Nadir Gezer
(1930- 2020)
İnegöl’ün Eymir Köyü’nde
doğdu. Arifiye Köy Enstitüsü’nden sonra Gazi Eğitim Enstitüsü Fen
Bölümü’nü bitirdi. Öğretmenlikten emekli oldu.
Yazın
yaşamında 1978’de öyküleriyle görünmeye başladı.
Hanife Nine’den Öyküler 1981 Nevzat Üstün Öykü Ödülü’nü aldı. Şimdilerde Bursa’da
yaşayan yazarın yayımlanmış yapıtları şunlardır:
Hanife Nine’den Öyküler (Öyküler – 1981),
Yürüyen Gece(Öyküler
– 1988), Puslu Hüzün
(Öyküler – 1989),
Boşluktaki Adam
(Roman – 1990),
Aydınlığa Yürüyenler
(Roman – 1993),
Yerodamdan Notlar I
(İnceleme – 1998),
Kırılgan Umutlar
(Öyküler – 1998),
Mustafa Kemal Ulusal Eğitim Köy Enstitüleri
(İnceleme – 1999),
Yitikler Arasında Zaman
(İnceleme – 2000),
Şenlet Öğretmenin Destanı
(Öyküler –2000),
Yalnız Adamın Düşleri
(Destan – 2000), Karbeyazı Geceler Üstüne
(Şiirler – 2000),
Uludağ Eteklerinden Sis Dağına
(Gezi -2000)
|
KIRSALIN VE VAROŞLARIN
YAZARI: NADİR GEZER
Hilmi HAŞAL
Zaman
katipliği bu olsa gerek deyip kağıda aktarıyorum zaman yaralarını...
Yaşadıklarım eskidikçe
şaşkınlığım artıyor. Günler geçtikçe, yani ömür tükendikçe, ukdeleri
çoğalıyor, bir o kadar da söyleyecekleri çoğalıyor insanoğlunun. Sanki
ömrün zorunlu biriktiricisi beynin anılar havuzuna doluyor her şey.
"Beynimiz en büyük eskici mi yoksa" sorusu yüzünden kuşkuya ve telaşa
kapılmamak elde değil? Tükendikçe yaşanan her olayın, her ayrıntının, her
düşün, büyük ölçüde katkısı dokunuyordur belleğe. Hele ki okumakla
besleniyorsa beyin... Günlerinin önemli bölümünü kağıtla, kalemle ve
'yazı(n) üzre bozmuş' ruhla eksiltiyorsa. O kişi artık iflah olmaz selüloz
bağımlısıdır. Harflere, kağıt ve kaleme tutsak mürekkep kurdudur;
meczuptur... Kitap, dergi, gazete ellerinin, gözlerinin en çok aradığı,
bulduğu, oyalandığı, (adandığı-avunduğu-aldandığı) nesnedir. Bu durum iyi mi
peki?
Soruya nasıl yanıt
vereceğimi, doğrusu bilemiyorum. Ama yazıyorum işte. Zorunluluk yok ortada.
Herhangi bir amaç da yok. Dünyayı, yani ülkeyi, kenti, semti, kasabayı,
köyü, mahalleyi kurtarma amacıysa, elbette hiç yok. Hele hele kendini
kurtarma iddiası, asla gerekçe olmaz, olamaz, yazı/ edebiyat için.
Bu konunun, yani yazma gerekçesinin
çemberi geniş. Pek çok usta, ünlü, yazar didiklemiş sorunu ama ben, sevdiğim
kalemlerden birisi olan Anais Nin'in yanıtını nakledeceğim burada. Harika
metni, "Yeni Kadın" da, konunun kalbinden giriyor söze: "Neden yazılır
konusunu kolaylıkla cevaplayabilirim, çünkü bu soruyu kendime çok sordum.
Galiba insan, içinde yaşayabileceği bir dünya yaratmak zorunda olduğu için
yazar. Ben, bana sunulan hiçbir dünyada yaşamadım - ne ailemin, ne savaşın,
ne de politikanın dünyasında. Kendime, kendi dünyamı yaratmalıydım - hayat
beni yok etmeye başladığında nefes alabileceğim bir iklime, hüküm
sürebileceğim bir yurda, kendimi yenileyebileceğim bir ortama gereksinimim
vardı. İşte, sanırım her türlü sanat eserini doğuran neden de budur." (1)
diyor, ki katılmamak elde değil. Herkesin yazma gerekçesi üç aşağı beş
yukarı aynıdır; "içinde yaşayabileceği bir dünya yaratmak zorunda olduğu
için yazar" yazan kişi.
Ve galiba işin özü şu,
yazı, yazarın baş belasıdır. Çünkü soru membaıdır eyleminin dayanağı;
çıkışı-varışı... Yazıyla var olmuşlara, var olanlara minnetle sarf ediyorum
bu sözleri. İyi ki yazmışlar, iyi ki yazıyorlar... Onlardan birisi, Bursa
için, İnegöl için, Türkiye için yazmış ve yazmayı sürdüren bir
öğretmen-yazar; Nadir Gezer. İşbu denemeinceleme metni çerçevesinde
yapıtlarına; öykülerine, romanlarına, denemelerine ve diğer yazılarına
değineceğim. Ve naçizane, bazı notları, edindiğim izlenimleri bu satırların
okuruyla paylaşmış sayılacağım.Günümüzün postmodern koşullarının dayattığı
hezeyanlara karşın, okur olmayı başaranlarla...
