BURSA’NIN GEÇİRDİĞİ
         ÜÇ BÜYÜK DÖNÜŞÜM

Bursa'nın Tarihi

Bursa ve Kentleşme

   

                                                                                        İlhan Tekeli 

 I.GİRİŞ

    Bursa’nın son yedi yüzyıllık tarihine bakıldığında kentin üç önemli yapısal değişiklik geçirdiği gözlenmektedir. Bu dönüşümlerden birincisi 14. yüzyılın ikinci yarısında kale dışında bedesten merkezli bir çarşı sisteminin oluşması ve kentin gelişme dinamiğini ve kimliğini belirleyen güçlü bir odak haline gelmesidir. İkincisi 19 yüzyılın ikinci yarısında kentin Osmanlı modernitesinin etkisi altında yaşadığı yeniden yapılanmasıdır. Üçüncüsü ise Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı kentleşmenin ve Bursa’da özellikle 1970’li yıllardan sonra gözlenen sanayideki niteliksel bir sıçramanın kentte yaratığı dönüşümdür. Bursa’nın tarihinin yazılması bakımından bu üç dönüşümün nedenlerinin iyice anlaşılması ve bu dönüşümlerde ortaya çıkan yeniden yapılanmanın neden belli bir biçimde olduğunun çözümlenmesi çok önemlidir. Ama unutulmamalıdır ki bu üç dönüşüm gerçekte sadece Bursa’ya özgü değildir, bu dönüşümler tüm Anadolu kentlerinde belli zaman kaymalarıyla yaşanmıştır. Bu nedenle bu üç dönüşümün Bursa örneğinde yorumlanması gerçekte tüm Anadolu kentlerinin oluşum tarihi üstünde düşünmek demek olmaktadır.

    Bursa’nın son yedi yüzyıllık tarihi içinde kentin kaderinin belli bazı konumsal özelliklere ve temel işlevlere bağlı kaldığı hemen görülmektedir. Bu boyutlardan birincisi Bursa’nın verimli bir ova ve genişçe bir tarımsal hinterland içinde merkezi yer olmasıdır. İkincisi İstanbul gibi bir dünya kentinin çok yakınında olması ve onunla özel ilişkiler içinde bulunmasıdır. Üçüncüsü ise uzun mesafe (uluslararası) ticarette önemli bir merkez olma niteliğidir. Dördüncüsü özellikle ipek ve ipekli dokuma başta gelmek üzere bir sanayi merkezi olma işlevinin varlığıdır. Beşincisi ise kaplıcaları dolayısıyla bir dinlenme ve tedavi merkezi işlevi görmesidir. Bursa kentinin yaşadığı her üç dönüşümün de, bu beş boyutun bir kısmının değişik nedenlerle önemli değişmeler geçirmek durumunda kalması ya da birbirleriyle ilişkilerinin değişmesi sonucu ortaya çıktığı söylenebilir. Bu boyutlardaki değişmeleri Bursa’nın içinden çok dışından kaynaklanan nedenler yaratmıştır denilebilir. 

   Kentin temel işlevlerinde meydana gelen bu değişmeler bir yandan yeni yapı talepleri başka bir terminolojiyle ifade edilirse yeni arazi kullanma biçimleri yaratmakta, öte yandan kentin toplumsal tabakalaşma biçimini değiştirmektedir. Bu ise kentin mekanında hem arazi kullanma hem toplumsal tabakalaşma bakımından yeni bir farklılaşma kalıbı, yeni bir kentsel doku ve kent formu ortaya çıkaracaktır. Bu yeni yapının özelliklerini sadece kentin temel işlevlerindeki değişmelere dayanarak kavramak büyük ölçüde yetersiz kalacaktır. Kentin biçimlenişin de o kente özgü özelliklerin ortaya çıkarılmasına olanak vermeyecektir.

    Bu nedenle kentin yeniden yapılanma dönemlerinde, bu dönüşümlerin nasıl gerçekleştiği üzerinde ayrıca durmak gerekir. Bu gerçekleşme doğal çevrenin sağladığı olanaklar içinde toplumdaki bireylerin ve kurumların kapasitelerine ve toplumda yönetim fonksiyonlarının örgütlenme biçimlerine göre oluşmaktadır. Yaşanan dönüşümlere böyle nedensel ve olumsal özellikleriyle yaklaşılması yerelin etkilerinin de gözlenmesine olanak verecektir.

 II. 14. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA KALE DIŞINDA BEDESTEN MERKEZLİ BİR ÇARŞILAR SİSTEMİNİN OLUŞUMU VE KENTİN YENİDEN YAPILANMASI

    Bursa’nın yaşadığı dönüşümlerin olumsal (contingent) yönlerini kavrayabilmek için kentin coğrafi konumumu çözümlemek gerekir. Bursa verimli bir ovanın güneyinde birden dik olarak yükselen bir dağın eteğindeki kuzeye bakan bir terasta yer almaktadır. Bursa’nın coğrafi konumu sadece bu jeomorfolojik nitelikleriyle özetlenmez. Buna yüzyıllar boyunca bir dünya kenti olma niteliğini korumuş olan İstanbul’a uzaklığını da mutlaka eklemek gerekir. İstanbul’a kuş uçusu 100 km uzaklıktadır. Bu 100 km’nin 70’i denizyolu, 30’u karayoludur. Kırılma noktasında Mudanya bulunmaktadır.

    Bu coğrafi konumun özellikle bir sanayi öncesi kentinin oluşumu için anlamının ne olduğu üzerinde duralım. Kenarında yer aldığı verimli ova, bir merkezi yerin (central place) oluşumu için gerekli artık üretiminin koşullarını sağlamakta, sırtını yasladığı dağ ise kentte yaşacaklar ve kentte yer alacak olan  sanayi üretimi için gerekli bol suyu sağlamakta, dağ eteğinde ovadan  60 m lik dik bir yarla ayrılan teras savunmaya uygun bir kalenin yapılmasına olanak vermektedir.  Bu koşullar bir sanayi öncesi kentinin oluşumu için çok uygundur. Ama onun büyük bir ticari merkez olmasını açıklamakta yetersiz kalır. Bunu açıklamakta ise kentin İstanbul’a göre konumu ve buna bağlı olarak uzun mesafe ticaret yollarının biçimlenişi önem kazanmaktadır. Bursa’nın İstanbul’a uzaklığı içinde yer aldığı politik sistemin niteliğine göre hem yeni bir büyük kentsel merkezin doğmasını önleyecek kadar yakın, hem de yeni bir büyük kentsel merkezin doğmasına olanak verecek kadar uzak olarak yorumlanabilecektir.

  Kentin coğrafi konumu sadece kentin önemini ve işlevlerini etkilemek bakımından önemli değildir. Aynı zamanda kentin dokusunun oluşumunda da etkili olmaktadır. Kentin Uludağ’ın kuzey yamaçlarında yer alması kentin mikro klimatik  özelliklerini olumsuz olarak etkilemektedir. Ayrıca bu kentin ilk gelişme aşamasının doğu-batı aksında olması sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Kentin Uludağ’ın sırtına yaslanmış olmasının ilginç bir sonucu da bu görkemli dağı görsel olarak kentlinin yaşantısından çıkarmasıdır. Örneğin Kayseri’nin Erciyes’le, Antalya’nın Bey Dağlarıyla ilişkisi Bursa’nın Uludağ’la ilişkisinden çok farklıdır. Bursa’yı anlatan şehrengizlerde Uludağ’a çok az yer verilmesi ya da hiç değinilmemiş olmasında bu konumlanışın etkisi vardır sanıyorum.

    Bursa’nın Osmanlı öncesi tarihine ilişkin bilgilerimiz çoğu kez bulanık ve azdır. Kenti kuran Bitinyalıların bu yöreye  M.Ö.700’lere doğru Trakya ve Boğazlar üzerinden geldikleri bilinmektedir(1) . Ama kuruluş için verilen tarihler önemli farklılıklar göstermektedir. Strabon kentin M.Ö.550’de kurulduğunu söylemektedir(2).  Oysa kentin Kartacalı kumandan Hannibal’ın Bitinya krallığına sığındığı yıllarda yaptığı öneri üzerine Kral Prusias tarafından kurulduğunu söyleyenler kuruluş tarihini M.Ö.185 yılına kadar öne almaktadırlar. Hannibal’ın önerisi üzerine Romalılar ile çatışan Prusias Nilüfer Çayıyla Uludağ arasında bulunan Atusa yerleşmesini ele geçirerek yakıp yıkmış ve bir kale kent  (castron) olarak Bursa’yı kurmuştur(3).  Bitinya döneminde kentin ovanın artı ürününü denetleyen bir kale kent olmanın ötesinde bir işlev ve önem kazandığını gösteren bilgilere sahip değiliz.   

    Bitinya krallığı M.Ö.74 yılında IV Nikomedes’in ölümü sonrasında, vasiyetine uygun olarak, Roma İmparatorluğuna katılınca Bursa’da MS.395 yılına kadar sürecek olan Roma dönemi başladı. Bu dönemin başlangıcında Bursa çok önemli olmayan bir kale kentti. Ama Bursa’nın sıcak su kaynakları ona özel bir nitelik kazandırdı. İmparator Trajan döneminde M.S.84’de senatosu bulunan birinci sınıf bir kent haline gelmiştir. Bunu Trajan’ın dikkatini çekmeyi başaran genç vali Plinus’un çalışmaları sağlamıştır. Bu vali kaplıcaları geliştirmiş kenti imar etmiştir. Bu gelişmenin sadece Pliunus’a bağlanması ne kadar doğru olur? Bu gelişmeyi açıklayıcı ekonomik nedenler nelerdir? Bu sorulara şimdilik bir yanıtım yok sadece sormakla yetiniyorum.

    M.S.395- M.S.1326 arasındaki yaklaşık bin yıl süresince Bursa bir Bizans kenti olmuştur. Bursa Bizans yönetimine geçtiğinde özel bir öneme sahip değildir. Bu uzun süre içinde Bursa’nın daha sonraki yıllardaki kaderini de etkileyen gelişmelerin İmparator I.Justinianus döneminde olmuştur. Bu dönemde bir yandan kaplıcalarının ünü yayılmış diğer taraftan Çin’den kaçak olarak getirilen ipek böceği tohumları çoğaltılarak M.S.555’lerde Bursa’da ipek üretimi başlamıştır(4). İpekli dokumalara düşkün olan Bizans Sarayı için bu üretimin çok önemli olduğu sonucu çıkarsanabilir.  Ama bu üretimin ne kadar gelişmiş olduğu konusunda yeterli bilgiye sahip değiliz. Bursa ipekçiliği konusunda çok değerli bir çalışma yapmış olan Fahri Dalsar’a göre Osmanlıların Bursa’yı aldıkları yıllarda Bursa ve civarında bir ipek üretimi vardı ama bu çok gelişmiş bir üretim değildi. Bir yandan miktar olarak çok değildi, öte yandan büyük olasılıkla kozadan iplik çekilmesi bilinmiyordu, kozalar yolunarak ipek sağlanıyor daha sonra eğriliyordu(5).     

    Bizans Tekfurunun teslim olmasıyla Bursa 1326 tarihinde Osmanlıların eline geçtiğinde nüfusunun ne büyüklükte olduğu konusunda güvenilir bir bilgi bulunmamaktadır. Ama yapısının ne olduğu bilinmektedir. Bu dönemde kenti üç ögesiyle betimlemek olanaklıdır. Bunlardan birincisi ve yapının betimlenmesinde referans oluşturanı olarak kaledir. 67 kulesi ve beş kapısı olan Kale doğu batı ekseninde 800 m uzunlukta, kuzey güney 500 m’ genişliktedir. Kentin ikinci öğesi içkaledir. 17 kulesi bulunan içkalede kenti yönetenlerin sarayı yer almaktadır. Kent yöneticilerinin yaşadığı içkale kentin prestij odağıdır. Çevresine diğer önemli yapılar toplanmıştır. Bursa’da da tekfur sarayının yanında Hagia Elias manastırı bulunmaktaydı. Kale ile içkale arasında kentte yaşayanların evleri bulunmaktadır. Bu alanda mahallelere ayrılmış bir yerleşme olduğu, bu mahallelerin saygınlık farklılaşmasında saraya uzaklığın önemli bir faktör olduğu söylenebilmektedir. Kale içinde kaç mahalle ve ev olduğuna ilişkin açık bir bilgiye sahip değiliz. Bazı araştırmacılar önemli bir değişme olmadığı varsayımıyla Evliya Çelebi’nin 17 yüzyıla ilişkin verdiği verileri kullanmaktadırlar(6).  Kuşkusuz böyle bir varsayımı yapmak doğru değildir. Kent yapısının üçüncü öğesi kale altıdır (tahte-l kale) Bursa’da kale altı denildiğinde kentin ana girişi olan doğu kapısının önünü anlamak gerekir. Bir ortaçağ kentini anlamak bakımından kalenin dışındaki alanlar da kalenin içindekiler kadar önemlidir. Kenti kalesinin içi ve dışıyla bir bütün olarak görmek gerekir. Kentin yakın hinterlandıyla ve uzun mesafe ticaretiyle ilişkileri bu alanda gerçekleşir. Bu yerleşik olmayan daha çok pazarlar halinde gerçekleşen bir ticarettir. Kentin Osmanlılarca alındığı dönemde kale dışının niteliği hakkındaki bilgilerimiz de çok azdır. Ama kale surlarının dışında iki rum bir yahudi mahallesi olduğu bilinmektedir(7).

    Aslında Türklerin kentle ilişkisinin 1326 da kalenin alınmasından oldukça önce başladığı anlaşılmaktadır. Bursa çevresindeki Kocayayla, Kestel, Atranos (Orhaneli) gibi yaylaklara yerleşen yörükler ürettikleri yün ve deriyle Bursa’da debbağlığın ve dokumacılığın gelişmesine katkı yapmışlardı(8). Muhtemelen bu faaliyetlerden dokumacılık kale içinde yer alırken debbağlık kale dışında su kıyılarında yer alıyordu. Osmanlıların Bursa’yı almalarının da kale dışını denetlemekle başladığı görülmektedir. Osmanlıların kenti muhasarası 12 yıl sürmüştür. Bu muhasara sırasında 1315 yılında doğuya yaptıkları Balabancık kulesiyle, batıya kaplıca tarafına yaptıkları Ak Timur kulesiyle kale dışını ve kapılarını denetim altına almışlardır(9).  Böyle bir muhasara muhtemelen kale altındaki ekonomik yaşamı etkilemiştir. Osmanlıların kenti aldıklarında bu alan eski canlılığına sahip değildi(10).

