1910'da Muratoba'da Yaşam


Bursa'nın Köyleri

Bursa'nın İlçeleri


                                                                              Dr. Avni Domaniç

    100 haneli olan köyüm ileri gelenler tarafından seçilen bir muhtar ile dört aza tarafından yönetilirdi. Muhtar tarafından yıllık anlaşmayla belirlenen bir imam, bir kâhya, bir korucu, bir de sığırtmaç vardı. İmam dışındakilerin ücretleri buğday, mısır, arpa ile verilirdi. İmama bir de ücretsiz oturduğu ev verilirdi. Ezan okur, namaz kıldırır, nikah kıyar, köyün çocuklarını okuturdu.

               Köyün okulu, caminin yanında, suyu ve tuvaleti bulunmayan tek bir oda idi. Oturacak sıra olmadığı için öğrenciler yerde otururdu. Öğrenciler sabah okula geldiklerinde imamın öncülüğünde bir ağızdan, “Padişahım çok yaşa” diye bağırır, “mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var” diye eklerlerdi. Öğrenciler kışın sobada yakmak için okula birer odun parçası getirirlerdi.

               Kahya muhtarın aldığı kararları gerekli şahıslara bildirir, köye gelen yabancılara kimde misafir kalacaklarını sorar, kalacak yeri yoksa köydeki aileleri misafir bakmaları için sıraya koyardı. Korucu köy arazisini gezer, bağ bahçe ve ekinlerin zarara uğramamasını temin ederdi. Sığırtmaç köyün çobanıydı. Her sabah köylülerin sığırları köy meydanında toplanır. Çoban bunları alıp köye ait mezralarda otlatır., akşam yine meydana getirirdi. Yıllık ücreti hayvan sahipleri tarafından hayvan sayısına göre verilirdi.

               Köyde fırınlar vardı. Belli günlerde aileler sırayla bu fırında ekmek pişirirdi Ailenin durumuna göre genelde bir hafta, on günlük ekmek pişirilirdi. Eve pek kıymet verilmezdi. Halkta “dünya geçicidir” zihniyeti hakimdi. Resim günah sayılır, evlere sokulmazdı. Bir gün bakkaldan kibrit kutusu almıştım. Üzerinde resim var diye annem resmi kazıtmıştı bana. Karyola henüz köye gelmemişti. Odaların köşelerinde gusülhane denilen yıkanma yerleri bulunur, ocakta ısıtılan sularla buralarda yıkanılırdı. Masa, sandalye, koltuk, kanepe bilinmiyordu.

               Su köydeki iki çeşmeden temin edilirdi. Yaz günleri sular çok azalır, kadınlar gündüzleri tarlaya, bağa çalışmaya gittiklerinden geceleri çeşme önünde sıraya girerlerdi. Pek tabi bu sıra yüzünden pek çok kavga çıkar, testiler kırılırdı. Kirli çamaşırlar bakraçlarla dere kenarına taşınırdı. Burada uygun yerlere taşlardan ocak hazırlanır, kaynatılan suyla çamaşır yıkanırdı. Deterjanın adı bile yoktu. Sabun bulmak da güçtü çünkü yapımı zordu. Çamaşırlar kül ile, tokmak kullanarak yıkanırdı. Ütü işi henüz işitilmemişti.

               Evlerin altındaki ahırlardan eğer varsa avluya, yoksa sokağa bir delik açılır ve hayvanların gübreleri kış boyunca bu delikten dışarı atılırdı. Kış bitince biriken gübre tarla ve bahçelere taşınırdı. Evlerin tuvaleti bahçenin bir köşesine kazılan çukurun etrafı duvarla çevrilerek yapılırdı. Bahçe olmayan evlerde ise evin dışında biriktirilen gübre yığınlarının üstüne gelecek şekilde evin çıkmasından bir delik açılır ve bu delik tuvalet olarak kullanılırdı. İnsan pislikleri sokak veya avludaki gübre yığını üstüne hiç çekinilmeden bırakılırdı. Ne avlusu ne de sokağa çıkması olmayan evlerin durumu kötüydü. Ya ahırın bir köşesine ya da merdiven altına çukur kazılıp tuvalet haline getirilirdi.

