Bursa'nın Tarihi
|
|
Nilüfer’in dört bir yanı tarihi izlerle doludur ve bu izleri taşıyan
kültürel ve doğal varlıklar, yöre tarihini antik çağlara değin
götürmektedir. İlçenin tarihsel zenginliği, Bursa Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kurulu’nca da (BKTVKK) tescillenerek koruma altına
alınmıştır. Bu kapsamda Akçalar Aktopraklık Höyüğü, Alaaddinbey Tepecik
Höyüğü, Gölyazı’nın bazı bölümleri ve Kite Kalesi’nin bulunduğu Ürünlü
arkeolojik sit alanı; Gölyazı’nın tamamı ve Tahtalı Köyü kentsel arkeolojik
sit alanı; Gümüştepe (Misi) kentsel sit alanı ilan edilmiştir. Balat
ormanları, Fadıllı Köyü, Gölyazı Adalar bölgesi, Kayapa Göleti çevresi,
Odunluk ve Ürünlü’nün bir bölümü de doğal sit bölgesi olarak koruma altına
alınmıştır.
1. Akçalar’da Fikirtepe
Kültürünün İzleri
Günümüzde Nilüfer’e bağlı bir mahalle statüsündeki
Akçalar beldesinin Aktopraklık mevkii, tarih öncesinden bugüne taşıdığı
izlerle sadece Bursa için değil, Anadolu ve Avrupa kültür tarihi bakımından
da büyük önem taşımaktadır.
Fikirtepe kültürü, yerleşik yaşama geçtiği bilinen
en eski tarım/köy topluluklarını temsil eder. Bu anlamda çiftçiliğin
Anadolu’nun kuzeybatı kesimlerine ilk olarak Fikirtepe evresi içinde geldiği
ve çok kısa bir süre sonra da Güneydoğu Avrupa’da yaygınlaştığı bilinir.
‘Neolitik Devrim’ olarak da tanımlanan, avcı-göçebe yaşamdan tarım kültürüne
dayalı yerleşik yaşama geçilen süreç, kültür tarihinin en önemli
aşamalarından biri ve günümüz uygarlığının temellerinin oluştuğu dönem
olarak kabul edilir. İlk çiftçi toplulukların ortaya çıkışı ve Anadolu’dan
Avrupa’ya yayılımı konusunda kritik bir öneme sahip olan Aktopraklık,
Fikirtepe kültürünün bilinen en batı yerleşim yeridir.
Aktopraklık Höyüğü’nden elde edilen veriler,
buradaki yerleşimlerin tarih öncesi dönemden Geç Roma dönemine (İÖ 6300-İS
2. yüzyıl) değin uzandığını göstermektedir. Bölgede akarsu kenarına kurulu
ilk tarım topluluklarının yaşadığı iki köyün kalıntıları ortaya
çıkarılmıştır.
Aktopraklık’taki tarih hazinesi sayesinde önemi artan Akçalar, Uluabat
Gölü’nün doğu kıyısında kurulmuş tarihi bir beldedir. Osmanlı dönemi
kayıtlarında Yıldırım Camisi vakıfları arasında yer alan belde, Kurtuluş
Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından işgal ve tahrip edilmiştir.
Yapılış tarihi belirlenemeyen tarihi bir hamamın
bulunduğu beldede 1767-1768 yıllarına tarihlenen Hacı Recep Camisi’nin
yapımında Bizans devri kalıntıları olan sütun ve sütun başlıkları
kullanılmıştır.
Adını, bölgede çokça bulunan akça ağaçtan alan Akçalar’da, 1907 (Hicri 1325)
tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’ne göre 224 hanenin bulunduğu
görülmektedir. Akçalar’da 1976 yılında kurulan belediye örgütü 2009’da
kapatılmış, beldenin Kurtuluş ve Zafer mahalleleri Nilüfer’e bağlanmıştır.