    1326 da kent teslim olduğundan kale içi önemli bir yıkıma uğramadan Sultan Orhan’ın eline geçmişti. Bursa Osmanlı’ların başkenti haline geldi(11). Tekfur sarayı Orhan beyin sarayı(12) haline geldi yanındaki manastır medreseye dönüştü. İlk Osmanlı parasının basılacağı darphane manastırın yanında yer aldı. Hisar içi mahallelere önemli ölçüde Türk nüfus yerleştirildi. Kale içi bu tür değişiklikler dışında büyük ölçüde yapısını korudu.

    Osmanlıların kentte başlattıkları büyük dönüşüm kale dışında bedesten merkezli çarşılardan oluşan bir iş merkezinin kurulması ve geliştirilmesi oldu. İlk adımları Orhan Bey döneminde atılan bu dönüşüm 14. Yüzyılın ikinci yarısında gerçekleşti. Bu gelişmede imparatorluğun yayılımına paralel olarak ve Osmanlıların uzun mesafe ticaretini Bursa’ya çekmek için yaptıkları girişimler etkili oldu. Bu gelişmeler sonucunda Bursa hem doğudan hem de batıdan gelen ticaret yolunun kesişmesi sonucu bir dünya ticaret merkezi (emporium) haline geldi.

   Bu ticaret yolları içinde Bursa bakımından en kritik öneme sahip olanı ipek yoluydu. İpek yolu Tebriz’den başlıyordu. Tebriz Moğol hakimiyeti sırasında İran ipek ticaretinin merkezi haline gelmişti. Bu ipeğe Avrupa’da özellikle İtalya’da büyük bir talep vardı. Avrupa’da haçlı seferlerinden sonra doğan ipekli kumaş modası 1300 den itibaren İtalya’da ipekli dokumacılığın gelişmesine neden olmuştu. Bu da İran ham ipeğine büyük bir talep yaratıyordu(13). Bursa Osmanlılarca alındığında Tebriz ipeği önce Trabzon limanına oradan denizyoluyla Ceneviz kolonisi Pera’ya ve sonra İtalya’ya ulaşıyordu. 1352 yılında Orhan Bey bu ticareti Bursa’ya çekebilmek için Cenevizlere bazı kapitülasyonlar vermişti(14). Bu ticaretin Bursa’ya çekilebilmesi için ipek yolunun denizyolundan karayoluna kaydırılması gerekiyordu. Bu ise İpek Yolunda kervanların Tebriz-Erzincan-Tokat-Amasya-Osmancık-Bolu-Bursa güzergâhını ya da Tokat’tan sonra Ankara-Eskişehir-Bursa güzergahını izlemesi demekti. Osmanlılar 14.yüzyıl içinde adım adım doğuya doğru yayıldılar. 1354’te Ankara, 1392’de Osmancık ve Amasya, 1401’de Erzincan alındı(15). Bu yayılma ile Anadolu içindeki İpek Yolu güzergahının Osmanlı denetimine girmesi ve bu güzergahta güvenliğin sağlanması, ipek yolunun denizden içe kaymasını Bursa’ya yönelmesini güçlendirici bir etki yaratıyordu.

    Ama Osmanlı İmparatorluğunun yayılması ipek yolunun denizden karayoluna geçmesini açıklamakta tek başına yeterli olduğu söylenemez. O dönemde denizyolu taşımasının karayolu taşımasına göre en az on misli ucuz olduğu bilindiğinde bu sıçramayı açıklamak için daha başka yorumlara da gerek olduğu ortaya çıkar. Bu açıklama kervan ticaretinin niteliğinde bulunabilir. Kervanı bugünün kamyonu gibi belli bir yükü bir noktadan alıp bir başka noktaya götüren salt bir taşıma örgütlenmesi olarak gördüğümüzde taşıma maliyeti çok önemli hale gelir. Oysa kervanı hareket eden bir pazar olarak gördüğümüzde salt taşıma maliyeti açıklayıcı olmada önemini yitirir. Kervan belli sayıda tüccarın belli kurallara uygun olarak bir araya geldikleri bir noktadan bir başka noktaya giderken her konakladığı ya da belli konaklama yerlerinde mal alıp satan, sürekli olarak taşıdığı mal kompozisyonu değişen bir ticaret örgütlenmesidir. Böyle olunca tüccarın kârlılığında artık taşıma maliyetleri önemini yitirmekte konaklama yerlerindeki ticaret fırsatları önem kazanmaktadır. Bu halde de bir kervan güzergâhı ticaret fırsatları yaratabilen yerleşmelerden geçiyorsa İpek Yolunun denizden karaya kayması anlaşılır olmaktadır. İpek yolu örneğinde olduğu gibi yerleşik kervan güzergâhları, üzerlerindeki yerleşmelerin değişik üretimlerde ihtisaslaşmasını teşvik eder hale gelmektedir. Bir güzergâh üzerinde yer alan bu tür ihtisaslaşmış üretimler de kervanda yer alan tüccarların ticaret fırsatlarını en çoğa çıkarmaktadır. Kervan ile geçtiği yol üzerindeki kentler arasında bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi vardır.

    Doğu’dan gelen mallar için Bursa’nın kendisine çektiği tek kervan güzergahı İpek Yolu değildi. Hindistan ve Arabistan’dan gelen baharat kervanlarını da 14. yüzyıl içinde kendisine çekebildi.  Basra’dan ve Kızıldeniz’den gelen kervanlar Halep’e ulaştıktan sonra Adana-Konya-Akşehir-Kütahya üzerinden Bursa’ya uzanıyordu. Ayrıca Mısır’dan denizyoluyla Antalya’ya gelen tüccarlar buradan Isparta-Kütahya yoluyla Bursa’ya uzanıyordu.

    Bursa’nın bir dünya ticaret merkezi (emporium) haline gelebilmesi için Batı’dan gelen ticaret yollarını da kendisine çekebilmesi gerekiyordu. Yıldırım Beyazıt döneminde 1391’de Batı Anadolu’da Balat, Efes ve İzmir Osmanlı denetimine girince Batı Anadolu limanlarıyla-İzmir-Manisa-Akhisar-Balıkesir-Bursa güzergâhı ortaya çıkmıştır(16). Öte yandan 1351’de Gelibolu’nun, 1361’de Edirne’nin alınmasından sonra Edirne-Gelibolu-Bursa güzergâhı da Batıdan ve Balkanlardan gelen tüccarları Bursa’ya yönlendiriyordu.

    İstanbul gibi çok uygun konumdaki bir kent varken neden doğudan ve batıdan gelen kentlerin Bursa’da bir dünya ticaret merkezi yaratacak biçimde kesiştikleri sorusu üzerinde durulmalıdır. Bu sorunun yanıtı büyük ölçüde İstanbul’un Bursa’dan 127 yıl sonra fetih edilmiş olmasında bulunabilir. Osmanlıların yayılarak İstanbul’un hinterlandını denetlemesi bir tür kuşatılması sonucu İstanbul böyle bir işlevi kendisine çekemez hale gelmiştir. Eğer İstanbul böyle uzun süren bir gecikmeyle alınmasaydı, büyük olasılıkla Bursa böyle bir merkez haline gelemeyecekti. Nitekim Bizans döneminde Bursa Osmanlı dönemindeki kadar önem kazanamamıştır. Ama Bursa dünya düzeyinde önemli bir ticaret ve üretim merkezi haline gelerek önemli dışsallıklar yarattıktan sonra İstanbul alınmasından sonra da önemini koruyabilmiştir.

    Bursa’nın bir merkez olarak İstanbul’a rağmen varlığını koruyabilmesi Bursa’nın İstanbul’dan bağımsızlığı olarak yorumlanmamalıdır. Bursa ekonomisinin canlılığında 15 ve 16 hatta daha sonraki yüzyıllarda Osmanlı sarayın ve İstanbul’un özellikle ipek ve ipekli dokuma talebinin yüksekliği etkili olmuştur. Bu da Bursa-İstanbul arasında ulaşımın örgütlenmesini önemli hale getiriyordu.16 yüzyıl sonunda bu bağlantıyı İstanbul Peremeciler Kethüdasının denetimindeki lonca sağlıyordu. İstanbul’da bulunan 20 kayık Mudanya’da bulunan 10 kayık bu loncaya bağlı olarak bu işlevi yerine getiriyordu. Bunların dışında kaçak kayıkların da çalıştığı bunların engellenmesi için zaman zaman önlemlerin alındığı anlaşılmaktadır(17).  

    Kesişen ticaret yolları İran’dan ham ipek, doğudan baharat türleri, indigo vb. malları, batıdan ise yünlü kumaş, kağıt vb.lerini Bursa’ya getiriyordu. Bursa sadece doğudan ve batıdan gelen malların değişildiği bir pazar yeri değildi. Böyle önemli bir pazar Bursa ve çevresindeki üretimi de geliştiriyordu. Bursa’yı Osmanlıların almasından kısa bir süre sonra ziyaret etmiş olan İbn-i Batuta burada ipekli dokumacılığın varlığından söz etmektedir. Bunun dışında pamuklu dokuma, deri ve deri mamulleri üretimi, sabun, yağ, şarap ve değişik gıda maddeleri kereste ve ağaç ürünleri, bakır ve değişik madeni mamüller yer almaktadır.

    Buradaki tartışmamız bakımından önemli olan bu üretim ve ticaret faaliyetlerinin kale dışında yerleşik bir iş merkezi oluşturmasıdır. Daha önce kale altında açık pazarlarda gerçekleşen ticari faaliyetlerin yerleşik hale gelmesine bir açıklama getirmek gerekir.  Daha önce üzerinde durduğumuz kervanlarla yapılan uzun mesafe ticaretinde esas aktör gezginci tüccar olduğu için kale dışında bir kervansarayın varlığının ticaret işlevlerinin görülmesi için yeterli olacağı söylenebilir. Nitekim 14 yüzyılda Bursa dışındaki Anadolu kentleri için bu yeterli olmuştur. Oysa Bursa’da bedestenin yapılması diğer Anadolu kentlerinden en az bir yüzyıl daha önce olmuştur. Bunun nedeni Bursa’nın daha 14 yüzyılın sonuna doğru bir dünya ticaret merkezi (emporium) haline gelmesidir. Bu nokta kervanların güzergahlarının başlangıç ya da bitiş noktası olmasıdır. Bu noktalara yabancı tüccarlar uzun dönemli olarak yerleşmektedir. Mallarını depolamaktadırlar. Bu durumda bir tür yerleşik tüccar haline gelmektedir.

    Bu tür bir ticaretin işlerliğini sürdürebilmesi için belli kurumsal araçlara gereksinme vardır. Batı’da daha 12.Yüzyılda poliçe kullanılmaya başlamıştı. Poliçe ticari mal akımlarına karşılık yapılacak ödemelerin paranın da mal gibi nakledilmesine gerek bırakmadan yapılmasına olanak veriyordu. Bu hem kolaylık sağlıyor, hem de tüccarın güvenliğini artırıyordu. Halil Salihlioğlu Bursa şeriye sicillerinden yararlanarak kadının “tanıklık nakli” için yazdığı kitab’ül-kadının bir poliçe işlevi gördüğünü göstermiştir(18). Böyle bir sistemin işleyebilmesi için adresi ve yeri belli bir ticaret sistemine gerek vardır. Ayrıca uzun mesafe ticaretine “mudarebe” yoluyla kredi sağlanabilmesi için de yerleşik bir düzene gereksinme duyuluyordu. 

    Bu nedenlerle yerleşik bir ticaretin alt yapısının oluşturulmasının gerekliliği açıklık kazanmaktadır. O zaman karşımıza çıkan soru bu alt yapıyı toplumda hangi aktörlerin gerçekleştireceği olmaktadır. Bu dönemde uzun mesafe ticaretini yapanların böyle bir alt yapıyı gerçekleştirmesi beklenilemez. Onların nitelikleri bu tesislerden ancak kiracı olarak yararlanmaya uygundur. Bu sorunun çözümü Osmanlı Sultanlarının ya da üst yöneticilerinin vakıf statüsü içinde oluşturdukları külliyeler ve bunlarının gelirini sağlayacak çarşıların yapılması şeklinde ortaya çıkmıştır.

    Bu yerleşik ticaretin alt yapısının gelişmesi Bursa’nın alınmasıyla birlikte başlamıştır denilebilir. Orhan Gazi 1340’larda kale dışındaki at pazarı denilen yerde imaretini yaptırmaya başlamıştır. Bursa’da Osmanlı dönemi ticaret merkezi Orhan Gazinin Külliyesinin bir parçası olarak yapılan Bey Hanı (Emir Hanı) ile oluşmaya başlamıştı. İpek Mizanı bu handa bulunuyordu(19). Bu külliye içinde Orhan Camii, bir imaret, bir medrese ve bir hamam bulunuyordu. Kale dışındaki bu külliyenin etrafı bir duvarla çevrilerek bir koruma da sağlanmıştı(20). Bundan başka 112 ev ve hanın kapısına bitişik 209 dükkân inşa ettirmişti. Ayrıca ovadaki yedi köyün vergileri bu vakfa tahsis edilmişti(21). 

    Merkezin oluşumu I. Murat döneminde de devam etti. Orhan Gazi Külliyesiyle Kale duvarı arasında bir konumda Kapan Hanı yapıldı. Kapan teriminin gıda maddelerini tartmakta kullanılan büyük tartı aracı anlamına geldiği hatırlanırsa bu hanın gıda maddeleri alış verişinde uzmanlaştığı söylenebilir. Şeriye sicillerinden XVII yüzyılda bu hanın yağ tüccarlarınca kullanıldığı anlaşılmaktadır(22). Yine I. Murat döneminde Lala Şahin Paşa vakfı tarafından Orhan Camiinin kuzey doğusunda Vezir Hanı yaptırılmıştır(23). 

    Yıldırım Bayezit döneminde ise Orhan Beyin yaptırdığı Emir Hanın karşısında ilk Osmanlı Bedestenini (bezzazistan) ve Ulucami’yi (1395-1399) yaptırmıştır. Evliya Çelebinin kale gibi dört demir kapısı vardır diye betimlediği bedesten kentin yerleşik bir ticari çekirdeğinin oluşumunu sağlamakta özel bir öneme sahiptir. Bedesten değişik işlevler görüyordu. Bedesten doğrudan alış veriş yapılmasının dışında ki işlevleri de yerine getiriyordu. Burası büyük tüccarların toplandığı bir yerdi. Döneminde ipek ve diğer değerli malların bir tür borsası olması işlevini görüyordu, ayrıca tüccarların paraları ve değerli eşyalarının güvenle saklandığı bir yerdi. Akşam olunca bedestenin demir kapıları kapanır ve bedesten dellalları nöbet tutardı(24).  Böyle bir bedestenin kurulmuş olması Bursa’nın çok önemli bir ticaret merkezi haline gelmesinin mekansal yansıması olarak görülebilir.

