| Salih 
	Erol
 
	 
	  
	
	
	Kitabımızın Bursalı müellifi, nispeten sade bir Türkçe ile kaleme aldığı 
	kitabına - her nedense - Arapça şöyle bir başlık uygun görmüştür: “Vekâyi‘-i 
	Baba Paşa fi’t-târih”. Bu başlığı günümüz Türkçesine şöyle 
	çevirebiliriz: Baba Paşa’nın Tarihteki Olayları. İlk cümlede: “Her nedense” 
	dedim ama nedenini tahmin edebiliyorum aslında. Yazdıkları kitaplara Arapça 
	başlıklar atmak ve kitabın sonundaki yazılış tarihini – neredeyse şaşmaz bir 
	kural gibi – Arapça kaydetmek eski zamanların ilmiye sınıfı mensuplarının 
	bir geleneği bu. Nitekim kitabımızın müellifi de duâ ve tarih içeren son 
	cümlesini tümüyle Arapça yazmış: “… 
	tahrir hazel kitâb fî yevmi’s-sâlis…” diye devam ediyor. Sâdede gelip, 
	tarih cümlesini şöyle bağlayalım: Baba Paşa ile ilgili bu kitap 13 
	Cemaziyelevvel 1235’te tamamlanmış. Bu tarihin günümüzde kullandığımız 
	Milâdî takvimdeki tam karşılığı 8 Mart 1820’dir. 
	 
	    
	8 Mart 1820’de Bursa’da Gazzi Dergâh’ında, dergâh şeyhi Abdüllatif Efendi, 
	bir kitabı bitirmenin hazzını yaşıyordu herhalde. Bursa âşığı; ömrünün 
	neredeyse tamamını Bursa’da yaşamış müellifimizin yazdığı bu kitap bir 
	tarihsel biyografi kitabıydı. O tarihte hayatta olan ve Bursa’da zorunlu bir 
	ikâmet halinde bulunan kişi; yâni kitabın kahramanı: “Baba”, “Pehlivan” 
	lakaplarıyla yaygın şöhret kazanmış olan İbrahim Paşa’dır.   
	    
	Kitabın yazımı sırasında kitaba konu olan kahramanın hayatta ve müellifin 
	yanı başında aynı şehirde yaşıyor olması önemli bir husustur. O zamanlar 
	Müellifimiz Bursa Alipaşa Mahallesi’nde; Baba Paşamız ise Bursa Namazgâh 
	Semti’nde bir konakta yaşamaktadır. Paşa ve adamlarından dinlediklerini 
	kayda geçirmekle yetinmeyen müellif, yazmakta olduğu kitaba kendi tarzını ve 
	zaman zaman asıl konu dışına çıkarak Bursa şehri ve dinî konularla ya da 
	kendi atalarıyla ilgili anlatımlara yer vermektedir. Dolayısıyla bu aynı 
	zamanda bir Bursa tarihi kitabı niteliğini de taşıdığından şehir yaşamı ve 
	tarihinde önemli addedilmelidir.   
	    
	Pehlivan / Baba İbrahim Ağa / Paşa, şöhret ve nâmını bileğinin hakkıyla, 
	cesareti ve zekâsıyla kazanmış; Anadolu – Rumeli ve Rusya’ya kadar uzanan 
	geniş bir coğrafyada mücadeleler vermiş bir Osmanlı paşasıdır. Hakkında 
	söylenebilecek ilk kesin bilgi, Bozok(Yozgat)’ta doğmuş olduğudur. Doğum 
	tarihini kesin olarak kendisi de bilmemekte; 1766 (Hicri 1180) veya 1770 
	(Hicri 1183) yıllarından birisi olduğunu tahmin etmektedir. Çocukluğu ve ilk 
	gençlik yılları memleketi olan Bozok’ta geçmiştir. On sekiz yaşında bir 
	delikanlı olarak ilk kez bir savaşa gönüllü olarak katılmak üzere 
	memleketinden ayrılmıştır. Söz konusu bu savaş, I. Abdülhamit’in (1774-1789) 
	saltanatının son yıllarında patlak veren Osmanlı- Rus ve Avusturya 
	savaşıdır. III. Selim’in (1789-1807) tahta çıktığı ilk günlerde düzenlenen 
	cülus merâsimlerine katılmak ve cenk hünerlerini göstermek için İstanbul’a 
	gelen 
	Pehlivan İbrahim, burada meziyetlerini sergilemiştir. Alo Paşa 
	adında bir devlet adamının özel birliklerine katılmış ve 1791 sonuna kadar 
	savaşta bir nefer olarak bulunmuştur. 1792’de savaş durumu sona ermiş ancak 
	Rumeli’de türeyen Dağlı Eşkıyası yüzünden devlet otoritesi ciddi yara 
	almıştır. Bu durumda Pehlivan İbrahim Ağa, 1793 – 1798 arasında eşkıya ile 
	mücadele etmiş; ancak devletin istediği otorite bir türlü sağlanamamıştır. 
	Âmiri konumundaki paşanın 1798’de ölümü üzerine zor zamanlar geçirmiş ve 
	Rumeli’de çetin bir tutunma mücadelesi verdikten sonra nihayet 
	Bulgaristan’ın bir köşesinde ayanlık kazanmıştır. 1806’ya gelindiğinde 
	Rusçuklu Alemdar Mustafa Paşa’dan sonra yörenin en etkili ağası konumuna 
	yükselmiştir Pehlivan İbrahim Ağa. 
	 
