Malik Aksel, 1901 yılında
Selanik yakınlarındaki Katerin’de doğdu. Balkan Savaşı’nın ardından
ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi ve Darülmuallimin’i (Erkek Öğretmen
Okulu) bitirdi. Bir süre ilkokul öğretmenliği yaptıktan 1928 yılında resim
ve resim pedagojisi eğitimi alması için devlet tarafından Almanya’ya
göndrerildi. Dönüşte Gazi Terbiye Enstitüsü resim öğretmenliğine tayin
edildi ve bu okulun Resim-İş Bölümü’nü kurdu. Resim çalışmalarının ve
öğretmenliğinin yanı sıra gazete ve dergilere sanat ve folklor üzerine
yazılar yazan Malik Aksel’in yıllardır yeni baskıları yapılmayan Sanat
Hayatı: Resim Sergisinde Otuz Gün, Anadolu Halk Resimleri, Türklerde Dini
Resimler, İstanbul’un Ortası ve Sanat ve Folklor adlı
kitapları bir süre önce açıklayıcı notlarla yeniden yayımlandı.
Özellikle suluboyada Türk resminin en önemli isimlerinden olan Malik Aksel,
halk resimleriyle de yakından ilgilenenen bir sanatçıydı. İlk ve son defa
1958 yılında Devler Resim ve Heykel Müzesi’nde sergilenen Taşbaskısı Halk
Resimleri Koleksiyonu, bir daha bir araya getirilmesi mümkün olmayan
eserlerden oluştuğu için Türk resim sanatı açısından büyük önem taşıyor.
Aşağıda 2011 yılında Kent
Müzesi'nde açılan sergi sebebiyle Beşir Ayvazoğlu tarafından yazılmış bir
yazıyı bulacaksınız.
Beşir Ayvazoğlu
Türk resim tarihinin büyük isimlerinden biri olan Malik Aksel Selanik
yakınlarındaki Katerin’de doğmuş olmakla beraber, baba tarafından
İstanbulluydu; fakat Bursa’nın köklü ailelerinden birinin kızıyla, Müşerref
İğnemutlu’yla evlendiği içi sık sık geldiği Bursa’yı da bir Bursalı kadar
bilir ve severdi. Bursa Necatibey Kız Enstitüsü’ü bitirdikten sonra Ankara
Kız Meslek Öğretmen Okulu’na kabul edilen ve bu okulun Mesleki ve Tezyini
Resim Şubesi’nden 1944 yılında mezun olan Müşerref Hanım’la Ankara’da, Gazi
Terbiye Enstitüsü’ndeki öğretmenliği sırasında tanımıştı.
Sergi afişi
Malik Aksel birçok yazısında Bursa’dan çeşitli vesilelerle söz etmiş,
Bursa folkloruyla da yakından ilgilenmiştir. Bursa resimlerinin sayısı ve
nerede oldukları hakkında maalesef bilgimiz yok. Müşerref Hanım’ın evinin
bahçesini gösteren bir yağlı boyası, Bursa’da yaşayan büyük oğlu Murat
Aksel’dedir. Çocukluğundan itibaren halk resimlerine ve dini resimlere büyük
ilgi duyan Malik Aksel, Bursa’dan da epey resim ve malzeme toplamış
olmalıdır. Anadolu Halk Resimleri adlı kitabında kağıt üzerine yapılanların
dışında gergef, yağlık, sandık, bakın sini, hamayil* mahfazası ve tütün
tabakası gibi günlük hayatta kullanılan eşyalarda da halk tarzı resimlere
rastlandığından söz ettikten sonra, bu işlerde çiçeklerden sonra en çok
tekrarlanan motifin iki tarafında üçer şerefeli minareler bulunan camiler
olduğunu, Bursa havlularında da rastlanan bu motifler arasında bazen:
Safa geldin gözüm nuru kusura hiç nazar etme,
Bu yaz burada iç eğlen, sakın kış gelmeden gitme
gibi beyitlere rastlandığını
söyler. Malik Aksel aynı kitabında eski kız ve kadın kıyafetlerinden söz
ederken, her biri sanat eseri niteliği taşıdığı halde çeşitli tesirlerle
elden çıkarılan ve çoğu ne yazık ki Avrupa müzelerine taşınan bu
kıyafetlerdeki işlemelerin, oyaların vb. bir çeşit resim anlayış ve zevkini
yansıttığı görüşündedir. Armut şeklinde ‘maaşallah’lar, tığ işleri, mekik
