Bir Türk Başkenti Bursa,
Albert Gabriel, Osmangazi Belediyesi, haz: Neslihan Er, Hamit Er, Aykut
Kazancıgil, 2008
A.H. Tanpınar'ın A. Gabriel hakkında yazdıkları:
"..büyük, muhteşem eseri bir aşk tılsımı gibi bundan böyle abidelerimizin
önünde bekleyecek ve sahibinin eşsiz dost yüzünü, dürüst ahlakını, asil ve
babacan hüviyetini hatırlatacak olan hemşehrimiz Profesör Gabriel...."
(Yaşadığım Gibi, 5. bs, s. 279-80)
|
|
Prof. Dr. Sabri Esad Siyavuşgil
Yabancının türlüsü vardır. Fakat tüccar olsun, diplomat, âlim veya
turist olsun, bize karşı iki çeşit tavır takınır. Ya memleketinden bir yığın
peşin hükümle gelmiştir, kafasında muayyen bir Türk hayali vardır. Böylesi
memleketimize ayak bastıktan sonra her adım başında karşılaştığı realitenin
tekzibine uğramaktan huzursuzluk duymaya başlar. Kafasında bir sır gibi
sakladığı hayal her gün hadiselerle aşındıkça huzursuzluğu artar. Bir de
yabancının bir de peşin hükümsüz geleni vardır. Gelir ve aramıza karışır.
Görür ve görürken duymasını, duyarken de görmesini bilir. Elini Türk dostuna
uzatırken ne aşırı bir reveransın altında saklayacak çarpık bir maksadı, ne
de beylik bir tebessümle örtecek tiksinti vardır. O artık bizden olmuştur.
Yabancının böylesi ne yazık ki sokak dolusu olmaz. Yabancının böylesi
diyorum. Hayır, yanlış. Böylesine yabancı demeğe dilimiz bile varmaz.
İktisat Fakültesinin gayretli ve sempatik dekanı Ziyaeddin Fahri
Fındıkoğlu’nun himmetiyle, yeni Fen Fakültesi binasında College de France
hocalarından A. Gabriel’in Bursa’ya dair konferansını dinlerken zihnimden
bunları geçirdim. Gabriel, insana tesadüfen başka bir diyarda doğmuş hissini
verecek kadar bizdendir. Her biri ilmin olduğu kadar sevginin de abidesi
olan “Anadolu’nun Türk Abideleri” veya “Boğaziçi Hisarları” adlı eserleriyle
Gabriel’i tanıyanlar, bütün hayatını Türk sanat eserlerinin tetkikine
hasretmiş olan bu Fransız âlimini minnetle sevmişlerdir.
Gabriel’i
İstanbul’daki Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nün kurucusu ve müdürü olarak
tanıyanlar vardır, İstanbul Üniversitesi’nin eski bir hocası olarak
hatırlayanlar vardır. Onu Anadolu’nun ücra köşelerinde Türk sanat eserlerini
araştırırken görenler olmuştur. Hatta son yıllarda yalnız Paris’teki College
de France kürsüsünden değil, Avrupa’nın büyük şehirlerinde verdiği
konferanslarla, kendi öz malımız olan sanatın tapusunu Garbın gözleri önüne
serdiğini bilenler de vardır. Fakat bu gayretleri, büyük âlimin bize karşı
beslediği dostluk ve sevginin tam ölçüsünü vermez. Onun, geçen gün Türk
Bursa’dan ne derin bir aşk, ne berrak bir anlayışla bahsettiğini
dinleyenler, bütün bu muvaffakiyetleri izah eden sırrı keşfetmiş oldular.
Gabriel bize Bursa’yı anlattı, hissettirdi, sevdirdi. Türk zevkinin
ve kültürünün bu mübarek şehre halis bir sanatla işlendiğini; mekân ile
zamanın, hayal ile hakikatin ne munis bir terkip içinde eridiğini, Türk
karakter ve faziletinin nasıl abideleştiğini gördük, Bursa bir sevgi halesi
içinde gönüllerimizde yeniden doğdu. Konferanstan çıkarken bir dostum
kulağıma eğilerek:
- Bana Bursa’yı bugün Gabriel öğretti, demesini gün geçtikçe daha iyi
anlıyorum.
Mimarinin teknik ayrıntılarını bir tarafa bırakıyorum. Fakat o
konferansta, Frenklerin turquoise dedikleri mavinin asaletini, cami içinde
kubbeye kadar yükselen çini ve nakışların haşmeti manasını, türbelerde
azametle bağdaş kuran huzur ve sükûnetin manevi değerini, herkes gibi ben de
yalnız akıl yolu ile değil, duygu yolu ile de anladım. Gabriel Bursa’yı bize
sadece coğrafyaya yaslanmış bir tarih olarak değil, istikbale doğru
kanatlanacak hamlelerin bir ilham kaynağı olarak gösterdi. Mimari ve sanat
tarihinin bittiği noktada bir milletin ruhunun ebedi macerası başlıyordu.
Gabriel’in sözleri kadar sıcak tonlarla projeksiyon perdesine aksettirdiği
renkli fotoğraflar, bir mavi ve yeşil cümbüşü içinde, bir çoklarının hala
şüphe ile karşıladıkları bir davanın inkar kabul etmez bir ispatı oldu.
Sanat tarihi, yalnız şekillerin tarihi değildir. Sütunda, kubbede,
revakta hendeseyi (geometriyi) aramakla ve bu hendesenin asırlar boyunca
nasıl geliştiğini bulmakla sanat tarihçisi ne nefsini ne de başkalarını
tatmin edebilir. Sanat tarihi, maddeye işlenmiş tarih de değildir. Öyle
olsaydı, diğer tarihi izlerin yanı sıra pek sönük, silik kalırdı. Asıl sanat
tarihi maddeye şekil veren ruhun macerasıdır. Bursa abidelerini bu gözle
gören Gabriel’in konferansında, bütün bir şehir abideleşmiş oldu. Gabriel
Bursa maddesine işlenmiş ruhun macerasını anlatırken, o ruhu sezen ediplerin
intibalarını da ihmal etmedi. Piere Loti’den Andre Gide’e kadar Bursa’yı
ziyaret edip gördüklerini ve duyduklarını anlatan Fransız muharrirlerini
kendi zevk ve anlayışının mihengine vurdu. onların bazen hissettikleri derin
gerçeği belirtirken, düştükleri hatalara da mim koşmaktan çekinmedi.
Edebiyatın Bursası ile sanat tarihinin Bursasını zarif bir terkip halinde
inşa ederken, en renkli malzemeyi ve en şahane mimariyi, yine muasır Türk
edebiyatında buldu. Beş Şehir mucizesini yaratan Ahmet Hamdi Tanpınar’ın
Bursası ile Gabriel’in Bursası, birbirine Türk halılarındaki çiçekler gibi
girift oldular.
Temmuz 1949
|