Yapı Kredi Bankası Bursa şubesinin açılışı (4 Haziran 1948) sebebiyle hazırlanan kitap için Şevket Rado'nun hazırladığı
yazıdır.
Biz Türkler
oturduğumuz yerlere, nerede ise, bitkiler kadar bağlı insanlarız.
Yurt dışında değil memleket içinde bile dolaşanımız o kadar az ki…
Toprağa sıkı sıkıya tutunuşumuz herhalde yeni olmasa
gerektir. Eşi bir daha gelmemiş olan seyahat şampiyonumuz Evliya Çelebi bile
bütün ömrü boyunca bir yerde dikiş tutturamayıp dolaşmasını rüyasında
ağzından yanlış bir dilek kaçmasına atfeder. Bir gece rüyasında peygamberin
huzuruna çıkarılmış. “Beni bir ağlama tuttu, ellerini öperken “şefaat ye
resulullah” diyecek yerde “seyahat ya resulullah” demişim. Hazreti peygamber
tebessüm etti. “Sıhhat ve selametle seyahat et” buyurdular” diyor.
İstanbul’un yanı başındaki güzelim Bursa’yı
senede kaç İstanbullu gidip görür? Ben
ki gazeteciyim, dolaşan mahluk sayılırım, o
kadar görmek istediğim Bursa’yı ancak ömrümün otuz beşinci senesinde eni
konu görebildim. Ona da Yapı Kredi bankasının Bursa’da bir şube açması sebep
oldu. Kendisiyle beraber çalışmaktan büyük zevk duyduğum muhterem dostum
Kazım Taşkent Bursa şubesinin açılış hazırlıklarıyla meşgul olduğu sırada
Doğan Kardeş İdarehanesi’ne uğramıştı. Arkadaşlarına severek yapacakları
işler bulmakta da üstad olan bu harukulade adam, kafası Bursa ile dolu
olduğu o anda, dostum Vedat Nedim ile bana: “Siz de bu vesileyle Bursa için
bir kitap hazırlasanız ne iyi olur, dedi, güzel Bursa’ya acaba bu yoldan bir
hizmetiniz dokunamaz mı?"
Hiç ummadığımız bir anda önümüze en sevdiğimiz
yemeklerden biri konuvermiş gibi iştahımız açıldı. Güzel fikrin başına
çöktük. Planlar yaptık. Bursa’yı seven muharrirlere mektuplar yazıp bize onu
anlatmalarını rica ettik.
Sanatkâr fotoğrafçı Othmar’la beraber Bursa’ya
çıktığımız ana kadar bir şehrin resmini almanın ne demek olduğunu meğer hiç
bilmezmişim. İnsan resmi çeken fotoğrafçıların işi de gerçekten az zahmetli
değildir. Ama, nihayet omzunu, kolunu düzelterek, çenesini biraz yukarı
kaldırarak, bakışını bir noktaya çevirip hafif gülümseterek insanı beş on
dakikada resmi alınacak biçime sokarlar. Fakat bir şehrin resmini almak öyle
kolay işlerden değil. Uludağ’a çıkan eski yolun bir kenarından Bursa’nın
umumi manzarasını çekmek için en münasip anı Othmar tam iki gün bekledi. O,
Emir Sultan’ın kubbesine bir selvi gölgesinin düşmesini sabır taşı gibi
bekliye dururken ben bütün şehri dolaşıyordum. Sükun içindeki Muradiye’de
ışık oyunları bir an cümbüş halini alır almaz Othmar safi dikkat kesilerek
sağa sola koşuyor, onları fotoğraf makinesinin içinde hapsettiğine emin
olduğu zaman keyifli keyifli ıslık çalıyordu.
Bense Bursa’daki su seslerinin büyüsüne
kapılmıştım. Kah Yeşil’in içinde, kah Ulucami’nin şadırvanında, kah meydan
kahvesinin fıskiyesinde, ta otele kadar her yerde hep aynı ses, bazen iplik
iplik, bazen şarıl şarıl karşıma çıkıyordu. Bursa’yı, insana yalnız olduğunu
asla fark ettirmeyen bu su sesiyle, Bursa’nın kendi sesiyle beraber gezdim.
Su sesleri kesildiği zaman da anladım ki, artık Bursa’da değilim.
Bursa’ya ikinci defa 4 Haziran 1948’de, Yapı ve
Kredi Bankasının Bursa şubesi açıldığı gün gazeteci arkadaşlarla beraber
gittik. Banka pazar meydanının bir kenarında mimar Prof. Emin Onat’ın eseri
olan sevimli ve şahsiyetli binasının kapılarını halka açıyordu. Fikir olarak
Bursa şubesiyle beraber doğan bu kitabın sahifelerini ise biz, aradan bir
seneye yakın bir zaman geçtikten sonra okuyucularına açabiliyoruz.
|