Tam da, yazı belasını
benimsemek akıl işi değil, olamaz, diye düşünürken...
Yine de yazıyor olmanın
'handikap' gerginliğine kaptırıyorum: kendimi; yanıt sayısızlığını bile
bile. Çünkü, herkes kendi zamanım tüketiyor. Baştan itibaren kendini ve
zamanını... Bunda hiç kuşku yok. Zaman-insan çatışması ya da barışması,
uyuşması ya da uyuşmazlığı, yaşamın temel sorunsalı gibi duruyor. Önemsiz
görünebilir ama önemli: Yaşıyor olmanın içsel ve dışsal çakışmaları,
çatışmaları da var, kişioğlunun yüreğini, beynini kemiren. Bu durumda;
karmaşa varsıllıktır mı demeli ne? Sorduruyor işte, dedik ya, yazı belası ne
de olsa... Yazmakla hiçbir şeyin değişmeyeceği olasılığına karşın, yine de
yazmakla sürdürülen eylem. Nadir Gezer'in dirençle sarıldığı ve özüne anlam
kattığı eylem: Umuda ışık tutmak... O, gençlerin, Bursalı okurların,
Türkiyeli okurların gıptayla, minnetle tanıması gereken portrelerden birisi:
insan, yazar, eğitmen, aydın... Bursa'nın Nadir hocası, edebiyat
çevrelerinin Nadir abisi.
Kavramsal, kuramsal
sorulara boğulmak istemem, hiç kimse istemez. Sözü kuramsal kavşaklara
sürerek diyeceklerimi bulandırmak, okuru da dinleyeni de boğar. Zincirleme
tümcelere halkalı kalmanın ne anlama geldiğini biliyorum, o nedenle yalınkat
yanından bakmaya çalışacağım düne ve bugüne. Elbette, şiirlerdeki,
öykülerdeki, deneme ve incelemelerdeki, romanlardaki düne ve bugüne. Bir
ömür mizanı:şiir, öykü, deneme, roman vs. neyin karşılığı (?) diye
sormadan...
Güncel sancılara ve kurtuluş arayışlarına, istemese de
takılıyor insan. Kıyısından köşesinden bazı 'çıkmaz' konulara değinip
söyleminin yelkenlerini şişiriyor. Ufukları gözettiği sürece çabuk
kurtulabilir umuduyla... Düşünme eylemi, konulardan, olaylardan ve
kavramlardan teğet geçmeye 'mahkum' değil oysa. Söz başıboş da dolaşabilir
söylenenin algı/vergi deryasında. Zaman geçiyor nasılsa, insan geçiyor.
Herkes kendini sınamıyor mu o arada? Sınıyor. Edebiyat da; şiir, öykü,
deneme, roman vs. üretimleriyle sınıyor zamandaki direncini.
Demek istediğim şu :
Kuramsallığı yadsıyış, kavramlara toslama olasılığından kaçış değil... Bu tümcelerin nedeni, yazıya,
düşünme/söyleme kazalarına açık bir yolculuktur. Karşıt yargı ya da
varsayımlar önünde teslimiyetse, naçiz bireyin beyninde ölü noktalar yaratır
ancak. Yazanlara karşı saygı, sevgi ve sempati beslememin temel nedeni de bu
zaten: yazıyla yolculuk edenlere yakın durmak. Bir yanımla yoldaşlık edip
yola katılmak... Bu minvalde, girizgah boyutlarını aşarak anlatmayı
sürdürebileceğim düşüncesiyle, söz aldım, Nadir Gezer'in yapıtları
üzerinden. Döne dolaşa okudum zamana kazıdığı harf işaretlerini. Aşk ve düş
izlerini. Çünkü yapılan iş ancak dev bir aşkla kotarılabilir cinstendir.
Üstelik yazı emekçiliği öyle kolay kolay öze alınacak şey değil. Hele yerel
anlatıcı, yereli anlatan yerli anlatıcı olmak, belki de en çilelisi...
Okudukça, kendi zamanımı
tüketirken, kendimi tüketirken, boş, gereksiz işlere ömür ve emek harcıyor
olmanın pişmanlığını duymadım hiç. Duymuyorum. Yazmak kişinin özüyle
hesaplaşması değil miydi? Nadir hocanın duruşundan, evrene bakışından
öğrendiklerimi yabana atamam: Yakınma, yerinme uzak dursundu benden... Zira,
hayat, zaten sonsuz kaos kemirgenlerince tüketiliyor. Gerilimler,
çalkantılar fazlasıyla zaman kaplayıp, kopartıp yutuyor : Takıntılar,
abartılar, kuşkular... O bağlamda, Nadir Gezer'in anlatımı yalın, yani
dolambaçsız ve duru. Sözcük sihirbazlığına başvurduğu görülmez. Yer yer
şiirsel akışa dönüşür söylemi... Tümceleri, sözcükleri dalgalandırmaz ama,
parçalamaz da; dingin bir su yüzeyidir Nadir Gezer'in biçemi. En belirgin
özellikse, tüm metinlerinde, için için varlığını sürdüren sevecen öğretmen
edası...