    Bedestenin yapılması 14. yüzyılın son yıllarında adeta yeni iş bölgesinin odağının belirlenmesini sağlamıştır. 15. yüzyıl başlarında Çelebi Mehmet İpek Hanı yaptırmıştır. Bu han alışverişlerin yapıldığı bir yer olmaktan çok ipek tüccarlarının oturacakları bir yer olması için yapılmıştır(25). İş merkezinin yoğunlaşması yeni hanların yapılmasıyla sürmüştür. Bugün önemli bir kısmı yıkılmış olan 28 hanın ismi sayılabilmektedir(26). Bu hanların yapım dönemleri genellikle 15 ve 16. yüzyılda kümelenmiştir. İstanbul’un fethinden sonra da sultan ya da yöneticileri vakıflarınca Bursa’da han yapımının devam etmiş olması üzerinde durmak gerekir. Bu hanların yapılmasını Bursa’nın ticaret altyapısı gereksinmesini karşılamaktan çok başka yerlerde yaptırdıkları tesislere vakıfları aracılığıyla Bursa’nın zengin ticari faaliyetinden yararlanarak güvenli gelir sağlamak kaygısına bağlamak doğru olur. II. Beyazit’in İstanbul’da yaptırdığı Camiine gelir sağlamak için Koza ve Pirinç Hanlarını yaptırması örneğinde olduğu gibi. Bu tür vakıf hanlarını Bursa’dan İstanbul’a gelir transferinin bir aracı olarak yorumlamak doğru olur.

    Hanların sayısı arttıkça aralarında bir iş bölümü ortaya çıkmıştır. Hanları birbirine bağlayan yollar üzerinde loncalar halinde örgütlenmiş üretim ve satış işlevleri farklılaşmış,  belli mallarda uzmanlaşmış çarşılar gelişmiştir. Bunların dışında da pazarlar yer almıştır.  Burada yer alan üretim faaliyetlerinin gerektirdiği işgücünün kent dışından gelenlerce sağlanan kesimi merkezin çevresinde yer alan “odalar”da yaşamışlardır. Kent iş merkezinin yakın çevresindeki setbaşı, atpazarı gibi yerlerde bulunan bozahaneler kent merkezinin işlevlerinin çeşitlenmesine katılıyordu. Kentin merkezinde böyle bir iş alanının oluşmasının kentin yerleşme dinamiğini belirlemesi bakımından çok önemli sonuçları vardır.

    Kenti Osmanlılar aldığında kentin formunun iç kale, kale ve kale altı diye üç farklı ögesinin bulunduğunu iç kaledeki sarayın kentin saygınlık odağını oluşturduğunu konut alanlarının bu odağa uzaklığına göre bir saygınlık farklılaşması ortaya çıkardığı üzerinde durulmuştu. Kale dışında bedesten merkezli bir iş alanının oluşumu kentin konut alanının farklılaşmasını belirleyen yeni bir odak olarak ortaya çıkmıştır. Başlangıçta bu iki odak arasındaki yarışma zaman içinde kale dışındaki yerleşmenin büyümesiyle bedesten merkezli iş alanı tarafından kazanılacak ve kent mekanının farklılaşmasını belirleyen esas odak haline gelecektir.

    Bu belirlemeyi ortaya koyabilmek için 14. ve 15. yüzyılda kentin kale dışı alanlardaki gelişimi hakkında özellikle konut alanlarının gelişimi konusunda bilgilere sahip olmamız gerekir. Bu konuda kentin gelişmesini etkileyen bir başka dinamik öge sultanların ve yöneticilerin yaptırdıkları imaretlerdir.  İmaret sitelerinin büyüklüğü yaptıranın mali gücüne göre cami, hamam, medrese, mescit vb. yapılardan bir ya da daha fazlasını bulundurabilmektedir. Ama kentin gelişmesini anlama açısından önemi bir konut alanının ya da mahallenin çekirdeğini oluşturmalarından kaynaklanmaktadır. Kentin kale dışında imaret sitelerinin kurulması ve etrafında mahallelerin oluşmasıyla yayıldığı söylenebilir. İlk kez Osman Nuri Ergin’in kent tarihi yazınına getirdiği bu açıklama biçimi kuşkusuz önemlidir(27).  Ama tek başına yeterli olmaz. Kentin gelişmesinin açıklamasını sadece imaret kurucularının iradesine bağlı olmaya indirger. Bu nedenle bu imaret gelişmelerinin ortaya çıkışının daha önce üzerinde durduğumuz Bedesten merkezli iş merkezinin gelişimiyle ilişkisinin kurulması gerekir. Ancak bu halde yeterli bir açıklama elde edilebilir.

    Bursa’nın alınmasından sonra Orhan Gazi’nin kurduğu ilk külliye daha önce ele aldığımız üzere kale dışı iş merkezinin oluşmasına yönelmiştir. Onu izleyen I. Murat imaret sitesini kentin batısındaki Çekirge’de kurdu. Bu Kentin doğusundaki ticaret alanının oluşumunun tersi yönde, batıda bir gelişmedir. Kalenin batı kapısına uzaklığı 3 km, doğu kapısına uzaklığı ise 4 km. kadardır. Bu o dönem için kentten çok büyük bir kopuştur.  Ama bu kopuşu anlamak çok kolaydır. Kentin yaşamında tarihi boyunca önemini korumuş olan sıcak su kaynakları Murat Hüdavendigar’ın İmaretinin yerini de belirlemiştir. Yıldırım Beyazit’ın kurduğu üçüncü imaret sitesinin kalenin doğu kapısından 2 km den daha uzakta Gökdere’nin de doğusunda kurulmuş olmasını aynı kolaylıkla açıklamak olanaklı değildir. Yıldırım külliyesinin saray, cami, imaret, hamam, medrese, darüşşifa gibi geniş bir program içermesi çevresinin bir duvarla çevrili olmasında bir açıklayıcılık bulunabilir. Bu program kent merkeziyle sık sık ilişki kurulmasını gerektirmeyecektir. Bu nedenle böyle bir kopuşun olanaklı hale geldiği söylenebilir. Ama böyle bir kopuşun yeterli bir açıklaması için bu külliyenin çevresinde yer alan konut alanlarının niteliğine ve burada kimlerin yaşadığına ilişkin daha ayrıntılı bilgiye gereksinme vardır.

    Murat Hüdavendigar’ın ve Yıldırım Beyazit’ın külliyeleri kentin yayılım alanının iki ucunu belirlemiştir. İki uç arasında 6 km.ye varan bir uzaklık bulunmaktadır. Bu 14 ve 15 Yüzyılın teknolojisinde bir kentin yayılımı için büyük uzaklıktır. Çekirge ayrı bir yerleşme gibi düşünülerek hesaba katılmazsa kentin kale çevresinde doğudaki yayılımı 3,5 km ye yakındır. Kuzey güney eksenindeki genişliği de 600 m. kadardır.  Ayrıca Gökdere ve Climboz deresi gibi iki önemli akarsuyla kesilmektedir. Yenen(28)  bu alanda Osmanlıların kenti almasından sonra 16 yüzyılın sonuna kadar 21 küçüklü ve büyüklü imaret sitesinin yapıldığını ve bu mekansal çerçevenin içinin doldurulduğunu göstermektedir. Bu imaretler özellikle kentin doğusunda bedesten merkezli iş alanının çevresinin mahalleler halinde bir konut dokusuyla sarılmasını sağlamıştır. Bu konut dokusunun dağdan gelen akarsularla parçalanması 15 ve 16. Yüzyılda çok sayıda köprünün yapılmasını gerektirmiştir. Bunlardan Gökdere’yi aşan 15. yüzyılın başında ve ortasında yapılan Setbaşı ve Irgandı köprüleri kentin doğuya yayılması bakımından özel bir öneme sahip olmuştur(29).

    Bu konut dokusu beklenilebileceği gibi kentin etnik yapısındaki farklılaşmayı yansıtıyordu. Kentte Gökdere’nin doğusunda Setbaşı’nda, Ermeni mahallesi, kalenin doğu kapısının hemen kuzeyinde Yahudilik denilen Yahudi mahalleleri bulunuyordu. Rum nüfusu ise genellikle Muradiye’nin güneyinde Kalenin kuzey batısında yer alıyordu. Kalenin kuzey doğusunda yer alan Balıkpazarı’nda da Rum nüfus bulunuyordu. Kent merkezinin meyhane işlevleri burada bir çarşı oluşturuyordu(30). Bu mahallelerin merkezlerinde bu milletlerin kiliseler ve havralar gibi dini ve cemaata ilişkin kurumları bulunuyordu. Bu etnik ayrım kesin değildi. Şeriye sicillerindeki kayıtlardan Müslüman ve Müslüman olmayanların aynı mahalle içinde de karışık olarak oturabildikleri gibi Müslüman olmayanlar Müslümanların çoğunlukta oldukları bir mahallenin avarız sandıklarından borç alabilmekteydi(31).  Kentin yeni çekim merkezi olan bedesten merkezli iş alanının çevresi ise Müslüman mahalleleriyle çevrilmişti. Bu merkezin yakınındaki Reyhan, Nalbantoğlu ve Kayhan Mahalleleri göreli bir önem kazanmıştı.

         Kentin Osmanlıların aldıklarından sonra 14.yüzyılda yaşadığı dönüşüm 18 yüzyıl sonuna kadar kentin yapısının temel özelliklerinin ne olacağını belirlemiştir. Bu dönüşümün yerleşik bir iş merkezinin oluşumu eksenli olduğunun anlaşılması özellikle kentin bir kimliği olup olmadığı konusundaki tartışmalar açısından önemlidir. Değişik yazarlar İslam kentlerinde ya da Osmanlı kentlerinde mahalle olgusundaki dayanışmayı idealleştirerek mahalle kimliklerinin kent kimliklerinden daha önemli olduğunu ya da kent kimliklerinin olmadığını ileri sürmüşlerdir. Kentin doğurucusu olarak vakıf kurumuna dayandırılan imaret sitelerine öncelik verilmesinin de bu varsayıma bir ölçüde katkıda bulunduğu da düşünülebilir. Oysa Bursa örneğine bakıldığında bu iddianın geçersizliği açık hale gelmektedir. Müslüman olan ve Müslüman olmayan kentliler çalışmak için her gün aynı iş merkezine gitmektedirler. Yani hane reisleri mahallerine kapalı değillerdir. Mahallerinden çok merkezde bir araya gelmektedirler. Bu merkezde bir araya gelmekte oluşturdukları loncaların kuralları içinde işbirliği yapmaktadırlar. Kent 17 Yüzyılda Celali saldırılarına uğradığında kentin doğusundaki ticaret merkezini ve çevresindeki konut gelişmelerini korumak için Hasan Paşa aşağı kaleyi yaptırmıştır. Evliya Çelebi’nin aşağı kaleye ilişkin olarak yaptığı betimlemeler bu dönemde ayan ve yönetici konaklarının iş merkezi etrafında kümelendiğini göstermektedir. Yani bedesten merkezli iş alanının yeni bir saygınlık odağı oluşturduğunu ortaya koymaktadır. Tüm bunlar bir arada düşünüldüğünde mahalle kimliğinin ön plana çıkması için bir neden bulmak güçleşmektedir. Tersine bir kent kimliğinin varlığı için güçlü nedenler vardır. Kale dışındaki bu gelişmeler bir gecikmeyle de olsa diğer Anadolu kentlerinde tekrarlanmıştır. Bu nedenle Bursa’nın kimliği konusunda yapılan bu yorumu diğer kentler için de yapmak olanaklı hale gelmektedir. Böyle olunca da Bursa’nın öyküsünün bu dönemde bedesten merkezli bir iş alanının oluşumunun merkeze alınarak kurulması özel bir önem kazanmaktadır.

 III.  BURSA’NIN 19. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA YAŞADIĞI DÖNÜŞÜM

    Bursa kentinin uzun yaşamının akışı içinde ikinci önemli dönüm noktasının 19’yüzyılın ikinci yarısı olduğu üzerinde kolayca uzlaşılabilir. Bu Avrupa’nın Atlantik kıyılarında doğan modernite projesinin tüm dünyayı dönüştürürken Osmanlı İmparatorluğunda da ortaya çıkardığı değişimlerle yakından ilişkilidir. Bir başka bir deyişle Osmanlı İmparatorluğunun dünyadaki değişmelere uyumu sürecinin bir sonucudur. Bunu belki de sıkılgan modernite projesi olarak adlandırmak doğru olur. Bir modernite projesi çok yönlü bir projedir; insan aklına güveni, bilimsel bilgiye verilen özel bir yeri, üretimde ve ulaşımda inorganik enerji kullanmaya dayanan bir teknolojiyi, artizanal üretimden fabrika üretimine geçmeyi, toplumda yaşayanların özel alanlarının güvence altına alımasını, modern bürokrasinin oluşumunu vb. içermektedir. Osmanlı modernitesinin sıkılgan modernite olarak adlandırılmasının başlıca nedeni bu kapsamlı projenin bir yandan piyasa mekanizması, öte yandan yönetici elitlerin reformlarıyla küçük ama zaman içinde biriken adımlarla topluma sunulmuş olmasıdır.

