|
|
|
Fevzi ŞEN
Tarzan filminin Türkiye’de gösterimde olduğu yıllarda, ülkemizde de bir
şahsın, Manisa ormanlarında Tarzan hayatı yaşadığını gazetelerden okumuş,
fotoğrafını da görmüştük. Ardından, Bursa’da da, Niyazi ve Ali adlı iki
delikanlının, Uludağ’a çıktığını, Tarzan gibi yaşadıklarını duyduk.
Aralık 2005 başlarında, 11. Uluslararası
Bursa Kukla ve Gölge Oyunları Festivali kapsamında düzenlenen bir konferansı
dinlemek için Tayyare Kültür Merkezi'ne gittiğimde; Karagöz ve Kukla
Figürleri Sergisi Salonunda sergi görevlisi olarak, fotoğraflarından
tanıdığım Bursa Tarzan’ı Ali’yi gördüm. Karşılıklı kısa söyleşi faslından
sonra, birlikte hatıra fotoğrafı çektirdik. Eski Aynalı
Çarşı esnafı ve Karagöz sanatçısı Hayali Şinasi Çelikkol'un, Tarzan Ali’ye,
maddi ve manevi yönden destek olduklarını da o zaman öğrenmiştim. Salondaki
geçici görevlendirmeyi de onlar yapmışlardı. Bir sonraki gün de sohbetimize
devam etmiştik. Onu 2006'da, yazarı olduğum 'Evlad-ı Fatihan Dergisi'nde
okuyuculara tanıtmıştım. Bursa’nın değerlerinden biri
olan, bazı hediyelik eşya dükkânlarında figürlerinin, yağlı boya
tablolarının satıldığı Tarzan Ali’nin hayatını öğrenmek, ancak o günkü
karşılaşmamızda mümkün olmuştu. O günden beri birbirimizi gördüğümüzde
merhabalaşıyoruz, birbirimize hal hatır soruyoruz.
İşte Bursa Tarzan’ı Ali Atay’ın kendi ağzından ilginç hayat öyküsü
"1945 yılında Bursa’nın Karacabey İlçesi'nin İkizce köyünde,
Selânik göçmeni bir ailenin, (Mehmet - Hacer çiftinin) en küçük çocuğu
olarak dünyaya gözlerimi açmışım. Ailem Balkan Savaşları sırasında Bursa’ya
gelip, önce köye, sonra şehre yerleşmiş. Bursa’da Muradiye İlkokulunu
bitirdim. Hemen hayata atıldım. Ağabeyimin yanında Setbaşı’nda Altın İğne
Yorgan Evi’nde yorgancılığa başladım. İşi öğrendim ve bir müddet devam
ettirdim. Bu nedenle bazıları beni Yorgancı Ali diye de tanırlar.
16 yaşında iken, hayatımın akışını değiştiren bir sevda olayı yaşadım. Sarı
saçlı, mavi gözlü bir kıza âşık oldum. O beni bulmuştu. Anlaştık, evlenmek
istedik. Ailesinden istettim vermediler. Ama aşk öyküm kötü bitti. Gençlik
aşkım, intihar ederek yaşamına son verdi. Şimdi Bursa'nın eski bir
gömütlüğünde benim kendisine kavuşmamı bekliyor! Bu gömütlüğün adını
açıklamak istemiyorum. Sessiz sakin uyusun istiyorum toprağın altında.
Toprağına bile kimse el sürmesin istiyorum. O halâ benim mahremim.
Onun ani ölümü beni şoka soktu, yaşama küstüm. Benim için kabus dolu
günlerin başlangıcı oldu bu olay. İnsanlardan uzakta bir yaşam sürmek
amacıyla, 1970’lerin sonlarında Uludağ’a çıktım. O psikoloji içinde ölüm
aklıma gelmiyordu. 1980’li yılların ortalarına kadar, yaz kış dağda, oradan
oraya gezip durdum. Elimde hançerim, üzerimde avret yerimi kapatan bir deri
parçası, yarı vahşi bir şekilde yaşamımı sürdürdüm. Altı yıl boyunca
insanlardan uzak kaldım. Doğanın içinde yaşadım, ayılarla, kurtlarla
karşılaştım. Korkularım da oldu. İlk günlerde ağaç dalları arasında
gecelerken karanlıktan korktum. Vahşi hayvanların çıkardığı seslerden
etkilendim, uykularım kaçtı. Ama sonra her şey normalleşti.
Uludağ’daki yaşam dönemimde, kışları çok zor geçirdim. Zirvede, Papazın Evi
denilen yeri kendime mesken tutmuştum. Civar köylülerin verdiği yiyeceklerle
yaşamımı sürdürmeyi başardım. Özellikle, o zamanki Çongara (Yiğitali) Köyü
muhtarının yardımlarını hiç unutamıyorum. O bana, çok soğuklarda kahvehanede
bir yer gösterdi, orada bir köşede yattım. Yiyeceğimi de köylüler verdi.
Yazları hayat daha kolaydı. Dağda, ağır kış koşullarının
başladığı günlere kadar, gündüzleri, dere tepe gezip dolaşıyordum.
