|
|
|
Ali Haydar Bey Bursa’nın büyük zenginlerinden biriydi. Yakıştırılan
lakaplardan bir tanesi de “Yüz Anahtarlı” idi (yüz tane kirada yeri var
anlamında). Ortaokul öğrencisi olduğum 1940-41lerde dükkanda kasada kendisi
otururdu. Bursa’da kitap kırtasiye konusunda en büyük dükkandı. Aynı zamanda
İstanbul gazete ve mecmualarının Bursa baş bayisiydi. Bir tek kızı vardı.
Ona Bursa zenginleri ve eşrafından birçok talip bulunduğu halde, kızını
yanında çalışan, çalışkanlığı ve terbiyesini beğendiği şöförü İhsan’a
vermişti.
Benim Bursa’ya geldiğim 1955’te Ali Haydar
Bey ölmüştü. Damadı İhsan ve kızı Emine Hanım serveti kat kat
çoğaltmışlardı. Yazık ki onların da çocukları olmamıştı. O yıllarda
Bursa’nın en yeni ve güzel binası olan Ali Haydar apartmanında onların
kiracısı oldum. Babamla babalarından bu yana süren dostluk, benim kiracıları
olmama yetmişti.
Fiilen avukatlığa başladığım 1957’de kira
kanunun kiracıları lehine hükümler içeriyor, ev sahiplerini mutlu etmiyordu.
İhsan Bey ve Emine Hanım çocuksuz hayatlarına, büyük varlıklarına rağmen çok
sıkı, cimri bir hayat yaşıyorlardı. Harcadıkları her lira hayatlarından
koparılmış bir yaprak gibi içlerini yakardı.
Para harcamama konusunda keşiflerde
bulunurlardı. Mesela sabunun 1 kg alınmayacağını, 5 kg birden almak
gerektiğini eşim onlardan öğrendi. 5 kg alındığında yaklaşık 25-30 adet
sabunun ilk 2-3 tanesinin tüketilmesi süresinde geri kalan 25’ten fazla
sabun kalıpları iyice kuruyacaklar ve adeta kemikleşeceklerdi. İşte bu
kemikleşen sabunlar suda kolay tükenmez ve uzun süre dayanırdı. Bir kilo
alınan sabun bir ayda tüketilirse, 5 kg alınan sabun 8-9 ayda tüketilirdi.
1959’de İhsan Bey, Simavi kardeşlerin
teşvikiyle İstanbul’dan Moris marka bir otomobil almış. Öğleden sonra yeni
otomobil ile Bursa’ya dönmek üzereyken, Bursa’dan gelen kamyonun iade
gazeteleri İstanbul’a getirdiğini öğrenmiş. Hemen yeni Moris otomobiliyle
kamyonun bulunduğu yere gitmiş ve yeni otomobili boşalan kamyonun kasasına
yükleyip, kendisi de şoförün yanına oturarak Bursa’ya dönmüş, bu suretle
benzin yakmaktan kurtulmuş. Bunu ortağı, rahmetli Muzaffer Akkum gevrek
kahkahalar atarak anlatırdı.
Bir gün karı koca yazıhaneme geldiler.
Emine Hanım yarı ağlamaklı bir şekilde bir doktor kiracısından şikayette
bulundu. İhsan Bey de doktorun aylık 4 lira olan kirayı 6 liraya çıkarmayı
kabul etmediği gibi kendilerini inciten pek çok ithamlarda bulunduğunu, çok
kırıldıklarını, kiracıyı tahliye ettirmek istediklerini anlattı. Ayrıca,
“kiracı çıkarmanın zorluğunu biliyoruz ama ne lazımsa yap, masraf, para, ne
kadar gerekirse harcansın” diye ekledi. Yıllık 24 lira için on binlerce lira
tapu masrafını göze aldıklarına göre yaraları çok derindi. Dava sonucunda
tahliye kararı verildi. Karı koca pek mutlu olarak yazıhaneme geldiler. Pek
keyifliydiler. Bana olan sevgileri artmıştı. İhsan Bey vekalet ücretini
verirken Emine Hanım, “Sırrı Bey biz paramızı har vurup harman
savurmadığımız için bize sıkı, cimri derler. Bak, hak edene cimrilik ediyor
muyuz” diye takıldı.
İhsan
Bey ile hukuki işlerde bine bir imtihan daha bekliyordu. 1964’te Emine Hanım
kanser oldu. Bursa’da, İstanbul’da her şey yapıldı. İsveç’te bir profesörden
randevu alındı, oraya gittiler. 15-20 gün sonra döndüklerinde gereken
operasyonların yapıldığını, başarı elde edildiğini doktorların ağzından
ilettiler.
Emine Hanım yol yorgunu olarak evinde
yatıyordu. Bana telefon edip gizlice görüşmek istediğini söyledi. Evine
gittim. “Sırrı Bey, ben kanserim ve ölüm yolcusuyum. Doktorlar bana, oldu
bitti, iyileştin, diyorlar ama İsveç’teki doktorlar, götürün memleketinde
ölsün, dediler. Ben gencecik bir kızdım, birçok isteyen vardı. Rahmetli
babam beni İhsan Bey’e verdi. 30-40 yıldır her şeyimi İhsan Bey korudu. Ben
ölünce benim 15-20 kişi kadar mirasçılarım İhsan Bey’in burnundan
getirirler. Zaten kanser olduğunu öğrenince pek sevinip bayram etmişler,
aralarında miras taksimine başlamışlar. Onlar İhsan Bey’e çok zulmederler.