    Denilebilir ki ipek ve ipekli dokuma 14. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar süre içinde sürekli olarak Bursa ekonomisinin çekip götürücü sektörü olmak niteliğini sürdürmüştür. Ama bu önemdeki süreklilik sektör içindeki değişiklikler ve koşullara uyum yoluyla sağlanmıştır. 15 inci yüzyılda Bursa’da ham ipek üretimi çok önemli değildi. Kentin ekonomisinde ipeğin önemi İran’dan gelen ipeğe dayanan ticaret ile yine İran ipeğinin dokumacılığının yaygınlaşmasından kaynaklanıyordu. 15 inci yüzyılın sonlarında Bursa’ya her yıl ortalama 5-6 kervan geliyor en az 1200 yük yani 100-120 ton ipek getiriyordu. Bunun 36 tonu 1000 kadar tezgahta dokunuyordu.  16 yüzyılda İran’la yapılan savaşlar sırasında İran ipeğinin gelişinin kesintiye uğraması Bursa’da kozacılığın ve ipek üretiminin gelişmesine neden olmuştur(33).  17 yüzyıla geldiğinde ise ipekli dokuma üretimi büyük ölçüde çöküntüye uğramıştı. Bir yandan Avrupa’nın gelişen ipekli dokuma sanayiinin artan ham madde talepleri yabancı tüccarın yüksek fiyat ödemesine neden oluyordu. Bu durumda da Bursalı üreticiler yeterli ipek ipliği bulamıyordu. Ralph Davis 1621-1721 yılları arasında İngilizlerin Orta Doğu’dan yapmış oldukları ham ipek ithalatını yüzde 275 oranında artırdığını saptanmıştı(34).  Ayrıca 15 ve 16 yüzyılda ipek üretiminde kullanılan esir emeğini 17. Yüzyılda bulmak zorlaşmıştı. Ayrıca Celali isyanları da bu gerilemeye katkıda bulunuyordu. Öte yandan ipek ticaretinde Bursa merkez olma rolünü büyük ölçüde İzmir’e kaptırmıştı. 18 yüzyılda doğudan gelen büyük kervanlar Bursa’da görülmüyordu. Artık bir emporium değildi. Dokumacılıkta gerileme yalnız ipek alanında değil, benzer nedenlerle pamuklu dokumada da büyük gerileme olmuştur. Pamuklu dokuma üretimi de 1760-1790 yılları arasında yüzde 60 oranında düşmüştür(35). Bursa’nın ekonomisinde bu dönemde yaşanan gerilemenin kentin Osmanlı yönetim sisteminde de konumunu yitirmesine neden olduğu görülmektedir.

    19. yüzyılda ipekçilik Bursa’da dünya koşullarına göre tamamen yeniden yapılandı. Osmanlı İmparatorluğunun dış dünya ekonomisiyle eklemlenmesinin artışına paralel olarak Bursa koza üretimini artırdı. Filatür fabrikaları geliştirerek Fansa’da Lyon ipekli dokuma sanayiinin standartlarında ipek ipliği üretiminde kapasitelerini geliştirirken dokuma işlevlerinde önemli bir gerileme gösterdi. Artık bir dünya emporium’u değil dış dünyanın taleplerine göre bölgesinin tarımsal üretimini ham madde düzeyine kadar işleyen ve dünya pazarlarına ihraç eden çevreselleşmiş bir ekonominin bölgesel merkeziydi. Bu dönemin uzun mesafe ticareti 15-16 yüzyıllardaki kervanlarla yapılan uzun mesafe ticaretinden çok farklıydı. Kervan ticareti geçtiği noktada uzmanlaşmış yerel üretimin gelişmesini sağlarken, bu yüzyılın uzun mesafe ticareti ham maddeyi gelişmiş sanayi ülkelerine taşıyor, yerel üretimin gelişmesini engelliyordu. Uzun mesafe ticaretinin yeni yapısı Bursa civarındaki ham maddelerin dünya pazarları için üretimini geliştirdi. Dünya kapitalizmi Bursa ekonomisini de kendi gereksinmelerine göre yeniden biçimlendiriyordu. Bunun  en çarpıcı örneği 1848 yılında Bursa’nın Harmancık bölgesinde krom madeninin bulunması ve üretimi oldu. Bu dünyadaki bulunan ilk krom madeniydi(36).

    Kozadan ipek ipliğini mekanik makinalarla çekimi ilk kez 1824’de Lyon’da gerçekleşti. Bursa’da bu yolla iplik çekiminin yapan ilk filatür fabrikası 1838’de kuruldu. Bu fabrika özellikle müslüman olmayan kesimin direnciyle karşılaştı. Ama dış dünyanın ipek ipliği talebini eski teknolojiyle karşılamak olanağı yoktu. Yeni koşullarda üretim gelişti. 1852’de Hereke fabrikasına ipek sağlamak için Fabrika-ı Hümayun kuruldu. 1860 larda 90 filatür fabrikasında 4345 çıkrık bulunuyor 7800 kadar işçi çalışıyordu. Genellikle müslüman olmayan kadın emeğinden yararlanılıyordu. Mevsiminde kırsal çevreden kadın emeği getiriliyordu. Zamanla müslüman kadınlar da ipek fabrikalarında çalışmaya başladılar. 1860 lı yılarda Avrupa’dan gelen bir hastalık koza üretimini gerilettiyse de  Düyunu Umumiye kuruluşundan bir süre sonra gelirini artırmak için Bursa’da kozacılığın gelişimine önem verdi. 1888’de kozacılığın ıslahı için Torkomyan Efendiyi görevlendirdi. Yürütülen bu çalışmalar sonrasında 1886’da 2057 ton olan yaş koza üretimi, 1903’de 7436 tona yükselmişti(37). Dokumacılığın fabrikalaşması ise çok gecikmiştir. İlk dokuma fabrikası ancak 1909-1910 da kurulmuştur(38).

        Modernite projesinin Osmanlı İmparatorluğuna piyasa mekanizması ve yönetici elitler kanalıyla yayılması ekonominin örgütlenmesini değiştirirken, haberleşme ve iletişimi de birlikte dönüştürüyordu. Bu hem yeni ekonomik ilişkilerin kurulması hem de devlet yönetiminin yeniden yapılanabilmesi için gerekiyordu. 19 Yüzyıl öncesinde menziller ve ulak sistemiyle kurulan ve askeri sınıfın tekelinde olan haberleşme sistemiyle yeni ekonomik ilişkileri sürdürmek olanağı yoktu. Haberleşmenin bir yandan toplumun tümüne açılması ve hızlandırılması gerekiyordu. Önce yabancı postaneler açıldı, sonra Osmanlı posta sistemi oluşturuldu. Daha sonra da telgraf bağlantısı kuruldu. Bursa’ya telgraf bağlantısı 1856 yılı mart ayında yapıldı(39).  Yeni ticaret ilişkilerinin gerektirdiği nitelikteki yol sistemi de gelişmeye başladı kervan ticaretine göre gelişmiş yol sisteminin araba için uygun hale dönüştürülmesi gerekiyordu. Bursa’nın dış dünyayla özellikle de yeni ipek pazarlarıyla ilişki kurmasında Mudanya ve Gemlik Limanlarıyla kurulan karayolu bağlantıları en kritik öneme sahip olanlarıydı. 1845 yılında Meclisi Valâ  “İmar Meclisleri” oluşturarak İmparatorluk için bir alt yapı programı hazırlamaya giriştiğinde programa alınan ilk yollar arasında Bursa-Mudanya, Bursa-Gemlik yolları vardır. Bu iki “şose kaldırımının” yapılmasına 1850 yılında başlanmıştır. Şose terimi Osmanlı devletinin yazışmalarında ilk kez bu yollar için kullanılmıştır. Bu ise hayvan sırtında yapılan taşımacılıktan arabayla yapılan taşımacılığa geçişin başlangıcının bir göstergesi olarak yorumlanabilir. Bu 34’er km’lik iki yolun tamamlanması 15 yıl almıştır. Bu yolların yapımı ancak 1865 yılında tamamlanmıştır(40).  1864 yılında Ahmet Vefik Paşanın “Anadolu Sağ Kol Ciheti Müfettişliğine” atanmasından ve 1866 yılında kabul edilen “Turuk-u Muabir Nizamnamesi”nden sonra Bursa’nın karayolu bağlantılarının kurulması hızlanacaktır. II. Abdülhamit döneminin sonuna doğru Hüdavendigar Vilayetinde 1300 km yol bulunuyordu.

 Mudanya-Bursa bağlantısının sağlanması için ayrıca devletçe 1872 yılında demiryolu inşasına başlanmıştır. Ama inşaat bir süre sonra durmuştur.1891 yılında verilen imtiyaz inşaat yeniden başlamıştır. 42 km. lik bu hattın yapımı çok gecikmiş olarak ancak 1892’de tamamlanmıştır(41). Deniz yolu ulaşımı da buharlı gemilerin olanaklarına göre gelişme göstermiştir. Bu gelişmeler sonucu 1904 yılında La Companie Fraissinet Mudanya ile Marsilya arasında düzenli vapur işletmeye başlamıştır(42).     

     Osmanlı İmparatorluğunun modernite projesinin olanaklarına göre yönetimini merkezileştirerek yeniden yapılandırması sırasında modern bir bürokrasi oluşturmaya başlamıştı. Bu artık devlet hizmetlerinin konaklarda görülmesinin sona ermesi ve konakların dışında bürokratik hizmetlerin belli devlet dairelerinde görülmeye başlaması demekti. Artık toplumun eğitim ve sağlık gibi hizmetlerinin görülmesinin yöneticilerin vakıfları eliyle görülmesi olanağı kalmamıştı. Bu hizmetler artık devlet eliyle görülmeye başlayacaktı. Kentin yönetimi kadı ve vakıflara dayanan bir sistemle gerçekleştirilemiyordu. Bu gereksinmeyi karşılamak için belediyeler kurulması yoluna gidildi. Bütün bu gelişmeler devletin vilayet merkezlerinde kentin dokusunu etkileyecek yeni bir yapı programının doğması sonucunu getiriyordu.

    Modernite projesinin etkisine giren bir toplumda kentin yaşamakta olduğu bu dönüşüm organik kendiliğinden oluşan gelişmelere bırakılamazdı. Modernitenin planlı yaklaşımı içinde yönlendirilmesi gündeme gelmesi kaçınılmazdı. Artık kentin gelişmesi belli ilkelere göre belli bir geometriye göre biçimlenecekti.  Bursa’da planlı bir yaklaşımın ilk uygulamaları 9 Şubat 1854’te ki büyük deprem ve sonrasında çıkan, kenti büyük ölçüde tahrip eden, yangından sonra oldu. Bu tarihte Osmanlı imparatorluğunda imar mevzuatı oluşmaya başlamış ve yangın alanlarında ilk mevzii İmar Planı uygulamaları devreye giriyordu. Bu büyük felaketten sonra bu alanların imarında modernist tutumların izlenmeye başladığını görüyoruz. Bu konuda ilk önemli adımlar 1858 yılında atılmıştır. Erkan-ı Harb subaylarından Suphi Bey ve ekibi kentin çok ayrıntılı bir haritasını almaya başlamıştır. Bu harita tamamlanarak 1861 yılında yayınlanmıştır. Aynı yıl Hükümet merkezinde yeni bir vergi düzenlemesi yapmak için kurulan “Tahrir-i Emlak Nezareti”, ilk örnek uygulamayı Bursa’da başlatmıştır. Bursa’da bir komisyon kurularak  bina sayımı ve değer saptaması yapmıştır. Bu komisyon yeni bina yapacaklara izin vermekle görevlendirilmiştir. Bina yaptıracak olanlar komisyondan “mimariye rüsümu” ödeyerek izin alacaklardır. İzinsiz yapılan binalar yıktırılacaktır. Böylece ne kadar ciddiyetle uygulandığını bilmediğimiz bir imar denetimi başlatılmıştır(43).  

    Bu düzenlemelerin pratikte etkili olması Ahmet Vefik Paşanın 1864‘de “Anadolu Sağ Kol Ciheti Müfettişliği” görevine atanmasıyla başladı denilebilir. Ahmet Vefik Paşa III.Napolyonun Haussman eliyle gerçekleştirdiği Paris’teki büyük imar operasyonu sırasında Paris’te Osmanlı Sefiri olarak bulunuyordu. Bir yanda Haussman’ın uygulamalarından gelen etkiler öte yandan Osmanlı imar mevzuatının oluşmaya başlamasının getirdiği olanaklar, Ahmet Vefik Paşa’nın başlattığı(44)  imar operasyonlarının tüm 19. yüzyılın son döneminde Bursa valilerince sürdürülmesini sağlamıştır. Bu çalışmalar sonucunda kentin fiziksel dokusunda önemli bir dönüşüm yaşanmaya başladı. Çıkmaz sokaklı bir yayalar mekanı olan kent dokusu araba trafiğine olanak veren bir hale dönüşecekti. Çıkmaz sokaklar yok olacak, düzenli geometrisi olan bir yol sistemine oluşturulacaktı. Bu geçişi üç farklı mekanizma bir araya gelerek sağlıyordu. Bunlar; kentin ana yollarını açan operasyonlar,  kentte çıkan büyük yangınlar sonrasında mevzii planlarla yapılan yenilenmeler ve kente gelen göçmenlerin yerleştirilmesi için mevzii planlar uygun olarak kurulan yeni mahallelerdir.

  Bunlardan birincisi Ahmet Vefik Paşa’nın ve valilerin gerçekleştirdiği kentin ana yollarını açan operasyonlardır. Ahmet Vefik Paşa 1863-1864’de müfettiş olarak atandığında kent içinde üç yolun geometrik standartlarını yükseltti. Bunlardan biri Ulucami’den kuzeye yani ovaya açılarak Mudanya yoluna bağlanan Mecidiye (daha sonra Fevzi Çakmak) caddesi, ikincisi İbrahim Sarim Paşa’nın Valiliği sırasında yapımına başlanan Gemlik yolunu Hükümet Meydanına bağlayan kesim, üçüncüsü ise Hükümet Meydanıyla Ulucamiyi dolayısıyla Mecidiye Caddesini bağlayan Hanlar bölgesinin güney sınırını oluşturan Saray (Atatürk) Caddesiydi. Ayrıca Çekirge yolunu geliştirdi. Mecidiye Caddesinin Maksem’e uzatılması ise Ahmet Münir Paşa’nın 1891-1897 yılları arasındaki valiliği sırasında gerçekleşti. Hanlar Bölgesinin kuzeyinden geçen Hamidiye (Cumhuriyet) caddesi Reşit Mümtaz Paşa’nın 1903-1906 yılları arasındaki valiliği sırasında açıldı(45).  Muhtemelen 1863 yangınından sonra yapılan yeniden düzenlemede oluşturulan, Setbaşı’ndan başlayarak Gökdere’nin doğusunda Uludağ yamaçlarına yönelen İpekçilik Caddesi kentin yeni prestij alanlarından birini yaratıyordu. Tüm bunlar yeni yol sisteminin kanavasını oluşturuyordu. İş Merkezinin çevresini çevreleyen bu yollar kent merkezini araba trafiğine açtığı gibi aynı zamanda da kentin iş alanlarını kentin iki limanına bağlıyordu.   