Aktopraklık Arkeopark
Göl manzaralı bir konumda,
dereye doğru alçalan, eğimli bir arazi üzerindeki düzlükte yer alan
Aktopraklık Höyüğü, Anadolu’da tarih öncesi devirlerde görülen tepe
şeklindeki çok katlı höyüklerden farklı bir yapı arz eder. Yapıların
birbirinden ayrık yapıldığı ve yapı malzemelerinde ahşap kullanılan bu tür
yerleşmeler Fikirtepe kültürünü çağrıştırmaktadır.
Aktopraklık Höyüğü’nde 2004 yılından beri İstanbul
Üniversitesi’nce yapılan arkeolojik kazılarda tarih öncesi döneme ait ilk
çiftçi topluluklarının yaşam izlerine rastlanmıştır.
Üç ayrı alanda sürdürülen
kazılarda bulunan ‘taş altyapı’nın, suyun akışını yönlendirmek için
kullanılmış bir istinat duvarı kalıntısı olduğu sanılmaktadır. Kare planlı
yapı kalıntılarına rastlanan bölgede, yiyecek pişirilmesi ve saklanmasında
kullanılan çanak-çömlek ve kemik el aletleri, çok miktarda mermer bilezik ve
boncuğun yanı sıra dönemin inanç sistemlerini yansıtan tapınç heykelcikleri,
koyun, keçi, sığır gibi hayvan kemikleri ve bitki kalıntıları bulunmuştur.
Geç Roma/Bizans yerleşimine ait kalıntılara da rastlanan höyükte yer alan
bir mezarlıkta ise kolları ve bacakları göğse çekilerek yerleştirilmiş
gömülerin yanında yine çok sayıda keramik ve mermer bilezikler
çıkarılmıştır.
Aktopraklık höyüğünün karşısında yer alan bölgede ise Geç Roma-Erken Bizans
dönemlerine tarihlenen bir kilise ve bir saray kompleksi kalıntıları
bulunmaktadır. Şu ana
kadar yapılan çalışmalar, bölgede Neolitik Çağ’dan Orta Kalkolitik Çağ
ortalarına kadar kesintisiz bir yerleşim yerinin varlığını ortaya koymuştur. Burada
yapılan Arkeopark Eylül 2015'de hizmete açılmıştır.
2. Ertuğrul’da Tunç Çağı İzleri
Nilüfer’in ilk
mahallelerinden biri olan Ertuğrul, 1987’ye değin Çalı’ya bağlı bir köydü.
Karacabey yolu üzerindeki mahallenin eski adı ‘Çayırköy’dür. Bu adın, köy
arazisinin Osmanlı döneminde beylik çayırı oluşu nedeniyle verildiği
sanılmaktadır. 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı sonrasında gelen göçmenler
tarafından kurulan köyün adına 1907 (Hicri 1325) tarihli Hudavendigar
Vilayeti Salnamesi’nde rastlanmamaktadır.
Çayırköy Höyüğü
Ertuğrul Mahallesi yakınındaki ve Alaaddinbey
yolunun batısında yer alan Çayırköy Höyüğü’nün çevresi 90 metre, yüksekliği
5 metredir. Üzerinde tarım yapılan höyük üzerindeki incelemelerde yoğun
şekilde seramik parçaları, obsidien, sileks aletleri, ağırşak ve kemik
aletlerine rastlanmıştır. Seramikler gri ve mat kırmızı renklidir.
Hamurlarında mika ve kuvars parçalarına rastlanmaktadır. İyi pişirilmiş ve
perdahlanmıştır. Seramik parçalarından gaga ağızlı testiler, kaseler ve
tabaklar, bölgedeki Troia kazılarının V. ve VI. tabakalarında rastlanan
seramiklerle çağdaştır. İÖ 1900-1700 Tunç Çağı’na aittir.
