Mümtaz Özsel'in 18.3.2011'de Bursa Gerçek
gazetesinde yayımlanan yazısıdır.
Türk
edebiyat ve düşünce dünyasını Ahmet Hamdi Tanpınar kadar meşgul eden ve
etkileyen herhalde az isim vardır. Bilenler bildikleri için, bilmeyenler de
bu ismi çevreleyen büyülü atmosferin etkisine kapıldıkları için, hangi
zihniyet yapısına sahip olurlarsa olsunlar, onu her zaman hürmet dairesi
içinde anarlar.
Hepimiz gibi
insanlıkla malül olduğu için şahsiyetinin aksayan taraflarını bir kenara
bırakarak söylemek gerekir ki o, yaşadığımız medeniyet buhranından çıkmak
için bir kurtuluş kapısı aramasıyla, bulabildiği cevapları sanatkârca
işleyip abide eserler halinde bize armağan etmesiyle bu hürmete layıktır.
Fakat bunu yaparken kullandığı, daha doğrusu erdiği bir Türkçe var ki
üzerinde ne kadar söz söylense azdır. Bugün hayranlıkla okuyup idrak
ettiğimiz bu Türkçe, Tanpınar'ın kendine özgü mizacının, yetiştiği çevrenin,
Doğu ve Batı kaynaklarından devşirdiği muazzam kültür birikiminin, hiç
aksamayan bir dikkat ve dil disiplininin ortak ürünüdür demek hiç de yanlış
olmaz.
Nesirleri ve şiirleri için bu böyledir,
evet. Beş Şehir'de Bursalı ihtiyar kahvecinin şadırvana attığı gül, Huzur'da
Nuran'la birlikte ölümsüzleşen musiki, Bursa'da Zaman'ın billur avizesi,
Mahur Beste'de Behçet Bey'in naifliği, hatta 19. Asır Türk Edebiyatı'nda
bütünüyle bir tarihî devir, hep aynı dilin sunduğu geniş imkânlarla konuşur.
Ancak günlükler, mektuplar, hatta ayaküstü aldığı notlar için de durum fazla
değişmez; Tanpınar okuyucusu için Türkçenin mevsimi daima bahardır. Paris'te
gezdiği müze ve sergilerde tuttuğu notlardan bazılarına bakalım:
"Corot'un 'İncili Kadın'ını görmemiş adam, bir kadın çehresinden bütün bir
masal yaratılacağını anlayamaz."
"Bonnard hemen her rengi bir zafer
yapabiliyor."
"kanepesinde o kadar zengin şekilde yalnızlığı tadan
mesut çocuk…"
Eser karşısında aradığı ifadeyi
hemen buluveren, sıradanlıktan da özentiden de çok uzakta olan Tanpınar,
asıl olarak şiirinde yaptığı şeyi daima yapmak ister ve bunda çok başarılı
olur: kullandığı dili "kristalleştirmek", ona ölümsüz bir form vermek.
Dolayısıyla, hangi eserini kaçıncı kez okursak okuyalım, mutlaka her
seferinde altını çizecek bir cümle, "Daha önce nasıl görmedim?" diyecek bir
söz güzelliği ve fikir rüşdü buluruz. Eserlerinde, kişisel notlarında ve
derslerinde alınan notlarda bu tarz yüzlerce cümlesi görülür ki hepsi bir
araya getirilse, ortaya bir "Tanpınar Aforizmaları" kitapçığı çıkması işten
bile değildir. Bazısı zihnimizde şimşek çaktıran, bazısı gülümseten bu
sözlerinden birkaçı:
-Bizim Avrupalılaşmamız, Çinlinin pantolon
yapmasına benzer: "Al şu kumaşı, bu pantolonun aynısını yap" demişler.
Ertesi gün lekesiyle, yırtığıyla aynı pantolonu yapıp getirmiş.
-Pek
az tarihte Osmanlı tarihi kadar hiçbir şeye yaramayan isyan ve ihtilal
görürüz.
-İnsan sanata ne ile gelirse onu bulur.
-İdealin ufku
evvela edebiyatta gülümser, biz çok defa meşalenin geçtiğimiz yolu
aydınlatmasını istiyoruz.
-Şiir, hikâyedeki Melâmî dervişine benzer.
Ateşe atılınca derviş sırrolur, yalnız tacı ile hırkası kalır.
-Gece
bizde konuştuğu için rüya görürüz.
-Bilir misiniz, rüyada insanlar
birbirinin gözlerine bakamazlar. Ve bakarlarsa çok ıstıraplı olur. Derhal
uyanırlar.
-Sistemle büyük edebiyat olmaz, humması yaşanan fikirle
edebiyat olur.
-Musiki, giydirilmiş zamandır.
-Sanatta mümkünü
aramak en tehlikeli zayıflıktır.
-Şiir dilin çiçeğidir.
-Muş'ta kim dinler padişahı: Ardıç kadı, meşe müftü.
-Namus evkaf
kâtipliğine lazım; başvekile akıl lazım.
-Yanlış, ilmin salçasıdır.
-Çeki ile elmas değil odun tartılır.
-Ufak bir zevksizlik devrin
büyük eşeklerini zirveye çıkarır.
-Yaşama iradesinin öldürdüğü düşman
bir daha dirilmez.
-Prestij: Ayın suya bıraktığı şey, kendisi değil
ama şân u şerefidir.
-Gizli konuşmak, konuşmamak demektir.
-Muhayyile, herhangi bir şeyi uydurmak değil, belki herhangi bir şeye
hayatın sıcaklığını geçirmek, yalanı yaşar hale sokmaktır.
-(Ahmet
Haşim hakkında) Zarif konuşur fakat küfre başladı mı bir gemici bile gıpta
edebilirdi. Gözünün içine bakan, şair olduğunu anlardı.
***
Fakat Tanpınar'da iki ayrı dünya var: Bir tarafta "Kırtipil Hamdi" diye
dalga geçilen, hiçbir vakit hesabını bilmeyen, maddi sıkıntıdan kurtulamayan
ve parasızlık yüzünden -bir rivayete göre- Yeşilçam'da figüranlık eden, aile
saadetinden mahrum, mustarip bir edebiyat profesörü. Diğer tarafta bambaşka
biri var sanki: Çok az insana kısmet olacak muhteşem bir üslup, hâlâ
aşılamamış eserler, üzerinde çok düşünülecek fikirler, değer bilenlere
bırakılmış büyük bir kültür ve dil mirası… Yaşarken bahtsız, yazarken
bahtiyar adamdır Tanpınar ve o daima bu düalitenin adamı olmuştur. Kendine
gösteremediği itinayı eserine kusursuz olarak gösteren Tanpınar'dan okuyup
öğreneceğimiz, tadına varacağımız daha çok cümle var.
***
Ve
bir soru: Bizde hâlâ niye bir Tanpınar sözlüğü, hatta bir Tanpınar
ansiklopedisi yok? Halbuki büyük yazarların düşünce dünyalarını
besleyen sanatçılar, kavramlar, şehirler, sevdikleri kelimeler ve dilin
onlara özgü kullanım şekilleri vardır. Bunları bilip anlamadan büyük
yazarlarımızı anlamak da zor.
Not:
Çok şükür 2019'dan beri
Tanpınar Sözlüğümüz var!