Gezer'in öykü, roman ve
denemelerinde yerellik ön plandadır. İnsan sorunu; cehalete ve yoksulluğa
karşı savaş bilinçli seçenektir; insancıl ve gerçekçidir yapıtlarındaki
söylem ve/ya atmosfer. Tüm insani sorunlar, üretim ve paylaşım
çarpıklıkları, eğitimle kazanılacak yüksek bilgi ve duyarlıkla, canlıya,
doğaya ve zamana karşı sorumluluk elde edilecektir. Israrla yonttuğu taş,
gelecek biçimlenmesinin, güzelliğin uğruna yazıt bırakma amacıyla yonttuğu
anlam taşıdır. Zamanda, bir ömür alan arayışın ürünü...
Yapıtlar yaşamdan, yaşam
yapıtlardan nem kapar, okumanın/yazmanın bütün aşamalarında. Nadir Gezer'in
anlatıcılığı, yazarlığı çocukluğundan, kırlardan geliyor. Başlangıç orası..
Köy saflığını, insan duruluğunun unutulmadığı coğrafya, büyük maceranın kök
aldığı adres... Rüzgarın salladığı ve en içli doğa şarkısını söylettiği
bahçe kapısı neyi anlatırsa onu nakletmiş kalemi. Gözümün önünde sıkça
beliren görüntülerden biri o... Köy evi, bahçe kapısı, tahta ve teneke
gıcırtısının ritmiyle akan zamanın resmi. Oralarda hep bir şeylerin
sallandığı duygusu veren atmosfer, kırı, köyü çağrıştırmakla, natürel olanı,
bozulmamışlığı vurgular. İnsana, doğa kahramanı bireye hiç de yabancı
gelmeyen ibret veya öğretidir sanki, "boşlukta" sallanma duygusu. Gerçekliği
kavratmanın bir gerekçesi de o; Nadir Gezerin kurgu kişisi bilmeye,
öğrenmeye aç bireydir. Kesintisiz öğrenen, öğreten çağdaş kişilik...
Her anlatıcı gibi Nadir
Gezer de kahramanlarının konumundan yaşamı gözlemler, sorular üreterek
değişimi tetikleme içgüdüsüyle çalışır. Gelişme adına didinir, yanıp
tutuşur. Anlatıcı olduğu kadar dinleyicidir, Hanife Nine' den Öyküler
(2) nakletmekle... Durağan değil, devingendir, Yürüyen Gece (3)
gerçeğini kavrar. Nadir Gezer, öykülerinde, köy insanının zamanla kırdan
kopuşunu yansıtırken, kasabayla, kentle, toprak kokusundan beton kokusuna,
tenhalıktan kalabalığa geçişini, uğradığı değişikliği anlatmaktadır. Onun
öykülerinde, saf köy kişisinin hüznüne, göçle birlikte hüznün doz ve biçim
değiştirmesine tanıklık edecektir okur. Öykü kahramanı aracılığıyla, yaşamın
içerdiği yoksunlukları, aşkı, yalnızlığı, kente yerleşmeyle kabaran yürek
sancılarını tanıyacaktır. Zira, çağın, haksızlık, yoksulluk vebasıyla
sarıldığı, sarsıldığı evreyi, Puslu Hüzün (4) dalgasını işaret eder
öykücünün kalemi.
İlk romanı, Boşluktaki
Adam (5) ile zamanı, bir dönemi sorgular Nadir Gezer. Bursa ve çevresi,
Uludağ, kenar semtler, karanlık günlerin, silah seslerinin, yaralanmaların,
ölümlerin yanı sıra anlatılmaktadır. Eğitim sorunları, yoksulluk, toplumsal
karamsarlık, sokakların korkusu başat söylem öğesidir yine. İkinci romanı,
Aydınlığa Yürüyenler (6) aracılığıyla ise safında yer aldığı eğitim
devriminin karşı devrime dönüşmesine tanıklık eder, kahrolur. Köy Enstitüsü
mucizesinin kök salması, filizlenmesi ve tam da gürbüzleşirken budanıp
köreltilmesini anlattığı yapıt, tematik içeriği itibarıyla nadir
örneklerdendir.
Kitaplarının ağırlıklı
izleği, öğrenci, öğretmen çemberinde yer alan hümanist hareketlerdir. Nadir
Gezer, tüm yapıtlarında, yol eksenini eğitimle çizer. Edebiyat sorunları
ağırlıklı gibi görünen Yerodamdan Notlar (7) bile, eğitime değinen
tümceler içermektedir. Lirik anlatımın egemen olduğu, Kırılgan Umutlar(8)
kitabındaki öyküler, aşk eksenli kurgusuna rağmen eğitim bağlamı
dikkatten kaçmaz. Vazgeçilmez izlektir, öğrenen insanı öğreten
insan... Portresi okura hiç de yabancı gelmeyen arayış emekçisidir, Gezer'in
yarattığı karakter. Somut örnekse; Mustafa Kemal Ulusal Eğitim Köy
Enstitüleri (9) adlı kitabı. Eğitimle, kültürle, sanatla hayatın
bağlarını sıklaştırmayı amaç edinir. Günümüzün kültürel panoramasını, yani
edebiyat sanat ilintili kültürel panoramayı kayda geçirdiği,
Yitikler Arasında Zaman (10) kitabıyla 24 yazar-şair-aydını
anlatmaktadır Nadir Gezer. Şairler üzerine yazdığı deneme inceleme
metinleri, içtenlikli gözlemlemenin, içtenlikli yansıtmanın ürünüdür. Bir
değerbilirlik yapıtı... Bir diğer kitap; Şenlet Öğretmenin Destanı
(11) öykü şemsiyesi altında eğitmene, bilime, çağdaşlığa, zedelenen
insancıllığa övgü metinlerinden çatılmıştır. Bir başa, emeğe alkış kitabı,
Yalnız Adamın Düşleri (12) ise, üreten, yaratan insanın mucizesini
anlattığı destandır. Her yazarın açık ya da gizli şair yanı vardır. Şiir
sanat türlerinin anası olduğuna göre, söylemekte beis yok: Karbeyazı
Geceler Üstüne, (13) Nadir Gezer'in, "Dörtlükler Arasında Yolculuk" ve
"Düşler Arasında Gelgitler" den oluşan şiirlerini içeriyor. Öte yandan,
duygusal anlatımın etkin olduğu metinler toplamı; Uludağ Eteklerinden Sis
Dağına, (14) anı, gezi ve günlük kitabı, yine eğitim yönelimli. Adı
geçen derleme için, Uludağ ile Sis dağını buluşturan mektup özelliğini
taşımaktadır da denebilir. Yolculuk izlenimleri, buluşmalar, paylaşmalar,
vedalaşmalar, insan ömründe önemli yer tuttuğuna göre... Yaşanmışlardan
pasajlar okunabilir Nadir Gezer' in on üçüncü kitabından.