işleri, iğne oyaları, boncuk oyaları, makramalar, sevai’ler**, firkete
oyaları, pullu oyalar, çatmalar***, uçkurluklar, hotozlar, dal oyaları, taç
oyaları, saksı oyaları… Malik Aksel’e göre taşıdıkları isimler bile bu
işlerin aslında resimden başka bir şey olmadığını göstermektedir. Mesela
Kütahya, Bilecik, Bursa civarı oyalarından bazılarının isimleri: Isran sapı,
İftar tabağı, Hanım Köşkü, elif badem, Zerenkadeh, Saray süpürgesi, Gelin
tacı, Hanım kirpiği, Bülbül tükürüğü, Subay sırması, Zabit çimciği, Paşa
nişanı, Gül goncası, Yedi dağın çiçeği, kuyumcu kafesi, Kakül tarağı, Leyla
ile Mecnun, Sarhoş kavgası, Özerlik, Kandil, Hanım beye el etti…
Aydınların halk resmini ilkel bularak küçümsemeleri Malik Aksel’e
göre, bir zamanlar evlerin, tekkelerin ve kahvelerin duvarlarını süsleyen bu
resimlerin de yok olmasına ve kaynaklarının kurumasına yol açtı. Halkın
kültürü, inançları, efsane ve menkıbeleriyle doğrudan ilişkili olan bu
resimlerden toplayabildiği kadar toplayarak zengin bir koleksiyon vücuda
getiren sanatçı, 1958 yılında Devlet Resim ve heykel Müzesi’nde sergilediği
bu koleksiyondan yola çıkarak Anadolu Halk Resimleri (1960) ve Türklerde
Dini Resimler (1967) adlı kitaplarını yazmıştı. Bilindiği gibi Malik
Aksel’in “Taşbaskısı Halk Resimleri Koleksiyonu” sanatçının Bursa’da yaşayan
oğlu Murat Aksel tarafından Bursa kent Müzesi’ne bağışlandı ve 2011 yazında
sergilendi. Kısa bir süre önce de İstanbul’a götürülerek Taksim sanat
Galerisi’nde sanat kamuoyunun dikkatine sunulan ve beklenmedik bir ilgi
gören bu koleksiyon artık Bursa’nın malıdır.
Malik Aksel Türklerde Dini Resim adlı eserinde yazı-resimlerden söz
ederken, yazı hünerleriyle yetinmeyen, şekiller dünyasına başka yollardan
gitmek isteyen hattatların Bursa Ulucamii’nde önemli bir denemeye
giriştiklerini ve duvarları bir çeşit mücerret resme dönüşen yazılarla
donattıklarını anlatır. Minber şeklinde yazılmış yazıların en güzel
örneğinin de Ulucami’de olduğundan söz eden Aksel, bu yazı resim hakkında
şunları söyler:
“Kalın ve siyah bir Kufi hatla yazılmıştır. Yer yer ejderi andıran
veya onun hayalini aksettiren kıvrımlarla bezenmiştir. Camilerde olduğu gibi
mütenazır bir şekil almıyor. Bu güzel mimari eser ‘Fetebarekallah’ diye
okunur; ‘Allah mübarek etsin’ demektir.”
“Halk Resimlerinde Minareler” başlıklı yazısında da. Minare
çeşitlerini uzun uzun anlattıktan sonra sözü Bursa’daki ünlü Demirtaş
minaresine getirir. Atı sütunlu kubbemsi bir çatı üzerine oturtulan ve 15.
yüzyıldan beri dimdik ayakta duran bu minarenin çini mürekkebiyle bir de
resmini yapan Malik Aksel, “İstanbul Mimarisinde Kuşevleri” başlıklı ünlü
makalesine de Bursa’da, Beşikçiler Caddesi’yle Umurbey Mahallesi’ndeki
kuşevlerinden söz ederek başlamıştır. Bu kuşevlerinin çizimlerinin de yer
aldığı söz konusu makaledeki şu paragraflar Malik Aksel’in Bursa’yı köşe
bucak bildiği izlenimi uyandırmaktadır:
“İşte bunlardan biri Bursa’daki Beşikçiler Caddesi’nde tahtadan ve
dilimli veya çadırımsı, üzerinde uzunca bir âlem görülen bir kuşevidir ki,
bugün bu eserciğin alt kısmı tamamıyla yıpranmıştır. Kuşlardan çok
güvercinler için yapılmış olan bu evcikte, pencereler Türk kırık kemerlerini
belirtir. Bir bakıma da bu dilimli kuş evi bir feneri andırmaktadır.”
