Yedi Dilden Nazım Hikmet Şiirleri

Ali Özçelebi Kimdir?

Bursa'daki Fransızlar

Fransız Kilisesi

 







   

                                   

                                                                                                                                         Melih Elal 

     Akatalpa dergisinin kurucularından Ali Özçelebi'nin bir düşü vardı! Emekli olduktan sonra yerleştiği Fransa'dan gönderdiği günlüklerinde bir iki kez bundan söz etmiş; aramızdan ayrılmasından yaklaşık bir ay önce de Mahfel' de buluştuğumuzda yeniden dile getirmiş, mutlaka gerçekleştirelim bunu, demişti.
    Neydi bu düş? 2006 Temmuz'unda Fransa'nın kentlerden uzak bir köyündeki şapelde, eşi Odile ile birlikte bir Nazım Hikmet' i anma etkinliğine katılmış, iki dilde (Türkçe Fransızca) okunan şiirler Özçelebi'yi oldukça etkilemiş ve Türkiye'de, özellikle de Nazım'ın, hapishanesinde yıllarca yattığı, Kuvayi Milliye destanını, Memleketimden İnsan Manzaraları'nın büyük bir bölümünü yazdığı Bursa'da, çok dilli bir Nazım Hikmet etkinliği niye düzenlenemez diye düşünmeye başlamıştı. Bursa'da Osmangazi Belediyesi'nce kültür merkezi olarak kullanılmak üzere restore edilen Fransız Kilisesi bu iş için biçilmiş kaftandı. Arka planda Uludağ'ın rüzgarını duyumsatan sesler ve müzik eşliğinde Nazım şiirlerinin çok dilli seslendirildiği bir etkinlik düzenlenebilir, bu oldukça da ses getirirdi. İşte düşü buydu...
    Şimdi Ali Özçelebi uçup gittiğine göre bunu gerçekleştirmek bize düşüyordu. Konuyu Akatalpa Yayın Kurulu'nda konuştuk, Ramis Dara'yla birlikte kurucuları ve Yönetim Kurulu arasında bulunduğumuz Bursa Yazın Sanat Derneği (BUYAZ) ile gerçekleştirmeyi düşündük. BUY AZ Başkanı Şaban Akbaba görevi üstlendi. Etkinliğin adının "Ali Özçelebi’yi Anma ve Yedi Dilden Nazım Hikmet Şiirleri" olması kararlaştırıldı.
    Fransız Kilisesi'nde düzenleme düşü hayata geçirilemedi. 4 Nisan 2007 Çarşamba akşamı, Kültürpark içinde bulunan Çağdaş Gazeteciler Derneği Lokali'nde Yedi Dilden Nazım Hikmet Şiirleri için bir araya geldik. Kent insanı, Özçelebi'sine sahip çıkmış, lokali doldurmuştu. Etkinlik saat 19.00'da kemanlarda Esra Tokgöz ve Pınar Dalaysel Balcı'nın, viyolada Hande Taban'ın, viyolonselde Burç Balcı'nın yer aldığı Prusa Yaylı Çalgılar Dörtlüsü'nün klasik müzik dinletisi ile başladı. Olağanüstü bir müzik, salonda çıt yok, herkes kulak kesilmiş dinliyor. Yaylılardan yayılan ezgiler, herkesi kendi dünyasına, hayallerine, tutkularına götürüyor. Salon, tek yürek, tek nefes... Masada yanımda Ramis Dara, Serdar Ünver, Güzin Ungan; karşımdaysa Ali Özçelebi'nin kızı Meltem Özçelebi ve annesi var. Kim bilir neler geçiyor akıllarından!.. Derken müzik bitiyor ve güçlü bir alkış kopuyor. Mikrofonun başına geçen Şaban Akbaba, bundan sonraki bölümün Ramis Dara tarafından sürdürüleceğini belirterek, onu kürsüye davet ediyor.
    Dara, aynı zamanda Özçelebi'nin Erzurum Atatürk Üniversitesi'nden öğrencisi, daha sonra da Bursa Uludağ Üniversitesi'nde çalışma arkadaşı... Dara, Özçelebi ile ilgili kısa bir konuşmadan sonra beni çağırıyor kürsüye. Kürsü diyorum ama, lokalin herkesçe görülen köşesinde bir yükselti var. Buraya bir masa, iki mikrofon konmuş, arkasında da iki sandalye... Birinde Dara oturuyor, diğerine de ben... Bu gecenin düzenleniş gerekçesinden, Özçelebi'nin Bursa kültür ve sanat ortamına katkılarından söz ediyorum. Örneğin