               Köyün muntazam, güzel denebilecek bir hamamı vardı. Gündüzleri kadınlara, geceleri erkeklere açıktı. Harman sonlarında köylüler kış hazırlığına başlardı. Hemen her ailenin kendisine ait bir korusu vardı. Erkekler bu korulardan kışlık odun keser, evlerin önüne yığardı. Kadınlar ise bulgur, nişasta, erişte, tarhana gibi kışı geçirtecek yiyecekleri yapardı.

               Buğday ve mısırı köye ait değirmenlerde öğütür, kışlık unlarını elde ederlerdi. Dere üzerinde iki değirmen vardı. Derenin suyu muntazam akmadığı için öğütme işi mesele olurdu. Köylüler sıraya girer, ‘Hak’ denilen öğütme ücreti olarak ölçekle buğday, mısır verirlerdi. Öğütme işi bitene kadar herkes başında beklerdi çünkü değirmenciye itimat olmazdı.

               Tarım arazisi olarak biraz zeytinlik, biraz da bağ bahçe vardı. Sebze yetiştirilmez, daha doğrusu bilinmezdi. Tarlalardan yabani ot toplanır, onlardan yemek yapılırdı. Bağlar pekmez için yetiştirilirdi. O zamanlar memlekette şeker fabrikası yoktu. Şeker ithaldi, bulması, alması zordu. Bu nedenle şeker yerine pekmez kullanılırdı. Her köyün bir miktar dutluğu vardı. Burada ipek böceği de yetiştirilirdi. Hemen hemen her aile bir veya iki paket ipek böceği yapardı.

               Muratoba köyünün çamuru meşhurdu. Köyde yol diye bir şey yoktu. Mevsiminde her taraf batak olurdu, karşılıklı iki komşu birbirine ancak çamura batarak geçerlerdi. Siyah yapışkan çamur insanın pabucunu ayağından çıkarırdı.

               Yirmi yaşından küçük ve askerliğini yapmamış olanlar kahveye gelemezdi. Kahvede herhangi bir oyun oynamak düşünülemezdi. Bilinmezdi de. Kahve ve çayın yanında tütün içmek için uzun, çubuk denilen ağızlık kullanılırdı. Yatsıda yaşlılar kahveden çekilince gençler kış aylarında eğlence tertiplerdi: darbuka, zilli maşa çalıp türküler söylerlerdi. Evleri dolaşıp tavuk, yumurta, un, yağ ve pekmez toplar, yemek pişirirlerdi. İki delikanlı bir deve yapardı. Bu iki delikanlı muayyen mesafelerde birbiri arkasına durur, üzerlerine bir kilim örtülür, sopaların yardımıyla buna bir deve şekli verilirdi. Boyun kısmına bir çan takılır ve direktiflerle yürür, çan genelde bir evin önüne gelindiğinde çalınırdı. Gece yarısı ev halkı bu çan seslerine uyanır, deve şeklindeki gençleri görür ve ne mümkünse verirlerdi. Bu bir ananeydi. Meşhur “derviş helvası” eksik olmazdı. Bu eğlencelerin hiçbirinde alkollü içki olmazdı. Kışın ayrıca müşterek av partileri yapılırdı. Bahar başında dere coştuğunda karşıdan karşıya geçme imkânı syoktu. Bazen büyük kalaslar uzatılırdı. Bunlardan geçmek hüner isterdi. Kalastan geçmek ya da atıyla doğrudan dereyi geçmek isteyenlerden boğulanlar olurdu.

               Köy halkından, bilhassa kadınlardan köy dışına, kasabaya ve şehre gidenler çok azdı. Köyde doğup köyde ömrünü geçirmiş çok kişi vardı. Bunun nedeni köylülerin meraksızlığı değil, ülkenin içinde bulunduğu neredeyse sürekli bir savaş halinin ekonomi üzerindeki tahribatı olmalı.

Kaynak: Bursa’dan Dersim’e Bir Hekimin Anıları, C. İrgil ve D. Dalkılınç (haz.), Sia yayınları, 2024, s. 22-30.

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 30/10/24