    İkincisi ise ahşap konutlardan oluşan kentte ortaya çıkan büyük yangınlar ve depremler sonrasındaki mevzii planlarla yapılan yenilenmeler olmuştur. Kent 1854 ve 1865’de büyük depremler geçirmiştir(46). 1854 depremi sonrasında çıkan yangın ve 1863 yangınları Ermeni mahallerinin yenilenmesini, 1872 Kayan Çarşı yangını,1880 Manavzade konağı ve çevresi yangını, 1881 Kapan Han ve çevresi yangını ve 1901 Demirkapı Çarşı yangını bu kesimlerin yenilenmesini getirdi(47). Depremde ve sonraki yangınla tahrip olan Tatarlar Mahallesi‘de bu tür bir yenileme geçirdi(48). 

    Üçüncüsü ise kentin büyümesi dolayısıyla ve aldığı göçmen nüfusun yerleştirilmesi için yeni mahallelerin planlanması ve geliştirilmesidir. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı sonrasında kaybedilen Balkan topraklarından özellikle Bulgaristan’dan gelen Müslüman nüfusun bir kısmı, daha önceki göçlerden farklı olarak, köylere değil, ilk kez kente iskân edilmiştir. Ahmet Vefik Paşa’nın 1879 ve 1882 yılları arasındaki Bursa Valiliği sırasında kurulan Hocahasan, İntizam, Rusçuk ve Çırpan mahalleri bu nitelikteki, grid yol planı olan, göçmen mahalleleridir.1900 yılında Kırım’dan gelenlerin Yenimahalleye, 1905 yılında Rumeliden Vefikiye Mahallesi’ndeki yerleşmeler de bu türdeki gelişmelere örnektir(49).  

    Mevzii planlarla bazen de yerinde verilen kararlarla yürütülen bu üç süreç kentin çıkmaz sokaklı ve araba trafiğine uygun olmayan dokusunu parça parça 40-50 yıllık bir sürede büyük ölçüde dönüştürmüştür. Modernite projesinin böyle yıkıcı ve dönüştürücü bir yüzü olduğu kadar korumacı bir yönü de vardır. Modernitenin eylemlerinin sonuçları üzerinde düşünen aklı Avrupa’da bir korumacılık akımı da yaratmış bulunuyordu. Bu akımın kuramsallaşmasında Viollet le Duc önemli bir rol oynuyordu. A.Vefik Paşa’nın Müfettişliği döneminde Viollet le Duc’un öğrencilerinden Léon Parvillée Bursa’ya çağrılarak başta Yeşil Külliyesi olmak üzere 1854 depreminde zarar gören tarihi eserleri restorasyonu yaptırıldı. Böylece Bursa modernite’nin bir başka yüzüyle de tanışmış oldu(50).

    Ama kent formunda değişik kullanışların göreli konumlarında ve merkezi iş alanının iç yapısındaki farklılaşmada çok köklü yer değiştirmeler meydana gelmemiştir. Türkiye’de genel olarak kentlerin 19. yüzyılda yeniden yapılanmasında kent merkezlerinde modern toplumun gerektirdiği yeni kurumlar ve yapıları eski merkezden farklılaşmış bir modern odak oluşturmuştur. Kent merkezlerinde ikili bir yapı oluşmuştur. Küçük kentlerde bile iş merkezlerinin bir yerinde bir farklılaşma yaratmışlardır. Oysa Bursa öneğinde merkezde böyle bir köklü bir farklılaşma ortaya çıkmamıştır. Bunda Ahmet Vefik Paşa’nın yol genişletme programının oldukça erken başlaması,  Bursa’ya ilişkin modern iş işlevlerinin bazılarının kentte değil İstanbul’da yer seçmiş olması vb. sayılabilir.

    Modernleşme programının kent merkezinde ortaya çıkardığı ilk farklılaşma 1863 yılında Hükümet Konağının yapılmasıyla yaşandı. Orhan Gazi Külliyesinin bir kısmı üzerinde kurulan hükümet kompleksi yapıldığında etrafı duvarla çevrilerek kent merkezinde yeni bir odak oluşturuldu. Ahmet Vefik Paşa’nın Valliği sırasında 1879’da yapılan Belediye, kurulan Tiyatro, Postahane bu çevrede yer aldı. Hükümet İş merkezini güneyden sınırlayan Saray Caddesinin doğu ucunda yer almasının modern merkezin geleneksel merkezden kopamayışının nedenlerinden biri olmuştur diyebilir. Yeni ekonomik ilişkilerin gerektirdiği yeni kurumların yer seçme kalıbının en belirgin örneği Bursa’da Osmanlı Bankası Şubesinin kurulmasında ortaya çıkmıştır. Banka ilk şubesini İpek Hanın’da açmıştır. Şube 20 yıl sonra II. Meşrutiyet döneminde yer değiştirdiğinde de Koza Hanın arkasında, Belediye’nin yakınında yer seçmiştir(51). 

    Modernleşmenin ortaya çıkardığı ve yaşanan değişmeyi anlamamıza yardımcı olacak yeni bir yapı türü otellerdir. Artık 19 yüzyılın dış ticareti ve kentler arası ilişkileri kuran ajanlarının geçici konaklama işlevlerini görmek bakımından hanlar yeterli değildir. Bu işlevleri artık oteller görecektir. Hanlar artık daha çok Bursa’nın kırsal kesiminde gelenlerin konaklama gereksinmelerini giderebilmektedir. İlk otel İzmir’de ve İstanbul’da olduğu gibi Bursa’da da 1850 lili yıllarda dış ticaretle uğraşan ailelerce açıldı. Bular arasında Madame Brotte’nin açtığı Hotel D’Anatolie sayılabilir(52). 1860’lı yıllardan sonra Avrupa’daki küçük otellerin benzerleri Ahmet Vefik Paşa’nın oluşturduğu yeni eksen üzerinde yer aldı(53). Bursa’nın kaplıca işlevlerinin de otelleri gerektirmeye başlamış olması otellerin ortaya çıkışının ticaret biçiminin değişikliğiyle doğrudan olan ilişkisinin gözlenmesini zorlaştırmaktadır. Setbaşı çevresi ve Balıkpazarı daha önceki dönemde olduğu gibi kentte meyhanelerinin toplandığı kesimler olmasını sürdürmüştür.  

    Bursa Osmanlı döneminin ilk yıllarında medreseleriyle önemli bir eğitim merkezi olmuştu. 18. yüzyıla kent bu bakımdan önemini yitirmişti. Modern eğitimin devlet eliyle girişi ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında başladı ve 1890 sonrasında hızlandı. Muhtemelen Bursa’nın Ermeni ve Rum cemaati içinde modern eğitim 19. yüzyılın ilk yarısında girmeye başlamıştı. Devlet okullarının ilki 1845’de açılan askeri idadi oldu. 1854’de erkek rüşdiyesi, 1883’de mülki idadi açıldı. Bu iki okul 1892’de birleştirildi. 1888’de Harir Dar-üt Talimi, 1891’de Ziraat Mektebi, 1904’de Dar-ül Muallim açıldı. Askeri idadi 1882’de açılan askeri rüşdiye ile birleşerek 1892’de Işıklar Askeri Mektebi haline geldi(54). 1890 lı yıllarda Mekteb-i Sanayi açıldı(55). Yahudi cemaatinin eğitiminde modernleşme ise 1866-1899 arasında Aliance İsrailit’in açtığı üç okulla geldi. Amerikan misyonerlerinin kız koleji ise 1871’de açıldı. 

    Bu okulların yer seçiminde belli odaklaşmalar görülmektedir. Sanat okulları kale içinde, Ziraat Mektebi Mudanya yolu üstünde Karaman köyünde, cemaat okulları bu cemaatlerin konut alanları içinde yer aldı. Gökderenin doğusunda 19.Yüzyılın sonunda İpekçilik Caddesi’nin güneyindeki yamaçlar eğitim tesislerinin toplandığı bir yer olarak ortaya çıkmıştır. Harir Dar-üt Talimi, Işıklar Askeri Mektebi, Dar-ül Muallim bu yörede toplandı.

    Sıkılgan modernleşmenin bir başka ögesi modern sağlık hizmetlerinin örgütlenmeye başlamasıdır. Bunun mekana yansıması kurulan hastanenin yer seçimiyle ortaya çıkmaktadır. İlk açılan Ahmet Vefik Paşanın hastanesi kale içinde yer seçmiştir. Bu yerin seçilmesini hastanenin tarihi açıklamaktadır. Hastane 1864’te Damat Efendi konağında çalışmaya başlamıştır. Yeni bir bina yapılarak hastanenin açılmaması böyle bir yer seçimini gerekli kılmıştır. Konağın varlığı bu kurumun yerini belirlemiştir. Böyle bir başlangıç Ahmet Vefik Paşa’nın valiliği sırasında 1891’deyapılan hastane binasının burada kurulması sonucunu getirmiştir(56).  

    19. yüzyıl gelişmeleri sırasında Gökdere ve Cilimboz derelerinin yanında iki belirgin sanayi ya da fabrika bölgesi ortaya çıkmıştır. Bu bölgeler hem sanayi için gerekli suyu sağlamaları hem de geçmişte de bu bölgeler de üretim yapılması bakımından fabrikaları kendilerine çekmiştir. Fabrika’da ipek ipliği üretiminde büyük ölçüde kadın emeğinin kullanılması ve bu kadın işgücünün de müslüman olmayan kesimden sağlanması Ermenilerin oturduğu Gökdere çevresini ve Rumların oturduğu Cilimboz çevresini ipek sanayii için çekici kılmıştır. 1852 de açılan Hümayün İpek Fabrikası da Cilimboz bölgesinde bulunuyordu. Ayrıca Gökderenin güneyinde un değirmenleri, kuzeye doğru ova kesiminde bazı şarap ve sabun fabrikaları bulunuyordu. Ayrıca kentin kuzeyinde ova kıyısında dağınık biçimde de sanayiler yer almıştır. Bu alanların kentin limanlarına ulaşılabilirliğinin yüksek olması bakımından üstünlüğü vardır(57).

    Kentin uzun tarihi boyunca önemini koruyan kaplıcalar bu dönemde de kentin önemli bir ekonomik etkinliği olması özelliğini sürdürmüştür. 1842’den beri bilimsel incelemelere konu olan kaplıcalar bu dönemde kentin dış ilişkilerine ve ulaşım olanaklarının gelişmesine paralel olarak önemlerini artmıştır(58). Yeni ulaşım olanakları kaplıca için artık uzak yerlerden gelinebilmesini sağlıyordu. Hıristiyan tüccarlar İstanbul, İzmir ve Odessa’dan geliyorlardı. Pera’daki diplomatların sık geldiği bir yer olmuştu. Kaplıcalara gelen Rumlar Bursa’daki Rum mahallelerine yakın olan kükürtlü kaplıcalarını tercih ediyorlardı(59). 

    Bu dönemde kentin iş alanlarında yaşanan dönüşüm kentin konut alanlarının biçimlenmesine yansımıştır. Bu biçimlenme de kentin iş merkezindeki farklılaşma kadar nüfusun artışı ve etnik kompozisyonundaki değişmeler etkili olmuştur. Yalnızca Bursa’nın nüfusu konusunda değişik yazarlarca verilen sayılara bakarak nüfusun gelişme eğilimi konusunda belli bir sonuç çıkarmak yanıltıcı olur. Bu sayılar güvenilir değildir. Ama kentin ekonomisindeki gelişmeyle birlikte düşünüldüğünde belli eğilimler çıkartılabilir. Denilebilir ki 14. yüzyıldan sonra kentin nüfusu sürekli artış göstermiştir. 1573 yılı için verilen 12800 hane ve 64000 nüfus bir referans olarak alınabilir. Belki nüfus 17. yüzyıl içinde Celali isyanlarının şehirlere akımı hızlandırmasıyla bu nüfus 70000 düzeyini biraz aşmıştır. Ama Evliya Çelebi’nin 25000 haneli Bursa anlatımı herhalde mübalağalıdır.  18. yüzyılda ekonominin küçülmesine paralel olarak kentin nüfusunda bir düşme olduğu söylenebilir. Nitekim Tournefort’un kenti tasvirlerinde kentin marjinal kesimlerinde bir boşalma anlatılmaktadır. 19. yüzyılda kentin nüfusu tekrar artmaya başlamıştır. 1831 sayımına göre Bursa’nın nüfusu 69000 tahmin edilmektedir. Nüfus 1895’de 77000 ne yükselmiştir. 1910 lu yıllarda nüfusun yüz bini aştığı tahmin edilmektedir. Birinci Dünya savaşı sonrasında yeniden 65000 ne düşecektir.

    Kentin nüfusundaki değişme sırasında kentin etnik kompozisyonunda da önemli dönüşümler yaşamıştır. 16. yüzyıl içinde kentteki müslüman olmayan nüfus oranı yüzde 3 ile yüzde 5 arasında değişmiştir. 18. yüzyılda bu oran yüzde 10 düzeyine (yüzde 4 Ermeni, yüzde 3 Rum, yüzde 3 Yahudi) yükselmiştir. 19. yüzyılın başlarında bu artış sürmüştür. 1831’de müslüman olmayan nüfus oranı yüzde 34,7’e ( yüzde 17,4 Ermeni, yüzde 13,3 Rum, yüzde 4 Yahudi) 1870’de yüzde 36 ya yükselmiştir. 1877’den sonra Balkanlardan gelen Müslüman göçüyle birlikte Müslüman olmayan nüfus oranı düşmeye başlamıştır. 1895’de Müslüman olmayan nüfus oranı yüzde 25 düzeyine inmiştir. Kurtuluş savaşı sonrasında Müslüman olmayan nüfus olanı yüzde 3,2 ye düşecektir(60).

    Nüfusun değişimi konut alanının yayılımını, etnik kompozisyonunun değişimi ise konut alanlarının etnik gruplar arasındaki faklılaşmayı etkilemektedir. Kentin yayılımı doğu-batı eksenindeki 16 yüzyıldaki 6 km.lik yayılımını korumuştur. Buna karşılık güney-kuzey doğrultusunda açılan yollar kentin genişliğini iki misline çıkarmış, 1,5 km ye çıkarmıştır. 