3. Nilüfer’in Yaşayan Tarihi Misi: Gümüştepe
Misi, Orhaneli yolu
üzerinde, etrafı ormanlarla kaplı dört tepenin çevrelediği, eğimli arazi
üzerine kurulu bir yerleşim yeridir. Bugün Nilüfer’in Gümüştepe
Mahallesi’nin bulunduğu bölge, Bursa’nın en eski yerleşim merkezlerden
biridir. Hatta bölgede Bursa kenti kurulmadan önce de yerleşim olduğu
düşünülmektedir.
‘Tarihin babası’ Heredotos’a göre İÖ. 1816’da Trakya’dan Anadolu’ya geçen altı
kavimden biri olan Mys’ler, Mysialılar olarak bilinen bir birlik
kurmuşlardı. Dünya tarihinde ilk kez batıdan doğuya geçen kavim olarak
bilinen Misyalılar, ‘Misipolis’ (şimdiki Gümüştepe Mahallesi), ‘Misapoli’ ve
‘Eşkel’ adlı üç yerleşim yeri kurmuşlardır. Kutsal dağ ‘Olympos’un (Uludağ)
eteğinde kurulan Misi, Hristiyanlık öncesinde de sonrasında da inançlar
merkezi olmuştur.
İ.S. 183 yılında Batı Romalıların baskısıyla İstanbul’a, oradan da Bursa’ya
gelen Alex adlı bir keşiş, 85 kişilik maiyetiyle birlikte Hıristiyanlığın
öncüleri olarak Misi’ye ve bugünkü İnkaya Köyü’ne yerleşmiştir. İki kola
ayrılan keşişler, Keşiş Dağı olarak adlandırılan Olympos’un eteklerine
yayılmışlardır. Yörenin gizlenmeye elverişli bir boğaz niteliğinde olması,
keşişlerin bölgede yüzyıllarca güçlü bir misyonerlik örgütü kurmalarına yol
açmıştır. Bu dönemde Misi’de bir konsül toplanarak, üç kez yazılmış olan
İncil’in ruhu araştırılmış ve Misipoli Manastırı’nda İncil tartışmaları
yapılmıştır. Bu bilgiye dayanılarak, Misi’de, anılan manastırda İncil’in bir
nüshasının gömülü olduğuna inanılmaktadır. 1953 yılında kazı çalışmaları
yapılan manastır, define avcıları ve tarihi eser yağmacıları tarafından
talan edilmiştir.
Misi, Bursa’nın fethi öncesi Osmanlılar için de önemli bir merkez
konumundadır. Orhan Gazi’nin Bursa’yı kuşatma altına almak amacıyla 1316’da
Misi’yi fethettiği, burada ve Kestel’de birer kale yaptırdığı
belirtilmektedir. Bu dönemde Misi‘nin 10 yıl süreyle geçici başkent olduğu
da söylenmektedir.
Osmanlı döneminde Hristiyan uyrukların çoğunlukta olduğu bir bölge olan
Misi’nin I. Murat’ın Çekirge’deki imaretinin vakfiyesi olduğu bilinmektedir.
1907 (Hicri 1325) tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’nde 174 hane
bulunduğu kayıtlıdır.
Kurtuluş Savaşı sonrasında Hristiyan nüfusun terk
ettiği Misi, jeolojik özellikleriyle de her dönemde dikkat çekici bir
yerleşim yeridir. Tarih boyunca Batı’dan gelen yolcular, kervanlar İpek Yolu
üzerinde bulunan Misi’den geçmiş, burada konaklamıştır. Çünkü son derece
güçlü bir akarsu olan Nilüfer Çayı, başka bir noktadan geçit vermemekte, bir
tek Misi’de keskin bir dirsek yaparak, uzunluğu 3 kilometre civarında olan
bir boğazın içinde akmaktadır.
Misi, şarapçılıkla da ünlüdür ve bu geleneğin eski
çoktanrıcı dönemden geldiği ya da Hristiyanlıkla bağlantılı olduğu
sanılmaktadır. Misi kiliselerindeki dini ayinlerde tüketilen şarap bizzat
Misi bağlarından elde ediliyor, hatta Bizans’a buradan şarap gönderiliyordu.