Sevgilimin hayaliyle yaşıyordum. Onun sevgisi ile yaşama tutunmaya
çalışıyordum. Geceleri, yırtıcı hayvanlardan korunmak için de, çam
ağaçlarının üzerine, kalın ve uygun ağaç dalları arasına, dal ve
yapraklarla, yatacak yerler yapmış, oralarda geceliyordum. Yiyecek
ihtiyacını ise doğadan karşılamış, mevsimine göre elma, armut, muşmula,
ayva, kızılcık, kestane gibi meyveleri yedim. Ne bulursam onunla karnımı
doyurmaya çalıştım". Anlattığına göre o dönemde bir ayı
yavrusunu yakalayıp büyütmüş, onu kendisine arkadaş, yoldaş etmiş. Maden
Ocağı, Kızkalesi, Dombayçukuru, Karakaya, Kireçtepe, Yılanlıkaya, Sarıalan,
Kirazlıyayla, Çongara (Yiğitali) köyü... gibi mıntıkaları kendine yaşam
alanı seçmiş. "Zaman zaman kurt, ayı, yılan, yaban domuzu
Gibi yırtıcı hayvanlarla karşılaştım. Onların saldırılarından kıl payı
kurtuldum. Bu stres dolu orman hayatına, soğuk ve aç kalma endişesi de
eklendiği için ölüm korkusunu üzerimden hiç atamadım".
Yaşı 70’i aşan Ali Atay, unutamadığı bir anısını şöyle anlattı:
"Bir bahar gününde, incir ağacı dibinde, küçük bir bebek yatıyordu. Anası,
biraz alt tarafta bahçede çapa yapıyordu. O bebeğin yanına yaklaştığımda,
bir yılanın onun üzerine hamle yapmak üzere olduğunu gördüm. Ve yılanı
kuyruğundan tutup, savurup attım. Bu yavrucağızı yılan sokmasından, belki de
ölümden kurtardım. Yılan çocuğun sütüne gelmişti. Ben de bir parça ekmek
bulma umudu ile onlara yaklaşmıştım. Fakat kılık kıyafetim uygun değildi;
uzun saçlı, yarı çıplak bir kişinin anayı korkutabileceğini düşünerek,
oradan hızlıca uzaklaşıp, kaçtım. Uludağ’da yaşadığım
dönemde bazı otel sahipleri bana çok yardımcı oldular. Beni oteller
bölgesinde, turist rehberi olarak görevlendirdiler. Bu hizmetime karşılık da
maddi yönden desteklediler. Hatta bazı hayırseverler her ay düzenli maddi
yardımda bulunuyorlardı. Bazı yetkililer de emekli olmam için iş desteği
sağladılar. Ablamı kaybedince şehre döndüm". Kendisine
destek sağlayan bu şahısları tek tek tanıttı ama, tümünün isimlerinin
yazılmasını uygun görmedim. Bu yazımda kullanmak için istediğim fotoğrafları
cüzdanından çıkarıp takdim etti. Bunların arasından iki fotoğraf dikkatimi
çekti. Biri, dergimizin geçen sayısında tanıttığım, garibanların dostu
merhum Dr. Rüştü Burlu ile Osmangazi Belediyesi eski başkanı merhum Basri
Sönmez Bey'in fotoğraflarıydı. Onları şöyle tanıttı: "Dr.
Rüştü Burlu beni maddi yönden vefatına kadar hep destekledi. Basri Bey ise
beni belediyede işe alıp çalışma imkânı sağladı. Tanrı onlardan razı olsun.
Şimdi de etkili ve yetkili kişilerin bana sahip çıkmalarını istiyorum.
"Reklamcıların, reklam filmlerinde, sinema yapımcılarının
filmlerinde basit roller verilerek, beni değerlendirmelerini arzu ediyorum.
Bir zamanlar bazı Türk filmlerinde figüranlık da yaptım, örneğin; Gazi Kadın
filminde rol aldım. Film yapımcısı büyüklerim bana rol verirlerse seve seve
oynarım. Ayrıca, Tarzan hayatımı konu alan bir filmin çekilmesini istiyorum.
Ve bunu sağlığımda, ölmeden önce görmek istiyorum". "Bursa
Tarzan’ı olarak Bursa Kent Müzesi'nde bana bir bölüm ayırıp onurlandırdılar.
Başta müdür Ahmet Bey olmak üzere, emeği geçenlere teşekkür ediyorum. Bir TV
yapımcısı, beni TV’lerde geniş kesimlere tanıttı. Gerek müzeden gören,
gerekse filmlerde izleyen, her yaştan bay ve bayanlar yanıma gelip, çok eski
dostum, arkadaşım, yakınım gibi hatırımı soruyorlar. Bu durumdan çok mutlu
oluyorum. Samimiyetleri, içtenlikleri beni çok sevindiriyor. Ama hala yaşım
ve sağlığım uygun biri olarak, aile bütçeme katkı sağlamak istiyorum. Çünkü
kirada oturuyorum. maaşım yetmiyor. Türkiye’nin
yaşayan tek Tarzan’ı olarak, Bursalılar bana sahip çıksın. Eski günlerimi,
Uludağ’ı çok özlüyorum. Yetkililer beni ormanda bir rehber/simge gibi
değerlendirebilirler. Örneğin, Uludağ -Sarıaalan’da Palabıyık Cemal’in
işyerinin ön tarafındaki ağaçlık alanda, yapılacak barakada kalıp,
turistlere şov amaçlı, Tarzan kıyafetimle poz verebilirim. Yine o mıntıkada
şov amaçlı gezebilirim. Bursa Tarzan’ını görmek için gelecek yerli ve
yapancı turistler ile Bursa turizmine de katkı sağlayabilirim. Hem kendim
kazanır hem de Bursalılara kazandırabilirim. Bursa'nın daha çok kişi
tarafından tanınmasına katkı sağlarım böylece".
Kaynak:
http://yesilbursadergisi.com/mobil/haber.php?id=812
|