İlhan Tekeli
I.GİRİŞ
Bursa’nın son yedi yüzyıllık tarihine bakıldığında kentin üç önemli
yapısal değişiklik geçirdiği gözlenmektedir. Bu dönüşümlerden birincisi 14.
yüzyılın ikinci yarısında kale dışında bedesten merkezli bir çarşı
sisteminin oluşması ve kentin gelişme dinamiğini ve kimliğini belirleyen
güçlü bir odak haline gelmesidir. İkincisi 19 yüzyılın ikinci yarısında kentin Osmanlı modernitesinin
etkisi altında yaşadığı yeniden yapılanmasıdır. Üçüncüsü ise Türkiye’nin
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı kentleşmenin ve Bursa’da özellikle
1970’li yıllardan sonra gözlenen sanayideki niteliksel bir sıçramanın kentte
yaratığı dönüşümdür. Bursa’nın tarihinin yazılması bakımından bu üç
dönüşümün nedenlerinin iyice anlaşılması ve bu dönüşümlerde ortaya çıkan
yeniden yapılanmanın neden belli bir biçimde olduğunun çözümlenmesi çok
önemlidir. Ama unutulmamalıdır ki bu üç dönüşüm gerçekte sadece Bursa’ya
özgü değildir, bu dönüşümler tüm Anadolu kentlerinde belli zaman
kaymalarıyla yaşanmıştır. Bu nedenle bu üç dönüşümün Bursa örneğinde
yorumlanması gerçekte tüm Anadolu kentlerinin oluşum tarihi üstünde düşünmek
demek olmaktadır.
Bursa’nın son yedi yüzyıllık tarihi içinde kentin kaderinin belli
bazı konumsal özelliklere ve temel işlevlere bağlı kaldığı hemen
görülmektedir. Bu boyutlardan birincisi Bursa’nın verimli bir ova ve genişçe
bir tarımsal hinterland içinde merkezi yer olmasıdır. İkincisi İstanbul gibi
bir dünya kentinin çok yakınında olması ve onunla özel ilişkiler içinde
bulunmasıdır. Üçüncüsü ise uzun mesafe (uluslararası) ticarette önemli bir
merkez olma niteliğidir. Dördüncüsü özellikle ipek ve ipekli dokuma başta
gelmek üzere bir sanayi merkezi olma işlevinin varlığıdır. Beşincisi ise
kaplıcaları dolayısıyla bir dinlenme ve tedavi merkezi işlevi görmesidir.
Bursa kentinin yaşadığı her üç dönüşümün de, bu beş boyutun bir kısmının
değişik nedenlerle önemli değişmeler geçirmek durumunda kalması ya da
birbirleriyle ilişkilerinin değişmesi sonucu ortaya çıktığı söylenebilir. Bu
boyutlardaki değişmeleri Bursa’nın içinden çok dışından kaynaklanan nedenler
yaratmıştır denilebilir.
Kentin temel işlevlerinde meydana gelen bu değişmeler bir yandan yeni
yapı talepleri başka bir terminolojiyle ifade edilirse yeni arazi kullanma
biçimleri yaratmakta, öte yandan kentin toplumsal tabakalaşma biçimini
değiştirmektedir. Bu ise kentin mekanında hem arazi kullanma hem toplumsal
tabakalaşma bakımından yeni bir farklılaşma kalıbı, yeni bir kentsel doku ve
kent formu ortaya çıkaracaktır. Bu yeni yapının özelliklerini sadece kentin
temel işlevlerindeki değişmelere dayanarak kavramak büyük ölçüde yetersiz
kalacaktır. Kentin biçimlenişin de o kente özgü özelliklerin ortaya
çıkarılmasına olanak vermeyecektir.
Bu nedenle kentin yeniden yapılanma dönemlerinde, bu dönüşümlerin
nasıl gerçekleştiği üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu gerçekleşme doğal
çevrenin sağladığı olanaklar içinde toplumdaki bireylerin ve kurumların
kapasitelerine ve toplumda yönetim fonksiyonlarının örgütlenme biçimlerine
göre oluşmaktadır. Yaşanan dönüşümlere böyle nedensel ve olumsal
özellikleriyle yaklaşılması yerelin etkilerinin de gözlenmesine olanak
verecektir.
II.
14. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA KALE DIŞINDA BEDESTEN MERKEZLİ BİR ÇARŞILAR
SİSTEMİNİN OLUŞUMU VE KENTİN YENİDEN YAPILANMASI
Bursa’nın yaşadığı dönüşümlerin olumsal (contingent) yönlerini
kavrayabilmek için kentin coğrafi konumumu çözümlemek gerekir. Bursa verimli
bir ovanın güneyinde birden dik olarak yükselen bir dağın eteğindeki kuzeye
bakan bir terasta yer almaktadır. Bursa’nın coğrafi konumu sadece bu
jeomorfolojik nitelikleriyle özetlenmez. Buna yüzyıllar boyunca bir dünya
kenti olma niteliğini korumuş olan İstanbul’a uzaklığını da mutlaka eklemek
gerekir. İstanbul’a kuş uçusu 100 km uzaklıktadır. Bu 100 km’nin 70’i
denizyolu, 30’u karayoludur. Kırılma noktasında Mudanya bulunmaktadır.
Bu coğrafi konumun özellikle bir sanayi öncesi kentinin oluşumu için
anlamının ne olduğu üzerinde duralım. Kenarında yer aldığı verimli ova, bir
merkezi yerin (central place) oluşumu için gerekli artık üretiminin
koşullarını sağlamakta, sırtını yasladığı dağ ise kentte yaşacaklar ve
kentte yer alacak olan sanayi
üretimi için gerekli bol suyu sağlamakta, dağ eteğinde ovadan
60 m lik dik bir yarla ayrılan teras savunmaya uygun bir kalenin
yapılmasına olanak vermektedir.
Bu koşullar bir sanayi öncesi kentinin oluşumu için çok uygundur. Ama onun
büyük bir ticari merkez olmasını açıklamakta yetersiz kalır. Bunu
açıklamakta ise kentin İstanbul’a göre konumu ve buna bağlı olarak uzun
mesafe ticaret yollarının biçimlenişi önem kazanmaktadır. Bursa’nın
İstanbul’a uzaklığı içinde yer aldığı politik sistemin niteliğine göre hem
yeni bir büyük kentsel merkezin doğmasını önleyecek kadar yakın, hem de yeni
bir büyük kentsel merkezin doğmasına olanak verecek kadar uzak olarak
yorumlanabilecektir.
Kentin coğrafi konumu sadece kentin önemini ve işlevlerini etkilemek
bakımından önemli değildir. Aynı zamanda kentin dokusunun oluşumunda da
etkili olmaktadır. Kentin Uludağ’ın kuzey yamaçlarında yer alması kentin
mikro klimatik özelliklerini
olumsuz olarak etkilemektedir. Ayrıca bu kentin ilk gelişme aşamasının
doğu-batı aksında olması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Kentin Uludağ’ın
sırtına yaslanmış olmasının ilginç bir sonucu da bu görkemli dağı görsel
olarak kentlinin yaşantısından çıkarmasıdır. Örneğin Kayseri’nin Erciyes’le,
Antalya’nın Bey Dağlarıyla ilişkisi Bursa’nın Uludağ’la ilişkisinden çok
farklıdır. Bursa’yı anlatan şehrengizlerde Uludağ’a çok az yer verilmesi ya
da hiç değinilmemiş olmasında bu konumlanışın etkisi vardır sanıyorum.
Bursa’nın Osmanlı öncesi tarihine ilişkin bilgilerimiz çoğu kez
bulanık ve azdır. Kenti kuran Bitinyalıların bu yöreye
M.Ö.700’lere doğru Trakya ve Boğazlar üzerinden geldikleri
bilinmektedir(1) . Ama kuruluş için verilen tarihler önemli
farklılıklar göstermektedir. Strabon kentin M.Ö.550’de kurulduğunu
söylemektedir(2).
Oysa kentin Kartacalı kumandan Hannibal’ın Bitinya krallığına sığındığı
yıllarda yaptığı öneri üzerine Kral Prusias tarafından kurulduğunu
söyleyenler kuruluş tarihini M.Ö.185 yılına kadar öne almaktadırlar.
Hannibal’ın önerisi üzerine Romalılar ile çatışan Prusias Nilüfer Çayıyla
Uludağ arasında bulunan Atusa yerleşmesini ele geçirerek yakıp yıkmış ve bir
kale kent (castron) olarak
Bursa’yı kurmuştur(3).
Bitinya döneminde kentin ovanın artı ürününü denetleyen bir kale kent
olmanın ötesinde bir işlev ve önem kazandığını gösteren bilgilere sahip
değiliz.
Bitinya krallığı M.Ö.74 yılında IV Nikomedes’in ölümü sonrasında,
vasiyetine uygun olarak, Roma İmparatorluğuna katılınca Bursa’da MS.395
yılına kadar sürecek olan Roma dönemi başladı. Bu dönemin başlangıcında
Bursa çok önemli olmayan bir kale kentti. Ama Bursa’nın sıcak su kaynakları
ona özel bir nitelik kazandırdı. İmparator Trajan döneminde M.S.84’de
senatosu bulunan birinci sınıf bir kent haline gelmiştir. Bunu Trajan’ın
dikkatini çekmeyi başaran genç vali Plinus’un çalışmaları sağlamıştır. Bu
vali kaplıcaları geliştirmiş kenti imar etmiştir. Bu gelişmenin sadece
Pliunus’a bağlanması ne kadar doğru olur? Bu gelişmeyi açıklayıcı ekonomik
nedenler nelerdir? Bu sorulara şimdilik bir yanıtım yok sadece sormakla
yetiniyorum.
M.S.395- M.S.1326 arasındaki yaklaşık bin yıl süresince Bursa bir
Bizans kenti olmuştur. Bursa Bizans yönetimine geçtiğinde özel bir öneme
sahip değildir. Bu uzun süre içinde Bursa’nın daha sonraki yıllardaki
kaderini de etkileyen gelişmelerin İmparator I.Justinianus döneminde
olmuştur. Bu dönemde bir yandan kaplıcalarının ünü yayılmış diğer taraftan
Çin’den kaçak olarak getirilen ipek böceği tohumları çoğaltılarak
M.S.555’lerde Bursa’da ipek üretimi başlamıştır(4). İpekli dokumalara düşkün olan Bizans Sarayı için bu üretimin çok
önemli olduğu sonucu çıkarsanabilir.
Ama bu üretimin ne kadar gelişmiş olduğu konusunda yeterli bilgiye
sahip değiliz. Bursa ipekçiliği konusunda çok değerli bir çalışma yapmış
olan Fahri Dalsar’a göre Osmanlıların Bursa’yı aldıkları yıllarda Bursa ve
civarında bir ipek üretimi vardı ama bu çok gelişmiş bir üretim değildi. Bir
yandan miktar olarak çok değildi, öte yandan büyük olasılıkla kozadan iplik
çekilmesi bilinmiyordu, kozalar yolunarak ipek sağlanıyor daha sonra
eğriliyordu(5).
Bizans Tekfurunun teslim olmasıyla Bursa 1326 tarihinde Osmanlıların
eline geçtiğinde nüfusunun ne büyüklükte olduğu konusunda güvenilir bir
bilgi bulunmamaktadır. Ama yapısının ne olduğu bilinmektedir. Bu dönemde
kenti üç ögesiyle betimlemek olanaklıdır. Bunlardan birincisi ve yapının
betimlenmesinde referans oluşturanı olarak kaledir. 67 kulesi ve beş kapısı
olan Kale doğu batı ekseninde 800 m uzunlukta, kuzey güney 500 m’
genişliktedir. Kentin ikinci öğesi içkaledir. 17 kulesi bulunan içkalede
kenti yönetenlerin sarayı yer almaktadır. Kent yöneticilerinin yaşadığı
içkale kentin prestij odağıdır. Çevresine diğer önemli yapılar toplanmıştır.
Bursa’da da tekfur sarayının yanında Hagia Elias manastırı bulunmaktaydı.
Kale ile içkale arasında kentte yaşayanların evleri bulunmaktadır. Bu alanda
mahallelere ayrılmış bir yerleşme olduğu, bu mahallelerin saygınlık
farklılaşmasında saraya uzaklığın önemli bir faktör olduğu
söylenebilmektedir. Kale içinde kaç mahalle ve ev olduğuna ilişkin açık bir
bilgiye sahip değiliz. Bazı araştırmacılar önemli bir değişme olmadığı
varsayımıyla Evliya Çelebi’nin 17 yüzyıla ilişkin verdiği verileri
kullanmaktadırlar(6).
Kuşkusuz böyle bir varsayımı yapmak doğru değildir. Kent yapısının
üçüncü öğesi kale altıdır (tahte-l kale) Bursa’da kale altı denildiğinde
kentin ana girişi olan doğu kapısının önünü anlamak gerekir. Bir ortaçağ
kentini anlamak bakımından kalenin dışındaki alanlar da kalenin içindekiler
kadar önemlidir. Kenti kalesinin içi ve dışıyla bir bütün olarak görmek
gerekir. Kentin yakın hinterlandıyla ve uzun mesafe ticaretiyle ilişkileri
bu alanda gerçekleşir. Bu yerleşik olmayan daha çok pazarlar halinde
gerçekleşen bir ticarettir. Kentin Osmanlılarca alındığı dönemde kale
dışının niteliği hakkındaki bilgilerimiz de çok azdır. Ama kale surlarının
dışında iki rum bir yahudi mahallesi olduğu bilinmektedir(7).
Aslında Türklerin kentle ilişkisinin 1326 da kalenin alınmasından
oldukça önce başladığı anlaşılmaktadır. Bursa çevresindeki Kocayayla,
Kestel, Atranos (Orhaneli) gibi yaylaklara yerleşen yörükler ürettikleri yün
ve deriyle Bursa’da debbağlığın ve dokumacılığın gelişmesine katkı
yapmışlardı(8). Muhtemelen bu faaliyetlerden dokumacılık kale içinde yer alırken debbağlık
kale dışında su kıyılarında yer alıyordu. Osmanlıların Bursa’yı almalarının
da kale dışını denetlemekle başladığı görülmektedir. Osmanlıların kenti
muhasarası 12 yıl sürmüştür. Bu muhasara sırasında 1315 yılında doğuya
yaptıkları Balabancık kulesiyle, batıya kaplıca tarafına yaptıkları Ak Timur
kulesiyle kale dışını ve kapılarını denetim altına almışlardır(9).
Böyle bir muhasara muhtemelen kale altındaki ekonomik yaşamı
etkilemiştir. Osmanlıların kenti aldıklarında bu alan eski canlılığına sahip
değildi(10).