“Bursa’nın doğusunda, Umurbey Mahallesi’nde Cıngıllı Sokağı’nda
görülen büyük, eski bir konağın ön kısmında saçağa yakın, büyük bir evi
andıran kuşevi, bu şehrin en güzel kuşevlerinden biridir. Hafif malzeme ile
yapılan, daha doğrusu ince tuğla ve harç ile örülen bu küçük yapının
pencerelerinden bir kısmı kapalı, bir kısmı açıktır. Açık olanlarda kuşlar
bulunur, kapalı olanlar da süslüdür. Resimde görüldüğü gibi alt pencereler
oyuk, üsttekiler örtülüdür. Ayrıca bu kuşevinin alt kısmı bir yarım kubbe
ile armudi şekilde biter. Yine burada görüldüğü gibi evin ön sağ yanı
tamamıyla bozulmuş, kuşların bile barınamayacağı hale gelmiştir. Eskiden
güzel bir evden söz edildiği zaman ‘kuş kafesi gibi’ yahut ‘kuş yuvası gibi’
tabirleri kullanılırdı ki, bu da evciğe ne kadar yaraşmaktadır.”
Malik Aksel’in Sanat ve Folklor adlı kitabında da “İnsanlar Yalnız
Kalacaklar” başlıklı ilgi çekici bir yazısı vardır. Bu yazıda İstanbul’da,
Tabakhane Mahallesi’nde yaşayan Lebibe adlı bir kadın ve yaşlı teyzesi çok
canlı bir şekilde tasvir edilir. Bir gece yaşlı teyzenin rüyasına giren Emir
Sultan kendisinden Bursa’da mevlit okutmasını ister. Bu rüyayı üç gece üst
üste görünce Lebibe Hanım’la birlikte kalkıp Bursa’ya gider ve Emir
Sultan’da mevlid okutur. Yaşlı teyze Emir Sultan’a türbesinin penceresinde
Fatiha okurken bir ara gözlerine inanamaz; sanduka önündeki kovuk yavaş
yavaş sallanmış, biraz sonra kovuğun altından hafif hafif bir yüz
belirmiştir: ürkütücü değil, teşekkür ve memnunluk ifade eden bir yüzdür bu.
“Lebibe, Lebibe! Bak bize tebessüm ediyor Emir hazretleri!” diyen yaşlı
teyze, yeğeni bir şey görmediğini söyleyince ısrar eder: “Görmüyor musun?
İşte yine bize bakıyor!”
Sergideki halk
resimlerinden bir örnek.
9 eylül 1922'de Uşak yakınlarında esir alınan Yunan başkomutanı general
Trikopis Gazi Hazretlerine kılıcını teslim ederken
Eski devirlerde insanların böyle şeylere çok inandıklarını söyleyerek
başka olaylar da anlatan Malik Aksel’in Türk Folklor araştırmaları
Dergisi’nde yayımlanan “Bursa’da sünnet düğünleri” başlıklı yazısı da ilgi
çekicidir. “Bursa’da ağustos böceklerinin öttüğü yaz aylarında pazar
sabahları Çınarlı Kahve’de oturanların kulaklarına uzaktan uzağa bir darbuka
sesi gelirdi” cümlesiyle başlayan yazı, sanatçını Bursa folkloruyla yakından
ilgilendiğini göstermektedir. Bu yazıda anlatılığına göre çocuk seslerinin
de karıştığı darbuka esleri gittikçe yaklaşırmış: çok geçmeden sünnet
çocuklarını taşıyan fayton Ulucami önünde belirir, oradan Yeşil yoluyla Emir
Sultana yollanırmış. Sünnet kıyafetleri bayramlıklardan farklıymış; mavi
sünnet takkesi üzerine ailenin varlığına göre inciler, elmaslar, altından
imal edilmiş armudi ‘maaşallah’lar konurmuş. Omuzlara da nazar değmesin diye
mavi veya kırmızı fiyonklu, beş elikli nazar boncukları, başlarına da bazen
ayaklarına kadar uzanan gelin tellerine benzer teller takılırmış. Hatta
bazen sünnet çocuğunun gözlerine sürme, kaşları arasına elif çekilir, serçe
parmağına da kına sürülürmüş. Sünnet gezmesinde söylenen bursa türküleri de
varmış, bunların en çok tekrarlananı:
Bursa’nın ufak tefek taşları
Kalem olmuş o yârimin kaşları
türküsüymüş. Yeşil Türbe ziyaret
edildikten sonra Emir Sultan’da arabadan inilir, türbe ziyaret edilir,
dualar okunur, oradan geri dönülür, el öpmeler bittikten sonra baba evine
gelinir, kalabalık arasından içeri geçilirmiş. Sünnetten önce babanın sünnet
hediyesi vermesi veya ev, tarla, dükkân gibi yüklü bir bağışta bulunması
adettenmiş. Bursa sünnet düğünlerini bu minval üzere ayrıntılı bir şekilde
tasvir eden Malik Aksel şöyle devam eder:
Bursa’da önce Mevlid okunur, arkadan da tekbirlerle sünnet olunurdu.
