|
|
Yavuz Bubik
Uludağ’a kar yağışı başlamış.
Bu haber başta otelciler ve kayak severler olmak üzere bir çok kesimi
ilgilendiriyor. Ama eski yıllarda dağın karı ile ilgilenen başka bir kesim
vardı. Günümüzde tek temsilcisi bile kalmayan bir meslek dalı idi; Karcılar.
Buz dolabının, buz üretim fabrikalarının, buzhanelerin olmadığı dönemlerde
yaz aylarında soğutma ve yiyecekleri koruma görevini “Dağların Karı”
üstlenirdi.
Dağ köylüleri kazdıkları büyük çukurlara ki; bunlara Kar Kuyusu
denilirdi, mevsimin ilk karını doldurur, basarlardı. Bütün kış iyice sıkışan
bu kütleler yarı buzlaşır, bahar aylarında, karların erimesi döneminde
kuyuların üstleri hasılar ve saman tabakaları ile ısınan havadan korumaya
alınırdı. Yaz mevsimi gelince de yaklaşık 0.40x 0.40x1.00 metre boyutlarında
kesilir, keçe veya çuval parçalarına sarılarak at ve eşek sırtında şehirlere
indirilirdi. Mahalle aralarında bir eşeğin iki yanına yüklenmiş, üzerini
örten çuvaldan su damlaları sızan kar kütleleri. Ardında elinde küflü bir
testere ile yürüyen karcı; bu testere hem eşeğe vurmak hem de satış anında
bir miktar kar kesmek için kullanılırdı. Peşleri sıra mahallenin çocuk
güruhu ve ard arda gelen; “Karcı, karın güzel mi?” sorusu... Zavallı
karcılar bu cinaslı sorulara baştan tahammül gösterir ama bir süre sonra,
muhterem validenizi anarak cevaplarlardı.
Bir tuğla boyutundaki kar parçasına sadece bir kaç kuruş
bedel ödenirdi 1950’li yıllara gelininceye değin. Veya birkaç dilim ekmek,
bu kapınıza kadar getirilmiş emeğe karşılık olarak. Özellikle yaz
ramazanlarının hoşaf kâselerine lokma lokma atılırdı kar parçaları. Aslında
bir kış tatlısı olsa da pekmez içine kıyılarak kar helvası yapılırdı,
mevsimsiz olarak. Hani Nasrettin Hoca’nın “ben icat ettim ama ben de
beğenmedim” dediği kar helvası... Lokantalara, dondurmacılara, şerbetçilere
kalıp olarak bırakılırdı karlar. Bakkal dükkânları önünde veya seyyar
gazozcuların gazoz kasları üzerine yarım kalıp kar bloğu konulurdu. Damla
damla eriyerek bütün bir günü idare ederdi bu soğuk kitle. Bursa’ya kar,
şimdi bir kısmı teleferik altından geçen Karcılar Kestirmesi yolu ile
gelirdi. Osmanlılar döneminde Miri katırlar sırtında aynı güzergâhtan
Mudanya’ya, oradan da mavnalarla İstanbul’a, saraya ulaşırmış.
Evliya Çelebi bu karın Karcıbaşı tarafından saray mutfağına,
helvahaneye, harem-i hâssa, Sadrıâzam’a, yedi vezire, Şeyhülislâm ve
Kazazker’e dağıtıldığını yazar. Sarayı kar ile besleyen, Bursa’da yaşayan
Buzcular Ailesi; ellerindeki bir ferman ile padişah tarafından, Uludağ’ın
karının kendilerine bağışlanmış olduğunu ve hâlâ bu karların ailelerine ait
olduğunu iddia ederler. Bırakınız yaz günlerini, değişen iklim, büyük
şehirlerdeki sanayinin, bacaların, egzozların etkisi ile kış günleri bile
kara hasret kaldık. Kar helvasına da. Komşu ve akraba toplulukları ile
mâniler türküler arasında, kar üzerinde kıvam tutturulan keten helvaya da...
Kaynak: http://serdarkusku.blogspot.com
|
|