4. Işık Tanrısı Apollon’un
kenti: Gölyazı (Apollania-Apollonia ad Ryndacum-Apolyont-Abulyond)
Antik
Çağda, Anadolu’da
Bithynia ile Mysia arasında sınır kabul edilen Ryndakos Çayı’nın (Orhaneli
Çayı) oluşturduğu göl üzerinde bir kent vardı: Apollonia ad Ryndacum…
Kente Apollonia adının, Kraliçe Apollonis onuruna,
Bergama Kralı II. Attalos tarafından verildiği söylenmekteyse de bu ad, Luwi
dilindeki Apa (su), ull (çalılık) ve wana (tanrı) sözcüklerinin
birleşmesinden gelmektedir. Aslında Apollonia, Apollon tapınaklarının
bulunduğu yerlere verilen ortak bir ad ve antik çağda Anadolu’da Apollonia
adlı dokuz kent olduğu biliniyor. Gölyazı, Ryndakos Çayı kıyısında kurulduğu
için ‘ad Ryndacum’ tamlamasıyla diğerlerinden ayrılmaktadır. Antik çağdaki
Apollonia ad Ryndacum adı, süreç içinde Apolyont ve Türkçe’de Abulyond’a
dönüşmüştür.
Nilüfer’in en eski ve yoğun tarihsel kalıntılarla
dolu yerleşim yerlerinden biri olan Apollonia ad Ryndacum’un İÖ IV. yüzyılda
kurulduğu belirtilmekte, İÖ I. yüzyıldan itibaren de yazılı kaynaklarda
adından söz edilmektedir. İÖ. I. yüzyıla tarihlenen Apollonia ad Rhyndacum
sikkeleri de bölge tarihine ilişkin veriler sunmaktadır.
Apollonia ad Ryndacum, Roma döneminde bir süre
Adramittion’a (Edremit) bağlı 11 kentten biri olarak görülürken, bir süre de
Kyzikos’a (Edincik) bağlı olduğu bilinmektedir. İS. 117-138 yıllarında
saltanat süren İmparator Hadrianus, Bithynia gezisi sırasında kente uğramış
ve bu gezi anısına kenti çevreleyen kale bedeninin kapısına bir yazıtaşı
konulmuştur. Roma döneminde de kent adına para basılmıştır.
Bizans döneminde başlangıçta Bithynia
Piskoposluğu’na bağlı kalan kent, daha sonra Nicomedia (İzmit) ve kısa bir
süre de Kios (Gemlik) Piskoposluğu’na bağlanmıştır. Bu dönemde kent
Theotokia olarak da anılmaktadır.
Osmanlılar 1302’de Bafeum Savaşı’nı kazanınca
Lopadion’a (Uluabat) sığınan Kite Tekfuru’nu kovalayarak ilk kez Apollonia
ad Ryndacum önlerine gelmişler; kaçak tekfurun teslim edilmesi konusunda
anlaşmaya varılması üzerine geri çekilmişler, sadece gölde bulunan Alyos
Adası’nı ele geçirmekle yetinmişlerdir. Osman Gazi’nin silah arkadaşlarından
Aygutalp’in oğlu, Osmanoğullarının ilk ünlü denizcisi Kara (Emir) Ali
tarafından fethedilen adanın ele geçirilmesiyle Apollonia ad Ryndacum’un,
göl ayağındaki Lopadion’la ve de dolayısıyla Bizans ile doğrudan bağlantısı
kesilmiş oluyordu.
Osmanlı döneminde Hristiyan nüfusun ağırlıkta olduğu, ancak Hristiyan ve
Müslüman Osmanlı yurttaşlarının bir arada yaşadıkları Apollonia ad
Ryndacum’un adı, halk arasındaki söylemle Apolyont’a dönüşmüştür.