	    
	1806 sonlarında başlayan Osmanlı – Rus Savaşı, genel olarak bütün bölgenin 
	ama özel olarak da kahramanımızın hayatında bir dönüm noktasıdır. Bu savaşta 
	dört yıl boyunca gösterdiği olağanüstü performans, halk arasında: “Baba 
	Paşa” efsanesini yaratmış; onun ismi sadece devlet belgelerinde 
	zikredilmemiş aynı zamanda halkın türkülerine konu olmuştur. 1809’da resmen 
	paşalık rütbesini de kazanmıştır fakat ertesi yıl Rus kuvvetlerine esir 
	düşmekten kurtulamamıştır. Onun düşmanın gözünde saygın bir konumda 
	görüldüğünü Rus kaynakları da doğrulamaktadır. 19. yüzyılın başında Baba 
	Paşa ve aynı yüzyılın sonunda o meşhur Plevne kahramanı Gazi Osman Paşa 
	arasında büyük benzerlikler bulunmaktadır. Düşmanın dahi saygı gösterdiği 
	gerçek kahramanlardır onlar. 
	 
	    
	1810 – 1812 yılları arasında Rusya’da özel esir olarak tutulan Baba Paşa, 
	bundan sonra serbest bırakılmış ve doğruca İstanbul’a gelmiştir. Sultan II. 
	Mahmud’un gözde paşalarından biri olarak Anadolu’ya gönderilmiştir. 
	Sırasıyla Sivas (1813 – 1815), Erzurum (1815 – 1816) ve Diyarbakır (1816 
	-1817) valiliği yapmıştır.      Orjinali 227 
	sayfadan (varaktan) oluşan kitabın üçte ikisi Baba Paşa’nın Rumeli’deki 
	mücadeleleri ve Ruslar karşısındaki savaşa ayrılmıştır. Geri kalan üçte 
	birlik bölüm ise, 1813 – 1817 arasında ihtişamlı bir vali olarak 
	Anadolu’daki yerel derebeylere karşı devletin merkezi otoritesini tesis 
	ettiği olaylara ayrılmıştır.      Nihayet 
	takvimler 1816 sonu – 1817 başını gösterdiğinde uzun, zorlu ve yorucu 
	mücadelelerin sonunda Baba Paşa’ya bir dinlenme yeri olarak Bursa görünür. 
	Padişah, onu görevden alıp, Bursa’ya ikâmete gönderir. Kendisine iyi bir 
	(tür) emeklilik maaşı da bağlanır. Bursa’ya doğru, 1816 yılının son 
	günlerinde yola çıkmıştır. Diyarbakır - Bursa yolculuğunda yanına sadece 
	ailesi ve hizmetçileri vardır. Yanında bulunan barut, top, kurşun vesaire 
	savaş malzemelerini Sivas Valisine teslim ettikten ve mahkeme sicilline dahi 
	kayıt ettirdikten sonra konak konak Bursa’ya doğru hareket etti. Bu 
	yolculuğunda Seyit Battal Gazi Türbesi’ni de ziyaret ettikten sonra geçtiği 
	şehir ve kasabaların ahalisine hediyeler dağıtarak; Bursa yakınlarına geldi.      22 Şubat 
	1817 tarihinde Bursa’ya varan Baba Paşa, şehrin girişinde ileri gelen birçok 
	kişi tarafından karşılandı. Başta dönemin Bursa Valisi Nurullah Paşa olmak 
	üzere şehrin ileri gelenleri ve halk tarafından karşılanan Pehlivan Paşa’ya 
	Namazgâh’ta bir konak hazırlanmıştır. Hayatının en rahat dönemlerinden 
	birini Bursa’da geçirdiğini, burada kaldığı üç yıllık süre içerisinde büyük 
	bir konukseverlikle ağırlandığını, vaktini ibadet, ziyaretler ve dinlenmeyle 
	geçirdiğini belirtmektedir.      Böylece 
	kitabımızın yazılma hikâyesi başlıyor; kahramanımız Baba Paşa ile 
	müellifimiz Abdüllatif Efendi buluşmuş oluyorlar. En büyük amaç, ibret 
	nazarıyla bir tarih eseri yazmak ve bu sayede yapılanların kıyamete kadar 
	bilinmesini sağlayacak bir yadigâr eser bırakmaktır. Yalnız Baba Paşa, kendi 
	hayatının serencâmı olan eserin tamamlanmasını göremeden yeni bir görevle, 
	1820 başlarında Bursa’dan ayrılmıştır. Yeni görevi Yanya’da Tepedelenli Ali 
	Paşa’nın isyanını bastırmaktı ancak aynı yıl görev başındayken 
	rahatsızlanmış ve hemen sonrasında vefat etmiştir. Geride elli yılı aşkın 
	bir ömre sığdırdığı sayısız olay ve o olayların getirisi olan şöhret ve en 
	önemlisi de yazılmasına sebep olduğu bir kitap bırakmıştır. 
	 