1326 da kent teslim olduğundan kale içi önemli bir yıkıma uğramadan
Sultan Orhan’ın eline geçmişti. Bursa Osmanlı’ların başkenti haline geldi(11). Tekfur sarayı Orhan beyin sarayı(12)
haline geldi yanındaki manastır medreseye dönüştü. İlk Osmanlı
parasının basılacağı darphane manastırın yanında yer aldı. Hisar içi
mahallelere önemli ölçüde Türk nüfus yerleştirildi. Kale içi bu tür
değişiklikler dışında büyük ölçüde yapısını korudu.
Osmanlıların kentte başlattıkları büyük dönüşüm kale dışında bedesten
merkezli çarşılardan oluşan bir iş merkezinin kurulması ve geliştirilmesi
oldu. İlk adımları Orhan Bey döneminde atılan bu dönüşüm 14. Yüzyılın ikinci
yarısında gerçekleşti. Bu gelişmede imparatorluğun yayılımına paralel olarak
ve Osmanlıların uzun mesafe ticaretini Bursa’ya çekmek için yaptıkları
girişimler etkili oldu. Bu gelişmeler sonucunda Bursa hem doğudan hem de
batıdan gelen ticaret yolunun kesişmesi sonucu bir dünya ticaret merkezi
(emporium) haline geldi.
Bu ticaret yolları içinde Bursa bakımından en kritik öneme sahip
olanı ipek yoluydu. İpek yolu Tebriz’den başlıyordu. Tebriz Moğol hakimiyeti
sırasında İran ipek ticaretinin merkezi haline gelmişti. Bu ipeğe Avrupa’da
özellikle İtalya’da büyük bir talep vardı. Avrupa’da haçlı seferlerinden
sonra doğan ipekli kumaş modası 1300 den itibaren İtalya’da ipekli
dokumacılığın gelişmesine neden olmuştu. Bu da İran ham ipeğine büyük bir
talep yaratıyordu(13).
Bursa Osmanlılarca alındığında Tebriz ipeği önce Trabzon limanına
oradan denizyoluyla Ceneviz kolonisi Pera’ya
ve sonra İtalya’ya ulaşıyordu. 1352 yılında Orhan Bey bu ticareti
Bursa’ya çekebilmek için Cenevizlere bazı kapitülasyonlar vermişti(14).
Bu ticaretin Bursa’ya çekilebilmesi için ipek yolunun denizyolundan
karayoluna kaydırılması gerekiyordu. Bu ise İpek Yolunda kervanların
Tebriz-Erzincan-Tokat-Amasya-Osmancık-Bolu-Bursa güzergâhını ya da Tokat’tan
sonra Ankara-Eskişehir-Bursa güzergahını izlemesi demekti. Osmanlılar
14.yüzyıl içinde adım adım doğuya doğru yayıldılar. 1354’te Ankara, 1392’de
Osmancık ve Amasya, 1401’de Erzincan alındı(15). Bu yayılma ile Anadolu içindeki İpek Yolu güzergahının Osmanlı
denetimine girmesi ve bu güzergahta güvenliğin sağlanması, ipek yolunun
denizden içe kaymasını Bursa’ya yönelmesini güçlendirici bir etki
yaratıyordu.
Ama Osmanlı İmparatorluğunun yayılması ipek yolunun denizden
karayoluna geçmesini açıklamakta tek başına yeterli olduğu söylenemez. O
dönemde denizyolu taşımasının karayolu taşımasına göre en az on misli ucuz
olduğu bilindiğinde bu sıçramayı açıklamak için daha başka yorumlara da
gerek olduğu ortaya çıkar. Bu açıklama kervan ticaretinin niteliğinde
bulunabilir. Kervanı bugünün kamyonu gibi belli bir yükü bir noktadan alıp
bir başka noktaya götüren salt bir taşıma örgütlenmesi olarak gördüğümüzde
taşıma maliyeti çok önemli hale gelir. Oysa kervanı hareket eden bir pazar
olarak gördüğümüzde salt taşıma maliyeti açıklayıcı olmada önemini yitirir.
Kervan belli sayıda tüccarın belli kurallara uygun olarak bir araya
geldikleri bir noktadan bir başka noktaya giderken her konakladığı ya da
belli konaklama yerlerinde mal alıp satan, sürekli olarak taşıdığı mal
kompozisyonu değişen bir ticaret örgütlenmesidir. Böyle olunca tüccarın
kârlılığında artık taşıma maliyetleri önemini yitirmekte konaklama
yerlerindeki ticaret fırsatları önem kazanmaktadır. Bu halde de bir kervan
güzergâhı ticaret fırsatları yaratabilen yerleşmelerden geçiyorsa İpek
Yolunun denizden karaya kayması anlaşılır olmaktadır. İpek yolu örneğinde
olduğu gibi yerleşik kervan güzergâhları, üzerlerindeki yerleşmelerin
değişik üretimlerde ihtisaslaşmasını teşvik eder hale gelmektedir. Bir
güzergâh üzerinde yer alan bu tür ihtisaslaşmış üretimler de kervanda yer
alan tüccarların ticaret fırsatlarını en çoğa çıkarmaktadır. Kervan ile
geçtiği yol üzerindeki kentler arasında bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi
vardır.
Doğu’dan gelen mallar için Bursa’nın kendisine çektiği tek kervan
güzergahı İpek Yolu değildi. Hindistan ve Arabistan’dan gelen baharat
kervanlarını da 14. yüzyıl içinde kendisine çekebildi.
Basra’dan ve Kızıldeniz’den gelen kervanlar Halep’e ulaştıktan sonra
Adana-Konya-Akşehir-Kütahya üzerinden Bursa’ya uzanıyordu. Ayrıca Mısır’dan
denizyoluyla Antalya’ya gelen tüccarlar buradan Isparta-Kütahya yoluyla
Bursa’ya uzanıyordu.
Bursa’nın bir dünya ticaret merkezi (emporium) haline gelebilmesi
için Batı’dan gelen ticaret yollarını da kendisine çekebilmesi gerekiyordu.
Yıldırım Beyazıt döneminde 1391’de Batı Anadolu’da Balat, Efes ve İzmir
Osmanlı denetimine girince Batı Anadolu
limanlarıyla-İzmir-Manisa-Akhisar-Balıkesir-Bursa güzergâhı ortaya çıkmıştır(16).
Öte yandan 1351’de Gelibolu’nun, 1361’de Edirne’nin alınmasından
sonra Edirne-Gelibolu-Bursa güzergâhı da Batıdan ve Balkanlardan gelen
tüccarları Bursa’ya yönlendiriyordu.
İstanbul gibi çok uygun konumdaki bir kent varken neden doğudan ve
batıdan gelen kentlerin Bursa’da bir dünya ticaret merkezi yaratacak biçimde
kesiştikleri sorusu üzerinde durulmalıdır. Bu sorunun yanıtı büyük ölçüde
İstanbul’un Bursa’dan 127 yıl sonra fetih edilmiş olmasında bulunabilir.
Osmanlıların yayılarak İstanbul’un hinterlandını denetlemesi bir tür
kuşatılması sonucu İstanbul böyle bir işlevi kendisine çekemez hale
gelmiştir. Eğer İstanbul böyle uzun süren bir gecikmeyle alınmasaydı, büyük
olasılıkla Bursa böyle bir merkez haline gelemeyecekti. Nitekim Bizans
döneminde Bursa Osmanlı dönemindeki kadar önem kazanamamıştır. Ama Bursa
dünya düzeyinde önemli bir ticaret ve üretim merkezi haline gelerek önemli
dışsallıklar yarattıktan sonra İstanbul alınmasından sonra da önemini
koruyabilmiştir.
Bursa’nın bir merkez olarak İstanbul’a rağmen varlığını koruyabilmesi
Bursa’nın İstanbul’dan bağımsızlığı olarak yorumlanmamalıdır. Bursa
ekonomisinin canlılığında 15 ve 16 hatta daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı
sarayın ve İstanbul’un özellikle ipek ve ipekli dokuma talebinin yüksekliği
etkili olmuştur. Bu da Bursa-İstanbul arasında ulaşımın örgütlenmesini
önemli hale getiriyordu.16 yüzyıl sonunda bu bağlantıyı İstanbul Peremeciler
Kethüdasının denetimindeki lonca sağlıyordu. İstanbul’da bulunan 20 kayık
Mudanya’da bulunan 10 kayık bu loncaya bağlı olarak bu işlevi yerine
getiriyordu. Bunların dışında kaçak kayıkların da çalıştığı bunların
engellenmesi için zaman zaman önlemlerin alındığı anlaşılmaktadır(17).
Kesişen ticaret yolları İran’dan ham ipek, doğudan baharat türleri,
indigo vb. malları, batıdan ise yünlü kumaş, kağıt vb.lerini Bursa’ya
getiriyordu. Bursa sadece doğudan ve batıdan gelen malların değişildiği bir
pazar yeri değildi. Böyle önemli bir pazar Bursa ve çevresindeki üretimi de
geliştiriyordu. Bursa’yı Osmanlıların almasından kısa bir süre sonra ziyaret
etmiş olan İbn-i Batuta burada ipekli dokumacılığın varlığından söz
etmektedir. Bunun dışında pamuklu dokuma, deri ve deri mamulleri üretimi,
sabun, yağ, şarap ve değişik gıda maddeleri kereste ve ağaç ürünleri, bakır
ve değişik madeni mamüller yer almaktadır.
Buradaki tartışmamız bakımından önemli olan bu üretim ve ticaret
faaliyetlerinin kale dışında yerleşik bir iş merkezi oluşturmasıdır. Daha
önce kale altında açık pazarlarda gerçekleşen ticari faaliyetlerin yerleşik
hale gelmesine bir açıklama getirmek gerekir.
Daha önce üzerinde durduğumuz kervanlarla yapılan uzun mesafe
ticaretinde esas aktör gezginci tüccar olduğu için kale dışında bir
kervansarayın varlığının ticaret işlevlerinin görülmesi için yeterli olacağı
söylenebilir. Nitekim 14 yüzyılda Bursa dışındaki Anadolu kentleri için bu
yeterli olmuştur. Oysa Bursa’da bedestenin yapılması diğer Anadolu
kentlerinden en az bir yüzyıl daha önce olmuştur. Bunun nedeni Bursa’nın
daha 14 yüzyılın sonuna doğru bir dünya ticaret merkezi (emporium) haline
gelmesidir. Bu nokta kervanların güzergahlarının başlangıç ya da bitiş
noktası olmasıdır. Bu noktalara yabancı tüccarlar uzun dönemli olarak
yerleşmektedir. Mallarını depolamaktadırlar. Bu durumda bir tür yerleşik
tüccar haline gelmektedir.
Bu tür bir ticaretin işlerliğini sürdürebilmesi için belli kurumsal
araçlara gereksinme vardır. Batı’da daha 12.Yüzyılda poliçe kullanılmaya
başlamıştı. Poliçe ticari mal akımlarına karşılık yapılacak ödemelerin
paranın da mal gibi nakledilmesine gerek bırakmadan yapılmasına olanak
veriyordu. Bu hem kolaylık sağlıyor, hem de tüccarın güvenliğini
artırıyordu. Halil Salihlioğlu Bursa şeriye sicillerinden yararlanarak
kadının “tanıklık nakli” için yazdığı kitab’ül-kadının bir poliçe işlevi gördüğünü
göstermiştir(18).
Böyle bir sistemin işleyebilmesi için adresi ve yeri belli bir ticaret
sistemine gerek vardır. Ayrıca uzun mesafe ticaretine “mudarebe” yoluyla
kredi sağlanabilmesi için de yerleşik bir düzene gereksinme duyuluyordu.
Bu nedenlerle yerleşik bir ticaretin alt yapısının oluşturulmasının
gerekliliği açıklık kazanmaktadır. O zaman karşımıza çıkan soru bu alt
yapıyı toplumda hangi aktörlerin gerçekleştireceği olmaktadır. Bu dönemde
uzun mesafe ticaretini yapanların böyle bir alt yapıyı gerçekleştirmesi
beklenilemez. Onların nitelikleri bu tesislerden ancak kiracı olarak
yararlanmaya uygundur. Bu sorunun çözümü Osmanlı Sultanlarının ya da üst
yöneticilerinin vakıf statüsü içinde oluşturdukları külliyeler ve bunlarının
gelirini sağlayacak çarşıların yapılması şeklinde ortaya çıkmıştır.
Bu yerleşik ticaretin alt yapısının gelişmesi Bursa’nın alınmasıyla
birlikte başlamıştır denilebilir. Orhan Gazi 1340’larda kale dışındaki at
pazarı denilen yerde imaretini yaptırmaya başlamıştır. Bursa’da Osmanlı
dönemi ticaret merkezi Orhan Gazinin Külliyesinin bir parçası olarak yapılan
Bey Hanı (Emir Hanı) ile oluşmaya başlamıştı. İpek Mizanı bu handa
bulunuyordu(19). Bu
külliye içinde Orhan Camii, bir imaret, bir medrese ve bir hamam
bulunuyordu. Kale dışındaki bu külliyenin etrafı bir duvarla çevrilerek bir
koruma da sağlanmıştı(20).
Bundan başka 112 ev ve hanın kapısına bitişik 209 dükkân inşa
ettirmişti. Ayrıca ovadaki yedi köyün vergileri bu vakfa tahsis edilmişti(21).
Merkezin oluşumu I. Murat döneminde de devam etti. Orhan
Gazi Külliyesiyle Kale duvarı arasında bir konumda Kapan Hanı
yapıldı. Kapan teriminin gıda maddelerini tartmakta kullanılan büyük tartı
aracı anlamına geldiği hatırlanırsa bu hanın gıda maddeleri alış verişinde
uzmanlaştığı söylenebilir. Şeriye sicillerinden XVII yüzyılda bu hanın yağ
tüccarlarınca kullanıldığı anlaşılmaktadır(22).
Yine I. Murat döneminde Lala Şahin Paşa vakfı tarafından Orhan
Camiinin kuzey doğusunda Vezir Hanı yaptırılmıştır(23).
Yıldırım Bayezit döneminde ise Orhan Beyin yaptırdığı Emir Hanın
karşısında ilk Osmanlı Bedestenini (bezzazistan) ve Ulucami’yi (1395-1399)
yaptırmıştır. Evliya Çelebinin kale gibi dört demir kapısı vardır diye
betimlediği bedesten kentin yerleşik bir ticari çekirdeğinin oluşumunu
sağlamakta özel bir öneme sahiptir. Bedesten değişik işlevler görüyordu.
Bedesten doğrudan alış veriş yapılmasının dışında ki işlevleri de yerine
getiriyordu. Burası büyük tüccarların toplandığı bir yerdi. Döneminde ipek
ve diğer değerli malların bir tür borsası olması işlevini görüyordu, ayrıca
tüccarların paraları ve değerli eşyalarının güvenle saklandığı bir yerdi.