Günlük yaşama katılan,
katkı sağlayan nesnelerin başında gelir kitap. Hele ki okurluğun sadece bir
adım ötesi olan yazarlığa bulaşmışsa kişi... Yaşadığı yerle, kentle,
kasabayla, semtle, duygusal-düşünsel bağlarını dile getirme dürtüsünün
albenisine, (cazibesine, baskısına mı demeli?) dayanamaz, alır eline kalemi,
kağıdı, (karşısına ekranı,klavyeyi, fareyi...) yürür ha yürür. Sonuçta, yine
kitap olur çıkar ortaya ürün/nesne. Akan zamana anlam yükleyen hazzın,
hüznün meyvesidir artık yapıt -eser- ya da öyle sayılır. Yazanın nezdinde,
değer biçilmez bir nesnedir kitap. Sadece yazarı 'meta' olarak görmez onu.
Çünkü zamana, doğaya karşı minnet aracıdır kitap. Amacıysa kendisidir,
özündeki harf çekirdeğidir. Güneşin özü kendine neyse o, atomun çekirdeği
gövdesine neyse o... Eğitimci yazar Nadir Gezerin tüm, kitapları üzerine
yazıya kalkışma niyetimi yürürlüğe sokarken düşündüm bunları.
Ve düşünmeyi
sürdürüyorum:
Bir yerle; kent,
kasaba, köy veya semt ile özdeşleşen adlar vardır.Kişi, hayvan, ağaç, yemek
vb. folklorik öğeler / özneler, sınırlarıyla tarif edilebilir, bulunduğu
yeri yaşatır zaman içinde. Yaşam biçimleri dünyayı, dünya yaşam biçimlerini
anlamlandırır. Anlamlandırmanın sonucu kültürleşmedir, yani birikimin öteki
adı... Yerlerin insan yaşamına etkileri, insanların yerlere etkileriyle eşit
midir? diye sormam kendi payıma: Karşılıklıdır. Gel-git sirkülasyonudur
etki. Nadir Gezer in anlatmak için ömrünü adadığı eğitim, kırlar, okullar,
Bursa, Eymir tem olarak ak kağıt üzerindedir artık.
Yerler varlığını sonsuza
kadar sürdürür, canlılarsa sınırlı süre kalırlar yerlerde, dünyada, yaşamda.
Yeryüzü adresindeki insan ilişkilerini yansıtan sanat ürünleri, kuşkusuz
zamanla hesabını gören en etkili uygarlık aracıdır. İnsanoğlunun bulunduğu,
algıladığı, yerle bağı bitmez tükenmez aşkla yol kat eder özel evreninde.
Bireyin ve toplumun etkinlikleri çerçevesinde okunabilir zaman. Yani
tarih... Yani varoluşun çalkantılı sefer kütüğü... Tarih, belki de doğanın
insanlarla paylaştığı anılar destesidir. Kimbilir? Bursa ile Bursa' da
yaşamışları Bursa'yı yazmışlar, Bursa'yı çizmişler, Bursa'yı görüntülemişler
arasındaki ruhsal/ fiziksel bağ da öyle okunacaktır belki de.
Yaşam bilinmezlerle
çekicidir. İnsanoğlu çocukluktan yetişkinliğe giden yolda öğrendikleriyle
olgunlaşır. Öğrenileceklerle anlam'ın deryasına hazırlanır, öylelikle umudu
kuşanır, güzelliğe, iyiliğe teşne bilgiyi bürünür. Deneyimle zenginleşir.
Sözden yazıya evrilen anlatma yeteneğini üretimde sınar. Yaşantısını köyden
kasabaya, kasabadan kente, kara tahtadan sanal ekrana, kentten metropole
doğru geliştirir: Ne yaman süreçtir o, ama katlanmaya değer, zira zamanın ve
gelişmenin/ değişmenin önüne geçilemeyeceği aşikardır. Görünen gerçeki
yadsınamaz... Öğrenme ve öğretme eylemenin anlatı temelini oluşturduğu,
Bursa'nın ağırlıkla yer tuttuğu ürünlerin sahibi tarihe mim koymuş sayılmaz
mı? Sayılır. Tüm bu öğeleri içeren anlatının kalemi, eğitimci-yazar Nadir
Gezer'in, yayım sırasına göre yapıtlarının kısa dökümü yapılsa, en azından
şöyle bir özet çıkacaktır ortaya:
Hanife Nineden Öyküler,
Nadir Gezer'in
ilk kitap göz ağrısı. İlk göz ağrısı kitabı... Ödüllendirilmiş. Usta bir
anlatıcının, üretken bir yazar için geç yapıt olarak nitelendirilebilir. Ama
anlattığı dönem itibarıyla 'geç' ya da 'eski' değil. Özetle, yaşamını,
beynini ve ruhunu iyiliğe, güzelliğe adamış bir eğitmen yazardır o.
