Donduran 1942 Kışı

Hüseyin Döşer'in Anılarında 1942 Kışı

Hasretlik Bursa

Mudanya Treni

 

 

  Işıklar Askeri Lise öğrencisi Muammer Çalımcıoğlu'nun maceralı İstanbul-Bursa seyahati


5 Ocak 1942, Pazartesi
    Sabah 10:00'da İstanbul'dan ayrıldık...Saat tam 13'te Mudanya'ya yanaştık. Büyük bir süratle gemiyi terk edip trende yer kapmaya koştuk. Saat tam 14'te tren hareket etti. Bandırma Ekspresi'ne hiç benzemiyor. Dar hat burası. Lokomotif ve vagonlar küçük. Tabi gidişi de kendine has. Ttreni iki lokomotif çekiyor. Ortalık karla örtülü. Geçit istasyonunda lokomotif su aldı, yola devam ediyoruz. Hava müthiş soğuk, aşaklarımız buz kesti. Arada bir kalkıp yerimde hopluyorum. Biraz sonra tren durdu. Çıkıp baktık, bir de ne görelim, bizden evvel giden tren kara saplanmış, yolda kalmış. Herkesi bir düşüncedir aldı, ne olacak şimdi? Bursa'dan yardım ve kurtarma ekibinin ne zaman geleceği belli değil.

                       
    Bizim treni lokomotif geri geri iterek Geçit istasyonuna getirdi. Geceyi burada geçirecekmişiz. Gündüz soğuktan duramadığımız vagonlarda gece aç bi-ilaç ne yaparız diye söylenmeye başladık. Soğuk her an artıyor. Bir kısım yolcular Geçit köyüne gitti. Biz trenden ayrılmadık. Mazhar'ın baklavalarını yedik. Saat 20 oldu. Sabahı nasıl yapacağız? Bursa'ya iki saatlik mesafede geceyi geçirmek insana çok acı geliyor.
    Hava iyice soğudu, tir tir titriyoruz. Uyumak mümkün değil. Yolculardan birinde gaz sobası varmış, onu yaktı. Vagon bayağı ılındı, faydasını gördük. Bereket büyükannemin verdiği yün fanila vardı sırtımda, o da olmasa halim dumandı. Yanan sobanın etkisiyle bir ara uyumuşum. Uyandıktan sonra sabahı zar zor yaptık. Soğuk sabaha karşı daha da arttı. Camlar buz tuttuğu için dışarısı görünmüyordu.
6 Ocak Salı
    Bursa'ya giderken Geçit'te bir vagonda ayazlayacaksın deseler inanmazdım. Zira iki sene önce Ağustosta (Bursa'ya ilk gelişimde) halamlarla buraya sefaya gelmiş, derede yüzmüştük. Hadi bakalım, şimdi dereye gir de görelim. Heykel olursun Alimallah!
    Yüzümü yıkamak için vagondan çıkınca bizim çocuklardan ve yolculardan bazılarının Bursa'ya yaya olarak gitmek için hazırlandıklarını gördüm. Kısım çavuşumuz Orhan Yeke de vardı. Kadın, kız ve çocuklar da bu yolculuğa hevesenmişlerdi. Zira yardımın ne zaman geleceği hala belli değildi. Onlar korkmayıp giderler de ben gitmez miyim? Hemen vagona koşup Mazhar'a durumu anlattım. O da karar verince çantalarımızı aldık. Çantamda büşük bir havlu çıkarıp kafamı ve kulaklarımı sardım. hava tipiye çevirirse halimiz duman olur. Köylüler "arada sırada kurt sürüleri geliyor" dediler. Şansımıza artık.
    Saat 8'de Geçit'te toplandık. Neyse ki rüzgar yok. Yolculuğa niyet eden yaklaşık 60 kişiyiz. Bizden önce bir grup yola çıkmış. 08:10'da yılculuk başladı. Mazhar caydı, trene geri döndü. Ben, başçavuşumuz Orhan Yeke ve yanında eşi olan bir süvari yüzbaşısı kahvede çay içtiğimizden kafilenin en sonuna kaldık. Karda açılan tek iz bir yoldan garç gurç sesleriyle yürüyoruz. Yarım saat sonra bizden geride kalanlar, geri dönenler oldu.
   Bir saate yakın yürüdükten sonra hava bozdu. Uludağ yönünden esen sert rüzgar yerden kaldırdığı karı yüzümüze vuruyor. Yüzbaşının hanımı fena oldu. Biz de berbat durumdayız ama yiğitliği elden bırakmıyoruz. Elimdeki valizi atacağım geliyor, yürüdükçe sanki daha da ağırlaşıyor. Mal canın yongası derler, bırakmaya gönlüm razı değil. Uykusuzluğa yorgunluk da ekleniyor. Bir ara kara saplanmı bir kamyonun yanından geçtik. Kafilenin ön kısmı ufak bir sırtın öbür tarafındaydı. İşti ilk hedef burası olsa gerek diye içimden geçirdim...Bir ara tipi hızlandı, korkumuz arttı. Geri dönenler oluyor. Ama biz devam etmekte kararlıyız. Yüzbaşının hanımı bize yetişti, "sakın ha, geri dönmek yok, devam edelim" diye maneviyatımızı yükseltiyor. Fakat yürümek her an zorlaşıyor. Ağırlaşıyoruz adeta. Bunun bir sebebi tipi, diğeri ise açlık. Dünden beri midemize doğru dürüst bir şey girmedi. Orhan Yeke'nin kulakları dondu ve şişti. İyi ki ben başıma havlu sarmışım.
    Yandan esen rüzgar önden gelmeye başladı. Herkes sustu, konuşan yok. Neredeyse panik başlayacak. Rüzgarın telgraf tellerinde çıkardığı ses sinirimizi bozuyor. Ölüm havası çalar gibi. Koskoca şehrin yanı başında yardımsız kalmıştık. Yabancı bir üykede olsa kim bilir ne çabuk yardım ekipleri gelirdi. Durduğumuz anda halimiz duman demektir, Allah sonumuzu hayır etsin.
   Sırtı bocalaya bocalaya geçmekteyiz. Tipi şiddetini arttırdı. Önde gidenlerin ayak izleri hemen karla örtülüyor. Bir ara boş bulunup yoldan çıkmışım, sol ayağım bir çukura daldı, bileğim burkuldu, bir süre sonra da şişti. Şimdi de bir tepeye  doğru yaklaşıyoruz. Oysa ben bu yolu dümdüz sanıyordum. 1940 ağustosunda ne kadar eğlenceli bir yolculuk yapmıştık Bursa-Geçit arasında. Şarkılar söylemiştik. Şimdi ise titreşip duruyoruz. Sis sıyrıldı, güneş çıktı. Kar pırıl pırıl parlıyor. Gözümüzün önüne sankı bir perde çekilmiş gibi. Bakamıyoruz. Renkli gözlük olsa ne iyi olurdu. Öyle yoruldum ki terlemeye başladım. Sanki çenelerimiz kilitlendi. Ara sıra Orhan'la şakalaşıyorduk, bu işi de bıraktık.
    Tepenin üzerinden bize doğru yaklaşan hayvanlar var. kurt mu acaba diye merak ediyoruz. Az sonra yakınımıza geldiler, yedi tane kocaman çoban köpeği.Durunca ayaklarım uyuşuyor,yine yürüyorum. köpekler de yanımızdan ayrılmıyor. Tepeyi aşınca köpeklerin ait olduğu evi gördük (saat 9:30), eve girdik. Oldukça büyük bir odaya toplandık. Odanın bir köşesinde yürüyüşte çok rahatsız olan bir çocuk, bir genç kız, bir yaşlı hanım var. Arkadaşlar onları sırtlarında getirmişler.Kızın aşaklarının bazı bölümleri kanama yapmış, epey canı yanıyor. Oda kısmen sıcak olduğu için elimizde yüzümüzde tuhaf bir yanma oldu. Hele Orhan'ın kulakları berbat, iyice şişti. Burada daha fazla kalmamıza gerek yok.