Akşam olunca bedestenin demir kapıları kapanır ve bedesten dellalları nöbet
tutardı(24). Böyle
bir bedestenin kurulmuş olması Bursa’nın çok önemli bir ticaret merkezi
haline gelmesinin mekansal yansıması olarak görülebilir.
Bedestenin yapılması 14. yüzyılın son yıllarında adeta yeni iş
bölgesinin odağının belirlenmesini sağlamıştır. 15. yüzyıl başlarında Çelebi
Mehmet İpek Hanı yaptırmıştır. Bu han alışverişlerin yapıldığı bir yer
olmaktan çok ipek tüccarlarının oturacakları bir yer olması için yapılmıştır(25). İş merkezinin yoğunlaşması yeni hanların yapılmasıyla sürmüştür. Bugün
önemli bir kısmı yıkılmış olan 28 hanın ismi sayılabilmektedir(26). Bu hanların yapım dönemleri genellikle 15 ve 16. yüzyılda
kümelenmiştir. İstanbul’un fethinden sonra da sultan ya da yöneticileri
vakıflarınca Bursa’da han yapımının devam etmiş olması üzerinde durmak
gerekir. Bu hanların yapılmasını Bursa’nın ticaret altyapısı gereksinmesini
karşılamaktan çok başka yerlerde yaptırdıkları tesislere vakıfları
aracılığıyla Bursa’nın zengin ticari faaliyetinden yararlanarak güvenli
gelir sağlamak kaygısına bağlamak doğru olur. II. Beyazit’in İstanbul’da
yaptırdığı Camiine gelir sağlamak için Koza ve Pirinç Hanlarını yaptırması
örneğinde olduğu gibi. Bu tür vakıf hanlarını Bursa’dan İstanbul’a gelir
transferinin bir aracı olarak yorumlamak doğru olur.
Hanların sayısı arttıkça aralarında bir iş bölümü ortaya çıkmıştır.
Hanları birbirine bağlayan yollar üzerinde loncalar halinde örgütlenmiş
üretim ve satış işlevleri farklılaşmış,
belli mallarda uzmanlaşmış çarşılar gelişmiştir. Bunların dışında da
pazarlar yer almıştır. Burada
yer alan üretim faaliyetlerinin gerektirdiği işgücünün kent dışından
gelenlerce sağlanan kesimi merkezin çevresinde yer alan “odalar”da
yaşamışlardır. Kent iş merkezinin yakın çevresindeki setbaşı, atpazarı gibi
yerlerde bulunan bozahaneler kent merkezinin işlevlerinin çeşitlenmesine
katılıyordu. Kentin merkezinde böyle bir iş alanının oluşmasının kentin
yerleşme dinamiğini belirlemesi bakımından çok önemli sonuçları vardır.
Kenti Osmanlılar aldığında kentin formunun iç kale, kale ve kale altı
diye üç farklı ögesinin bulunduğunu iç kaledeki sarayın kentin saygınlık
odağını oluşturduğunu konut alanlarının bu odağa uzaklığına göre bir
saygınlık farklılaşması ortaya çıkardığı üzerinde durulmuştu. Kale dışında
bedesten merkezli bir iş alanının oluşumu kentin konut alanının
farklılaşmasını belirleyen yeni bir odak olarak ortaya çıkmıştır.
Başlangıçta bu iki odak arasındaki yarışma zaman içinde kale dışındaki
yerleşmenin büyümesiyle bedesten merkezli iş alanı tarafından kazanılacak ve
kent mekanının farklılaşmasını belirleyen esas odak haline gelecektir.
Bu belirlemeyi ortaya koyabilmek için 14. ve 15. yüzyılda kentin kale
dışı alanlardaki gelişimi hakkında özellikle konut alanlarının gelişimi
konusunda bilgilere sahip olmamız gerekir. Bu konuda kentin gelişmesini
etkileyen bir başka dinamik öge sultanların ve yöneticilerin yaptırdıkları
imaretlerdir. İmaret
sitelerinin büyüklüğü yaptıranın mali gücüne göre cami, hamam, medrese,
mescit vb. yapılardan bir ya da daha fazlasını bulundurabilmektedir. Ama
kentin gelişmesini anlama açısından önemi bir konut alanının ya da
mahallenin çekirdeğini oluşturmalarından kaynaklanmaktadır. Kentin kale
dışında imaret sitelerinin kurulması ve etrafında mahallelerin oluşmasıyla
yayıldığı söylenebilir. İlk kez Osman Nuri Ergin’in kent tarihi yazınına
getirdiği bu açıklama biçimi kuşkusuz önemlidir(27).
Ama tek başına yeterli olmaz. Kentin gelişmesinin açıklamasını sadece
imaret kurucularının iradesine bağlı olmaya indirger. Bu nedenle bu imaret
gelişmelerinin ortaya çıkışının daha önce üzerinde durduğumuz Bedesten
merkezli iş merkezinin gelişimiyle ilişkisinin kurulması gerekir. Ancak bu
halde yeterli bir açıklama elde edilebilir.
Bursa’nın alınmasından sonra Orhan Gazi’nin kurduğu ilk külliye daha
önce ele aldığımız üzere kale dışı iş merkezinin oluşmasına yönelmiştir. Onu
izleyen I. Murat imaret sitesini kentin batısındaki Çekirge’de kurdu. Bu
Kentin doğusundaki ticaret alanının oluşumunun tersi yönde, batıda bir
gelişmedir. Kalenin batı kapısına uzaklığı 3 km, doğu kapısına uzaklığı ise
4 km. kadardır. Bu o dönem için kentten çok büyük bir kopuştur.
Ama bu kopuşu anlamak çok kolaydır. Kentin yaşamında tarihi boyunca
önemini korumuş olan sıcak su kaynakları Murat Hüdavendigar’ın İmaretinin
yerini de belirlemiştir. Yıldırım Beyazit’ın kurduğu üçüncü imaret sitesinin
kalenin doğu kapısından 2 km den daha uzakta Gökdere’nin de doğusunda
kurulmuş olmasını aynı kolaylıkla açıklamak olanaklı değildir. Yıldırım
külliyesinin saray, cami, imaret, hamam, medrese, darüşşifa gibi geniş bir
program içermesi çevresinin bir duvarla çevrili olmasında bir açıklayıcılık
bulunabilir. Bu program kent merkeziyle sık sık ilişki kurulmasını
gerektirmeyecektir. Bu nedenle böyle bir kopuşun olanaklı hale geldiği
söylenebilir. Ama böyle bir kopuşun yeterli bir açıklaması için bu
külliyenin çevresinde yer alan konut alanlarının niteliğine ve burada
kimlerin yaşadığına ilişkin daha ayrıntılı bilgiye gereksinme vardır.
Murat Hüdavendigar’ın ve Yıldırım Beyazit’ın külliyeleri kentin
yayılım alanının iki ucunu belirlemiştir. İki uç arasında 6 km.ye varan bir
uzaklık bulunmaktadır. Bu 14 ve 15 Yüzyılın teknolojisinde bir kentin
yayılımı için büyük uzaklıktır. Çekirge ayrı bir yerleşme gibi düşünülerek
hesaba katılmazsa kentin kale çevresinde doğudaki yayılımı 3,5 km ye
yakındır. Kuzey güney eksenindeki genişliği de 600 m. kadardır.
Ayrıca Gökdere ve Climboz deresi gibi iki önemli akarsuyla
kesilmektedir. Yenen(28) bu
alanda Osmanlıların kenti almasından sonra 16 yüzyılın sonuna kadar 21
küçüklü ve büyüklü imaret sitesinin yapıldığını ve bu mekansal çerçevenin
içinin doldurulduğunu göstermektedir. Bu imaretler özellikle kentin
doğusunda bedesten merkezli iş alanının çevresinin mahalleler halinde bir
konut dokusuyla sarılmasını sağlamıştır. Bu konut dokusunun dağdan gelen
akarsularla parçalanması 15 ve 16. Yüzyılda çok sayıda köprünün yapılmasını
gerektirmiştir. Bunlardan Gökdere’yi aşan 15. yüzyılın başında ve ortasında
yapılan Setbaşı ve Irgandı köprüleri kentin doğuya yayılması bakımından özel
bir öneme sahip olmuştur(29).
Bu konut dokusu beklenilebileceği gibi kentin etnik yapısındaki
farklılaşmayı yansıtıyordu. Kentte Gökdere’nin doğusunda Setbaşı’nda, Ermeni
mahallesi, kalenin doğu kapısının hemen kuzeyinde Yahudilik denilen Yahudi
mahalleleri bulunuyordu. Rum nüfusu ise genellikle Muradiye’nin güneyinde
Kalenin kuzey batısında yer alıyordu. Kalenin kuzey doğusunda yer alan
Balıkpazarı’nda da Rum nüfus bulunuyordu. Kent merkezinin meyhane işlevleri
burada bir çarşı oluşturuyordu(30). Bu mahallelerin merkezlerinde bu milletlerin kiliseler ve havralar
gibi dini ve cemaata ilişkin kurumları bulunuyordu. Bu etnik ayrım kesin
değildi. Şeriye sicillerindeki kayıtlardan Müslüman ve Müslüman olmayanların
aynı mahalle içinde de karışık olarak oturabildikleri gibi Müslüman
olmayanlar Müslümanların çoğunlukta oldukları bir mahallenin avarız
sandıklarından borç alabilmekteydi(31).
Kentin yeni çekim merkezi olan bedesten merkezli iş alanının çevresi
ise Müslüman mahalleleriyle çevrilmişti. Bu merkezin yakınındaki Reyhan,
Nalbantoğlu ve Kayhan Mahalleleri göreli bir önem kazanmıştı.
Kentin Osmanlıların aldıklarından sonra 14.yüzyılda yaşadığı dönüşüm
18 yüzyıl sonuna kadar kentin yapısının temel özelliklerinin ne olacağını
belirlemiştir. Bu dönüşümün yerleşik bir iş merkezinin oluşumu eksenli
olduğunun anlaşılması özellikle kentin bir kimliği olup olmadığı konusundaki
tartışmalar açısından önemlidir. Değişik yazarlar İslam kentlerinde ya da
Osmanlı kentlerinde mahalle olgusundaki dayanışmayı idealleştirerek mahalle
kimliklerinin kent kimliklerinden daha önemli olduğunu ya da kent
kimliklerinin olmadığını ileri sürmüşlerdir. Kentin doğurucusu olarak vakıf
kurumuna dayandırılan imaret sitelerine öncelik verilmesinin de bu varsayıma
bir ölçüde katkıda bulunduğu da düşünülebilir. Oysa Bursa örneğine
bakıldığında bu iddianın geçersizliği açık hale gelmektedir. Müslüman olan
ve Müslüman olmayan kentliler çalışmak için her gün aynı iş merkezine
gitmektedirler. Yani hane reisleri mahallerine kapalı değillerdir.
Mahallerinden çok merkezde bir araya gelmektedirler. Bu merkezde bir araya
gelmekte oluşturdukları loncaların kuralları içinde işbirliği
yapmaktadırlar. Kent 17 Yüzyılda Celali saldırılarına uğradığında kentin
doğusundaki ticaret merkezini ve çevresindeki konut gelişmelerini korumak
için Hasan Paşa aşağı kaleyi yaptırmıştır. Evliya Çelebi’nin aşağı kaleye
ilişkin olarak yaptığı betimlemeler bu dönemde ayan ve yönetici konaklarının
iş merkezi etrafında kümelendiğini göstermektedir. Yani bedesten merkezli iş
alanının yeni bir saygınlık odağı oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Tüm
bunlar bir arada düşünüldüğünde mahalle kimliğinin ön plana çıkması için bir
neden bulmak güçleşmektedir. Tersine bir kent kimliğinin varlığı için güçlü
nedenler vardır. Kale dışındaki bu gelişmeler bir gecikmeyle de olsa diğer
Anadolu kentlerinde tekrarlanmıştır. Bu nedenle Bursa’nın kimliği konusunda
yapılan bu yorumu diğer kentler için de yapmak olanaklı hale gelmektedir.
Böyle olunca da Bursa’nın öyküsünün bu dönemde bedesten merkezli bir iş
alanının oluşumunun merkeze alınarak kurulması özel bir önem kazanmaktadır.
III.
BURSA’NIN 19.
YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA YAŞADIĞI DÖNÜŞÜM
Bursa kentinin uzun yaşamının akışı içinde ikinci önemli dönüm
noktasının 19’yüzyılın ikinci yarısı olduğu üzerinde kolayca uzlaşılabilir.
Bu Avrupa’nın Atlantik kıyılarında doğan modernite projesinin tüm dünyayı
dönüştürürken Osmanlı İmparatorluğunda da ortaya çıkardığı değişimlerle
yakından ilişkilidir. Bir başka bir deyişle Osmanlı İmparatorluğunun
dünyadaki değişmelere uyumu sürecinin bir sonucudur. Bunu belki de sıkılgan
modernite projesi olarak adlandırmak doğru olur. Bir modernite projesi çok
yönlü bir projedir; insan aklına güveni, bilimsel bilgiye verilen özel bir
yeri, üretimde ve ulaşımda inorganik enerji kullanmaya dayanan bir
teknolojiyi, artizanal üretimden fabrika üretimine geçmeyi, toplumda
yaşayanların özel alanlarının güvence altına alımasını, modern bürokrasinin
oluşumunu vb. içermektedir. Osmanlı modernitesinin sıkılgan modernite olarak
adlandırılmasının başlıca nedeni bu kapsamlı projenin bir yandan piyasa
mekanizması, öte yandan yönetici elitlerin reformlarıyla küçük ama zaman
içinde biriken adımlarla topluma sunulmuş olmasıdır.
Denilebilir ki ipek ve ipekli dokuma 14. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar
süre içinde sürekli olarak Bursa ekonomisinin çekip götürücü sektörü olmak
niteliğini sürdürmüştür. Ama bu önemdeki süreklilik sektör içindeki
değişiklikler ve koşullara uyum yoluyla sağlanmıştır. 15 inci yüzyılda
Bursa’da ham ipek üretimi çok önemli değildi. Kentin ekonomisinde ipeğin
önemi İran’dan gelen ipeğe dayanan ticaret ile yine İran ipeğinin
dokumacılığının yaygınlaşmasından kaynaklanıyordu. 15 inci yüzyılın
sonlarında Bursa’ya her yıl ortalama 5-6 kervan geliyor en az 1200 yük yani
100-120 ton ipek getiriyordu. Bunun 36 tonu 1000 kadar tezgahta dokunuyordu.
16 yüzyılda İran’la yapılan savaşlar sırasında İran ipeğinin
gelişinin kesintiye uğraması Bursa’da kozacılığın ve ipek üretiminin
gelişmesine neden olmuştur(33).