Kırların, köyün sancısıyla, örtüşmektedir kurguladığı, anlattığı gerçek.
Sürdüğü izlek, insancıllığa odaklı; kahraman/kişi, doğaya yakın, saflığını
korumuş, bozulmamış bir kişiliktir. Eymir köyünden başlayan yolda İnegöl
var, Bursa var... "Yaz gecesinin gökyüzü salkım saçak sarkmıştı köyün
üzerine. Eymir köyü derin bir sessizliğe gömülmüştü. Horozlar suskundu.
Kuzular ve oğlaklar derin uykularında yeğnil bir gevişe durmuşlardı.
Ağıllardaki sessizliği bu geviş sesleri bozuyordu." (s. 65) Tütün,
tütüncülük, köy koşullarındaki yoksulluk ve umut yan yanadır hep. Denebilir
ki Nadir Gezer'in anlatıcılık serüveni, Hanife Nineden ÖyküIer'i
yeryüzüyle buluşturmakla tescil olmuş... Zira, okuru ve ödülü olan bir
kitaptır, Hanife Nineden Öyküler; Nevzat Üstün Öykü Ödülü'ne değer
görülmüştür.
Yürüyen Gece,
İnegöl kırlarını, Eymir
köyünü ve sıcakkanlı ama çile çeken insanını anlattığı on bir öykünün
kitabı. İkinci kitap. Köy çevresinin, doğal görünümlerin insan ruhuyla
örtüştüğü anlatım, temel özellik, Nadir Gezer'in izlek potasında.
Yoksunluğun, iş ve aş kaygısının insani boyutunu ele almış. Yürüyen zamanı,
yürüyen geceyi köy koşullarında keşfetmenin tadını ve hüznünü bir arada
okuyacaktır kitabı eline alanlar. Modern araç-gereç ve yöntemlerden yoksun
tarım işçiliğinin çilesini anlatırken, kır romantizmini, köy yaşantısında
filizlenen aşkları, onca yoksulluğa rağmen, yüce anlam taşıyan aşkları
anlatıyor Yürüyen Gece. "Aralarına bir sessizlik girdi. Dupduru bir
sessizlik! Sessizce eğildiler, son diziyi aldılar ve duvarın durgun yüzüne
astılar." (s. 84) Bu ve benzeri
satırlarda, tütün toplayıp dizen ellerin büyük ve sıcak paylaşmaları
ürettiğini görür öykü okuru.
Puslu Hüzün,
kırda, köyde verilen
varolma savaşını, kentin varoşlarına taşınmış insan portrelerini okuyabilme
olanağı sağlayan üçüncü öykü kitabı. Bursa kokusunu, Uludağ sisini, ova
rüzgarını duyumsamak, sözcüklerin okura armağanıdır sanki. Yerel motifler,
insan yüzlerinin tanıdıklığı, algılanmayı kolaylaştıran öğelerin başındadır.
Mevsimlerin çevreye kattığı şöleni, insanlara öğrettiği yaşantıyı
benimsememek olmaz: "Güz sabahları gökyüzü kirli mavidir Bursa' da! Gün
ilerledikçe kirli mavi yerini yoğun bir sis katmanına bırakır! Kent
sessizleşir." (s. 72) benzeri betimlemeler, günün olayın/konunun içine
hazırlamaktadır adeta okuru. Puslu Hüzün öykülerinde, insan
hallerini, ayrılıkları, özlemleri, ülke gerçekleriyle iç içe dile getiriyor
Nadir Gezer.
İnsanı topraktan,
coğrafyadan, koşullardan, toplumdan ayrı düşünmek olanaksızdır. Öykücünün
dilini, konusunu, tavrını belirleyen de söz konusu öğeler değil mi? Örneğin,
"Gülebe" öyküsünde yerel ağızIa söyletilmiş diyaloglar geçiyor. Gurbet,
uzaktaki Almanya, kent, gecekondu gerçekliği iç içe... Köyden kente gelmiş
insanların, tarım, dışı üretim koşullarıyla tanışması var Puslu Hüzün'
de. Fabrikayla tekstille, dokumayla, tezgahla, makineyle tanışmasının
yanı sıra, kenar semtin, gecekondunun gerçekleriyle yüzleşmesi anlatılmış.
Boşluktaki Adam
ile, bir dönemin gergin
atmosferini anlatıyor romancı Nadir Gezer. İnsan hayatının hiçten sayıldığı,
sokakların pusu mekanlarına dönüştüğü ortamda, varolma gayreti gösteren bir
öğretmenin dramı ekseninde yürüyen kurgu, okuru çatışmaların ortasına
sürüklüyor. İşte minik bir bölüm: "Üç kişilik bir kanepeye uzattılar beni.