                        
         Yarım saat sonra yola koyulduk. Bir süre sonra yolda kızaklara rastladık, bizim için yollamışlar. Ama hepsi dolu. Yine de bir tanesine sıkıştık. Az sonra da Ziraat Mektebi önünde indik. Gelen diğer arkadaşlarla mektebe girdik. ıslak çoraplarımızı değiştirdik. Bize çay verdiler, sanki dünyalar bizim oldu. Yarım saat burada oturduktan sonra tekrar yola çıktık. Bursa7ya yaklaştıkça kar azalır diye düşünmüştük, yanılmışız. Zor yürüyoruz. İşte kara saplanmış bir otomobil. Çıkarmaya çalışıyorlar fakat boşuna. Saat 11'de Acemler'e ulaştık. büyük kanalın üzerindeki köprüyü geçtik. Acemler'de bizi jandarma yüzbaşısı karşıladı. "Bravo hepinize" diyerek yolcuları karakola aldı. İçerde öyle tatlı bir sıcaklık var ki hepimize uyku bastırdı. Herkese bir dilim kızarmış ekmek ve peynir veriyorlar. Hele o demli ve sıcak çayın tadını asla unutamam. Yarım saat kadar da burada kaldık, maneviyatımız düzeldi.
    Çekirge'ye çıktığımızda bize garip garip baktılar. Dört saattir karda yürüdüğümüzü nereden bilsinler. Saat oldu 12. Şansımıza bugün şehirde otobüsler işlemeye başlamış. Durakta bekleyen otobüse doluştuk. Bir an sessizlik, kapı kapanıp hareket edince tekrar ohh! çekip yerleşme ve zevkle dışarısını seyir. Ayağımız yerden kesilince bir hoş olmuştuk. otobüste herkes bize sorular soruyor, hikayemizi  dinliyordu. Nihayet Heykel önüne geldik, burada arkadaşlardan ayrıldım.
                                                                     (Kaynak: Bursa Defteri, sayı 23: 136-138)