17 yüzyıla geldiğinde ise ipekli dokuma üretimi büyük ölçüde
çöküntüye uğramıştı. Bir yandan Avrupa’nın gelişen ipekli dokuma sanayiinin
artan ham madde talepleri yabancı tüccarın yüksek fiyat ödemesine neden
oluyordu. Bu durumda da Bursalı üreticiler yeterli ipek ipliği bulamıyordu.
Ralph Davis 1621-1721 yılları arasında İngilizlerin Orta Doğu’dan yapmış
oldukları ham ipek ithalatını yüzde 275 oranında artırdığını saptanmıştı(34).
Ayrıca 15 ve 16 yüzyılda ipek üretiminde kullanılan esir emeğini 17.
Yüzyılda bulmak zorlaşmıştı. Ayrıca Celali isyanları da bu gerilemeye
katkıda bulunuyordu. Öte yandan ipek ticaretinde Bursa merkez olma rolünü
büyük ölçüde İzmir’e kaptırmıştı. 18 yüzyılda doğudan gelen büyük kervanlar
Bursa’da görülmüyordu. Artık bir emporium değildi. Dokumacılıkta gerileme
yalnız ipek alanında değil, benzer nedenlerle pamuklu dokumada da büyük
gerileme olmuştur. Pamuklu dokuma üretimi de 1760-1790 yılları arasında
yüzde 60 oranında düşmüştür(35). Bursa’nın ekonomisinde bu dönemde yaşanan gerilemenin kentin Osmanlı
yönetim sisteminde de konumunu yitirmesine neden olduğu görülmektedir.
19. yüzyılda ipekçilik Bursa’da dünya koşullarına göre tamamen yeniden
yapılandı. Osmanlı
İmparatorluğunun dış dünya ekonomisiyle eklemlenmesinin artışına paralel
olarak Bursa koza üretimini artırdı. Filatür fabrikaları geliştirerek
Fansa’da Lyon ipekli dokuma sanayiinin standartlarında ipek ipliği
üretiminde kapasitelerini geliştirirken dokuma işlevlerinde önemli bir
gerileme gösterdi. Artık bir dünya emporium’u değil dış dünyanın taleplerine
göre bölgesinin tarımsal üretimini ham madde düzeyine kadar işleyen ve dünya
pazarlarına ihraç eden çevreselleşmiş bir ekonominin bölgesel merkeziydi. Bu
dönemin uzun mesafe ticareti 15-16 yüzyıllardaki kervanlarla yapılan uzun
mesafe ticaretinden çok farklıydı. Kervan ticareti geçtiği noktada
uzmanlaşmış yerel üretimin gelişmesini sağlarken, bu yüzyılın uzun mesafe
ticareti ham maddeyi gelişmiş sanayi ülkelerine taşıyor, yerel üretimin
gelişmesini engelliyordu. Uzun mesafe ticaretinin yeni yapısı Bursa
civarındaki ham maddelerin dünya pazarları için üretimini geliştirdi. Dünya
kapitalizmi Bursa ekonomisini de kendi gereksinmelerine göre yeniden
biçimlendiriyordu. Bunun en
çarpıcı örneği 1848 yılında Bursa’nın Harmancık bölgesinde krom madeninin bulunması ve
üretimi oldu. Bu dünyadaki bulunan ilk krom madeniydi(36).
Kozadan ipek ipliğini mekanik makinalarla çekimi ilk kez 1824’de
Lyon’da gerçekleşti. Bursa’da bu yolla iplik çekiminin yapan ilk filatür
fabrikası 1838’de kuruldu. Bu fabrika özellikle müslüman olmayan kesimin
direnciyle karşılaştı. Ama dış dünyanın ipek ipliği talebini eski
teknolojiyle karşılamak olanağı yoktu. Yeni koşullarda üretim gelişti.
1852’de Hereke fabrikasına ipek sağlamak için Fabrika-ı Hümayun kuruldu.
1860 larda 90 filatür fabrikasında 4345 çıkrık bulunuyor 7800 kadar işçi
çalışıyordu. Genellikle müslüman olmayan kadın emeğinden yararlanılıyordu.
Mevsiminde kırsal çevreden kadın emeği getiriliyordu. Zamanla müslüman
kadınlar da ipek fabrikalarında çalışmaya başladılar. 1860 lı yılarda
Avrupa’dan gelen bir hastalık koza üretimini gerilettiyse de
Düyunu Umumiye kuruluşundan bir süre sonra gelirini artırmak için
Bursa’da kozacılığın gelişimine önem verdi. 1888’de kozacılığın ıslahı için
Torkomyan Efendiyi görevlendirdi. Yürütülen bu çalışmalar sonrasında 1886’da
2057 ton olan yaş koza üretimi, 1903’de 7436 tona yükselmişti(37). Dokumacılığın fabrikalaşması ise çok gecikmiştir. İlk dokuma
fabrikası ancak 1909-1910 da kurulmuştur(38).
Modernite projesinin Osmanlı İmparatorluğuna piyasa mekanizması ve
yönetici elitler kanalıyla yayılması ekonominin örgütlenmesini
değiştirirken, haberleşme ve iletişimi de birlikte dönüştürüyordu. Bu hem
yeni ekonomik ilişkilerin kurulması hem de devlet yönetiminin yeniden
yapılanabilmesi için gerekiyordu. 19 Yüzyıl öncesinde menziller ve ulak
sistemiyle kurulan ve askeri sınıfın tekelinde olan haberleşme sistemiyle
yeni ekonomik ilişkileri sürdürmek olanağı yoktu. Haberleşmenin bir yandan
toplumun tümüne açılması ve hızlandırılması gerekiyordu. Önce yabancı
postaneler açıldı, sonra Osmanlı posta sistemi oluşturuldu. Daha sonra da
telgraf bağlantısı kuruldu. Bursa’ya telgraf bağlantısı 1856 yılı mart
ayında yapıldı(39).
Yeni ticaret ilişkilerinin gerektirdiği nitelikteki yol sistemi de gelişmeye
başladı kervan ticaretine göre gelişmiş yol sisteminin araba için uygun hale
dönüştürülmesi gerekiyordu. Bursa’nın dış dünyayla özellikle de yeni ipek
pazarlarıyla ilişki kurmasında Mudanya ve Gemlik Limanlarıyla kurulan
karayolu bağlantıları en kritik öneme sahip olanlarıydı. 1845 yılında
Meclisi Valâ “İmar Meclisleri”
oluşturarak İmparatorluk için bir alt yapı programı hazırlamaya giriştiğinde
programa alınan ilk yollar arasında Bursa-Mudanya, Bursa-Gemlik yolları
vardır. Bu iki “şose kaldırımının” yapılmasına 1850 yılında başlanmıştır.
Şose terimi Osmanlı devletinin yazışmalarında ilk kez bu yollar için
kullanılmıştır. Bu ise hayvan sırtında yapılan taşımacılıktan arabayla
yapılan taşımacılığa geçişin başlangıcının bir göstergesi olarak
yorumlanabilir. Bu 34’er km’lik iki yolun tamamlanması 15 yıl almıştır. Bu
yolların yapımı ancak 1865 yılında tamamlanmıştır(40).
1864 yılında Ahmet Vefik Paşanın “Anadolu Sağ Kol Ciheti
Müfettişliğine” atanmasından ve 1866 yılında kabul edilen “Turuk-u Muabir
Nizamnamesi”nden sonra Bursa’nın karayolu bağlantılarının kurulması
hızlanacaktır. II. Abdülhamit döneminin sonuna doğru Hüdavendigar
Vilayetinde 1300 km yol bulunuyordu.
Mudanya-Bursa bağlantısının sağlanması için
ayrıca devletçe 1872 yılında demiryolu inşasına başlanmıştır. Ama inşaat bir
süre sonra durmuştur.1891 yılında verilen imtiyaz inşaat yeniden
başlamıştır. 42 km. lik bu hattın yapımı çok gecikmiş olarak ancak 1892’de
tamamlanmıştır(41). Deniz yolu ulaşımı da buharlı gemilerin olanaklarına göre gelişme
göstermiştir. Bu gelişmeler sonucu 1904 yılında La Companie Fraissinet
Mudanya ile Marsilya arasında düzenli vapur işletmeye başlamıştır(42).
Osmanlı İmparatorluğunun modernite projesinin olanaklarına göre
yönetimini merkezileştirerek yeniden yapılandırması sırasında modern bir
bürokrasi oluşturmaya başlamıştı. Bu artık devlet hizmetlerinin konaklarda
görülmesinin sona ermesi ve konakların dışında bürokratik hizmetlerin belli
devlet dairelerinde görülmeye başlaması demekti. Artık toplumun eğitim ve
sağlık gibi hizmetlerinin görülmesinin yöneticilerin vakıfları eliyle
görülmesi olanağı kalmamıştı. Bu hizmetler artık devlet eliyle görülmeye
başlayacaktı. Kentin yönetimi kadı ve vakıflara dayanan bir sistemle
gerçekleştirilemiyordu. Bu gereksinmeyi karşılamak için belediyeler
kurulması yoluna gidildi. Bütün bu gelişmeler devletin vilayet merkezlerinde
kentin dokusunu etkileyecek yeni bir yapı programının doğması sonucunu
getiriyordu.
Modernite projesinin etkisine giren bir toplumda kentin yaşamakta
olduğu bu dönüşüm organik kendiliğinden oluşan gelişmelere bırakılamazdı.
Modernitenin planlı yaklaşımı içinde yönlendirilmesi gündeme gelmesi
kaçınılmazdı. Artık kentin gelişmesi belli ilkelere göre belli bir
geometriye göre biçimlenecekti.
Bursa’da planlı bir yaklaşımın ilk uygulamaları 9 Şubat 1854’te ki büyük
deprem ve sonrasında çıkan, kenti büyük ölçüde tahrip eden, yangından sonra
oldu. Bu tarihte Osmanlı imparatorluğunda imar mevzuatı oluşmaya başlamış ve
yangın alanlarında ilk mevzii İmar Planı uygulamaları devreye giriyordu. Bu
büyük felaketten sonra bu alanların imarında modernist tutumların izlenmeye
başladığını görüyoruz. Bu konuda ilk önemli adımlar 1858 yılında atılmıştır.
Erkan-ı Harb subaylarından Suphi Bey ve ekibi kentin çok ayrıntılı bir
haritasını almaya başlamıştır. Bu harita tamamlanarak 1861 yılında
yayınlanmıştır. Aynı yıl Hükümet merkezinde yeni bir vergi düzenlemesi
yapmak için kurulan “Tahrir-i Emlak Nezareti”, ilk örnek uygulamayı Bursa’da
başlatmıştır. Bursa’da bir komisyon kurularak
bina sayımı ve değer saptaması yapmıştır. Bu komisyon yeni bina
yapacaklara izin vermekle görevlendirilmiştir. Bina yaptıracak olanlar
komisyondan “mimariye rüsümu” ödeyerek izin alacaklardır. İzinsiz yapılan
binalar yıktırılacaktır. Böylece ne kadar ciddiyetle uygulandığını
bilmediğimiz bir imar denetimi başlatılmıştır(43).
Bu düzenlemelerin pratikte etkili olması Ahmet Vefik Paşanın 1864‘de
“Anadolu Sağ Kol Ciheti Müfettişliği” görevine atanmasıyla başladı
denilebilir. Ahmet Vefik Paşa III.Napolyonun Haussman eliyle
gerçekleştirdiği Paris’teki büyük imar operasyonu sırasında Paris’te Osmanlı
Sefiri olarak bulunuyordu. Bir yanda Haussman’ın uygulamalarından gelen
etkiler öte yandan Osmanlı imar mevzuatının oluşmaya başlamasının getirdiği
olanaklar, Ahmet Vefik Paşa’nın başlattığı(44)
imar operasyonlarının tüm 19. yüzyılın son döneminde Bursa
valilerince sürdürülmesini sağlamıştır. Bu çalışmalar sonucunda kentin
fiziksel dokusunda önemli bir dönüşüm yaşanmaya başladı. Çıkmaz sokaklı bir
yayalar mekanı olan kent dokusu araba trafiğine olanak veren bir hale
dönüşecekti. Çıkmaz sokaklar yok olacak, düzenli geometrisi olan bir yol
sistemine oluşturulacaktı. Bu geçişi üç farklı mekanizma bir araya gelerek
sağlıyordu. Bunlar; kentin ana yollarını açan operasyonlar,
kentte çıkan büyük yangınlar sonrasında mevzii planlarla yapılan
yenilenmeler ve kente gelen göçmenlerin yerleştirilmesi için mevzii planlar
uygun olarak kurulan yeni mahallelerdir.
Bunlardan birincisi Ahmet Vefik Paşa’nın ve valilerin gerçekleştirdiği
kentin ana yollarını açan operasyonlardır. Ahmet Vefik Paşa 1863-1864’de
müfettiş olarak atandığında kent içinde üç yolun geometrik standartlarını
yükseltti. Bunlardan biri Ulucami’den kuzeye yani ovaya açılarak Mudanya
yoluna bağlanan Mecidiye (daha sonra Fevzi Çakmak) caddesi, ikincisi İbrahim
Sarim Paşa’nın Valiliği sırasında yapımına başlanan Gemlik yolunu Hükümet
Meydanına bağlayan kesim, üçüncüsü ise Hükümet Meydanıyla Ulucamiyi
dolayısıyla Mecidiye Caddesini bağlayan Hanlar bölgesinin güney sınırını
oluşturan Saray (Atatürk) Caddesiydi. Ayrıca Çekirge yolunu geliştirdi.
Mecidiye Caddesinin Maksem’e uzatılması ise Ahmet Münir Paşa’nın 1891-1897
yılları arasındaki valiliği sırasında gerçekleşti. Hanlar Bölgesinin
kuzeyinden geçen Hamidiye (Cumhuriyet) caddesi Reşit Mümtaz Paşa’nın
1903-1906 yılları arasındaki valiliği sırasında açıldı(45).
Muhtemelen 1863 yangınından sonra yapılan yeniden düzenlemede
oluşturulan, Setbaşı’ndan başlayarak Gökdere’nin doğusunda Uludağ
yamaçlarına yönelen İpekçilik Caddesi kentin yeni prestij alanlarından
birini yaratıyordu. Tüm bunlar yeni yol sisteminin kanavasını oluşturuyordu.
İş Merkezinin çevresini çevreleyen bu yollar kent merkezini araba trafiğine
açtığı gibi aynı zamanda da kentin iş alanlarını kentin iki limanına
bağlıyordu.
