Bursa Cezaevi, Nazım Hikmet, Bomba Şeref ve Bir Anı 

Cezaevi Anıları 2

Nazım Hikmet Bursa'da

Niyazi Menteş'ten Anılar

                                                       
                                                                                Niyazi MENTEŞ / Gazeteci - Yazar

    İzin verirseniz size bugün bir öykü anlatacağım.
    Olay, 1949 ükünü taşıyan Süleyman Özyıldırım, Alaattin Sütman, eski spor adamı Hasan Kesimel ve Murat Akgün’ü hatırlıyorum. Elbet daha niceleri var.
    Sadede gelelim:
    Kazıklı’nın anlattıklarına göre Nazım cezaevi sakinlerine okuma-yazma öğretiyor. İsteyene kitap buluyor. Kitapları gardiyanlara aldırıyor. Edebiyat sevgisi aşılıyor. Cezaevinin “Dert Babası”. Dara giren Nâzım’a koşuyor, akıl danışıyor. Sevdiği yazarlar içinde Macar asıllı Zaloş Zilahi ile ünlü yapıtı Kaçaklar var. Bu arada belirtelim, Kazıklı’dan öğrenmiştik; Nazım’ı tutsaklıktan kurtarmak için, Türk adli tarihinin büyük kriminologları arasında gösterilen Av. M. Ali Sebük ise durup dinlenmeden savaş veriyor.
    Yine ellili yıllarda Bursa Cumhuriyet Savcısı Şinasi Beken’den dinledim. Nazım, bizzat Adalet Bakanlığı emri ile haftada bir gün şehre izine çıkıyor. Gönlünce yiyip içiyor. Sıkça uğradığı yer, Kayıhan semtindeki İskender Kebapçısı oluyor. Tarihi turistik yerleri geziyor, kütüphanede vakit geçiriyor. Ancak sürekli Bursa savcısı Şinasi Bey ve arkadaşlarının göz hapsinde. İzin sonunda ise hemen cezaevine gidip teslim oluyor. Savcı ise durumu saati saatine Adalet Bakanlığı’na rapor ediyor.
Nazım bu arada, Bursa Erkek Lisesi’nde öğrenci olan Sait Faik (ünlü hikayeci) ile de sık sık buluşup konuşmakta. Savcı Şinasi Beken’in anıları arasında geçmektedir.
    Diyeceksiniz ki, bu kar-kış ortamında bunları niçin yazıyor, bunca hengame, yokluk, yoksulluk, kriz arasında bu ölü duyguları neden canlandırıyoruz?
    BİR: Şeref Kazıklı’ya 42 yıl öncesinden “yazarım” diye söz verdim. Ancak yazabiliyorum.
    İKİ: Geçenlerde Adliye sarayındayız. “Modern çağdaş” diyor isek de çok eksiği var. Ödenek yok, yapılamıyor. Adliyedeki dost hukukçularla vardığımız ortak noktayı söyleyeceğim.
Sahi!. Biz eski cezevini niçin yerle bir ettik?. Adliye Sarayı başka bir alan üzerinde oluşamaz mı idi?. Tarihsel doku haline gelen eski cezaevi önüne dokunulmadan, onarım sonucu “Cezaevi Müzesi” olmaz mı idi?. Düşüncesizlikle, vefasızlık bir araya gelmiş, arkasına saklanmak kaçınılmaz olmuş, yazık!.
         

Düşünün.. Yerle bir edilen bu tarihi binada Nazım başta nice ünlüler çile doldurmuş. Toprağın dili olsa da konuşsa.. Şimdi elimizde bir şey yok. Olmadığı gibi reçete yazacak tabip de yok.
   “Geçmişe saygısızlar ne eylerse güzel eyler” gibi ters bir felsefe başta, sığınak dalımız da kalmamış. Doğru!.. Ne bekleyecektik ki bu akvaryumun boşluğundan?.. Özetlersek, geçenlerde söz konusu mekanda turlarken özlemlerimin penceresinden tüm bunlar gelip geçiverdi.
   Yazının adı geçen kahramanları, artık aramızda değiller. Gök kubbede SADA’ları var o kadar. İyi oldu, bahane ile tümünü andık. Ve içimizi döküp rahatladık.

YAZININ DİP NOTU:
Şeref Kazıklı cezaevinde yatıp çıktı ama, “Nazımla tanıştı” diye polis izlemesinden bir türlü kurtulamadı. O kadar ki, polisler maç günü Atatürk stadına gelir, soyunma odasına kadar sokulup Şeref Kazıklı kiminle konuşuyor, üst makamlara rapor ederdi.

Yazarın 1.1.2002'de www.mudanyaonline.net web sitesinde yayımlanan yazısının bir bölümüdür

     

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 03/12/23