Ben kimim? İkide bir' Akif Ağabey nasılsın?' diye soruyorlar bana. Ne garip
bir soru bu! Nasıl olacam? Yaralıydım, yeni bir yara aldım hepsi bu! Ben
kimim? Neden sürekli bir yanım kanıyor benim', Neden yalnızım? Neden bir
boşluktayım ben? Yoksa kendim mi boşluğum? O boşluk çekiyor beni, çekiyor!
Yutacakmış gibi çekiyor."
(s.116) diyen kahramanı aracılığıyla, kaos ve terör dönemi hakkında okura
bilgi veriyor Nadir Gezer. Bunu bile isteye yapıyor, zira romancı, Roman
Sanatı (15) ilkeleri, kriterleri, ölçütleri çerçevesinde söyler
saptamalarını ve yargılarını. Burada; "Bir romanın tek var olma nedeni,
ancak bir romanın keşfedeceği şeyi keşfetmektir. Hayatın o zamana kadar
bilinmeyen küçük bir kesitini keşfetmeyen roman ahlaka aykırıdır. Bilgi
romanın tek ahlakıdır." (s. 18) diyen Milan Kundera'yı anmak da şart oluyor.
Çünkü, bir dönem kesiti, faşizmin dehşeti ve Bursa kentinin hüznü
anlatılmakla yargısı doğrulanıyor sanki...
Boşluğun, içsel uçurumun
romanı bir dönemin baskıcı atmosferinden alıyor konu köklerini. Sömürülen
insanlık değerlerinin bilincine varmakla başlayan uyanışı yaygınlaştıramayan
yeni kentli birey için yenilginin ta kendisidir "boşluk". Nadir Gezer, söz
konusu boşluğun boyutlarını aşan insancıllığa övgü düzüyor romanında: İnsan
güçlüdür. Bilinçlendikçe direnme yöntemlerini, umuda sarılma yollarını
bulur. Bulacaktır.
Aydınlığa Yürüyenler
için, her
yönüyle Köy Enstitülerinin romanıdır denebilir. Edebiyatımızda, tematik
yapısı, insancıl, eğitici örgüsüyle,köy atmosferini anlatan, kentliliğe
geçiş şaşkınlığı ve telaşı içinde, öngörülmemiş sıkıntıyı çizen ilk yapıt.
(Şimdilik benim bildiğim...) Tonguç'u anlatan, Hasan Ali Yücel'i anlatan
otobiyografik, tarih kitapları ayrı bir yere konacak olursa, önemli bir
belgesel romandır. O nedenle, Aydınlığa Yürüyenler, Köy
Enstitülerinin tarihteki yerini ve önemini unutmamak için okunması gereken
bir kitap.
Enstitülerin açılışındaki
coşkuyu, öğretme, bilinçlendirme arzusunu, yozluğun, yobazlığın karanlığı,
kin ve intikam darbesi durdurmuştur. Büyük moral çöküntüsünü dile getiren
satırlar: "Harflerin çığlığını duydum uzaktan. Harfler ayaklanmış uçuşmaya
başlamıştı gözlerimin önünden!.. İlk günkü sevincimin yerini yitişin acısı
almış. O anda korkunç bir yalnızlığın içinde buldum kendimi!.. MandoIinler
susmuştu!.. Halk türküleri küsmüştü! Ulusal oyunlar da!.. Her şey
dağılmıştı, her şey!.. Güzel olan ne varsa her şey!.." (s. 343) enstitülü
bir öğrencinin, bir öğretmenin feryadıdır. Enstitülerin kapanışı, bu ülkenin
eğitim felaketini başlatan milattır. Yerinde eğitim-yerinde üretim
anlayışının, modernliğin köye girişini baltalayan çevrelerin başarısıdır.
Öylesine "kirli başarı" sayesinde, toplumu çağın gerisine düşüren çıkar
ağları saltanatını kurmuştur. Ülkenin uygarlaşmasına sekte vuran politik
kepazelikler silsilesi, cehaleti artırıp güçlendirirken, aydınlığa kötü
gölgeler düşürmüştür ki, etkileri iki yüz yıl sonraya varacaktır. Ama her
şeye karşın, yeryüzü var oldukça Aydınlığa Yürüyenler bulunacaktır. Köy
Enstitülerinin destanı sayılabilecek, Aydınlığa Yürüyenler romanı, o
umudu vermektedir çünkü okuruna.
Yerodamdan Notlar,
Nadir Gezer'in
değişik zamanlarda yazılmış, değişik dergilerde yayımlanmış denemelerinin
derlemesi... Sanat, yaşam, yazmak üzerine düşünceler ekseninde yürünerek
kotarılmış metinler. Öykü, roman bağlamında zamana tanıklık belgesi
niteliğinde. Bursa, Bursa' da edebiyat, dergiler, söyleşiler yoğun biçimde
yer bulmuş kitapta. Sorumluluk duyan bir aydının, yaşamın, yazı eyleminin
anlamı üzerine kayda değer bulduğu, saptama ve yorumlar da denebilir kitabın
içeriği için.
Kırılgan Umutlar,
içinde 14 öykünün
bulunduğu bir kitap. Yine eğitim teması etrafında örülmüş kurgu, öykü kişisi
yine ağırlıkla öğretmen... Uzunca sayılacak öykülerden birinin kahramanı
Nabi. Diğer öykünün kahramanıysa Naki. Ayrı ayrı mekanlarda geçen yaşam
sürelerinde anlatılan ortak konu, eğitme tutkusuyla umutsuz aşkın
örtüşmüşlüğü, ki okura ilginç gelecektir... Genç öğretmenin. mesleğe
atılmasıyla yüzleştiği yaşamsal gerçekler dile getirilmekte. Sefaletin diz
boyu çarpıklıklar ürettiği ortamda öğrenci-öğretmen mutluluğu kolay değil.