Her yerde olduğu gibi burada da mahalleden fakir bir çocuk da sünnet edilir,
olmadığı takdirde bir horoz kesilirdi. Bundan sonra eski devirlerde erkek
misafirlere çengiler çıkarılırdı. İncesaz da ahenge başlardı. Yemek zamanı
gelince erkeklere sofralar kurulurdu. Bu yemeklerin sonunda mutlaka buranın
meşhur sükkerisi (tatlısı) yenirdi. Sükkerisiz düğün olmazdı. Erkekler evden
ayrılırken çocuğun babasına, dedesine, yakınlarına, “Güveyliğini de görürüz
inşallah” temennisinde bulunurlardı. Bu defa kadın davetliler gelmeye
başlardı. Yakın akrabalar çocuğun yastığı altına ya bir altın kordonlu saat,
ya bir beşibiryerde korlardı. Bu arada gaz boyamalarına sarılmış ibrik,
tencere, kap çanak, buna benzer şeyler hediyelerin bulunduğu yere konurdu.
Bursa’da daha birçok yerlerde olduğu gibi adetler günden güne değişmektedir.
Bakın tencere yerine düdüklü tencere, kordonlu saat yerine kol saati, hokka
takımı ve divit yerine dolmakalem, gramafon yerine pilli radyo hediye olarak
geliyor. Bu hediyeler gaz boyamalarına, bürümcüklere sarılı değil, jelatin
naylon takımlarına sarılıdır. Eskiden aileler, hele zengin evlerine kol kol
çengi getirirlerdi. Bu yine de unutulmuş değildir ama o da şekil
değiştirmiştir. Folklor hareketlerinin yayılmasından sonra çok defa genç
kızlar sandık dibinde kalmış ninelerinin elbiselerini çıkarıp Bursa’nın o
meşhur havalarını söyleyip yine o güzel güvendelerini, sekmelerini, yedi
benli, kırık hava, firaknâme, hatta oturak oyunları oynarlar. Bu arada kadın
ustalar düğünü idare ederler, genç kızları da oyuna kaldırırlardı.
Bursa düğünlerinde darbukanın önemli bir yer tuttuğunu, Tuz
Pazarı’nda karpuz kavun sergileri gibi darbuka sergileri açıldığını, sünnet
çocuklarının elerinden bırakmadıkları oyuncaklardan birinin darbuka
olduğunu, bunların teste kısımlarının genellikle kırmızıya boyandığını,
üzerine beyaz ve sarı çiçekler yapılıp güller kondurulduğunu anlatan Malik
Aksel, başka bir yazısında da Oyun Dede adında bir yatırın mezarı etrafında
genç kızların üç defa çalgı çalıp göbek attıklarından ve bu tuhaf inanışın
hala devam ettiğinden söz eder. Kendisine has dikkatlere sahip bir ressam ve
yazar olan Malik Aksel keşke Bursa hakkında daha fazla yazmış ve daha çok
resim yapmış olsaydı.
Müşerref Hanım 15 temmuz 1990 tarihinde Bursa’da vefat etmiş ve Emir
Sultan mezarlığında toprağa verilmiştir.
-------------------------------------------------------------------------------
*Hamail: Sağ omuzdan sol kalçaya
kadar inen ve ucuna kılıç takılan kayış anlamına gelir. Fakat halk arasında
hamayil veya hamaylı şeklinde ve muska anlamında kullanılmaktadır.
**Sevai: Şalvar gibi erkek ve
kadın elbiseleri yapımında kullanılan bir ipek kumaş cinsi.
***Çatma: Burada başörtü anlamındadır.