Bursa'da Geleneksel Sanatlar
|
|
|
Hüsnü Hat
Yazının başlı başına bir sanat
dalı olarak estetik boyutta kullanımını Hisn-i Hat'ta görürüz. Önceleri
kitabi mahiyet arzeden yazı daha sonraları duvarlarımızı süsleyen bir hal
almıştır. Kur'an-ı Kerim'e karşı duyulan sonsuz saygı onun rastgele okunup
yazılmasına mani olmuştur. İyi okuyabilme çabaları tecvid ilminin ve dini
musikimizin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Aynı inanç ve saygı güzel
yazılması için Hat sanatını ortaya çıkarmıştır. Buna bağlı olarak tezhib,
ebru, cilt, kağıtçılık, mürekkepçilik bile birer sanat kolu olmuştur.
İbn-i Mukle (ölümü 328) 'ye kadar Müslümanlar Kufi yazıyı kullanmaktaydılar.
Nesih yazıyı ilk defa İbn-i Mukle bulmuştur. İbn-i Bevvab(ölümü 423) önceki
yazıları tetkikle Muhakkak ve Reyhani yazılarını bulmuştur.
Türk Hat sanatının en büyük üstadı Şeyh Hamdullah'tır. Sonraları Hafız
Osman, Mustafa Rakım Efendi, M. Esad Yesari, Kadıasker Mustafa İzzet, Şevki
Efendi, Şefik Bey, Sami Efendi, Kamil Efendi, Necmeddin Efendi, Halim Efendi
ve Hamid Bey gibi nice büyük üstatlarla zirveye ulaşmıştır. İsmi zikredilen
büyük sanatkarlarla ve onların üstün çaba ve gayretleri ile bu eşsiz
sanatımız hiç örselenmeden günümüze kadar ulaşmıştır.
Mahmut Şahin Tezhib Eski el
yazması kitapları ve güzel yazı murakkalarının (Kağıtlarının) kenarlarını
boyama ve altınla süsleme işlemine tezhib denir. Tezhib en çok el yazması
kitaplarda kullanılmakla birlikte, levha halinde yazıların çevresinin de
süslenmesinde görülür. Bu süsleme kitap içinde en çok boş sayfalarda
kullanılmıştır. Tezhib, Zahriye sayfası denen,
özellikle Kur'an-ı Kerim'in ilk sayfalarını teşkil etmektedir. Tezhib yapan
erkek sanatkara müzehhib, bayan sanatkara ise müzehibbe denir. Nakkaşhane bu
sanatın icra edildiği mekanlardır. Bu sanat aynı zamanda saray ve saraylının
sanatı olup, saray nakkaşhanesinde yetiştirilmek üzere seçilen nakkaşların
on iki yaşında başlatılarak önce çırak, sonra kalfa ve ustalık dönemlerine
sırayla yükselmesi sağlanır. Osmanlı nakkaşhanesinde
nakkaşlar baş nakkaş nezaretinde belirli bir sistem içerisinde çalışırlardı.
İlk yakın zaman nakkaşhanesi Fatih Sultan Mehmet zamanında kurulmuştur.
Nakkaşların en kalabalık olduğu dönem 1522-1558 yıllarında, Kanuni Sultan
Süleyman zamanıdır. En güzel örnekler de bu dönemde görülmektedir.
Rivayetlere göre nakkaşlar bölümünün bulunduğu mekan Topkapı sarayının bir
ve ikinci kapıları arasında, birinci kapının sur kısmında, darphanenin yan
tarafında, Gülhane'ye kadar uzanan bölümde olduğu sanılmaktadır.
Tezhibde 16. yüzyıl en parlak dönemdir.17. yüzyılda ise Klasik ölçüler yavaş
yavaş kaybolmaya başlamıştır. O dönemde nakkaşların hazırladıkları
kompozisyonlar sanatın her dalında kullanılmaya başlamıştır.
Türk sanatkarlar en çok sembolik anlam taşıdığına inandıkları için lacivert
ve altını kullanmışlardır. Eski geleneği devam ettiren bazı sanatkarların
dışında günümüzde daha çok sentetik boyaların kullanımı yaygındır. Çünkü
sulu ve guaj boyanın temini kolaydır. Türk tezhibinin
ana rengi 'hakiki altın'dır. Çeşitli ayarlardaki altın varaklar yapıştırma
veya toz halinde uygulanır.
Sakince Tuncer Duruk
Dağlama (Pyrogravure / Hakk-i bin-nar / Yakma Tezyinat” )
Bazı sert araçlarla belirli bir direnç
gösteren yüzeyler (taş, tahta, maden ve kristal gibi) üzerine Hakk
(kazımak-oymak) şeklinde yapılan resimlere “Gravür” denir. En eski tahta
üzerine gravür 1418 tarihli İsa ile Meryem tasviridir.
Fransızca bir sözcük olan “Pyrogravure” (Yakarak gravür) yabancılarda,
özellikle İskandinav ülkelerinde ve Bulgaristan’da süregelen bir çalışmadır.