İkincisi ise ahşap konutlardan oluşan kentte ortaya çıkan büyük
yangınlar ve depremler sonrasındaki mevzii planlarla yapılan yenilenmeler
olmuştur. Kent 1854 ve 1865’de büyük depremler geçirmiştir(46). 1854 depremi sonrasında çıkan yangın ve 1863 yangınları Ermeni
mahallerinin yenilenmesini, 1872 Kayan Çarşı yangını,1880 Manavzade konağı
ve çevresi yangını, 1881 Kapan Han ve çevresi yangını ve 1901 Demirkapı
Çarşı yangını bu kesimlerin yenilenmesini getirdi(47).
Depremde ve sonraki yangınla tahrip olan Tatarlar Mahallesi‘de bu tür
bir yenileme geçirdi(48).
Üçüncüsü ise kentin büyümesi dolayısıyla ve aldığı göçmen nüfusun
yerleştirilmesi için yeni mahallelerin planlanması ve geliştirilmesidir.
1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında kaybedilen Balkan topraklarından
özellikle Bulgaristan’dan gelen Müslüman nüfusun bir kısmı, daha önceki
göçlerden farklı olarak, köylere değil, ilk kez kente iskân edilmiştir.
Ahmet Vefik Paşa’nın 1879 ve 1882 yılları arasındaki Bursa Valiliği
sırasında kurulan Hocahasan, İntizam, Rusçuk ve Çırpan mahalleri bu
nitelikteki, grid yol planı olan, göçmen mahalleleridir.1900 yılında
Kırım’dan gelenlerin Yenimahalleye, 1905 yılında Rumeliden Vefikiye
Mahallesi’ndeki yerleşmeler de bu türdeki gelişmelere örnektir(49).
Mevzii planlarla bazen de yerinde verilen kararlarla yürütülen bu üç
süreç kentin çıkmaz sokaklı ve araba trafiğine uygun olmayan dokusunu parça
parça 40-50 yıllık bir sürede büyük ölçüde dönüştürmüştür. Modernite
projesinin böyle yıkıcı ve dönüştürücü bir yüzü olduğu kadar korumacı bir
yönü de vardır. Modernitenin eylemlerinin sonuçları üzerinde düşünen aklı
Avrupa’da bir korumacılık akımı da yaratmış bulunuyordu. Bu akımın
kuramsallaşmasında Viollet le Duc önemli bir rol oynuyordu. A.Vefik Paşa’nın
Müfettişliği döneminde Viollet le Duc’un öğrencilerinden Léon Parvillée
Bursa’ya çağrılarak başta Yeşil Külliyesi olmak üzere 1854 depreminde zarar
gören tarihi eserleri restorasyonu yaptırıldı. Böylece Bursa modernite’nin
bir başka yüzüyle de tanışmış oldu(50).
Ama kent formunda değişik kullanışların göreli konumlarında ve
merkezi iş alanının iç yapısındaki farklılaşmada çok köklü yer değiştirmeler
meydana gelmemiştir. Türkiye’de genel olarak kentlerin 19. yüzyılda yeniden
yapılanmasında kent merkezlerinde modern toplumun gerektirdiği yeni kurumlar
ve yapıları eski merkezden farklılaşmış bir modern odak oluşturmuştur. Kent
merkezlerinde ikili bir yapı oluşmuştur. Küçük kentlerde bile iş
merkezlerinin bir yerinde bir farklılaşma yaratmışlardır. Oysa Bursa
öneğinde merkezde böyle bir köklü bir farklılaşma ortaya çıkmamıştır. Bunda
Ahmet Vefik Paşa’nın yol genişletme programının oldukça erken başlaması,
Bursa’ya ilişkin modern iş işlevlerinin bazılarının kentte değil
İstanbul’da yer seçmiş olması vb. sayılabilir.
Modernleşme programının kent merkezinde ortaya çıkardığı ilk
farklılaşma 1863 yılında Hükümet Konağının yapılmasıyla yaşandı. Orhan Gazi
Külliyesinin bir kısmı üzerinde kurulan hükümet kompleksi yapıldığında
etrafı duvarla çevrilerek kent merkezinde yeni bir odak oluşturuldu. Ahmet
Vefik Paşa’nın Valliği sırasında 1879’da yapılan Belediye, kurulan Tiyatro,
Postahane bu çevrede yer aldı. Hükümet İş merkezini güneyden sınırlayan
Saray Caddesinin doğu ucunda yer almasının modern merkezin geleneksel
merkezden kopamayışının nedenlerinden biri olmuştur diyebilir. Yeni ekonomik
ilişkilerin gerektirdiği yeni kurumların yer seçme kalıbının en belirgin
örneği Bursa’da Osmanlı Bankası Şubesinin kurulmasında ortaya çıkmıştır.
Banka ilk şubesini İpek Hanın’da açmıştır. Şube 20 yıl sonra II. Meşrutiyet
döneminde yer değiştirdiğinde de Koza Hanın arkasında, Belediye’nin
yakınında yer seçmiştir(51).
Modernleşmenin ortaya çıkardığı ve yaşanan değişmeyi anlamamıza
yardımcı olacak yeni bir yapı türü otellerdir. Artık 19 yüzyılın dış
ticareti ve kentler arası ilişkileri kuran ajanlarının geçici konaklama
işlevlerini görmek bakımından hanlar yeterli değildir. Bu işlevleri artık
oteller görecektir. Hanlar artık daha çok Bursa’nın kırsal kesiminde
gelenlerin konaklama gereksinmelerini giderebilmektedir. İlk otel İzmir’de
ve İstanbul’da olduğu gibi Bursa’da da 1850 lili yıllarda dış ticaretle
uğraşan ailelerce açıldı. Bular arasında Madame Brotte’nin açtığı Hotel
D’Anatolie sayılabilir(52). 1860’lı yıllardan sonra Avrupa’daki küçük otellerin benzerleri Ahmet Vefik
Paşa’nın oluşturduğu yeni eksen üzerinde yer aldı(53). Bursa’nın kaplıca
işlevlerinin de otelleri gerektirmeye başlamış olması otellerin ortaya
çıkışının ticaret biçiminin değişikliğiyle doğrudan olan ilişkisinin
gözlenmesini zorlaştırmaktadır. Setbaşı çevresi ve Balıkpazarı daha önceki
dönemde olduğu gibi kentte meyhanelerinin toplandığı kesimler olmasını
sürdürmüştür.
Bursa Osmanlı döneminin ilk yıllarında medreseleriyle önemli bir
eğitim merkezi olmuştu. 18. yüzyıla kent bu bakımdan önemini yitirmişti.
Modern eğitimin devlet eliyle girişi ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında
başladı ve 1890 sonrasında hızlandı. Muhtemelen Bursa’nın Ermeni ve Rum
cemaati içinde modern eğitim 19. yüzyılın ilk yarısında girmeye başlamıştı. Devlet okullarının ilki 1845’de açılan askeri idadi
oldu. 1854’de erkek rüşdiyesi, 1883’de mülki idadi açıldı. Bu iki okul
1892’de birleştirildi. 1888’de Harir Dar-üt Talimi, 1891’de Ziraat Mektebi,
1904’de Dar-ül Muallim açıldı. Askeri idadi 1882’de açılan askeri rüşdiye
ile birleşerek 1892’de Işıklar Askeri Mektebi haline geldi(54).
1890 lı yıllarda Mekteb-i Sanayi açıldı(55). Yahudi cemaatinin
eğitiminde modernleşme ise 1866-1899 arasında Aliance İsrailit’in açtığı üç
okulla geldi. Amerikan misyonerlerinin kız koleji ise 1871’de açıldı.
Bu okulların yer seçiminde belli odaklaşmalar görülmektedir. Sanat
okulları kale içinde, Ziraat Mektebi Mudanya yolu üstünde Karaman köyünde,
cemaat okulları bu cemaatlerin konut alanları içinde yer aldı. Gökderenin
doğusunda 19.Yüzyılın sonunda İpekçilik Caddesi’nin güneyindeki yamaçlar
eğitim tesislerinin toplandığı bir yer olarak ortaya çıkmıştır. Harir Dar-üt
Talimi, Işıklar Askeri Mektebi, Dar-ül Muallim bu yörede toplandı.
Sıkılgan modernleşmenin bir başka ögesi modern sağlık hizmetlerinin
örgütlenmeye başlamasıdır. Bunun mekana yansıması kurulan hastanenin yer
seçimiyle ortaya çıkmaktadır. İlk açılan Ahmet Vefik Paşanın hastanesi kale
içinde yer seçmiştir. Bu yerin seçilmesini hastanenin tarihi açıklamaktadır.
Hastane 1864’te Damat Efendi konağında çalışmaya başlamıştır. Yeni bir bina
yapılarak hastanenin açılmaması böyle bir yer seçimini gerekli kılmıştır.
Konağın varlığı bu kurumun yerini belirlemiştir. Böyle bir başlangıç Ahmet
Vefik Paşa’nın valiliği sırasında 1891’deyapılan hastane binasının burada
kurulması sonucunu getirmiştir(56).
19. yüzyıl gelişmeleri sırasında Gökdere ve
Cilimboz derelerinin yanında iki belirgin sanayi ya da fabrika
bölgesi ortaya çıkmıştır. Bu bölgeler hem sanayi için gerekli suyu
sağlamaları hem de geçmişte de bu bölgeler de üretim yapılması bakımından
fabrikaları kendilerine çekmiştir. Fabrika’da ipek ipliği üretiminde büyük
ölçüde kadın emeğinin kullanılması ve bu kadın işgücünün de müslüman olmayan
kesimden sağlanması Ermenilerin oturduğu Gökdere çevresini ve Rumların
oturduğu Cilimboz çevresini ipek sanayii için çekici kılmıştır. 1852 de
açılan Hümayün İpek Fabrikası da Cilimboz bölgesinde bulunuyordu. Ayrıca
Gökderenin güneyinde un değirmenleri, kuzeye doğru ova kesiminde bazı şarap
ve sabun fabrikaları bulunuyordu. Ayrıca kentin kuzeyinde ova kıyısında
dağınık biçimde de sanayiler yer almıştır. Bu alanların kentin limanlarına
ulaşılabilirliğinin yüksek olması bakımından üstünlüğü vardır(57).
Kentin uzun tarihi boyunca önemini koruyan kaplıcalar bu dönemde de
kentin önemli bir ekonomik etkinliği olması özelliğini sürdürmüştür.
1842’den beri bilimsel incelemelere konu olan kaplıcalar bu dönemde kentin
dış ilişkilerine ve ulaşım olanaklarının gelişmesine paralel olarak
önemlerini artmıştır(58). Yeni ulaşım olanakları kaplıca için artık uzak yerlerden
gelinebilmesini sağlıyordu. Hıristiyan tüccarlar İstanbul, İzmir ve
Odessa’dan geliyorlardı. Pera’daki diplomatların sık geldiği bir yer
olmuştu. Kaplıcalara gelen Rumlar Bursa’daki Rum mahallelerine yakın olan
kükürtlü kaplıcalarını tercih ediyorlardı(59).
Bu dönemde kentin iş alanlarında yaşanan dönüşüm kentin konut
alanlarının biçimlenmesine yansımıştır. Bu biçimlenme de kentin iş
merkezindeki farklılaşma kadar nüfusun artışı ve etnik kompozisyonundaki
değişmeler etkili olmuştur. Yalnızca Bursa’nın nüfusu konusunda değişik
yazarlarca verilen sayılara bakarak nüfusun gelişme eğilimi konusunda belli
bir sonuç çıkarmak yanıltıcı olur. Bu sayılar güvenilir değildir. Ama kentin
ekonomisindeki gelişmeyle birlikte düşünüldüğünde belli eğilimler
çıkartılabilir. Denilebilir ki 14. yüzyıldan sonra kentin nüfusu sürekli
artış göstermiştir. 1573 yılı için verilen 12800 hane ve 64000 nüfus bir
referans olarak alınabilir. Belki nüfus 17. yüzyıl içinde Celali
isyanlarının şehirlere akımı hızlandırmasıyla bu nüfus 70000 düzeyini biraz
aşmıştır. Ama Evliya Çelebi’nin 25000 haneli Bursa anlatımı herhalde
mübalağalıdır. 18. yüzyılda
ekonominin küçülmesine paralel olarak kentin nüfusunda bir düşme olduğu
söylenebilir. Nitekim Tournefort’un kenti tasvirlerinde kentin marjinal
kesimlerinde bir boşalma anlatılmaktadır. 19. yüzyılda kentin nüfusu tekrar
artmaya başlamıştır. 1831 sayımına göre Bursa’nın nüfusu 69000 tahmin
edilmektedir. Nüfus 1895’de 77000 ne yükselmiştir. 1910 lu yıllarda nüfusun
yüz bini aştığı tahmin edilmektedir. Birinci Dünya savaşı sonrasında yeniden
65000 ne düşecektir.
Kentin nüfusundaki değişme sırasında kentin etnik kompozisyonunda da
önemli dönüşümler yaşamıştır. 16. yüzyıl içinde kentteki müslüman olmayan
nüfus oranı yüzde 3 ile yüzde 5 arasında değişmiştir. 18. yüzyılda bu oran
yüzde 10 düzeyine (yüzde 4 Ermeni, yüzde 3 Rum, yüzde 3 Yahudi)
yükselmiştir. 19. yüzyılın başlarında bu artış sürmüştür. 1831’de müslüman
olmayan nüfus oranı yüzde 34,7’e ( yüzde 17,4 Ermeni, yüzde 13,3 Rum, yüzde
4 Yahudi) 1870’de yüzde 36 ya yükselmiştir. 1877’den sonra Balkanlardan
gelen Müslüman göçüyle birlikte Müslüman olmayan nüfus oranı düşmeye
başlamıştır. 1895’de Müslüman olmayan nüfus oranı yüzde 25 düzeyine
inmiştir. Kurtuluş savaşı sonrasında Müslüman olmayan nüfus olanı yüzde 3,2
ye düşecektir(60).
Nüfusun değişimi konut alanının yayılımını, etnik kompozisyonunun
değişimi ise konut alanlarının etnik gruplar arasındaki faklılaşmayı
etkilemektedir. Kentin yayılımı doğu-batı eksenindeki 16 yüzyıldaki 6 km.lik
yayılımını korumuştur. Buna karşılık güney-kuzey doğrultusunda açılan yollar
kentin genişliğini iki misline çıkarmış, 1,5 km ye çıkarmıştır.
Konut alanlarının farklılaşmasında etnik eksen bu dönemde de belli
ölçüde önemini korurken, bunun içinde sınıfsal farklılaşmanın da etkili
olmaya başladığı görülmektedir.