XV. yüzyıl kayıtlarına
göre bölgede 139 hane yaşamaktaydı. 1907 (Hicri 1325) tarihli Hudavendigar
Vilayeti Salnamesi’ne göre 514 hanenin bulunduğu Apolyont, ana yoldan
içeride kalması nedeniyle Kurtuluş Savaşı sırasında nisbeten az zarar
görmüştür. Kurtuluş Savaşı sonrası Yunanların çekilişi sırasında köydeki
Hristiyanların çoğu Yunanistan’a göç etmişlerdir. Mübadele Anlaşması’ndan
sonra da karşılıklı bir değişim yaşanmıştır.
Apolyont adının Cumhuriyet sonrası Gölyazı olarak
değiştirildiği bölgede 1994 yılında kurulan belediye 2009 yılında
kapatılmış, beldenin Merkez ve Bayır mahalleleri Nilüfer Belediyesi’ne
bağlanmıştır.
Antik kenti, bugünün Gölyazısı, Apolyont
(Uluabat) Gölü’ne doğal bir iskele gibi uzanan bir yarımada ve ona bir köprü
ile bağlanan ada üzerinde kurulmuştur. Antik kent kalıntıları yoğun olarak
ada üzerinde bulunmakta, yarımadada da yer yer kalıntılara rastlanmaktadır.
Kalıntıları, Bursa-İzmir karayolundan ayrıldıktan 3,7
kilometre sonra başlamakta, antik yolların izleri, halk arasında ‘Deliktaş’
adıyla anılan kalıntının bulunduğu yerde yüzeyde görülmektedir. Zeytinlikler
içindeki ‘Deliktaş’ın bir yapı veya su kemeri olduğu düşünülmektedir. Antik
yollarla başlayan ‘Nekropol’ göl kıyısına değin uzanmakta, bu alanda doğal
kayalardan kesilerek yapılmış lahit tekne ve kapakları yaygın olarak
bulunmaktadır.
Halk
arasında ‘Taş Kapı’ denilen ‘Dış Kale’, kentin üzerinde kurulmuş olduğu
yarımadanın en dar yerini denetim altında bulundurmak amacıyla yapılmıştır.
Su düzeyi yükseldiğinde yarımadanın bu bölümü de suyla dolar ve bir adaya
dönüşür. İzlerden, bu kalenin 100 metre uzunluğunda ve 8,5 metre
kalınlığında olduğu anlaşılmaktadır. Doğu-batı uzantısındaki surun batı
kısmında kenarı 8,5 metre olan kare prizma biçiminde bir burç
yükselmektedir. Burcun yapımında daha önce kentte var olduğu anlaşılan
açıkhava tiyatrosunun taşları kullanılmıştır.
Günümüzde yarımadaya köprü
ile bağlanan adanın çevresi de yaklaşık 4,5 kilometre uzunluğundaki kale
duvarları ve burçlarla çevrilmiştir. Bu kalıntıların önemli bir kısmı
sonradan yeni yapılanmalara temel görevini üstlenmiştir.
Adanın kuzeydoğusunda bulunan burç sağlam olarak
günümüze ulaşmıştır. Burcu meydana getiren taşların tümü Roma devrine
tarihlenmektedir. Batı cephesinde üst sıralarda yan yana dizilmiş, 6 adet
Yunanca yazıtlı parçalardan oluşan mermer mimari dizi dikkat çekicidir. Bu
parçaların üst kısmında onbeş ‘kesik öküz başı’ birbirine girlantlarla
bağlanmaktadır. Girlantların üst kısmında beş, bazen dört taç yapraklı
rozetler, rüzgar gülü ve kalkan motifleri işlenmiştir. Kitabenin burcun
kuzey cephesinde de iki parça halinde devam ettiği bilinmektedir. Bu Cyzikos
gezisi sırasında Apollonia’ya da uğrayan Roma İmparatoru Hadrian’ın
(117-138) onuruna kent kapısı üzerinde yazıldığı, ancak daha sonra oradan
alınarak bu burçta ikinci kez kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Halk arasında ‘Simitçi
Kale’ olarak bilinen kalıntı ise kuzey-güney uzantısında dikdörtgen bir plan
üzerine kurulmuştur. Kuzeydeki yüksek kemeri ayaktadır. Duvarlarının önemli
bir bölümü eski görkemli günlerini yaşatmak istercesine ayakta kalmaya
çalışmaktadır.