Öyle bir muamele yap ki benim mirasçılarım benden miras alamasınlar, bütün
miras İhsan Bey’in olsun. Bu konuşma da aramızda kalsın” dedi.
Konuyu inceledim, Emine Hanım’a isteğinin
mümkün olduğunu bildirdim. Pek sevindi ve “şimdi İhsan Bey’e de anlat ve ne
gerekiyorsa 2-3 gün içinde yap” dedi. İhsan Bey’e da anlattım. Başlangıçta
derin bir üzüntü duydu, gözleri yaşardı. Böyle bir şeyi istemediğini
belirtti. “Herkes zorla yaptırdım zanneder, bu yaşımda lekelenmek istemem”
dedi. Emine Hanım’ın kararlılığını anlatınca razı oldu. “Aynısını ben de
yapayım. Belki de ben önce ölürüm. Karşılıklı birbirimizi tek varis tayin
edelim” dedi.
Böyle kararlaştırdık. Resmi vasiyet
yaptırırsak 30-40 bin lira ödeyeceğimizi, El yazısı vasiyet yaptırırsak
noterin maktu muhafaza ücreti alacağını, bunun 40-50 lira tutacağını
söyledim. 10-15 dakika kadar el yazısı vasiyetin risklerini anlattım.
Hepsine bir cevap buldu. Sonuçta, “30-40 bin lira vallaha da veremem, el
yazısı ile yap” diyerek kararını bildirdi. Bu işte direnseydim İhsan Bey
masrafı fazla da olsa ödeyip resmi vasiyet yapardı. El yazısıyla yazılmış
vasiyet iptallerini henüz duymamıştım. Bilgim akademik ve kitabiydi. Emine
Hanım ve İhsan Beyin durumları beni duygulandırmıştı. Bu duygusallığa
acemilik de eklendi, ben de kararı kabullendim. Sonraki yıllarda resmi
vasiyet için direnmediğime pişman oldum.
El yazısı vasiyetnameyi kanuna, kitaplara
göre hazırladım. Kiracılarımızdan Dr. C. D. ile Dr. A. A’yı şahit olarak
yanımıza aldım. Emine Hanım benim örneğime göre vasiyetini yazıp imzaladı.
Her iki doktor da bütün işlemlerde Emine Hanım’ın sağlıklı ve aklı başında
bulunduğunu belirleyen birer şerh koyup şahit sıfatıyla imzaladılar. Davet
ettiğimiz noter vekili zarfı muhafaza için teslim aldı. Aynı şeyleri İhsan
Bey için de yaptık. 1-2 ay sonra Emine Hanım öldü.
Emine Gerçeksi’nin mirasçıları ikinci veya
üçüncü gün veraset ilamı almışlar. Tereke tespiti için müracaat ettiler.
Vasiyetin açılmasına 3-4 gün külü İhsan Bey
vasiyet davasından ne ücret alacağımı sordu. Ben de “50 bin lira alacağım”
diye cevap verdim. Bugün aynen gözümün önündedir. Oturduğu koltuktan, kaba
etine çuvaldız batırılmış gibi havaya sıçradı. Ne! diye feryat etti. “Bir
işten 50 bin alacaksın, öyle mi” diye sordu. Ben sükûnetle, evet, dedim.
Elli bin liranın büyük para olduğunu, adeta bir servet olduğunu, bir davada
bu kadar kazanılmayacağını anlatmaya başladı. Kendine kendine konuşuyor,
adeta sayıklıyordu. 34 dakikalık suskunluktan sonra “sen ne teklif
ediyorsun” diye sordum. Sigarasını yakıp bir nefes çekti, “bin lira” dedi.
Ben güldüm. “Aramızda önemli bir fark yokmuş, herhalde anlaşırız” diye
takıldım. 3-5 dakika daha sessiz kaldık. Bu defa o, “hadi ağacığım, bu işi
bitirelim, 10 bin lira olsun” dedi. Benden ses çıkmayınca, “bak bu son
sözüm, 20 bin lira” dedi. 4-5 dakika sonra 40 bin lirada mutabık kaldık.
On bir avukat Bursa barosundan, 5 avukat
İstanbul barosundan olmak üzere 16 avukat bizim davamızdaki 14 mirasçının
vekilliğini üstlendiler, 9 iptal davası açıldı. “İmza Emine Hanım’ın
değildir, şekil şartları tamam değildir, sıhhat şartları tamam değildir,
Emine Hanım’ın aklı başında, şuuru yerinde değildir” gibi iptal sebepleri
ileri sürdüler. Tüm davalar ilk açılan iki davada birleştirildi. Dava bir
yıl sürdü. Güzel sanatlar akademisinden profesörler, adli tıptan grafoloji
uzmanları gelip bilirkişi incelemesi yaptı. Şahitler dinlendi. Sonuçta
mahkeme davaların topunu reddetti. Vasiyetnamenin geçerliliği kesinleşti.
Davanın bitimine 1-2 ay kala İhsan Gerçeksi aniden ölüverdi.
Adliye'de Kırk Yıl,
Sırrı Köprülü, kendi yayını, 2001, s. 92-107'den kısaltarak alınmıştır
|