Bizde ise Selçuklu ve Osmanlılarda, çoğunlukla ağaç oymacılığı yayılmıştır.
Osmanlıca “Hakk-i bin-nar” denilen bu çalışma, güçlüğü nedeniyle amatör işi
olmaktan ileri gidememiş ve tutulmuş bir sanat dalı değildir. Literatürde bu
konuda bilgi bulunmayışı da bu nedenledir.
Çok eskiden kalmış olduğu sanılan, üzerinde kızgın kaba demirle yakılmış
geometrik desenler bulunan bir yarım sukabağı Ankara Türkocağı müzesindedir.
Günümüzde, İzmir işi takunyalar üzerine kızgın kalıpla basılmış, bastonlarda
değişik tondaki yanıklar, Sinop Hastanesi’nde küçük kutular üzerine yapılan
yakmalar, bazı döven ve araba gibi ağaç eşyalar üzerinde basit çizgi ve
noktalardan oluşan yakma çalışmalar tarzdır. Enstitülerde ve turistik eşya
yapal sanatçılar çoğunlukl! demir kalıpları kızdırıp basmak şeklinde ya da
elektrik kalemi ile çalışmaktadır. Ben ise hurdacılardan seçtiğim demir
çubukları (eski bir törpü, tornavida, bıçak ve benzeri) sobada kızdırıp
kalem gibi kullanarak çalışmaktayım. Bu tür çalışmam daha çok büyük yüzeyli
eşyalar üzerinde oluyor. Sonraları Fransa’dan getirttiğim elektrik kalemi
ile küçük eşyalardaki çok ince çalışmalarım var. Bu “Yakma tezyinat”
süslemeye ben, eski Türklerde çokça kullanılan, kızgın demirle bir yere
simge yapmak anlamındak kullanılan “Dağlama” diyorum
Hüsnü Züber Kaatı Sanatı
Bir motif veya desen örneğinin, ince bir kağıt ya da deriden oyulduktan
sonra başka bir zemin üzerine yapıştırılması olarak bilinen ''Kaat'ı''
sanatının kentimizdeki en önemli temsilcisi olan Dilek Erim Aydemir, bu
sanatla on iki yıldır uğraşıyor.
Kaat'ının, bir motif veya desen örneğinin ince bir kağıt ya da deriden
oyulduktan sonra başka bir zemin üzerine yapıştırılmasından müteşekkil bir
süsleme sanatı olduğunu vurgulayan Aydemir, ''Kaat'ı, geleneksel Türk
süsleme sanatlarından biri ve bence en güzeli diyebilirim. Çünkü diğer
geleneksel sanatları bünyesinde barındıran tek sanat. Tezhibi, minyatürü,
ebrunun renkli kağıtlarını ve bir hat yazısını oyarak mükemmel bir kaat'ı
eser ortaya koyabiliriz'' diyor.
Aslında bütün geleneksel
sanatların kitap süsleme sanatı olarak kullanıldığını dile getiren Aydemir,
açıklamalarını şöyle sürdürüyor: ''Kaat'ı, ilk kez 14. yüzyılda
Afganistan'ın Herat bölgesinde Abdullah Kaat'ı tarafından yapılıyor ve sanat
da onun adıyla anılıyor. Abdullah Kaat'ı'nın eserleri, Türkmen hükümdarınca
Fatih Sultan Mehmet'e hediye ediliyor. Abdullah Kaat'ı'nın eserleri, 2153
sayılı albüm olarak 'Fatih Albümü' adı altında Topkapı Sarayı'nda bulunuyor.
Bu sayede biz Abdullah Kaat'ı'nın birçok eserine sahip olduk. Çalışırken,
kayıt altına alınmış bütün albümleri çalıştığımız için hem o tarihi
kaybettirmiyoruz hem de günümüze taşıyoruz. 14. yüzyıldan Osmanlı'nın
çöküşüne kadar olan bu sanatlar hep kitap içlerinde padişahlara sunulmuş ya
da padişahlar, büyük hükümdarlara, elçilere kaat'ı sanatından oluşan
kitapları hediye etmişler. Günümüzde matbaa olduğu için böyle süsleme
kitaplar yok. Biz o kitapların içindeki süslemeleri tablolar haline
unutulmadan hem meraklılarıyla buluşturuyoruz hem de o sanatlara sahip
çıkmaya çalışıyoruz.'' Türkiye'de ilk defa Uludağ
Üniversitesi'nin (UÜ), kaat'ı'dan oluşan bir sergiye kucak açtığını anlatan
Aydemir, ''Bu sanatın, önümüzdeki yıllarda UÜ'de seçmeli ders olarak
öğrencilere verilmesi için idarecilere teklifimi sundum. Onlar da
memnuniyetle karşıladı. İnşallah bu sanat, üniversitenin ders programına
seçmeli ders olarak girecek'' şeklinde konuştu.
|