Kentin etnik farklılaşması 15-16. yüzyıldaki kentteki göreli konumunu
korumuştur. Gökderenin doğusunda Ermeni Mahalleleri, kalenin batısında
Cilimboz çevresinde Rum mahallelerinin, Hisar’ın kuzeyindeki Yahudi
mahalleleri bu dönemde de farklılaşmalarını sürdürmüşlerdir. Ama Ermeni ve
Rum mahalleleri kent mekanında saygınlık kademelenmesinde önemlerini
artırmışlardır. Bu artışta bu milletlerin burjuvazisinin gelirlerinin
artmasının önemli bir etkisi olmuştur. Gökderenin doğusundaki İpekçilik
Caddesi etrafındaki gelişmeler bu bakımdan aydınlatıcıdır. İpekçilik
Caddesinin bir prestij ekseni olarak oluşmasını Sultan Abdülmecid’in
1844’deki ziyaretine geri götürmek gerekir. Bu ziyarette Sultan artık 14
yüzyıldaki gibi kale içinde kalmamış Ermeni mahallesinin güneyinde dağın
yamaçlarında çok güzel bir manzaraya sahip olan bir Kasr-ı Hümayun
yaptırılmış ve orada kalmıştır(61). 1863 yangını sonrasında
İpekçilik Caddesinin oluşumunda bu prestij noktasına yönlendirici olmuştur.
İpekçilik Caddesi üzerinde Ermenilerin üst tabakalarının konutları yanısıra
Müslüman üst tabakasının ve yöneticilerin konutları yer almıştır. Bu
yönelimde İpekçilik Caddesinin Hükümet merkezine yakınlığı da etkili
olmuştur. Benzer biçimde Cilimboz deresi civarındaki Rum nüfusun bulunduğu
fabrikalar bölgesinde zengin tüccar evleri ve konsolosluklar bulunuyordu.
Rum mahallesi olan Demirkapı’da 1871’de Amerikan Misyoner Okulu kurulmuştu.
1895 sonrasında Çekirge yolu üzerinde, ovaya açılan teraslarda büyük
bahçeler içinde lüks konutlar yapılmaya başladı. Benzer biçimde
Çekirge-Acemler yolu boyunca da lüks konutlar yer alıyordu. Kente atlı
arabayla 20 dakika uzaklıkta olan Acemler sadece hafta sonu kullanılan bir
mesire olmaktan çıkarak bir panayır alanı haline gelmişti. Burası “Umumiye
Bahçesi” haline gelerek kentin ilk halka açık parkını oluşturmuştur. Bu
yolla kentte modernitenin bir başka görüntüsü ortaya çıkmıştır.
Kentte sayıları az da olsa bir yabancılar kolonisi bulunuyordu. Bu
kolonilerin üyeleri genellikle Rum ve Ermeni mahallerinin prestijli
kesimlerinde oturuyor ve konsolosluk binalarını da buralara çekiyorlardı. Bu
yabancılar içinde en büyük kesimi oluşturan Fransızlar ipek böcekçiliği
enstitüsünün de yer aldığı Gökdere’nin doğusunda Uludağ’ın güney eteğinde
Ermeni Kesimi yanında oturuyorlardı. Fransız Konsolos vekili Gregoire Bey
Bursalı bir Ermeni tüccarının oğluydu. 1900 yılı sonrasında konsolosluk
binasını Gökdere’nin kıyısına yaptırmıştı(62).
Bursa’nın moderleşme tarafından dönüştürülmesi Osmanlı
İmparatorluğunu I. Dünya Savaşına girmesiyle önemli bir kesintiye uğradı. Bu
kesinti Kurtuluş savaşı sonrasına kadar sürdü. Her ne kadar Bursa Savaştan
Ege kentleri ve İzmir gibi büyük yangınlar geçirerek çıkmadıysa da
nüfusu azalmış ve Rum ve Ermeni girişimcilerini kaybetmiş olarak çıktı. Bu
alanlara Batı Trakya’dan gelen mübadiller ve daha sonra gelen göçmenler
yerleştirildi.
IV.
1960’LI YILLARIN SONUNDAN
GÜNÜMÜZE YAŞANAN DÖNÜŞÜM
Bursa’nın tarihinde yaşanan üçüncü büyük dönüşüm kent nüfusunun hızla
artması, kent sanayiinin hızla yeni sektörlere özellikle de otomotiv
sektörüne açılarak çok önemli bir sanayi merkezi haline gelmesi sonucu
kent formunun yeniden biçimlenmesi olarak tanımlanabilir. Bu dönüşüm değişik süreçlerin üst üste düşmesi sonucunda ortaya
çıkmıştır. Bunlardan birincisi demografik bir süreçtir. İkinci Dünya Savaşı
sonrasında Türkiye’nin yaşamaya başladığı demografik geçiş sonucu nüfus
artışı hızlanmıştır. Bu ikinci bir süreç olan kırsal çözülme ve hızlı
kentleşme ile beraber gelmiştir. Bursa da tüm Türkiye’deki kentler gibi
hızlı bir nüfus artışı yaşamaya başlamıştır. Ama bu artış başlangıçta
Bursa’nın büyüklük kategorisindeki kentlere göre yüksek değildir. Bursa’nın
diğer kentlerin büyüme hızına göre artışının hızlanması 1970 sonrasında
meydana gelmiştir. Bu sıçramada en önemli etken Bursa’da sanayileşmenin
hızlanması olmuştur. Bursa’da sanayileşmenin nitelik değiştirici bir sıçrama
yapmasının gerisindeki nedenlerden birisi İstanbul sanayiinin
desantralizasyonu sürecinden Bursa’nın önemli bir pay almasıdır. İkincisi
ise 1970’li yıllardan sonra sanayi kredilerinde yeni düzenlemelerin Anadolu
kentlerinde başlattığı sanayileşmenin Bursa’ya da yansımasıdır.
Cumhuriyetin ilk yıllarına Bursa kenti Rum ve Ermeni nüfusunu
yitirmiş olarak, girmiştir. Yunanistan ve Balkanlardan aldığı göçmenlerle
hemen hemen tamamiyle müslüman nüfusun egemen olduğu bir kent olarak
girmiştir. 1877’de başlayan Bursa’nın bir göçmenler kenti olma özelliliği
Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar pekişerek sürmüştür denilebilir.
Türkiye’nin karşılaştığı her göç dalgasında göçmenler daha önce
akrabalarının yerleştiği yöreleri yerleşmeyi seçtikleri için bu süreklilik
ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında Bursa savaş öncesinin ekonomisini
canlandırmaya dönük girişimler yer almıştır. İpek üretimi canlandırılmış ve
kentin tarihi boyunca önemini koruyan kaplıca işlevlerine özel önem
verilmiştir. Bunlar arasında 1938’de işletmeye açılan Çelik Palasın, üst
Çekirge’de Park Otel’in, eski kaplıcanın alt kısmında Havuzlu Park’ın yapımı
kent yaşamı bakımından özel bir öneme sahip olmuştur. Ayrıca 1930’lu
yıllarda açılan Uludağ Büyük Oteli Bursa’ya kayak turizminin merkezi olmak
gibi yeni bir işlev kazandırmıştır.1933 yılında hazırlanan Birinci
Sanayileşme Planı Bursa ilinde mensucat sektöründe iki fabrikanın
yapılmasını ön görüyordu. Bunlardan birincisi 1935 yılında temeli atılan ve
1938 de işletmeye açılan Merinos Yünlü dokuma fabrikası, ikincisi ise 1934
yılında temeli atılan ve 1938 yılında işletmeye açılan Gemlik Suni İpek
Fabrikasıdır. Bu iki devlet girişimi de entegre büyük tesislerdi. Teşvik-i
sanayi kanunu da Bursa’da özel girişimciler eliyle belli bir sanayi
gelişmesine yol açmıştır. 1930 lu yılarda ortaya çıkan İpek İş Fabrikası,
1933’de üretimine başlanan Uludağ Gazoz’u, 1934 yılında kurulan bir süt
mamülleri fabrikası olan Sayaş ve 1938’de kurulan Teziş ve Emek karasöri
imalathaneleri sayılabilir. Bu gelişmeler daha sonraki yılların sanayi
gelişmelerini hazırlamıştır.
Cumhuriyetin radikal bir modernite projesini uyguladığı bu dönemde
kentin nüfusu savaş öncesinin nüfusuna ulaşmadığı için kentin yeni alanlara
açılması sınırlı bir kaç alanda olmuştur. Çelik Palas ve Park Otelin
yapılması ve Altıparmak Caddesindeki gelişmeler Bursa’da batıya doğru kentin
yüksek gelirli gruplarının konut alanlarının gelişmesini ortaya çıkarmıştır.
Osmanlı döneminde gelişmesi daha çok mevzii planlarla yönlendirilen kentte
planlama bakımından yeni bir aşamaya ulaşılmıştır. Kentin tümünü kapsayan
planların yapılmasına geçilmiştir. 1924 yılında Karl Lörcher’e yaptırılan
planın varolan kent dokusunu dikkate almayışının uygulamada yarattığı
sorunlar İstanbul’u planlamakta olan Henri Prost’a yeni bir plan
yaptırılmasını zorlamıştır. 19.
yüzyılın ilk yarısında bir yayalar kenti olan Bursa Ahmet Vefik Paşa’nın
operasyonlarıyla atlı araba trafiğine uygun haline gelmişti. Prost planı ise
İstanbul’da olduğu gibi kentin yollarını motorlu araçlara uygun hale
getirmeyi amaçlıyordu. Prost’un 1940 yılında uygulamaya giren bu planında
Bursa ovasının verimsiz kesimleri bir ölçüde yerleşmeye açılıyordu.
Çekirgenin bir kaplıca ve turizm merkezine dönüşmesi, demiryolunun güneyinde
Gemlik yolu üzerinde bir bölümün sanayiye ayrılması öngörülmüştü. Bu plan
1960’lı yıllara kadar kenti yönlendirmiştir(63).
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’deki kentleşmeye paralel
olarak Bursa’da hızlı bir kentleşme yaşamaya başladığında Bursa
sanayileşmede bir sıçrama yapmaya henüz hazır değildi. Bu dönemdeki sanayi
gelişmeleri daha çok küçük üreticiler eliyle oldu. Dokumacılıkta küçük
makinalı tezgahlarla küçük ölçekli dokuma yaygınlaştı. Suni ipek
fabrikasının bir önceki dönemde gelişmiş olması bu yaygınlaşmada etkili
oldu. Gıda sanayiinde ilk konserve fabrikaları kurulmaya başladı. 1951
yılında Karacabey’de Vatan Konserve, 1957 yılında da eski Yalova yolu
girişinde Tamek Konserve fabrikası kuruldu. 1950 yılların ikinci yarısında
Türkiye’nin içine girdiği dış ödemeler darboğazının yarattığı metal ve
makine sanayiindeki küçük üreticiler eliyle ithal ikamesine olanak veren
ortam Bursa’da etkili oldu. Bursa da geçmişi Cumhuriyetin öncesine uzanan
tornacılık, frezecilik gibi madeni eşya ve makine parçaları üretimi
hünerleri önemli bir avantaj sağladı. Bursa’da daha 1942 yılında kurulmuş
olan Tolon Makine sanayii Türkiye’de ilk yerli çamaşır makinesi üretimini
gerçekleştirdi. 1950’li yılların sonunda Bursa’da 750 ton döküm yapan 30
kadar döküm atölyesi bulunuyordu. Bu dönemde otomotiv yan sanayiinin ilk
gelişmeleri yaşanmaya başladı(64).
Kentin bir yandan nüfusunun artışı öte yandan 1958 yılında kent
merkezinin yaşadığı büyük yangın kentin yeniden planlanmasını gerektirdi.
Kurulan bir planlama bürosu Luigi Piccinato danışmanlığında Bursa’nın 1/4000
ölçekli bir nazım planını hazırladı. Bu planda 250.000 nüfuslu bir kent ön
görülüyordu. Kentin Ankara-Bursa-Mudanya yolu üzerinde doğu-batı ekseninde
bir doğrusal kent haline gelmesini öneriyordu(65). Kentin gelişmesi 14. yüzyılın ikinci yarısında gelişmesi doğuya doğru
yönelmişti. Kentin gelişmesi doğu-batı ekseninde gerçekleşiyordu.
19. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan yeniden yapılanma da ise kentin
gelişmesi yeni açılan yollarla yön değiştirmiş güney kuzey eksenine
yönelmişti. Piccinato planı ise kuzeyde ova kenarında yeni bir eksen
oluşturarak kentin gelişmesini yeniden doğu batı eksenine oturtmaya
çalışıyordu. Bu yolla kentin eski dokusu ve merkezi üzerindeki gelişme
baskılarını azaltarak korumacı bir eğilim yaratmayı amaçlıyordu.
1962 yılında İstanbul’un yoğunlaşan sorunları özellikle Anadolu
yakasındaki sanayi gelişmeleri bu alanlarda kentin gelişmesinin bölge
düzeyindeki kararlarla yönlendirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştı. Bu
kaygılarla İmar ve İskan Bakanlığı Marmara Bölge Planını Hazırlamak için
İstanbul’da bir büro kurmuştu. Bu büronun Başkanı Tuğrul Akçura’ydı. Bu
çalışmalar sırasında Doğu Marmara Bölge Planının hazırlanmasına öncelik
verilmişti. Bu planda İstanbul sanayiinin desantralizasyonu önerilmişti.. Bu
desantralizasyonun araçlarından biri olarak da Bursa’da Türkiye’nin ilk
organize sanayi bölgesinin kurulması öngörülmüştü. Organize sanayi bölgesine
ilişkin yapılabilirlik etüdü Checci firmasına yaptırıldı. Sağlanan dış
krediyle bu bölgenin uygulamasına hemen geçildi. İlk tesis olan Aygaz 1964
yılında çalışmaya başlamıştı.1966 yılında Mudanya yolu üzerindeki kentten 14
km uzaklıktaki 180 ha.lık organize sanayi bölgesinin yapımı tamamlanmış
bulunuyordu..
İstanbul sanayiinin desantralizasyonu 1960 yılların sonunda kendisini
güçle duyurmaya başlamıştı. Bu bir çok halde İstanbul sermayesinin yabancı
ortaklarıyla birlikte Bursa’da yatırım yapması anlamına geliyordu. Bunlardan
Bursa kentinin kaderini en çok etkileyeni Otomotiv sanayinin gelişmesidir.
Bursa’da bu sektörde ilk kurulan Karsan Bursa Otomontaj ve Karasöri Sanayii
olmuştur. 1966’da kurulan bu tesis otobüs ve minibüs üretimi yapıyordu. 1968
yılında kurulan Tofaş ise Yalova yolu üzerinde 1971 yılında otomobil
üretimine geçti. 1969 yılında
kurulan Renault da organize sanayi bölgesinin kuzey ucunda 1971 yılında
otomobil üretimine başladı. Böyle bir gelişme kısa süre içinde Bursa’da daha
önce gelişmeye başladığını gördüğümüz otomotiv yan sanayiinin güçlenmesini
ve gelişmesini getirdi. Bu yan sanayii genelikle Yalova yolu üzerinde ve
santral garaj çevresinde yoğunlaştı.