‘Antik Tiyatro’ bugün yöre halkınca ‘Gavur Mezarlığı’ adıyla anılan sırta
yaslanmış olup 45x50 metre boyutlarındadır. Tiyatronun cavea ve orkestra
yerleri belirgindir. Çapı 75 metre olan caveasının yaklaşık 4 bin kişi
kapasiteli olduğu sanılmaktadır. Mimari parçaları sökülerek surların
yapımında kullanılmıştır.
Apollonia, Bursa ve çevresinde en fazla kilise
bulunan bölgelerden biridir. Kiliselerden bazıları günümüze değin ulaşırken,
bazılarının da temel kalıntılar kalmıştır. Ana yerleşim yerinin
güneydoğusundaki sahile yakın kısımda uzunluğu 16,40 metre, eni 9,20 metre
olan bir kilise temeli bulunmaktadır. Duvar kalınlığı 1,10 metre olup, iç
kısmı sıvalı ve dikey 0,035 metre, yatay 0,015 metre beyaz bantlarla
bölündüğü kalan izlerden bellidir.
Hagios (Aziz) Panteleiman
Kilisesi
Yarımada
girişinde bulunan kilise XIX. yüzyılın ikinci yarısında yapılmıştır.
Dikdörtgen planlı yapının duvarları tuğla ve moloz taşları ile almaşık
teknikle örülmüştür. Dış cephedeki duvar payeleri ile pencere çerçeveleri ve
saçak altı silmesinde kesme taş kullanılmıştır. Özgün ahşap yapının bir
kısmı günümüze değin gelmiştir. Çatının ahşap dışında demir bağlantılarla da
korunduğu gözlenmiştir. Dört duvarı son derece sağlam olan kilisenin içinde,
bazı ilginç kabartmaları olan sütun başlıkları da vardır. Bursa’da sağlam
kalmış ender kiliselerden biri olan Hagios Panteleiman Kilisesi, Yunan
klasik mimarisinin önemli örneklerinden biridir.
Alios (Alyos-Halilbey) Adası
Osmanlıların 1302’de ele geçirdikleri ada,
sonradan ‘Kız Adası’, ‘Keşiş Adası’, ‘Halilbey Adası’ ve adlarıyla da
anılmaktadır. Genellikle Galios/Galyos Adası (İmralı) ile karıştırılan ve
Uluabat Gölü’ndeki en büyük ada olan Alios’ta Bizans döneminden kalma
örenler bulunmaktadır.
Apollon Tapınağı
Kız Ada üzerinde, kente adını veren Apollon
Tapınağı’nın bulunduğu 1800’lü yıllarda burayı ziyaret eden Lé Bas’nın
notlarından ve çizimlerinden bilinmektedir. Ada ve çevresinde yapılan
araştırmalar sonucunda coğrafi şeklini koruyacak şekilde burayı çevreleyen
70x50 m. boyutlarında Hellenistik temenos duvarı ve batı taraftaki yarım
daire şeklinde basamaklı giriş tespit edilmiştir. Duvarın özgün yüksekliği
yaklaşık 1,5 metredir. Görüntü itibariyle ada tamamen Tanrı Apollon’un
kutsal alanıdır ve burada bir tapınağı bulunmaktadır. Duvarın doğu tarafında
sandal bağlama blokları tespit edilmiştir. Ayrıca tapınağa ait olduğu
düşünülen sütun tamburları ve altlıklar da temenos duvarı dışında göl suları
içinde yer almaktadır. Kız Adası’nda bulunan tapınak kalıntısının mermerden
görkemli duvarları zaman zaman göl suları altında kalmasına karşın hayli
dikkat çekicidir. Dr. Bedri Yalman’a göre, 198-217 yılları arasında saltanat
süren Roma İmparatoru Caracalla döneminde bastırılan bir para üzerinde yer
alan Apollon Tapınağı budur. Para üzerindeki kabartma figürden anlaşıldığı
kadarıyla tapınağın ön yüzü dört sütunlu ve üçgen alınlıklıydı. Tapınağın
taşlarının Haydarpaşa Limanı’nın yapımında kullanıldığı öne sürülmektedir.
