Yegâneyi böyle görünce üzerine kapandı. İki
sevgilinin gözyaşlarının birbirine karıştığını seyrettik. Evet, bu büyük bir
aşkın gözlerimizin önündeki tezahüründen başka bir şey değildi. Milli
kayakçılar Yegane Çobanoğlu’nu Ekrem Karay’ın açtığı izden eve götürdüler.
Ertesi gün Asın Kurt ile birlikte hastayı ziyarete gittik. Önce kapıda bir
hayli bekledik. Neden sonra Ekrem Karay iltifatkar bir tavırla kapıyı açtı,
içeriye girer girmez bir sarımsak kokusu burnumuza geldi. Biz sormadan Ekrem
Karay "sarımsak kürü yapıyoruz, sağlığa çok faydası oluyor, tansiyon
düşürüyor, size de tavsiye ederim, geçen hafta sopan kürümüz vardı, soğan
kalbi takviye ediyor, damarları açarak kan dolaşımını kolaylaştırıyor ve
enerji veriyor” diye ekledi. Ekrem Karay’ın Edirne Sanat okulunda öğretmen
iken çocukların boynuna asılı ve iplere dizilmiş sarımsak ve soğanlarla okul
dışında sokaklarda geçit resmi yapar gibi bağırarak marşlar söyleterek bu
iki harika maddenin vücuttaki faydasını izaha çalışmış ve hatta Halkevinde
konferanslar tertiplemiş, okul müdürü şikâyet edip, müfettiş isteyince Ekrem
Karay istifa ederek Uludağ’da ki meteoroloji istasyonunda her gün devamlı
olarak hava raporu vermek üzere bu işe talip olmak suretiyle buraya gelerek
yerleşmiş. Bu bina ile yetinmeyen Ekrem Karay, önce bir lojman binası ile
arı kovanları, sonradan da sebze ve meyve yetiştirmek için bahçe yaparak
çalışkan ve enerjik haliyle, yaşına hiç bakmadan tek başına uğraşarak
yaşamın zevkini çıkarmasını bilmiş. Bir ara karısını yanına getirmiş ve iki
çocuğu ile yaşamak istemiş fakat nedense kadın bu inziva hayatına
dayanamayarak başka bir şehirde yaşamayı tercih etmiş ve çocuklarını yanına
alarak, Ekrem Karay’dan ve onun sıkıcı, monoton ve çok egoist baskılarından
kurtulup gitmeyi başarmış.
Yalnız çocuklar tatillerde babalarının yanına gelip
gitmişler, Yegâne Ekrem Karay’ın evine yerleşince çocuklar gelmez olmuşlar.
Ekrem Karay Yegâne’yi o kadar çok kıskanıyordu ki, kamp doktorumuzun
Yegâne’yi tedavi etmesini kabul etmeyerek, kendi metotları ile ve yine
kendisi kızın tedavisini üzerine aldı. Bir haftaya yakın bir zaman içinde
hiç haber alamadık. Bir sabah ikisini de Kayak evine gelmiş kahvaltı
sofrasında oturur bulduk. Ekrem Karay Yegâne’nin yanına kimsenin oturmasını
istemezdi, ancak Asım Kurt ve ben Yegâne ile konuşabilirdik. Kamptaki milli
takım kayakçıları Yegâne ile konuşamazlardı. Yeniden kamp çalışmalarına
katılan Yegâne Çobanoğlu, yapılan yarışmalarda Bahtiye Musluoğlu’nun önünde
yer almıştı. Cesareti çok olduğundan inişte ve büyük slalomda, Yegâne
Çobanoğlu kapıları süratle ve adeta uçarcasına geçiyordu. Federasyon Başkanı
Asım Kurt, Yegâne Çobanoğlu’na kayak, elbise, anorak, sweeter ve ayakkabı
gibi gerekli malzeme verdi. Ertesi yıl dünya şampiyonası için Avrupa kayak
merkezlerine gidecek milli kayak takımı arasına Bahtiye ile birlikte dâhil
edildi ve işte Ekrem Karay'ın dediği olmuş ve yetiştirdiği kayakçı kızımız
milli takıma alınarak dünya pistlerinde kayma fırsatı doğmuştu.
Ne yazık ki zavallı Yegâne o senenin yaz aylarından birisinde
intihar etmek suretiyle hayatına kıyacaktı. Kim bilir ne kadar özlediği ay
yıldızlı bayrağımızın sembolünü taşıyacak kazak, kol bandı ve rozeti
takamayacaktı. İntihar olayını Ankara’da duyduğumuz vakit ne kadar üzülmüş
ve çok kabiliyetli, idealist, kayak sporu aşkı ile dolup taşan ve bu sporun
Türkiye’de zirvesine çıkmış olan genç ve güzel olduğu kadar sağlam
karakterli bir hanım kayakçımız yok olup gitmişti.
Bir türlü unutamadığımız bu olayı sonradan etraflıca
öğrendik. Ekrem Karay’ın büyük aşkı aşırı kıskançlık yaratmış ve Yegane’ye
işkence vermeye başlamıştı, ailesine karşı verdiği sözden de dönmek
istememiş, Ekrem Karay’ın Bursa’ya indiği günleri beklemiş, son zamanlarda
çok kavga eder olmuşlar ve hatta Yegane, Ekrem Karay’ın Bursa’ya indiği
günlerden birinde, o da Bursa’ya inerek ailesinin yanına kaçmış, fakat Ekrem
Karay onu alıp tekrar dağa götürmeyi başarmış, nihayet Ekrem Karay’ın şehre
indiği bir günde eline nasıl geçirdiği bilinmeyen fare zehirini yanına alıp
Büyük Otelin altındaki orman içinde bu ilacı içerek intihar etmek suretiyle
oracıkta ölmüş. Neden evde intihar etmediği anlaşılamamış ve arkasından
türlü türlü yorumlar yapılmıştır.
Bu yorumlardan hangisinin doğruluğu söylenti olarak dillerde
dolaşıp gitmiştir. Tabi Ekrem Karay sorgulanmış, fakat kendisini kabahatsiz
bularak savunmasını yapmak suretiyle adaletin pençesinden kurtulmuş ise de
bütün kayak sporu yapan camia içinde büyük bir nefret hissi uyandırmıştı. Bu
vaziyette dağda kalamayacağını anlayan Ekrem Karay işinden istifa ederek
Gelibolu’da mı yoksa Çanakkale’de mi bir yerde arazi alarak bağcılık ve
arıcılık yapmak üzere buraya gitmiştir.
Bu acı olay Refik Halit Karay’ın “Karlı Dağda ki Ateş” isimli
romanının konusu olmuştur. 1957 yılında Tekin Akpolat ve Muhteşem Durukan'
ın yönetmenliğinde "Karlı Dağdaki Aşk" adıyla film haline getirilmiş,
bilinmeyen nedenlerle gösterime girmemiş ve film negatifleri çıkan bir
yangın sonucu yanmıştır.
Kaynak: http://serdarkusku.blogspot.com
|
|