Bursa’nın yeni sanayi yapısının oluşmasında ikinci önemli atılım
İstanbul sermayesiyle büyük ölçekli sentetik iplik fabrikalarının ve entegre
dokuma sanayiinin kurulması oldu. Kurulan ilk sentetik iplik fabrikası 1964
yılında açılan Şifaş oldu, onu 1968’de organize sanayi bölgesinde açılan
Polylen İplik Fabrikası izledi. Daha sonraki yıllarda bu tür tesislerin
sayıları çoğaldı. Gıda sanayii’de ölçek ve nitelik değiştirdi. Bunlar bir
kısmı zaman içinde holdingleştiler. Bunların en büyüklerinden biri olan
Balkan göçmeni kökenli bir Bursa sermayesi olan Sönmez Endüstri Holding A.Ş
1972’de kuruldu. Bunu 1980 yılında Nergis Holding AŞ’nin kurulması izledi.
1998’de Sönmez Holding’in 26 şirketinde 8000 kişi, Nergis Holding’in 6
sektöre yayılmış 30 şirketinde 16000 kişi çalışıyordu(66). Tüm bu
gelişmeler Bursa’yı çeşitlenmiş bir sanayi merkezi haline getirdi.
Bu gelişmeler Bursa Sanayiinin
iki büyük odakta toplanması sonucunu doğurmuştur. Bunlardan birincisi
Mudanya yolu üzerindeki Organize Sanayi Bölgesidir. 180 ha. alanda çalışmaya
başlayan bölge 1997’ye kadar dört kez büyütülen bölgenin büyüklüğü 650 ha.
ra yükselmişti. Bu bölgedeki 161 tesiste 25000 işçi çalışıyordu. Bu bölgenin
beşinci kez 280 ha. büyütülüyordu(67).
İkinci sanayi odağı Yalova yolu üzerinde oluştu. Bu yol üzerinde başlangıçta
Tofaşın yer seçimiyle başlayan gelişme, Sönmez Filament Sentetik İplik ve
Elyaf Sanayii’nin 1973’de faaliyete geçmesiyle pekişti. Bu yörede yerleşen
20 kadar sanayi 1987 yılında Demirtaş Sanayiciler Derneğini kurmuşlar ve
burayı 1990 yılında Demirtaş Organize sanayi bölgesi haline getirmişlerdir.
475 ha. lık bu bölgede 1997’de 157 firmada 20000 kişiye istihdam sağlıyordu(68).
Bu iki büyük yığılmanın dışında bir çok küçük ve orta sanayi İzmir, Mudanya,
İstanbul ve Ankara karayolları boyunca yayıldı. Bu karayollarının
standardının artırılması da bu yayılmayı kolaylaştırdı.
Bir yandan Bursa’nın sanayi yapısında bu çeşitlenme ve gelişme, öte
yandan nüfusun hızla artması 1960 lı yılardan sonra kent merkezinin de
yapısının değişmesi konusunda etkiler yaratıyordu. 1958 yangını bu süreci
hızlandıran bir etki yarattı. 3000 den fazla dükkan ve işyeri yanmıştı.
Kapalı çarşı ve hanlar bölgesinin restorasyonu süresince 6-7 yıllık bir süre
için eski merkez bir anlamda yok oldu(69). Birçok faaliyet
özellikle de el sanatları yeni alanlara yayıldı. Restorasyon sonrasında
merkez yeniden çalışmaya başladığında belli bir değişme geçirmiş oluyordu.
Ama yine de tek merkezli olma niteliğini yitirmiştir.
Ana yollar boyunca farklılaşarak yayılmasını gerçekleştirmiştir.
Güneydeki sınırı Kaleyle Setbaşı arasında Atatürk Caddesi tarafından
belirlenen iş merkezi kuzeye doğru açılmış Ankara-Mudanya yoluna kadar
uzanmıştır.
Merkezin 19. yüzyılda oluşan vilayet, belediye, adliye gibi resmi
kuruluşlarının bulunduğu odağı bu dönemde de önemini korumuştur. Bunlarla
yakından ilişkili avukatlık büroları vb. servis hizmetleri bu odak etrafında
yoğunlaşmıştır. Merkezin en yoğun bölgesi olan Atatürk, Cumhuriyet, Cemal
Nadir ve İnönü Caddelerinin arasının iç kesimi çoğunlukla aynı dallarda
kümelenen esnaf işyerlerini barındırmaktadır. Tarihi konaklama ve koza
pazarı işlevini gören hanlar bölgesi alt katlarında perakende ve toptan
ticaret işlevlerinin yer aldığı, üst katlarında ise, toptancı yazıhaneleri,
muhasebeci, vb. hizmet işlevleri ağır basan büroların yer aldığı bir yapıya
kavuşmuştur. Kapalı çarşı turistlere ve üst gelir gruplarına dönük
kuyumcular, bakırcılar vb. satış işlevlerinde uzmanlaşmıştır. Kapalı
çarşının uzantısı olan Uzunçarşı’da ise alt gelir gruplarına ve kırsal
kesime yönelen ticaret yoğunlaşmıştır. Hanlar bölgesinin dışındaki kesimlerde alt gelir gruplarına ve kırsal
kesime dönük ticaret ve lokanta, otel vb. hizmet kesimleriyle küçük
girişimci konfeksiyoncular yer almıştır.
Merkez yollar boyunca farklılaşarak yayılmıştır. Merkezin batıya
doğru Altıparmak caddesindeki uzantısında üst gelir gruplarına yönelen lüks
tüketime dönük ticaret ve hizmet yoğunlaşması ortaya çıkmıştır. Bu
nitelikteki tuhafiye, mobilya, butik, oto galerisi vb. ticaretle, üst gelir
gruplarına yönelik sağlık hizmetleri doktor muayenehaneleri vb.leri yer
almıştır. Kent merkezinin yeniden yapılaşması da bu eksen üzerinde
yoğunlaşmıştır. Esas merkezden kopuk olarak turistlere de yönelmiş lüks ve
prestijli tüketimin bir başka yoğunlaşması Bursa Mudanya karayolunun
güneyinde Kükürtlü’ye kadar uzanan bölümde olmuştur.
Merkezin doğuya yani Setbaşına doğru uzantısı orta gelir gruplarının
günlük alışverişine yönelmiştir. Yeşil mahallesine doğru halıcılar ve
mobilya imalatçıları yer almıştır. Merkezin kuzeye uzantısı olan garajlar
bölgesi, Mudanya-Ankara ve Bursa-Yalova yolları üzerinde yer almaktadır.
Otobüs terminali de iki yıl öncesine kadar bu iki yolun kesişme noktasında
bulunuyordu. Merkezin bu kuzey uzantıları bankalar sigortalar, büyük
sanayiye hizmet veren büroları kendisine çekmeye başlamıştır. Bu eğilim
tabii ki, büyük ölçüde sanayinin kuzeyde yer seçmiş olmasıyla yakından
ilişkilidir.
Kent merkezinin ana yollar boyunca uzantısında olan gelişmeler kentin
yeni sanayi yapısının gerektirdiği nitelikteki hizmetleri karşılamakta
yetersiz kalıyordu. Küreselleşen dünya ekonomisiyle bütünleşme yoluna giren
Bursa ekonomisinin gerektirdiği servisler geleneksel merkezden koparak
Yalova yolu üzerinde toplanmaya başlamıştır. Bu bakımdan özel bir öneme
sahip olan Bursa Uluslararası Tekstil Ticaret Merkezidir (BUTTİM).
Bursa-Yalova yolunun 4.km.sinde 21,2 ha alana kurulan bu tesis, beş katlı
bir ana blok ve 28 katlı bir gökdelenden oluşmakta, 1583 işyeri ve 88 ofisi
içermektedir. Büyük sermayeli tekstilcilerin kurdukları bir iş yeri
kooperatifi tarafından 1991-1997 yılları arasında gerçekleştirilmiştir(70).
Türkiye’nin tekstil ihracatında uzmanlaşmış en gelişkin ticaret
merkezidir. Böyle bir gelişme çevresine yeni hizmet kuruluşlarını
çekmektedir. Sönmez Holding aynı yolun batısında 45.000 m2 lik bir alış
veriş merkezi olmak üzere Sönmez Plaza’nın yapımı 1993 yılında başlamıştır.
Plaza yakınındaki Ali Osman Sönmez Teknik Okulu Üniversiteye
dönüşmektedir. Yalova yolunun 13 km.sinde yapılan yeni otogar da 1997
sonrasında işletmeye açılarak kent içindeki otogarın boşaltılmasına olanak
sağlamıştır. Bu gelişmeler Yalova yolunun ilk on kilometresinde önemli
trafik yığılması yaratmaya başlamıştır.
Bursa-Yalova yolu üzerindeki bu gelişmeler geleneksel iş merkezinden
bir kopuşu göstermektedir. 19. yüzyıl modernleşmesi sırasında ortaya
çıkmayan merkezdeki geleneksel merkezden ayrılma 20. yüzyılın sonunda
küreselleşmenin etkisiyle gerçekleşmiştir denilebilir. Bu oluşumu Bursa’nın
İstanbul ile ilişkilerinde de bir değişmenin, habercisi olarak yorumlamak da
olanaklıdır.
Bu dönemin kent formunun oluşumunun
betimlenmesini tamamlamak için konut alanlarındaki gelişmeleri de vermek
gerekir. Konut alanlarında yaşanan dönüşümün bir boyutu varolan kent
dokularının yıkılarak onların yerinde hızlı bir apartmanlaşmanın yaşanması
ve var olan kentsel dokunun daha büyük bir nüfusu taşır hale gelmesidir.
İkincisi ise yeni alanların konut yapımına açılması kentin mekansal
yayılımının artmasıdır. Kentin konut dokusunda yaşanan bu dönüşümün
gerçekleşmesi dönemin koşullarında gelişen yeni konut sunum biçimleri
kanalıyla sağlanmıştır. Bu tür yeni konut sunum biçimlerinin gelişmesinin
temel nedeni hızlı kentleşme sonucu arsa fiyatlarındaki çok hızlı artışın
gerçekleşmesi olmuştur. Bu nedenle, daha önceki dönemdeki gibi orta
sınıfların bir parsel üzerinde tek konuta sahip olması olanağı kalmamıştır.
Yeni koşullarda orta sınıflar ancak arsa maliyetini bölüşerek bir apartman
katına sahip olabilmektedirler. Bunun gerçekleşebilmesi için bir arsa
üzerindeki talebin örgütlenmesi gerekmektedir. Bu örgütlenme ya yapsatçılar
ya da kooperatifler eliyle gerçekleşmiştir. Kentin özellikle yerleşik
kesimlerinde arsa fiyatlarının yüksekliği ise bir yandan gecekondu sunumunun
doğmasına, öte yandan 1980 sonrasında toplu konut sunumunun gelişmesine
neden olmuştur.
1930’lu yıllardan sonra kentin batısında prestijli konut alanları
gelişmeye başladı. Haşim İşcan’ın geliştirdiği Altıparmak Caddesi ve Çekirge
bu tür konutları toplandığı alanlar oldu. 1955 yılından itibaren Bursa
kültürparkı ve festival alanının oluşumu kentin batı kesiminin çekiciliğine
katkıda bulundu. Ama bu alanlar kentleşmenin hızlandığı 1960 lı yıllardan
sonra uygun olmayan topografik
koşullara karşın yüksek yoğunluklu, sosyal donatıları yetersiz, pahalı
apartman mahallelerine dönüşmüş ve
bahçeli konutlardan oluşan eski yapısını büyük ölçüde yitirmiştir.
Kentin doğusunda da Maksem, Yeşil, Emir Sultan, Işıklar Lisesi bölgesi gibi
iş merkezinin güneyindeki yamaçlar da orta ve alt orta gelirli grupların
apartmanlarına dönüşmüştür. Bu
dönüşümler genellikle yapsatçı sunumuyla gerçekleşmiştir. Kentin orta ve üst
orta gelirli konutlarının İzmir karayolu doğrultusunda yayılması 1980 li
yılların başında kente 18 km. uzaklıkta Görükle’de Üniversite kampusunun
yapılmasından sonra hızlanmıştır. Bu yöndeki gelişmeye kooperatiflerin
Fethiye-İhsaniye’de yer seçmesi önemli katkıda bulunmuştur. 1985 sonrasında
yüksek gelirli kesimin villaları ve prestij konutları Mudanya geçit yolunda
Bademli de gelişmeye başladı.
Konut alanlarını kuzeye açılması 1950 li yıllarda Bulgaristan’dan
göçmenlere Mudanya yolu üzerinde Hürriyet mahallesinin kurulmasıyla
başlamıştır. Daha sonraki yıllarda bu yerleşmeye İstiklal, Adalet ve
Milliyet Mahalleri eklenmiştir. Organize sanayi bölgesinin daha sonra bu
eksende gelişmiş olması bu mahallerde işçi konutlarının yoğunlaşmasını
ortaya çıkarmıştır.
Kentin gelişen sanayileşmesinin ortaya çıkardığı örgütlü işçi kesimi
ise parseller düzeyinde örgütlenmiş kooperatifler eliyle konut
sağlamışlardır. Bunların yoğunlaştığı bir kesim Sümerbank-Merinos
Fabrikasının kuzeyindeki işçi konutları bölgesi olmuştur. Kentin kırdan aldığı düşük gelirli göç ve örgütsüz emekçi kesimleri
ovadaki hisseli tapulu alanlarda ve gecekondu kesimlerinde konut
bulabilmişlerdir. Bu alanlar kentin batısında Mudanya-Bursa-Ankara
karayolunun kuzeyinde ve kentin doğusunda ise karayolunun hem kuzeyinde hem
güneyinde çok geniş bir alanı kapsar hale gelmiştir. Güneydeki yamaçlarda
ise apartman bölgesinin üstünde bir bant oluşturmuştur..
Kentin eski dokusunun dönüşümü kentin değişik kesimlerinde farklı
olmuştur. Kent merkezinin çevresindeki konut alanları 19. yüzyılın sonunda
grid planda oluşan Rusçuk mahallesi gibi göçmen konut alanlarında
apartmanlaşma yaşanmıştır. 19 .yüzyılın prestij eksenlerinden biri olan
İpekçilik Caddesi çevresi kısmen dönüşerek orta sınıfların konut alanına
dönüşmüştür. 19. yüzyıl iş merkezinin güney kesimindeki konut alanları
apartmanlara dönüşürken kuzeyindeki Reyhan konumundaki mahallelerin ana
yollara yakın kesimleri iş yerlerine dönüşmüş konut alanları ise fiziki
olarak harap konutlar haline gelmişlerdir. Ama sosyal karakteristikleri bir
çöküntü alanına dönüşmemiştir(71). Bu alanlara kentin kuzeyindeki gecekondu alanları bitişmiştir.