Elbette aşk belası da işin tuzu biberi... Yalın bir dille anlatmış Nadir
Gezer.
Mustafa Kemal Ulusal Eğitim
Köy Enstitüleri, Nadir Gezerin timci kişiliğiyle edindiği birikiminin
ışığında kaleme alınmış incele kitabı. Bir ulusun uyanış serüvenini dile
getirmektedir. İnsana uIaşmanın, yaşam ve bilinçlenme kalitesinin
tanıtılmasında öğretimin payı vurgulanırken, bir dönemin tarihi de
anlatılmakta... Nadir Gezer eğitim neferliğinin yanı sıra Anadolu
aydınlanmasının zamana, geleceğe etkilerini irdelemektedir. Öğretmen-yazar
olarak üzerine düşenin fazlasını vermektedir halkına. Devrimci, gelişimci
insan yetiştirmenin erdemini, kişiliği güçlü, bilinçli bireyin uygarlık
çağına etkisini, katkısını vurgulamaktadır.
Yitikler Arasında Zaman
kitabında, başta
Bursalı şair-yazarlar olmak üzere yirminin üzerinde sanatçı kişinin yazı
serüvenini anlatmakta," Nadir Gezer. Deneme-inceleme türünde kaleme alınmış,
kapsamlı özgeçmiş de içeren metinler 160 sayfalık bir değerbilirlik
belgesidir.
Şenlet Öğretmenin
Destanı, adından
başlayarak, öğretmeni yücelten bir yapıt. İlk görev yerine, köye varıştan,
insanı tanıyış anından öteye, eğitim emekçisinin özverili yaşamını
anlatıyor. Mensur anlatım, manzum anlatım biçiminde birbirini izleyen
öyküler, öğretmenliğinin insan yaşamındaki etkilerinden, eğiticiliğinin yanı
sıra yönlendirici özelliklerini ele alıyor. Nadir Gezer, eğitimci yanını
iyice ortaya koyuyor öykülerde... Sevinçleri, üzünçleri ve umutları gerçek.
Yalnız Adamın Düşleri,
kırın destanı
mı, yoksa kırdan dirim ya da nektar toplayan, dünyaya dağıtan adamın öyküsü
mü? Her iki kategoriye girebilir kapsamda bir anlatı yumağı, Nadir Gezer'in
adı geçen kitabı. Bilinçli bir köylünün, ya da bilinçlenmişliğin hayata,
insana, hayvana, doğaya yaklaşımını alkışlayan bir yapıt. Meslek gereği olsa
da olmasa da, toprağa ve üzerindeki bitkisel çeşniye bağlılığı, bağ ile ve
arıcılık ile ilgisini, inanılmaz emek/ gayret gerektiren yolculuğunu
anlatıyor. Destan, manzum anlatı türü olduğuna göre, köylü Mehmet Usta'nın
"abartılmış" ve de "kişisel" öyküsünden başka bir şey değil. Nadir Gezer'in
kaleminden çıkan yapıt, bilinçle, adanmayla neler başarılabileceğine dair
güzel kanıt. Arıcılığın incelikleri bilinmeden doğaya, yaşama geçirilemezmiş
meğer...
Karbeyazı Geceler
Üstüne, Nadir
Gezer'in yıllar içinde öykü ve romanların yanı sıra kaleme aldığı şiirlerden
oluşmaktadır. Uludağ Eteklerinden Sis
Dağına, gezilip görülen yerlerin anlatıldığı metinler toplamı. Mektup-günlük
karışımı, lirik anlatımlı 14 ayrı bölümden oluşuyor.
Sonuç olarak vurgulamakta
yarar var; Nadir Gezer'in öykülerinde iç dünyası kentle çatışan kahraman
bilinçlenmeye kararlı öğrencidir. Öğretmendir. işçidir. İşsizliğin
vahametini kavramış, şaşkın, öfkeli işsizdir. O, tek amacı insanca yaşamak
olan insanoğlunun temsilcisidir adeta. Örnekse, "Kızgın Gün" öyküsündeki
Cemal Usta. Trajik sona gitmeden geçirdiği moral süreci... Karısını öldürüp
ardından kendi canına kıyması az rastlanır çözümlerdendir. İstisnalar
kaideyi bozmaz derler ama, insan kırılganlığı daha çok yoksunluk, güçsüzlük
yüzündendir. Bilinçaltı patlaması, intihar girişimiyle, uyum krizleriyle
doruğa çıkar genelde. Öykü kahramanının, isyanını içine gömmekten veya
intihar etmekten başka tepki yöntemleri vardır, musibetler dolayısıyla ders
alabilirdi yaşadıklarından, diyeceklerin sayısı az olmaz herhalde. Ama
belirmekte yarar var ki Nadir Gezer gerçekçi bir yazar. Anlatısını kurgudan
çok gerçekliğe yaslamaktadır. Gizemli ayrıntılar ya da fantastik çağrışımlar
peşinde değil.
Tarihsel bilgidir; varsıllık acımasızlığıyla devleşir,
yoksulluksa, acınası halini bilmekle kendine gelir, özgüvenini diri tutar.