onun uzun çabaları ve girişimleriyle Bursa Filarmoni Derneği'nin kurulduğunu, böylece Bursa halkına klasik müzik kültürünün kazandırıldığını, ilk heykel sempozyumu'nun onun çaba ve katkılarıyla gerçekleştirildiğini, Uludağ Üniversitesi Görükle Yerleşkesi'ndeki on kadar heykelin bunun kanıtı olarak orada durduğunu, yerlerini de belirterek, anlatıyorum. Sözümü, Bursa vilayet ve yerel yönetimlerinin bunun farkında olmadığını, sanat ortamına bunca katkısına karşın, değerinin anlaşılamadığını belirterek bitiriyorum.
    Sırada Yedi Dilden Nazım Hikmet Şiirleri dinletisi var. Dara, sayının bu ad belirlendikten sonra yediyi aştığını, onu bulduğunu söylüyor ve Nurettin Kurtuluş'u mikrofona çağırıyor. Kurtuluş, Almanca "Über dem Meer die bunte Wolkel Darauf das silberne Schiff / Darinnen der gelbe Fisch" diye başlıyor Nazım'ı Alman diliyle dillendirmeye "Denizin üstünde ala bulut! Yüzünde gümüş gemi! İçinde sarı balık" dizeleriyle başlayan şiiriyle...
    Dara, şiir aralarında Nazım'la da ilişki kurarak, Özçelebi ile ilgili anılarını anlatıyor. Halime Yıldız, önce Bulgaristan'daki çocukluk günlerinden, okuyacağı şiirin üzerindeki etkisinden söz ediyor ve Bulgarca "Kız Çocuğu" şiirini okuyor. Üçüncü sırada Özçelebi'nin öğrencisi olan U. Ü. Fransız Dili Eğitimi Bölümü Öğretim Görevlisi Erdoğan Kartal var. Önce Fransa günlerinden ve Özçelebi' den söz ediyor. Sonra da "Tuhafsın be Kardeşim!" adlı şiiri Fransızca olarak dillendiriyor.
    Ceyhun Erim, Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin Destanı'nın 14. bölümünü İngilizce; Andrea Dergamo, "Otobiyografı"yi İtalyanca; Hilmi Haşal, "Vera'ya"yı Rusça; Gustavo Jimez, "Don Kişot"u İspanyolca; Atsumi Osaka, Kuvâyi Milliye destanının "Dörtnala gelip Uzak Asya'dan! Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan! bu memleket bizim" dizeleriyle başlayan bölümünü Japonca; Ali Aksoy, "Yaşım Altmış"ı Türkçe; Şaban Akbaba, "Bugün Pazar"ı Azerice dillendiriyorlar. Şiirlerin hem aslını hem de diğer dokuz dile (dillerden biri Türkçe'ydi) çevrilmiş biçimini dinledik. Güçlü şiir başka dile de çevrilse ritmini belli ediyor.
    Böylece Yedi Dilden Nazım Hikmet Şiirleri diye başlayan gece, on dilden Nazım Hikmet şiiri olarak sonlanıyor. Oysa önceleri yedi dilden şiir bulabilir miyiz diye kaygılanıyorduk.
    Şiirlerin okunmasından sonra Ali Özçelebi'nin kızı Meltem Özçelebi bir teşekkür konuşması yapıyor. Ali Aksoy ise tok ve gür sesiyle şu şiiri okuyor:

"Akrep gibisin kardeşim,
korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.
Serçe gibisin kardeşim,
serçenin telaşı içindesin.
Midye gibisin kardeşim,
midye gibi kapalı, rahat.
Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.
Bir değil,
beş değil,
yüz milyonlarlasın maalesef.
Koyun gibisin kardeşim,
gocuklu celep kaldırınca sopasını
sürüye katılıverirsin hemen
ve adeta mağrur, koşarsın salhaneye.
Dünyanın en tuhaf mahlukusun yani,
hani şu derya içre olup
deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.
Ve bu dünyada, bu zulüm
senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, al kan içindeysek eğer
ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
kabahat senin,
-derneğe de dilim varmıyor ama-
kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!"

                                                                Yazarın Bursa Hakimiyet'te 22.9.2014'te çıkan yazısıdır.