1980 sonrasında gelişen toplu konut alanları Bursa-Mudanya yolunun
batısında ve Bursa-İzmir yolunun kuzeyinde gelişti. Bu gelişmelerin önemli
bir kesimi 1984 planının uygulamasıyken, planda öngörülen Fethiye, İhsaniye
ve Beşevler gibi alanlarda kaçak yapılaşma gerçekleşti(72). 20.
yüzyılın sonunda kent artık çok geniş bir mekana yayılıyordu.
Doğu-batı yönündeki yayılımı 30 km’yi buluyordu. Yalova yolu eksen alınırsa
kuzey- güney yönündeki yayılımı 16-17 km.yi buluyordu. Nüfusu 900.000’ne
varan kent artık metropoliten bir ölçeğe varmıştı. Doğuda Gürsu, Kestel,
batıda Görükle, İrfaniye, güneybatıda Çalı, Kayapa, Hasanağa, kuzeyde
Demirtaş, Ovaakça, kuzeybatıda Bademli, Çağrışan gibi yerleşmeleri içine
alarak bir metropoliten kent haline gelmişti.
V.
SON VERİRKEN
Bursa tarihindeki üç önemli dönüşüm dönemini genel çizgileriyle
inceledikten sonra bu örnek olaydan bazı genellemelere gidilip
gidilemeyeceği sorusu zihnimizde doğabilir. Bu soruyu yanıtlayabilmek için
önce bir kavram geliştirmeye çalışacağım. Bu kavramı “kentin mekansal
çerçevesi” diye adlandıracağım. Kentin burada benim yaptığım gibi çok uzun
bir dönemdeki köklü dönüşümleri incelendiğinde kentin gelişmesinin bir
mekansal çerçeveden diğer bir mekansal çerçeveye geçme olarak
kavramsallaştırılabileceği sezilmeye başlar.
Bu durumda bir “kentin mekansal çerçevesi”nden ne anlaşılması
gerektiğine açıklık kazandırmak gerekir. Bir kentin mekansal çerçevesi
a) kentin mekansal yayılım çapı, b) kente eklenecek yapıların, ya da
marjinal eklentilerin konumunu belirleyen yol kanavasının özellikleri, c)
kentin dokusal özellikleri olarak tanımlanabilir. Bu yazıda incelediğimiz
Bursa’nın her üç dönüşümünde de kentin bu özelliklerinin değiştiğini
gözledik. Bursa örneği bize bir kentin mekansal çerçevesinin dönüşümünün
30-40 yıllık dönemlerde gerçekleştiğini ortaya koydu. Bu dönüşüm
dönemlerinin dışında kent dönüşüm dönemlerinin belirlediği mekansal çerçeve
içine hapsolmuşlardır.
Kentin değişmesinin bir mekansal çerçeveden diğer bir mekansal
çerçeveye sıçrama biçiminde olacağı kabul edilince karşımıza çıkan soru her
dönemin mekansal çerçevesini hangi faktörlerin belirlediği olmaktadır.
Bu faktörler, kentin dış ekonomik ilişkilerinin biçimi, üretim
teknolojisi, kentiçi ulaşım teknolojisi, yapı sunum biçimleri vb. olarak
sıralanabilir. Bu faktörlere kentsel gelişmenin düzenleme (regülation)
biçimlerini eklemek gerekecektir. Bu yazıda Bursa’daki mekansal çerçeve
dönüşümlerini incelerken daha çok birinci gruptaki değişkenler ele alınmış,
düzenleme biçimlerinin ayrıntılarına girilmemiştir. Sadece bu değişkenin
analize nasıl eklemlenebileceğine ilişkin ip uçları verilmekle
yetinilmiştir.
NOTLAR
1- Mustafa Süel:"Antik Dönemde Bursa", Bursa,
T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s.28.
2- Bedi N., Şehsuvaroğlu: Yeşil Bursa, Dünya Tıp Birliği
XI Genel Kurulu, 29.IX- 5.X.1957, İstanbul, s.1.
3- Mustafa Süel: Agm, s.28.
4- Engin Yenal: “Osmanlı Öncesi Bursa”, Engin Yenal:Bir
Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996, s.14.
5- Fahri Dalsar: Bursa’da İpekçilik, İ.Ü.İktisat
Fakültesi, İstanbul,1960, s. 358-359. 6- Evliya Çelebi kale içinde 2000 ev, 7 mahalle, 7
mihrap, 1hamam ve 20 dükkanlı bir çarşı olduğunu söylemektedir.
7- Bu rum mahallerinden biri Çakır Hamamı’ndan Çatal
Fırın’a kadar uzanıyor, diğeri ise Gece Mahallesinde bulunuyordu.
Yahudilik’te yer alan yahudi mahallesi oldukça eski bir yerleşmeydi. Kazım
Baykal: Bursa ve Anıtları, Aysan Matbaası, Bursa, 1950, s.13.
8- Yusuf Oğuzoğlu:”Osmanlı Döneminde Bursa”, Bursa,
T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s.36.
9- Bedii N. Şehsuvaroğlu: Age, s.9.
10- Bu dönemde kale dışında dervişlerin tekkeler ve
zaviyeleri var mıydı? Bu kurumlar Doğan Kuban’ın bir yazısında ön gördüğü
gibi uzun mesafe ticaretin de bir işlev görüyormuydu ? Doğan Kuban:”
Anadolu-Türk Şehri, Tarihi Gelişmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikleri”, Vakıflar
Dergisi, Cilt.VII, İstanbul,1968, s.53-75.
11- Bursa’dan sonra 1331’de İznik alınınca bir süre bu
kent başkentlik işlevini gördü.1335’de Bursa tekrar başkent oldu. Edirne’nin
fethinden üç yıl sonra 1368’de
başkent olarak ilanına kadar başkent olarak kaldı. Kazım Baykal: Age, s.13.
12- Orhan Gazi bu sarayda daha çok kış mevsiminde
oturuyor, yazın göçer geleneğinin bir devamı olarak yazın yaylaklara
çıkıyordu. 13- Halil İnalcık: “The Ottoman State: Economy and
Society:1300-1600”, Halil İnalcık ile Donald Quatert (Editörler): An Economic
and Social History of The Ottoman Empire 1300-1914, Cambridge University
Press, Cambridge,1994, s.218-219. 14- Murat
Çizakça: “XIV ve XIX Yüzyıllar Arasında Bursa İpekçiliği”, Engin Yenal
(Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1966, s.69.
15- Halil
İnalcık: Age, s.223. 16- Zekiye Yenen: Vakıf Kurumu-İmaret Sistemi
Bağlamında Osmanlı Türk Kentlerinin Kuruluş ve Gelişim İlkeleri, İstanbul
Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ekim 1987,s.70.(Yayınlanmamış
Doktora Tezi) 17- Suraiya Faroqhi:Towns and Townsmen of Ottoman
Anatolia, Cambridge University Press, Cambridge, 1984, s.97
18- Halil Sahillioğlu:” Bursa Kadı Sicillerinde İç ve
Dış Ödemeler Aracı Olarak Kitabül-Kadı ve Süfteceler”, Osman Okyar ve H.Ünal
Nalbantoğlu (editörler):Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Hacettepe
Üniversitesi, Ankara, 1975, s.117-120 19- Engin Yenal: “Osmanlı Başkenti, Osmanlı Kenti
Bursa”, Engin Yenal(Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,
1996, s.37. 20- Kazım Baykal: Age, s.15.
21- Yusuf Oğuzoğlu: Age,s.42.
22- Mustafa Cezzar: Typical Commercial Buildings of the
Ottoman Classical Period and The Ottoman Construction System, Türkiye İş
Bankası, İstanbul, 1983,s.63. 23- Zekiye Yenen: Age,s.157. Bu han XVII. yüzyılda
onarılmış ve Bezir hanı adını almıştır. Bu dönemde alt katında mutaflar
bulunuyordu. 24- Fahri Dalsar:Age,s.255-256. Eğer saklama işlevi
İstanbul Bedesteninde olduğu gibi yapılıyorsa Bedesten içindeki tüccarların
ve kent içinde birikimleri olanların değerli eşyalarının saklandığı
sandıklar bulunuyor, bunlar da belli bir denetim altında açılıp
kapanıyorlardı. Halil İnalcık:”The Hub of the City”,International Journal of
Turkish Studies, Cilt.1, No.1, Kış 1979-1980, s.6.
25- Fahri Dalsar: Age. s.256.
26- Zekiye Yenen : Age., s.157-161’de bu
28 hanın listesini vermektedir.
27- Osman Nuri Ergin:Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi
İnkişafı,İstanbul Üniversitesi Huk.Fak.İkt. ve İçtimaiyat
Enst., İstanbul, 1936. 28- Zekiye Yenen: Age, s.105-113.
29- Zekiye Yenen: Age., s.189-190 ‘da bu köprülerin
listesi verilmiştir. Irgandı köprüsü üzerinde işyerleri bulunmaktaydı. Bu
türdeki bilinen tek Osmanlı köprüsü olduğu söylenebilir.
30- Raif Kaplanoğlu: Bursa Yer Adları
Ansiklopedisi, Bursa Ticaret Odası, Bursa, 1996, s.80-81.
31- Hasan Basri Öcalan:” Şer’iye
Sicillerine Göre Bursa’da Sosyal Hayat XVII Yüzyıl”, Engin Yenal(Haz.):Bir
Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996,
s.83-85. 32- Halil İnalcık: Age, s.227.
33- Fahri Dalsar: Age, s.291.
34- Murat Çizakça: Age, s.73.
35- Bruce McGowan:” The Age of the
Ayans,1699-1812”, Halil İnalcık ile Donald Quataret (Editöler), Age, s.703.
36- Yurt Ansiklopedisi, s.1696.
37- Ayhan Aktar:”Bursa’da Devlet
ve Ekonomi”, Engin Yenal(Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları,
İstanbul, 1996, s.119-133. 38- Zekiye Yenen: Age, s.81.
39- Beatrice St.Laurent:
Ottomanization and Modernization The Architectural and Urban Development of
Bursa and The Genesis of Tradition,Harward University,1989, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), s. 93 40- İlhan Tekeli Selim İlkin:”
Osmanlı İmparatorluğu’nda Ondokuzuncu Yüzyılda Araba Teknolojisinde ve
Karayolu Yapımındaki Gelişmeler”, Ekmeleddin İhsanoğlu, Mustafa Kaçar
(Yayına Haz): Çağını Yakalayan Osmanlı!, İRCİCA, İstanbul,1995, s.433.
41- Archack Solakian: Les
Richesses Naturelles et Economiques de L’Asie Mineure, Constantinople,1923.
S.78. 42- Leila T.Erder: The Making of
Industrial Bursa: Economic Activity and Population in a Turkish City
1835-1975, Princeton,1976, s.141 (yayınlanmamış doktora tezi)
43- Musa Çadırcı:Tanzimat
Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Türk Tarih Kurumu
, Ankara, 1991, s.343. 44- Beatrice St.Laurent : age, s. 105-106.
45- Beatrice St.Laurant: Age, s.68,105-106.
46- Bedii N.Şehsuvaroğlu: Age, s.5
47- İsmail Beliğ Efendi:Tarih-i
Burusa Güldeste-i Riyaz-ı İrfan, Bursa,1287. Bu kitabı yayına hazırlayan
Bursali Eşref bin Ali Bey’in kenar notları. ve Zekiye Yenen: Age, s.91.
48- Bu dönemin dışında Bursa
kentinin geçirdiği üç büyük yangın vardır. Birincisi 1518 yılındaki
Hisar’dan Reyhan’a kadar çok sayıdaki mahalleyi
yakan yangındır. İkincisi 1607’de Kalenderoğlu isyanı sonrasındaki
yangındır.Kepezler, Mücellidi,Hoşkadem, mahalleleridir. Üçüncüsü 1801
yangınıdır. Yahudilik, Şehreküstü, Ulucami, Mantıcı,Osman Gazi bu yangında
yanmıştır. Raif Kaplanoğlu:Age, s.68,164,193,195,217,226,236, 259,269,275. Bu
yangınlar sonrasında, yeni bir imar düzeni getirilmediği için, bu
mahallelerin önemli yapısal değişme olmadan büyük ölçüde eski biçimleriyle
yenilendikleri söylenebilir. 49- Önder Batkan:” Bursa Kentsel
Gelişim ve Planlama Süreci”, Engin Yenal (Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi
Yayınları, İstanbul,1996. s.249. 50- Beatrice St.Laurent: Age, s.210-238.
51- Leila T.Erder: Age, s.237.
Bugünkü Atatürk Caddesi'nde olan bina 1980’li yıllarda yıkılmıştır.
52- Ayhan Aktar: Agm, s.123.
53- Leila T.Erder: Age, s.267
54- Kazım Baykal: Age, s.23,125.
55- Beatrice St.Laurent: Age, s.132.
56- Kazım Baykal: Age., s.23.
57- Leila T.Erder: Age, s.226-228.
58- Nihat Reşat Belger:”Su Şehri
Bursa”, Vedat NedimTör-Şevket Rado (Haz.), Bursa,Yapı ve Kredi Bankası,
İstanbul,1948, s.42-49.
59- Beatrice St.Laurent: Age, s.88-89.
60- Leila T. Erder: Age, s.211, Zekiye Yenen: Age, s.61,65.
61- Sultanın Bursa’da kalış
yerinin değişmesi ile İstanbul’da Sultanın bir iç kale sarayı olan Topkapı
Sarayını terkederek kale dışında Boğaz üzerinde Dolmabahçe Sarayını
yaptırmış olması arasındaki paralelliğe dikkati çekmek gerekir.
IV. Mehmet 1659 yılında Bursa’da kaldığı üç ay sırasında kale içindeki
eski sarayda kalmıştı 62- Betrice St.Laurent: Age, s.70.
63- Önder Batkan: Age, s.249.
64- Yurt Ansiklopedisi, s.1700-1713.
65- Önder Batkan: Age,s.251.
66- Dünya, 26 Haziran 1998, Bursa Bölge Eki,s.6-7.
67- Dünya, 27 Haziran 1997, Bölge Raporu,Bursa,s.16.
68- Dünya, 27 Haziran 1997, Bölge Raporu, Bursa,s.19.
69- Bu olgunun önemine dikkatimi çeken Özcan Altaban’a
teşekkür ederim. 70- Dünya, 27 Haziran 1997, Bölge Raporu, Bursa,s.37.
71- R. Ranâ Akdiş: Kent Kuramları
İçinde Çöküntü Bölgeleri Analizi:Bursa Reyhan Örneği, Uludağ Üniversitesi,
Bursa,1990 (yayınlanmamış doktora tezi)
72- Önder Batkan:Agm, s.259.
|