Ekonomik gücün yaşam üzerindeki vahşi etkisini kırmak bilincin,
kültürleşmenin işidir. Çünkü bilinçlenen birey bilir ki, paranın
acımasızlığı gücündendir. Gücün akıl dışında odaklanması, gücün kötülüğün
emrine girmesi demektir. Nadir Gezer'in ısrarla üzerine durduğu, bir ömür
kalem oynattığı eğitim gereksinmesi, uygarlaşmanın temel koşuludur. Bunu
söyletiyor kahramanına. Umarsızlığı gösterirken, umar ışığını parlatıyor
anlatı örgüsü içinde. Köy kokusunu almış, sonra da kente karışıp egzoz
kokusunu yutmuş bireyi okur kendini bulur Gezer'in öykülerinde. Bulacaktır.
Çünkü, günümüzde hala köy kökenlidir pek çok kişi. Çünkü, köye göre kentte
daha karmaşık hal alıyor ilişkiler, yaşamlar. Daha dramatik sonuçlara
gebedir kent koşullan. Tam da bunu vurguladığı için önem ve değer taşıyor
Nadir Gezer'in kaleminden dökülmüş satırlar.
İnsanların bencilliği,
haklılığa en temel gerekçedir, genelde... Bencilliğin, ben' cilik boyutu
aşılabilirse başka, ama varoluşun zamana, mülke dayalı sürdürülebilirlik
evresi, ömür denen süreç, yaratıya odaklanırsa iş değişir; varsıllaşır...
İnsana yakışır "içim ve boyuttur o, haLiyle değer kazanır... Haklı
bencillik, ideal (ülkü) uğruna yol kat etmeyi, öteki insanlar (türdeşleri)
için, ülke için, yerküre için, yani evren için güzellik katmaya odaklanmayı
gerektirir. Yaöamın anlamı, dirim adına kültür üretmek, ben' ci(l)liği
aşmak, yüksek insanlık bilincine ulaşmaktır. Elbette derinlemecine
düşününce insancıllık (hümanizm) süzgecinden geçirilip yazılacak bir konu
bu. Nadir Gezer'in romanlarındaki, öykülerindeki kahramanların ortak
özelliği söz konusu erdem potasında buluşmalarıdır. Onları birbirine yakın
kılan eğitim ışığının albenisine yoğunlaşmaları, yaşamı ve insanı tutkuyla
benimse meleri olabilir öncelikle.
Zaman katipliği bu olmalı
diyerek kağıda aktarıyorum zaman sağanaklarını...
Düşünmenin, algılayıp
çözümlemenin, yorumlamanın gerekçesi tükenip yitmenin korkusudur. Zamanı ve
yaşamı kayda geçiriyorum ve teselli buluyorum: İyi ki yazarlar var da tümden
yalnız ve umarsızı değiliz, dünya denen saçmalıklar gezegeninde. Söz konusu
yazarlardan birisi olan Nadir Gezer'i minnetle ve sevgiyle selamlıyorum; iyi
ki var, iyi ki yazmış, iyi ki yazıyor. Çünkü, gökyüzü altında söylenecek çok
şey olmalı daha.
Değil mi ki soluk alıp veriyoruz, bir anlamı vardır tüm
bunların: Harflerin ve hecelerin, seslerin ve yankıların...
Dipnotlar:
(1) Anais Nin, Yeni
Duyarlılık, Kadına ve Erkeğe Dair, çev. Sıdıka G. Orhan, 3. Baskı,
Afa Yayınları, İstanbul,
Haziran 1991.
(2) Hanife Nine'den
Öyküler, Öykü,
2. Baskı (İlk baskısı 1981), Başak Yayınları; Ankara,
Ocak 1995 (Nevzat Üstün
Öykü Ödülü Yarışması, Birincilik Ödülü).
(3) Yürüyen Gece,
Öykü, Yaba Yayınları,
Ankara, Ocak 1988.
(4) Puslu Hüzün,
Öykü, Yaba Yayınları,
Mayıs 1989.
(5) Boşluktaki Adam,
Roman (Ferit Oğuz Bayır
Roman Ödülü, Mansiyon) Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara, 1990.
(6) Aydınlığa Yürüyenler,
Roman, Başak
Basım Yayın, Ankara, 1993.
(7) Yerodamdan Notlar,
Deneme-İnceleme,
Güldikeni Yayınları, Ankara, Şubat 1998.
(8) Kırılgan Umutlar,
Öykü, Güldikeni
Yayınları, Ankara, Nisan 1998.
(9) Mustafa Kemal Ulusal
Eğitim Köy Enstitüleri,
Araştırma-İnceleme,
Güldikeni Yayınları, Ankara, 1999.
(10) Yitikler Arasında
Zaman,
Deneme-İnceleme, Güldikeni Yayınları, Ankara, Nisan 2000.
(11) Şenlet Öğretmenin
Destanı,
Öyküler, Güldikeni Yayınları, Ankara, Mayıs 2000.
(12) Yalnız Adamnın
Düşleri, Destan,
Güldikeni Yayınları, Ankara, Kasım 2000.
(13) Karbeyazı Geceler
Üstüne, Şiir,
Deneme-İnceleme, Güldikeni Yayınları, Ankara, Kasım 2000.
(14) Uludağ Eteklerinden
Sis Dağına,
Gezi ve Denemeler, Güldikeni Yayınları, Ankara, Temmuz 2000.
(15) Milan Kundera,
Roman Sanatı, çev. Aysel Bora, Can Yayınları, İstanbul, 2002. |