    Konut alanlarının farklılaşmasında etnik eksen bu dönemde de belli ölçüde önemini korurken, bunun içinde sınıfsal farklılaşmanın da etkili olmaya başladığı görülmektedir.  Kentin etnik farklılaşması 15-16. yüzyıldaki kentteki göreli konumunu korumuştur. Gökderenin doğusunda Ermeni Mahalleleri, kalenin batısında Cilimboz çevresinde Rum mahallelerinin, Hisar’ın kuzeyindeki Yahudi mahalleleri bu dönemde de farklılaşmalarını sürdürmüşlerdir. Ama Ermeni ve Rum mahalleleri kent mekanında saygınlık kademelenmesinde önemlerini artırmışlardır. Bu artışta bu milletlerin burjuvazisinin gelirlerinin artmasının önemli bir etkisi olmuştur. Gökderenin doğusundaki İpekçilik Caddesi etrafındaki gelişmeler bu bakımdan aydınlatıcıdır. İpekçilik Caddesinin bir prestij ekseni olarak oluşmasını Sultan Abdülmecid’in 1844’deki ziyaretine geri götürmek gerekir. Bu ziyarette Sultan artık 14 yüzyıldaki gibi kale içinde kalmamış Ermeni mahallesinin güneyinde dağın yamaçlarında çok güzel bir manzaraya sahip olan bir Kasr-ı Hümayun yaptırılmış ve orada kalmıştır(61). 1863 yangını sonrasında İpekçilik Caddesinin oluşumunda bu prestij noktasına yönlendirici olmuştur. İpekçilik Caddesi üzerinde Ermenilerin üst tabakalarının konutları yanısıra Müslüman üst tabakasının ve yöneticilerin konutları yer almıştır. Bu yönelimde İpekçilik Caddesinin Hükümet merkezine yakınlığı da etkili olmuştur. Benzer biçimde Cilimboz deresi civarındaki Rum nüfusun bulunduğu fabrikalar bölgesinde zengin tüccar evleri ve konsolosluklar bulunuyordu. Rum mahallesi olan Demirkapı’da 1871’de Amerikan Misyoner Okulu kurulmuştu.

    1895 sonrasında Çekirge yolu üzerinde, ovaya açılan teraslarda büyük bahçeler içinde lüks konutlar yapılmaya başladı. Benzer biçimde Çekirge-Acemler yolu boyunca da lüks konutlar yer alıyordu. Kente atlı arabayla 20 dakika uzaklıkta olan Acemler sadece hafta sonu kullanılan bir mesire olmaktan çıkarak bir panayır alanı haline gelmişti. Burası “Umumiye Bahçesi” haline gelerek kentin ilk halka açık parkını oluşturmuştur. Bu yolla kentte modernitenin bir başka görüntüsü ortaya çıkmıştır.

    Kentte sayıları az da olsa bir yabancılar kolonisi bulunuyordu. Bu kolonilerin üyeleri genellikle Rum ve Ermeni mahallerinin prestijli kesimlerinde oturuyor ve konsolosluk binalarını da buralara çekiyorlardı. Bu yabancılar içinde en büyük kesimi oluşturan Fransızlar ipek böcekçiliği enstitüsünün de yer aldığı Gökdere’nin doğusunda Uludağ’ın güney eteğinde Ermeni Kesimi yanında oturuyorlardı. Fransız Konsolos vekili Gregoire Bey Bursalı bir Ermeni tüccarının oğluydu. 1900 yılı sonrasında konsolosluk binasını Gökdere’nin kıyısına yaptırmıştı(62).

    Bursa’nın moderleşme tarafından dönüştürülmesi Osmanlı İmparatorluğunu I. Dünya Savaşına girmesiyle önemli bir kesintiye uğradı. Bu kesinti Kurtuluş savaşı sonrasına kadar sürdü. Her ne kadar Bursa Savaştan  Ege kentleri ve İzmir gibi büyük yangınlar geçirerek çıkmadıysa da nüfusu azalmış ve Rum ve Ermeni girişimcilerini kaybetmiş olarak çıktı. Bu alanlara Batı Trakya’dan gelen mübadiller ve daha sonra gelen göçmenler yerleştirildi.

 IV.  1960’LI YILLARIN SONUNDAN GÜNÜMÜZE YAŞANAN DÖNÜŞÜM 

    Bursa’nın tarihinde yaşanan üçüncü büyük dönüşüm kent nüfusunun hızla artması, kent sanayiinin hızla yeni sektörlere özellikle de otomotiv sektörüne açılarak çok önemli bir sanayi merkezi haline gelmesi sonucu  kent formunun yeniden biçimlenmesi olarak tanımlanabilir. Bu dönüşüm değişik süreçlerin üst üste düşmesi sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunlardan birincisi demografik bir süreçtir. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin yaşamaya başladığı demografik geçiş sonucu nüfus artışı hızlanmıştır. Bu ikinci bir süreç olan kırsal çözülme ve hızlı kentleşme ile beraber gelmiştir. Bursa da tüm Türkiye’deki kentler gibi hızlı bir nüfus artışı yaşamaya başlamıştır. Ama bu artış başlangıçta Bursa’nın büyüklük kategorisindeki kentlere göre yüksek değildir. Bursa’nın diğer kentlerin büyüme hızına göre artışının hızlanması 1970 sonrasında meydana gelmiştir. Bu sıçramada en önemli etken Bursa’da sanayileşmenin hızlanması olmuştur. Bursa’da sanayileşmenin nitelik değiştirici bir sıçrama yapmasının gerisindeki nedenlerden birisi İstanbul sanayiinin desantralizasyonu sürecinden Bursa’nın önemli bir pay almasıdır. İkincisi ise 1970’li yıllardan sonra sanayi kredilerinde yeni düzenlemelerin Anadolu kentlerinde başlattığı sanayileşmenin Bursa’ya da yansımasıdır.

    Cumhuriyetin ilk yıllarına Bursa kenti Rum ve Ermeni nüfusunu yitirmiş olarak, girmiştir. Yunanistan ve Balkanlardan aldığı göçmenlerle hemen hemen tamamiyle müslüman nüfusun egemen olduğu bir kent olarak girmiştir. 1877’de başlayan Bursa’nın bir göçmenler kenti olma özelliliği Cumhuriyetin ilk yıllarından günümüze kadar pekişerek sürmüştür denilebilir. Türkiye’nin karşılaştığı her göç dalgasında göçmenler daha önce akrabalarının yerleştiği yöreleri yerleşmeyi seçtikleri için bu süreklilik ortaya çıkmıştır.

    Cumhuriyetin ilk yıllarında Bursa savaş öncesinin ekonomisini canlandırmaya dönük girişimler yer almıştır. İpek üretimi canlandırılmış ve kentin tarihi boyunca önemini koruyan kaplıca işlevlerine özel önem verilmiştir. Bunlar arasında 1938’de işletmeye açılan Çelik Palasın, üst Çekirge’de Park Otel’in, eski kaplıcanın alt kısmında Havuzlu Park’ın yapımı kent yaşamı bakımından özel bir öneme sahip olmuştur. Ayrıca 1930’lu yıllarda açılan Uludağ Büyük Oteli Bursa’ya kayak turizminin merkezi olmak gibi yeni bir işlev kazandırmıştır.1933 yılında hazırlanan Birinci Sanayileşme Planı Bursa ilinde mensucat sektöründe iki fabrikanın yapılmasını ön görüyordu. Bunlardan birincisi 1935 yılında temeli atılan ve 1938 de işletmeye açılan Merinos Yünlü dokuma fabrikası, ikincisi ise 1934 yılında temeli atılan ve 1938 yılında işletmeye açılan Gemlik Suni İpek Fabrikasıdır. Bu iki devlet girişimi de entegre büyük tesislerdi. Teşvik-i sanayi kanunu da Bursa’da özel girişimciler eliyle belli bir sanayi gelişmesine yol açmıştır. 1930 lu yılarda ortaya çıkan İpek İş Fabrikası, 1933’de üretimine başlanan Uludağ Gazoz’u, 1934 yılında kurulan bir süt mamülleri fabrikası olan Sayaş ve 1938’de kurulan Teziş ve Emek karasöri imalathaneleri sayılabilir. Bu gelişmeler daha sonraki yılların sanayi gelişmelerini hazırlamıştır.

    Cumhuriyetin radikal bir modernite projesini uyguladığı bu dönemde kentin nüfusu savaş öncesinin nüfusuna ulaşmadığı için kentin yeni alanlara açılması sınırlı bir kaç alanda olmuştur. Çelik Palas ve Park Otelin yapılması ve Altıparmak Caddesindeki gelişmeler Bursa’da batıya doğru kentin yüksek gelirli gruplarının konut alanlarının gelişmesini ortaya çıkarmıştır. Osmanlı döneminde gelişmesi daha çok mevzii planlarla yönlendirilen kentte planlama bakımından yeni bir aşamaya ulaşılmıştır. Kentin tümünü kapsayan planların yapılmasına geçilmiştir. 1924 yılında Karl Lörcher’e yaptırılan planın varolan kent dokusunu dikkate almayışının uygulamada yarattığı sorunlar İstanbul’u planlamakta olan Henri Prost’a yeni bir plan yaptırılmasını zorlamıştır. 19. yüzyılın ilk yarısında bir yayalar kenti olan Bursa Ahmet Vefik Paşa’nın operasyonlarıyla atlı araba trafiğine uygun haline gelmişti. Prost planı ise İstanbul’da olduğu gibi kentin yollarını motorlu araçlara uygun hale getirmeyi amaçlıyordu. Prost’un 1940 yılında uygulamaya giren bu planında Bursa ovasının verimsiz kesimleri bir ölçüde yerleşmeye açılıyordu. Çekirgenin bir kaplıca ve turizm merkezine dönüşmesi, demiryolunun güneyinde Gemlik yolu üzerinde bir bölümün sanayiye ayrılması öngörülmüştü. Bu plan 1960’lı yıllara kadar kenti yönlendirmiştir(63).      

    İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’deki kentleşmeye paralel olarak Bursa’da hızlı bir kentleşme yaşamaya başladığında Bursa sanayileşmede bir sıçrama yapmaya henüz hazır değildi. Bu dönemdeki sanayi gelişmeleri daha çok küçük üreticiler eliyle oldu. Dokumacılıkta küçük makinalı tezgahlarla küçük ölçekli dokuma yaygınlaştı. Suni ipek fabrikasının bir önceki dönemde gelişmiş olması bu yaygınlaşmada etkili oldu. Gıda sanayiinde ilk konserve fabrikaları kurulmaya başladı. 1951 yılında Karacabey’de Vatan Konserve, 1957 yılında da eski Yalova yolu girişinde Tamek Konserve fabrikası kuruldu. 1950 yılların ikinci yarısında Türkiye’nin içine girdiği dış ödemeler darboğazının yarattığı metal ve makine sanayiindeki küçük üreticiler eliyle ithal ikamesine olanak veren ortam Bursa’da etkili oldu. Bursa da geçmişi Cumhuriyetin öncesine uzanan tornacılık, frezecilik gibi madeni eşya ve makine parçaları üretimi hünerleri önemli bir avantaj sağladı. Bursa’da daha 1942 yılında kurulmuş olan Tolon Makine sanayii Türkiye’de ilk yerli çamaşır makinesi üretimini gerçekleştirdi. 1950’li yılların sonunda Bursa’da 750 ton döküm yapan 30 kadar döküm atölyesi bulunuyordu. Bu dönemde otomotiv yan sanayiinin ilk gelişmeleri yaşanmaya başladı(64).      

    Kentin bir yandan nüfusunun artışı öte yandan 1958 yılında kent merkezinin yaşadığı büyük yangın kentin yeniden planlanmasını gerektirdi. Kurulan bir planlama bürosu Luigi Piccinato danışmanlığında Bursa’nın 1/4000 ölçekli bir nazım planını hazırladı. Bu planda 250.000 nüfuslu bir kent ön görülüyordu. Kentin Ankara-Bursa-Mudanya yolu üzerinde doğu-batı ekseninde bir doğrusal kent haline gelmesini öneriyordu(65). Kentin gelişmesi 14. yüzyılın ikinci yarısında gelişmesi doğuya doğru yönelmişti. Kentin gelişmesi doğu-batı ekseninde gerçekleşiyordu. 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan yeniden yapılanma da ise kentin gelişmesi yeni açılan yollarla yön değiştirmiş güney kuzey eksenine yönelmişti. Piccinato planı ise kuzeyde ova kenarında yeni bir eksen oluşturarak kentin gelişmesini yeniden doğu batı eksenine oturtmaya çalışıyordu. Bu yolla kentin eski dokusu ve merkezi üzerindeki gelişme baskılarını azaltarak korumacı bir eğilim yaratmayı amaçlıyordu.

    1962 yılında İstanbul’un yoğunlaşan sorunları özellikle Anadolu yakasındaki sanayi gelişmeleri bu alanlarda kentin gelişmesinin bölge düzeyindeki kararlarla yönlendirilmesi gereğini ortaya çıkarmıştı. Bu kaygılarla İmar ve İskan Bakanlığı Marmara Bölge Planını Hazırlamak için İstanbul’da bir büro kurmuştu. Bu büronun Başkanı Tuğrul Akçura’ydı. Bu çalışmalar sırasında Doğu Marmara Bölge Planının hazırlanmasına öncelik verilmişti. Bu planda İstanbul sanayiinin desantralizasyonu önerilmişti.. Bu desantralizasyonun araçlarından biri olarak da Bursa’da Türkiye’nin ilk organize sanayi bölgesinin kurulması öngörülmüştü. Organize sanayi bölgesine ilişkin yapılabilirlik etüdü Checci firmasına yaptırıldı. Sağlanan dış krediyle bu bölgenin uygulamasına hemen geçildi. İlk tesis olan Aygaz 1964 yılında çalışmaya başlamıştı.1966 yılında Mudanya yolu üzerindeki kentten 14 km uzaklıktaki 180 ha.lık organize sanayi bölgesinin yapımı tamamlanmış bulunuyordu..

    İstanbul sanayiinin desantralizasyonu 1960 yılların sonunda kendisini güçle duyurmaya başlamıştı. Bu bir çok halde İstanbul sermayesinin yabancı ortaklarıyla birlikte Bursa’da yatırım yapması anlamına geliyordu. Bunlardan Bursa kentinin kaderini en çok etkileyeni Otomotiv sanayinin gelişmesidir. Bursa’da bu sektörde ilk kurulan Karsan Bursa Otomontaj ve Karasöri Sanayii olmuştur. 1966’da kurulan bu tesis otobüs ve minibüs üretimi yapıyordu. 1968 yılında kurulan Tofaş ise Yalova yolu üzerinde 1971 yılında otomobil üretimine geçti.  1969 yılında kurulan Renault da organize sanayi bölgesinin kuzey ucunda 1971 yılında otomobil üretimine başladı. Böyle bir gelişme kısa süre içinde Bursa’da daha önce gelişmeye başladığını gördüğümüz otomotiv yan sanayiinin güçlenmesini ve gelişmesini getirdi. Bu yan sanayii genelikle Yalova yolu üzerinde ve santral garaj çevresinde yoğunlaştı.