Manastır Adası (Nailbey
Adası): Türk Robinsonun Adası
Uluabat Gölü’nde Alios Adası’ndan sonraki ikinci
büyük ada, Gölyazı’nın batısında ve Karacabey’e bağlı Eskikaraağaç Köyü’nün
güneydoğusundaki Manastır Adası’dır. Gölyazılıların ‘Mutlu Ada’ diye de
andığı ada, 1940’lı yıllarda Türk Robinsonu olarak bilinen Ziya Nail
Dölen’in burada yaşamaya başlamasından sonra Nailbey Adası adıyla anılmaya
başlanmıştır.
Yaşamıyla ilgili bilgiler çoğunlukla söylentilere dayalı olan Ziya Nail
Dölen, Bulgaristan Eskicuma doğumludur. Aktarımlara göre, Balkan savaşları
sırasında dağa çıkarak Bulgarlara karşı savaşmış, Osmanlı’nın çekilişi
kesinleşince Paris’e kaçarak burada tarım üzerine yüksek öğrenim görmüştür.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında Türkiye’ye gelerek Bursa’ya yerleşen Dölen
bilinmeyen nedenlerle toplumdan kopmuş, 1940’ta Uluabat Gölü’ndeki adayı 2
bin 300 liraya satın alarak burada yaşamaya başlamıştır. Köylüler ve
balıkçılarla dostluk kuran Dölen, adada bulunan Bizans dönemi kalıntılarını
ve çevreyi korumasıyla tanınmıştır.
20 Şubat 1950’de yaşamını yitirince Gölyazı
Mezarlığı’na defnedilen Nail Bey’in mezar taşında şöyle yazıyor: Cumai
Balalı Hacı Mehmet Bey’in torunu ve Ziya Bey’in oğlu, Mutlu Ada sakini,
1886/20 Şubat 1950.
Hagios (Aziz) Constantinos (Helena) Kilisesi
Manastır Adası’nda Bizans döneminden kalma Hagios
Constantinos (Helena) Kilisesi’nin kalıntıları bulunmaktadır. Bölgenin en
eski dinsel yapılarından biri olan kilisenin yapımı IX.-X. yüzyıllara
tarihlenmektedir. XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın başlarında büyük
bir onarım geçirmiş, önemli ölçüde yenilenmiştir. Kapalı Yunan haçı tipinde
yapılmış olan kilisenin duvarları beş sıra tuğla ve kaba işlenmiş taşlarla
örülmüştür. Kubbesi tamamen yıkılmış durumdadır. 16. yüzyılda adayı ziyaret
eden S. Gerlach, kilisenin Aziz Constantinos’a ithaf edildiğini ve burada
altı yedi keşişin yaşadığını anlatır.
Theotokia Kilisesi
Uluabat Gölü’nde Gölyazı, Halilbey ve Nailbey
Adaları dışında Kerevit Adası, Kızadası, Terzioğlu Adası ve Arifmolla Adası
adlarıyla anılan küçük adalar da bulunmaktadır. Bu adalarda da Bizans
döneminden kalma yapı örenlerine rastlanmaktadır. Bunlardan biri de
Hristiyanlık Çağı yapılarından olan ‘Theotokhia’dır. Bilge Umar, bu
kilisenin adının Hellence’de ‘Theotokos’tan geldiğini ve bunun ‘tanrı
doğuram/Meryem yurdu’ anlamında olduğunu belirtmektedir.