	   
	Veka̅yi‘-i Baba Paşa fi’t-Târîh adlı bu eser, Bursa’da Eski Yazma ve Basma 
	Eserler Kütüphanesinde, Orhan Kitaplığı bölümünde 1043 numarada kayıtlıdır. 
	Bu kütüphaneye taşınmadan önce Orhan Camii bünyesindeki kütüphanede ise; 835 
	numarada kayıtlı bulunmakta idi. Transkripsiyonunu ve değerlendirmesini 
	yaptığımız müellif nüshası olan eser, ta’lîk hattıyla kaleme alınmıştır. 
	Konuyla ilgili olarak, eski eserler bulunduran kütüphaneler ve arşivlerde 
	yaptığımız katalog araştırmalarında eserin başka bir nüshasına 
	rastlanılmamıştır. Eldeki mevcut olan bu tek müellif nüshasının ebatları 322 
	x 230, 220x 110 mm’dir. 227 varaktan oluşan eserde varaklardaki satır sayısı 
	genellikle 16 veya 17’dir . Verilen 
	özelliklerden de anlaşıldığı üzere oldukça hacimli olan bu eseri 
	müellif, titizlikle hazırlamıştır. Her varağa ayrı numaralar konulmuş; konu 
	başlıkları atılmış ve birkaç istisna dışında satırlar, sayfalar arasında 
	boşluklar bırakılmamıştır. 
	 
	    
	Orijinal yazma tek nüsha halinde 105 sene Gazzi Dergâhı kitaplığında bulunan 
	bu nadide eser, 1925’te tekkelerin kapatılması sonucunda Orhan Camisi 
	kitaplığına taşındı. Cumhuriyetin bu ilk yıllarında ilk olarak tarihçi 
	Rıdvan Nafiz kitabımızın önemine dikkat çeken bir makale yazdı ve Hayat 
	Tarih Mecmuası’nda 1927’de yayınladı. Ardından Bursa şehir tarihçilerinden 
	merhum Nazım Yücelt, 1940’lı yıllarda halkevi dergisi Uludağ’da yazmadan 
	birkaç örnek parça neşretti. Ancak adı geçen bu araştırmacılar, eserin 
	tamamını yeni yazıya aktarıp yayımlamadılar. Yakın tarihte (1988) Atilla 
	Çetin: “Bir Rumeli Kahramanı: 
	Pehlivan İbrahim Paşa, nâm-ı diğer Baba Paşa” başlıklı bir makale yazdı. 
	 
	   
	Velhâsıl Baba Paşa’nın tarihini anlatan yazma kitabımız 2005’te tarafımdan 
	bir yüksek lisans tezi çerçevesinde İnebey Yazma ve Basma Kütüphanesi’nin 
	tozlu raflarından son bir kez daha indirilmiş oldu. Yaklaşık iki yıl süren 
	meşakkatli bir çalışmanın ardından çeviriyazısı ve değerlendirmesini 
	bitirebildim. Anadolu Üniversitesi’nden tez olarak, 2007’de kabul edildi.      Yüzyıldan 
	epey fazla bir süre keşfedilmeyi, neşvü nemâ bulmayı bekleyen yazma 
	kitabımızın nihayet matbaa ile tanışma vakti geldi. Kıymetli, büyük 
	tarihçimiz Ali Birinci Türk Tarih Kurumu başkanı iken 2009’da bize ulaştı ve 
	Baba Paşa Tarihi’ni yayınlamayı teklif etti. Heyecanla, sevinçle hemen kabul 
	ettim. Eseri bir kez daha gözden geçirdik: Hazırlayan olarak ben ve raportör 
	Özer Ergenç hocamız. Mutlu son: 2013’te Ankara’da Türk Tarih Kurumu 
	yayınları arasından: “Vekâyi‘-i Baba Paşa” çıktı. Bin beş yüz adet basılan 
	kitabımız on yıldır çok sayıda farklı şehir ve kütüphanede yerini almış 
	durumda. 
	 
	    
	Bursa’da yazılan; Bursa ile ilgili çok kıymetli, birinci elden bilgi içeren 
	bu eserin Bursa’da yeterince tanındığını maalesef söyleyemeyeceğim. Umarım 
	bu tanıtıcı yazı vesilesiyle kitabımız, anavatanı Bursa’da hak ettiği ilgiyi 
	bulur.  |