    Bursa’nın yeni sanayi yapısının oluşmasında ikinci önemli atılım İstanbul sermayesiyle büyük ölçekli sentetik iplik fabrikalarının ve entegre dokuma sanayiinin kurulması oldu. Kurulan ilk sentetik iplik fabrikası 1964 yılında açılan Şifaş oldu, onu 1968’de organize sanayi bölgesinde açılan Polylen İplik Fabrikası izledi. Daha sonraki yıllarda bu tür tesislerin sayıları çoğaldı. Gıda sanayii’de ölçek ve nitelik değiştirdi. Bunlar bir kısmı zaman içinde holdingleştiler. Bunların en büyüklerinden biri olan Balkan göçmeni kökenli bir Bursa sermayesi olan Sönmez Endüstri Holding A.Ş 1972’de kuruldu. Bunu 1980 yılında Nergis Holding AŞ’nin kurulması izledi. 1998’de Sönmez Holding’in 26 şirketinde 8000 kişi, Nergis Holding’in 6 sektöre yayılmış 30 şirketinde 16000 kişi çalışıyordu(66). Tüm bu gelişmeler Bursa’yı çeşitlenmiş bir sanayi merkezi haline getirdi.

    Bu gelişmeler Bursa Sanayiinin  iki büyük odakta toplanması sonucunu doğurmuştur. Bunlardan birincisi Mudanya yolu üzerindeki Organize Sanayi Bölgesidir. 180 ha. alanda çalışmaya başlayan bölge 1997’ye kadar dört kez büyütülen bölgenin büyüklüğü 650 ha. ra yükselmişti. Bu bölgedeki 161 tesiste 25000 işçi çalışıyordu. Bu bölgenin beşinci kez 280 ha. büyütülüyordu(67). 

    İkinci sanayi odağı Yalova yolu üzerinde oluştu. Bu yol üzerinde başlangıçta Tofaşın yer seçimiyle başlayan gelişme, Sönmez Filament Sentetik İplik ve Elyaf Sanayii’nin 1973’de faaliyete geçmesiyle pekişti. Bu yörede yerleşen 20 kadar sanayi 1987 yılında Demirtaş Sanayiciler Derneğini kurmuşlar ve burayı 1990 yılında Demirtaş Organize sanayi bölgesi haline getirmişlerdir. 475 ha. lık bu bölgede 1997’de 157 firmada 20000 kişiye istihdam sağlıyordu(68). Bu iki büyük yığılmanın dışında bir çok küçük ve orta sanayi İzmir, Mudanya, İstanbul ve Ankara karayolları boyunca yayıldı. Bu karayollarının standardının artırılması da bu yayılmayı kolaylaştırdı.

    Bir yandan Bursa’nın sanayi yapısında bu çeşitlenme ve gelişme, öte yandan nüfusun hızla artması 1960 lı yılardan sonra kent merkezinin de yapısının değişmesi konusunda etkiler yaratıyordu. 1958 yangını bu süreci hızlandıran bir etki yarattı. 3000 den fazla dükkan ve işyeri yanmıştı. Kapalı çarşı ve hanlar bölgesinin restorasyonu süresince 6-7 yıllık bir süre için eski merkez bir anlamda yok oldu(69). Birçok faaliyet özellikle de el sanatları yeni alanlara yayıldı. Restorasyon sonrasında merkez yeniden çalışmaya başladığında belli bir değişme geçirmiş oluyordu. Ama yine de tek merkezli olma niteliğini yitirmiştir.  Ana yollar boyunca farklılaşarak yayılmasını gerçekleştirmiştir. Güneydeki sınırı Kaleyle Setbaşı arasında Atatürk Caddesi tarafından belirlenen iş merkezi kuzeye doğru açılmış Ankara-Mudanya yoluna kadar uzanmıştır.

    Merkezin 19. yüzyılda oluşan vilayet, belediye, adliye gibi resmi kuruluşlarının bulunduğu odağı bu dönemde de önemini korumuştur. Bunlarla yakından ilişkili avukatlık büroları vb. servis hizmetleri bu odak etrafında yoğunlaşmıştır. Merkezin en yoğun bölgesi olan Atatürk, Cumhuriyet, Cemal Nadir ve İnönü Caddelerinin arasının iç kesimi çoğunlukla aynı dallarda kümelenen esnaf işyerlerini barındırmaktadır. Tarihi konaklama ve koza pazarı işlevini gören hanlar bölgesi alt katlarında perakende ve toptan ticaret işlevlerinin yer aldığı, üst katlarında ise, toptancı yazıhaneleri, muhasebeci, vb. hizmet işlevleri ağır basan büroların yer aldığı bir yapıya kavuşmuştur. Kapalı çarşı turistlere ve üst gelir gruplarına dönük kuyumcular, bakırcılar vb. satış işlevlerinde uzmanlaşmıştır. Kapalı çarşının uzantısı olan Uzunçarşı’da ise alt gelir gruplarına ve kırsal kesime yönelen ticaret yoğunlaşmıştır. Hanlar bölgesinin dışındaki kesimlerde alt gelir gruplarına ve kırsal kesime dönük ticaret ve lokanta, otel vb. hizmet kesimleriyle küçük girişimci konfeksiyoncular yer almıştır.

    Merkez yollar boyunca farklılaşarak yayılmıştır. Merkezin batıya doğru Altıparmak caddesindeki uzantısında üst gelir gruplarına yönelen lüks tüketime dönük ticaret ve hizmet yoğunlaşması ortaya çıkmıştır. Bu nitelikteki tuhafiye, mobilya, butik, oto galerisi vb. ticaretle, üst gelir gruplarına yönelik sağlık hizmetleri doktor muayenehaneleri vb.leri yer almıştır. Kent merkezinin yeniden yapılaşması da bu eksen üzerinde yoğunlaşmıştır. Esas merkezden kopuk olarak turistlere de yönelmiş lüks ve prestijli tüketimin bir başka yoğunlaşması Bursa Mudanya karayolunun güneyinde Kükürtlü’ye kadar uzanan bölümde olmuştur.

    Merkezin doğuya yani Setbaşına doğru uzantısı orta gelir gruplarının günlük alışverişine yönelmiştir. Yeşil mahallesine doğru halıcılar ve mobilya imalatçıları yer almıştır. Merkezin kuzeye uzantısı olan garajlar bölgesi, Mudanya-Ankara ve Bursa-Yalova yolları üzerinde yer almaktadır. Otobüs terminali de iki yıl öncesine kadar bu iki yolun kesişme noktasında bulunuyordu. Merkezin bu kuzey uzantıları bankalar sigortalar, büyük sanayiye hizmet veren büroları kendisine çekmeye başlamıştır. Bu eğilim tabii ki, büyük ölçüde sanayinin kuzeyde yer seçmiş olmasıyla yakından ilişkilidir.

    Kent merkezinin ana yollar boyunca uzantısında olan gelişmeler kentin yeni sanayi yapısının gerektirdiği nitelikteki hizmetleri karşılamakta yetersiz kalıyordu. Küreselleşen dünya ekonomisiyle bütünleşme yoluna giren Bursa ekonomisinin gerektirdiği servisler geleneksel merkezden koparak Yalova yolu üzerinde toplanmaya başlamıştır. Bu bakımdan özel bir öneme sahip olan Bursa Uluslararası Tekstil Ticaret Merkezidir (BUTTİM). Bursa-Yalova yolunun 4.km.sinde 21,2 ha alana kurulan bu tesis, beş katlı bir ana blok ve 28 katlı bir gökdelenden oluşmakta, 1583 işyeri ve 88 ofisi içermektedir. Büyük sermayeli tekstilcilerin kurdukları bir iş yeri kooperatifi tarafından 1991-1997 yılları arasında gerçekleştirilmiştir(70).  Türkiye’nin tekstil ihracatında uzmanlaşmış en gelişkin ticaret merkezidir. Böyle bir gelişme çevresine yeni hizmet kuruluşlarını çekmektedir. Sönmez Holding aynı yolun batısında 45.000 m2 lik bir alış veriş merkezi olmak üzere Sönmez Plaza’nın yapımı 1993 yılında başlamıştır.  Plaza yakınındaki Ali Osman Sönmez Teknik Okulu Üniversiteye dönüşmektedir. Yalova yolunun 13 km.sinde yapılan yeni otogar da 1997 sonrasında işletmeye açılarak kent içindeki otogarın boşaltılmasına olanak sağlamıştır. Bu gelişmeler Yalova yolunun ilk on kilometresinde önemli trafik yığılması yaratmaya başlamıştır.

    Bursa-Yalova yolu üzerindeki bu gelişmeler geleneksel iş merkezinden bir kopuşu göstermektedir. 19. yüzyıl modernleşmesi sırasında ortaya çıkmayan merkezdeki geleneksel merkezden ayrılma 20. yüzyılın sonunda küreselleşmenin etkisiyle gerçekleşmiştir denilebilir. Bu oluşumu Bursa’nın İstanbul ile ilişkilerinde de bir değişmenin, habercisi olarak yorumlamak da olanaklıdır.

 Bu dönemin kent formunun oluşumunun betimlenmesini tamamlamak için konut alanlarındaki gelişmeleri de vermek gerekir. Konut alanlarında yaşanan dönüşümün bir boyutu varolan kent dokularının yıkılarak onların yerinde hızlı bir apartmanlaşmanın yaşanması ve var olan kentsel dokunun daha büyük bir nüfusu taşır hale gelmesidir. İkincisi ise yeni alanların konut yapımına açılması kentin mekansal yayılımının artmasıdır. Kentin konut dokusunda yaşanan bu dönüşümün gerçekleşmesi dönemin koşullarında gelişen yeni konut sunum biçimleri kanalıyla sağlanmıştır. Bu tür yeni konut sunum biçimlerinin gelişmesinin temel nedeni hızlı kentleşme sonucu arsa fiyatlarındaki çok hızlı artışın gerçekleşmesi olmuştur. Bu nedenle, daha önceki dönemdeki gibi orta sınıfların bir parsel üzerinde tek konuta sahip olması olanağı kalmamıştır. Yeni koşullarda orta sınıflar ancak arsa maliyetini bölüşerek bir apartman katına sahip olabilmektedirler. Bunun gerçekleşebilmesi için bir arsa üzerindeki talebin örgütlenmesi gerekmektedir. Bu örgütlenme ya yapsatçılar ya da kooperatifler eliyle gerçekleşmiştir. Kentin özellikle yerleşik kesimlerinde arsa fiyatlarının yüksekliği ise bir yandan gecekondu sunumunun doğmasına, öte yandan 1980 sonrasında toplu konut sunumunun gelişmesine neden olmuştur.

    1930’lu yıllardan sonra kentin batısında prestijli konut alanları gelişmeye başladı. Haşim İşcan’ın geliştirdiği Altıparmak Caddesi ve Çekirge bu tür konutları toplandığı alanlar oldu. 1955 yılından itibaren Bursa kültürparkı ve festival alanının oluşumu kentin batı kesiminin çekiciliğine katkıda bulundu. Ama bu alanlar kentleşmenin hızlandığı 1960 lı yıllardan sonra  uygun olmayan topografik koşullara karşın yüksek yoğunluklu, sosyal donatıları yetersiz, pahalı apartman mahallelerine dönüşmüş ve  bahçeli konutlardan oluşan eski yapısını büyük ölçüde yitirmiştir. Kentin doğusunda da Maksem, Yeşil, Emir Sultan, Işıklar Lisesi bölgesi gibi iş merkezinin güneyindeki yamaçlar da orta ve alt orta gelirli grupların apartmanlarına dönüşmüştür.  Bu dönüşümler genellikle yapsatçı sunumuyla gerçekleşmiştir. Kentin orta ve üst orta gelirli konutlarının İzmir karayolu doğrultusunda yayılması 1980 li yılların başında kente 18 km. uzaklıkta Görükle’de Üniversite kampusunun yapılmasından sonra hızlanmıştır. Bu yöndeki gelişmeye kooperatiflerin Fethiye-İhsaniye’de yer seçmesi önemli katkıda bulunmuştur. 1985 sonrasında yüksek gelirli kesimin villaları ve prestij konutları Mudanya geçit yolunda Bademli de gelişmeye başladı.

    Konut alanlarını kuzeye açılması 1950 li yıllarda Bulgaristan’dan göçmenlere Mudanya yolu üzerinde Hürriyet mahallesinin kurulmasıyla başlamıştır. Daha sonraki yıllarda bu yerleşmeye İstiklal, Adalet ve Milliyet Mahalleri eklenmiştir. Organize sanayi bölgesinin daha sonra bu eksende gelişmiş olması bu mahallerde işçi konutlarının yoğunlaşmasını ortaya çıkarmıştır.

    Kentin gelişen sanayileşmesinin ortaya çıkardığı örgütlü işçi kesimi ise parseller düzeyinde örgütlenmiş kooperatifler eliyle konut sağlamışlardır. Bunların yoğunlaştığı bir kesim Sümerbank-Merinos Fabrikasının kuzeyindeki işçi konutları bölgesi olmuştur. Kentin kırdan aldığı düşük gelirli göç ve örgütsüz emekçi kesimleri ovadaki hisseli tapulu alanlarda ve gecekondu kesimlerinde konut bulabilmişlerdir. Bu alanlar kentin batısında Mudanya-Bursa-Ankara karayolunun kuzeyinde ve kentin doğusunda ise karayolunun hem kuzeyinde hem güneyinde çok geniş bir alanı kapsar hale gelmiştir. Güneydeki yamaçlarda ise apartman bölgesinin üstünde bir bant oluşturmuştur..

    Kentin eski dokusunun dönüşümü kentin değişik kesimlerinde farklı olmuştur. Kent merkezinin çevresindeki konut alanları 19. yüzyılın sonunda grid planda oluşan Rusçuk mahallesi gibi göçmen konut alanlarında apartmanlaşma yaşanmıştır. 19 .yüzyılın prestij eksenlerinden biri olan İpekçilik Caddesi çevresi kısmen dönüşerek orta sınıfların konut alanına dönüşmüştür. 19. yüzyıl iş merkezinin güney kesimindeki konut alanları apartmanlara dönüşürken kuzeyindeki Reyhan konumundaki mahallelerin ana yollara yakın kesimleri iş yerlerine dönüşmüş konut alanları ise fiziki olarak harap konutlar haline gelmişlerdir. Ama sosyal karakteristikleri bir çöküntü alanına dönüşmemiştir(71). Bu alanlara kentin kuzeyindeki gecekondu alanları bitişmiştir.

