Mümtaz Soysal
Bursa'yı yaşanamaz kılabilmek
büyük başarıdır. Türkiye'nin şimdiye kadarki çizgisini çizmiş olanlar,
yöneticisiyle, çarpık kentleşmeyi yaratanıyla, savruk sınaileşmeye yön
vereniyle, ulaştırmasını çılgın bir araba ve otobüs keşmekeşine boğanıyla,
hep birlikte tabloya bakıp iftihar edebiliirler. Başarılamayacak olanı
başaarmış ve Bursa'yı yaşanmaz kılmışlardır.
Bursa boğuluyor. Egzoz
borularının, kötü linyit gazları kusan evlerin, fabrika bacalarının
dumanıyla.
Vaktiyle karlı dağlaın
üzerinden kentin damlarına ipek duvak gibi inen sis şimdi o dumanı tutan bir
ölüm kapanı olmuş, Bursa'yı yaşanmaz kılmıştır.
O Bursa ki, tepesi delik
türbelerinde küçük şehzade mezarlarının toprağına yağan serin yağmuruyla,
gün görmüş eyyam geçirmiş selvileriyle, buğulu kaplıca kubbeleriyle,
yeşilinde göz dinlendiren ovasıyla ve musikisi Tanpınar'ın mısralarında
duyulan sebilleriyle ölümün değil, zamanı anlamlı yaşamanın şehriydi. Belki
olsa olsa, huzurlu ölümün. Kirli ölümün değil.
Lütfen konuları çarpıtmayalım.
Bursa'ya üzülmek, kentlileşmiş, sınaileşmeş, çağdaşlaşmış bir Türkiye'ye
karşı çıkmak değildir. Konu, yeşillere, dualara, nefeslere bürünmüş bir
geçmişin özlemini çekme ya da çağla zıtlaşan bir doğa romantizmine kapılma
konusu değil.
İsyan hoyratlığa, akılsızlığa,
bilgisizliğe ve gözü dönmüşlüğe karşı bir isyan: bu ne biçim bir yönetim ve
kalkınma anlayışı, ne görgüsüz bir kazanç ve yükselme hırsıdır ki,
güzelliğini Theophile Gautier'lerin, Andre Chenler'lerin anlata anlata
bitiremedikleri bir Türk kentini çeyrek yüzyılda mahvetmiştir? Adeta
Türklerin barbarlığını Türkler eliyle ispat etmet istercesine.
Daha da üzücü olan, düzensiz,
plansız, izansız bir "başıbozuk kalkınma" felsefesinin bugün de, en yalın
biçimiyle iktidarda oluşu ve yaptıklarıyla "çağ atlama" diye övünüşüdür.
Sanki çağ atlamanın akıllı, düzenli, planlı ve zevkli çeşidi olamazmış gibi.
Yazarın Milliyet gazetesinde, 20.1.1989'da
yayımlanan köşe yazısından bir bölümdür.