    1980 sonrasında gelişen toplu konut alanları Bursa-Mudanya yolunun batısında ve Bursa-İzmir yolunun kuzeyinde gelişti. Bu gelişmelerin önemli bir kesimi 1984 planının uygulamasıyken, planda öngörülen Fethiye, İhsaniye ve Beşevler gibi alanlarda kaçak yapılaşma gerçekleşti(72). 20. yüzyılın sonunda kent artık çok geniş bir mekana yayılıyordu. Doğu-batı yönündeki yayılımı 30 km’yi buluyordu. Yalova yolu eksen alınırsa kuzey- güney yönündeki yayılımı 16-17 km.yi buluyordu. Nüfusu 900.000’ne varan kent artık metropoliten bir ölçeğe varmıştı. Doğuda Gürsu, Kestel, batıda Görükle, İrfaniye, güneybatıda Çalı, Kayapa, Hasanağa, kuzeyde Demirtaş, Ovaakça, kuzeybatıda Bademli, Çağrışan gibi yerleşmeleri içine alarak bir metropoliten kent haline gelmişti.

 V. SON VERİRKEN

    Bursa tarihindeki üç önemli dönüşüm dönemini genel çizgileriyle inceledikten sonra bu örnek olaydan bazı genellemelere gidilip gidilemeyeceği sorusu zihnimizde doğabilir. Bu soruyu yanıtlayabilmek için önce bir kavram geliştirmeye çalışacağım. Bu kavramı “kentin mekansal çerçevesi” diye adlandıracağım. Kentin burada benim yaptığım gibi çok uzun bir dönemdeki köklü dönüşümleri incelendiğinde kentin gelişmesinin bir mekansal çerçeveden diğer bir mekansal çerçeveye geçme olarak kavramsallaştırılabileceği sezilmeye başlar.

    Bu durumda bir “kentin mekansal çerçevesi”nden ne anlaşılması gerektiğine açıklık kazandırmak gerekir. Bir kentin mekansal çerçevesi  a) kentin mekansal yayılım çapı, b) kente eklenecek yapıların, ya da marjinal eklentilerin konumunu belirleyen yol kanavasının özellikleri, c) kentin dokusal özellikleri olarak tanımlanabilir. Bu yazıda incelediğimiz Bursa’nın her üç dönüşümünde de kentin bu özelliklerinin değiştiğini gözledik. Bursa örneği bize bir kentin mekansal çerçevesinin dönüşümünün 30-40 yıllık dönemlerde gerçekleştiğini ortaya koydu. Bu dönüşüm dönemlerinin dışında kent dönüşüm dönemlerinin belirlediği mekansal çerçeve içine hapsolmuşlardır.

    Kentin değişmesinin bir mekansal çerçeveden diğer bir mekansal çerçeveye sıçrama biçiminde olacağı kabul edilince karşımıza çıkan soru her dönemin mekansal çerçevesini hangi faktörlerin belirlediği olmaktadır.  Bu faktörler, kentin dış ekonomik ilişkilerinin biçimi, üretim teknolojisi, kentiçi ulaşım teknolojisi, yapı sunum biçimleri vb. olarak sıralanabilir. Bu faktörlere kentsel gelişmenin düzenleme (regülation) biçimlerini eklemek gerekecektir. Bu yazıda Bursa’daki mekansal çerçeve dönüşümlerini incelerken daha çok birinci gruptaki değişkenler ele alınmış, düzenleme biçimlerinin ayrıntılarına girilmemiştir. Sadece bu değişkenin analize nasıl eklemlenebileceğine ilişkin ip uçları verilmekle yetinilmiştir. 

  NOTLAR

1- Mustafa Süel:"Antik Dönemde Bursa", Bursa, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s.28.   2- Bedi N., Şehsuvaroğlu: Yeşil Bursa, Dünya Tıp Birliği XI Genel Kurulu, 29.IX- 5.X.1957, İstanbul, s.1.   3- Mustafa Süel: Agm, s.28.   4- Engin Yenal: “Osmanlı Öncesi Bursa”, Engin Yenal:Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996, s.14.   5- Fahri Dalsar: Bursa’da İpekçilik, İ.Ü.İktisat Fakültesi, İstanbul,1960, s. 358-359.   6- Evliya Çelebi kale içinde 2000 ev, 7 mahalle, 7 mihrap, 1hamam ve 20 dükkanlı bir çarşı olduğunu söylemektedir.  7- Bu rum mahallerinden biri Çakır Hamamı’ndan Çatal Fırın’a kadar uzanıyor, diğeri ise Gece Mahallesinde bulunuyordu. Yahudilik’te yer alan yahudi mahallesi oldukça eski bir yerleşmeydi. Kazım Baykal: Bursa ve Anıtları, Aysan Matbaası, Bursa, 1950, s.13.   8- Yusuf Oğuzoğlu:”Osmanlı Döneminde Bursa”, Bursa, T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara, 1996, s.36.   9- Bedii N. Şehsuvaroğlu: Age, s.9.   10- Bu dönemde kale dışında dervişlerin tekkeler ve zaviyeleri var mıydı? Bu kurumlar Doğan Kuban’ın bir yazısında ön gördüğü gibi uzun mesafe ticaretin de bir işlev görüyormuydu ? Doğan Kuban:” Anadolu-Türk Şehri, Tarihi Gelişmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikleri”, Vakıflar Dergisi, Cilt.VII, İstanbul,1968, s.53-75.   11- Bursa’dan sonra 1331’de İznik alınınca bir süre bu kent başkentlik işlevini gördü.1335’de Bursa tekrar başkent oldu. Edirne’nin fethinden üç yıl sonra 1368’de  başkent olarak ilanına kadar başkent olarak kaldı. Kazım Baykal: Age, s.13.   12- Orhan Gazi bu sarayda daha çok kış mevsiminde oturuyor, yazın göçer geleneğinin bir devamı olarak yazın yaylaklara çıkıyordu.   13- Halil İnalcık: “The Ottoman State: Economy and Society:1300-1600”, Halil İnalcık ile Donald Quatert (Editörler): An Economic and Social History of The Ottoman Empire 1300-1914, Cambridge University Press, Cambridge,1994, s.218-219.   14-  Murat Çizakça: “XIV ve XIX Yüzyıllar Arasında Bursa İpekçiliği”, Engin Yenal (Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1966, s.69.   15-  Halil İnalcık: Age, s.223.   16- Zekiye Yenen: Vakıf Kurumu-İmaret Sistemi Bağlamında Osmanlı Türk Kentlerinin Kuruluş ve Gelişim İlkeleri, İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Ekim 1987,s.70.(Yayınlanmamış Doktora Tezi)   17- Suraiya Faroqhi:Towns and Townsmen of Ottoman Anatolia, Cambridge University Press, Cambridge, 1984, s.97   18- Halil Sahillioğlu:” Bursa Kadı Sicillerinde İç ve Dış Ödemeler Aracı Olarak Kitabül-Kadı ve Süfteceler”, Osman Okyar ve H.Ünal Nalbantoğlu (editörler):Türkiye İktisat Tarihi Semineri, Hacettepe Üniversitesi, Ankara, 1975, s.117-120   19- Engin Yenal: “Osmanlı Başkenti, Osmanlı Kenti Bursa”, Engin Yenal(Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996, s.37.   20- Kazım Baykal: Age, s.15.   21- Yusuf Oğuzoğlu: Age,s.42.   22- Mustafa Cezzar: Typical Commercial Buildings of the Ottoman Classical Period and The Ottoman Construction System, Türkiye İş Bankası, İstanbul, 1983,s.63.   23- Zekiye Yenen: Age,s.157. Bu han XVII. yüzyılda onarılmış ve Bezir hanı adını almıştır. Bu dönemde alt katında mutaflar bulunuyordu.   24- Fahri Dalsar:Age,s.255-256. Eğer saklama işlevi İstanbul Bedesteninde olduğu gibi yapılıyorsa Bedesten içindeki tüccarların ve kent içinde birikimleri olanların değerli eşyalarının saklandığı sandıklar bulunuyor, bunlar da belli bir denetim altında açılıp kapanıyorlardı. Halil İnalcık:”The Hub of the City”,International Journal of Turkish Studies, Cilt.1, No.1, Kış 1979-1980, s.6.   25- Fahri Dalsar: Age. s.256.   26- Zekiye Yenen : Age., s.157-161’de bu  28 hanın listesini vermektedir.    27- Osman Nuri Ergin:Türkiye’de Şehirciliğin Tarihi İnkişafı,İstanbul Üniversitesi Huk.Fak.İkt. ve İçtimaiyat Enst., İstanbul, 1936.   28- Zekiye Yenen: Age, s.105-113.   29- Zekiye Yenen: Age., s.189-190 ‘da bu köprülerin listesi verilmiştir. Irgandı köprüsü üzerinde işyerleri bulunmaktaydı. Bu türdeki bilinen tek Osmanlı köprüsü olduğu söylenebilir.   30- Raif Kaplanoğlu: Bursa Yer Adları Ansiklopedisi, Bursa Ticaret Odası, Bursa, 1996, s.80-81.   31- Hasan Basri Öcalan:” Şer’iye Sicillerine Göre Bursa’da Sosyal Hayat XVII Yüzyıl”, Engin Yenal(Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996,  s.83-85.   32- Halil İnalcık: Age, s.227.   33- Fahri Dalsar: Age, s.291.   34- Murat Çizakça: Age, s.73.   35- Bruce McGowan:” The Age of the Ayans,1699-1812”, Halil İnalcık ile Donald Quataret (Editöler), Age, s.703.   36- Yurt Ansiklopedisi, s.1696.   37- Ayhan Aktar:”Bursa’da Devlet ve Ekonomi”, Engin Yenal(Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 1996, s.119-133.   38- Zekiye Yenen: Age, s.81.   39- Beatrice St.Laurent: Ottomanization and Modernization The Architectural and Urban Development of Bursa and The Genesis of Tradition,Harward University,1989, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), s. 93   40- İlhan Tekeli Selim İlkin:” Osmanlı İmparatorluğu’nda Ondokuzuncu Yüzyılda Araba Teknolojisinde ve Karayolu Yapımındaki Gelişmeler”, Ekmeleddin İhsanoğlu, Mustafa Kaçar (Yayına Haz): Çağını Yakalayan Osmanlı!, İRCİCA, İstanbul,1995, s.433.   41- Archack Solakian: Les Richesses Naturelles et Economiques de L’Asie Mineure, Constantinople,1923. S.78.   42- Leila T.Erder: The Making of Industrial Bursa: Economic Activity and Population in a Turkish City 1835-1975, Princeton,1976, s.141 (yayınlanmamış doktora tezi)    43- Musa Çadırcı:Tanzimat Döneminde Anadolu Kentleri’nin Sosyal ve Ekonomik Yapıları, Türk Tarih Kurumu , Ankara, 1991, s.343.   44- Beatrice St.Laurent : age, s. 105-106.   45- Beatrice St.Laurant: Age, s.68,105-106.   46- Bedii N.Şehsuvaroğlu: Age, s.5   47- İsmail Beliğ Efendi:Tarih-i Burusa Güldeste-i Riyaz-ı İrfan, Bursa,1287. Bu kitabı yayına hazırlayan Bursali Eşref bin Ali Bey’in kenar notları. ve Zekiye Yenen: Age, s.91.   48- Bu dönemin dışında Bursa kentinin geçirdiği üç büyük yangın vardır. Birincisi 1518 yılındaki Hisar’dan Reyhan’a kadar çok sayıdaki mahalleyi  yakan yangındır. İkincisi 1607’de Kalenderoğlu isyanı sonrasındaki yangındır.Kepezler, Mücellidi,Hoşkadem, mahalleleridir. Üçüncüsü 1801 yangınıdır. Yahudilik, Şehreküstü, Ulucami, Mantıcı,Osman Gazi bu yangında yanmıştır. Raif Kaplanoğlu:Age, s.68,164,193,195,217,226,236, 259,269,275. Bu yangınlar sonrasında, yeni bir imar düzeni getirilmediği için, bu mahallelerin önemli yapısal değişme olmadan büyük ölçüde eski biçimleriyle yenilendikleri söylenebilir.    49- Önder Batkan:” Bursa Kentsel Gelişim ve Planlama Süreci”, Engin Yenal (Haz.):Bir Masaldı Bursa, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul,1996. s.249.   50- Beatrice St.Laurent: Age, s.210-238.   51- Leila T.Erder: Age, s.237. Bugünkü Atatürk Caddesi'nde olan bina 1980’li yıllarda yıkılmıştır.   52- Ayhan Aktar: Agm, s.123.   53- Leila T.Erder: Age, s.267   54- Kazım Baykal: Age, s.23,125.   55- Beatrice St.Laurent: Age, s.132.   56- Kazım Baykal: Age., s.23.   57- Leila T.Erder: Age, s.226-228.   58- Nihat Reşat Belger:”Su Şehri Bursa”, Vedat NedimTör-Şevket Rado (Haz.), Bursa,Yapı ve Kredi Bankası, İstanbul,1948, s.42-49.     59- Beatrice St.Laurent: Age, s.88-89.   60- Leila T. Erder: Age, s.211, Zekiye Yenen: Age, s.61,65.   61- Sultanın Bursa’da kalış yerinin değişmesi ile İstanbul’da Sultanın bir iç kale sarayı olan Topkapı Sarayını terkederek kale dışında Boğaz üzerinde Dolmabahçe Sarayını yaptırmış olması arasındaki paralelliğe dikkati çekmek gerekir. IV. Mehmet 1659 yılında Bursa’da kaldığı üç ay sırasında kale içindeki eski sarayda kalmıştı   62- Betrice St.Laurent: Age, s.70.   63- Önder Batkan: Age, s.249.   64- Yurt Ansiklopedisi, s.1700-1713.   65- Önder Batkan: Age,s.251.    66- Dünya, 26 Haziran 1998, Bursa Bölge Eki,s.6-7.   67- Dünya, 27 Haziran 1997, Bölge Raporu,Bursa,s.16.   68- Dünya, 27 Haziran 1997, Bölge Raporu, Bursa,s.19.    69- Bu olgunun önemine dikkatimi çeken Özcan Altaban’a teşekkür ederim.   70- Dünya, 27 Haziran 1997, Bölge Raporu, Bursa,s.37.   71- R. Ranâ Akdiş: Kent Kuramları İçinde Çöküntü Bölgeleri Analizi:Bursa Reyhan Örneği, Uludağ Üniversitesi, Bursa,1990 (yayınlanmamış doktora tezi)   72- Önder Batkan:Agm, s.259.

       

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 23/02/24