Gölyazı Sübyan Mektebi
Gölyazı’da caminin hemen yanındaki sübyan mektebi
4-5 katlıydı. Mektebin üst katları yıkılmış, günümüze ulaşan giriş katının
kuzeybatı bölümü de ciddi biçimde hasarlıdır.
Gölyazı’da Sivil Mimari
Gölyazı yerleşmesindeki geleneksel konutlarda en
yaygın plan tipleri, ters L sofa, yan sofa, orta sofa ve nadiren yan T sofa
plan tipidir. Merkez Mahallesi’ni oluşturan adanın kuzeydoğusundaki yapılar
avlulu iken, güneydoğusundaki yapılar bahçelidir. Güneydoğudaki evlerin
bahçeli olması antik çağlarda ve Osmanlı döneminde adanın bu yarısının iskan
edilmemiş olduğu ve tarımsal amaçlı olarak kullanıldığı savını
güçlendirmektedir. Özellikle ipekböcekçiliğinin temel ekonomik birikim
kaynağı olduğu dönemlerde, mekansal yapı genellikle 4-5 katlı yapılardan
oluşmaktaydı. İpekböcekçiliğinin terk edilmesi nedeniyle gereksinim
duyulmayan üst katlar zamanla kullanım dışı kalmış böylelikle dikey kullanım
da azalmış ve kat yüksekliklerinde önemli ölçüde düşüş yaşanmıştır.
Ağlayan Çınar
Yarımadayı Gölyazı Adası’na bağlayan köprünün
başındaki tarihi çınar Bursa’nın en yaşlı çınarlarından biridir. 2010 yılı
itibariyle 735 yaşında olan çınar uluslararası anıt ağaç işareti
taşımaktadır. 400 metrelik gölgesi bulunan çınar, gövdesinde özsuyu aktığı
için ‘Ağlayan Çınar’ adını almıştır. Çevresinde bir balık lokantası ve bir
çay bahçesi yer alır. Karayolları tarafından anıt ağaç işareti ve ‘Ağlayan
Çınar’ tabelasının yerleştirilmesi Biyolog Mehmet Okatan’ın uğraşıları
sonucu gerçekleşmiştir. Çınarın önündeki tabelada Mehmet Okatan’ın şu şiir
yer almaktadır:
“Tarihin verdiği yorgunlukla, yan yatmış ulu bir çınar.
Lakin yaşamaktan umudunu kesmemiş, uzanmış
öylesine Bağrı
yanık, yaprakları hüzün, içi kan ağlarcasına
Savaşlara, acılara, kara sevdalara, tercüman
olurcasına Ardında,
sevgi bahçesi açamayan gonca bir gül
Önünde, oluk oluk göz yaşlarının eseri, koca bir
göl.”
5. Bursa’dan Önce Var Olan kent: Tahtalı
Bursa’nın kurulmasından
önce bölgedeki en eski ve en önemli yerleşmenin Tahtalı ve çevresinde
bulunduğu düşünülmekte, bölgedeki kale ve kilise kalıntıları da bu düşünceyi
doğrulamaktadır. Bunlardan biri günümüzde özel mülkiyete geçmiş bulunan kale
örenidir. Köy çevresinden çok sayıda Roma ve Bizans devri eserleri
çıkmaktadır. Osmanlı döneminde Rum nüfusun çoğunlukta olduğu yerleşmelerden
biri olan Tahtalı, Çelebi Mehmet’in vakıf köyleri arasındadır. Kurtuluş
Savaşı’nda saldırıya uğramış, yangın geçirmiştir. 1907 (Hicri 1325) tarihli
Hudavendigar Vilayeti Salnamesi’nde 156 hane bulunduğu kayıtlıdır.
İÖ 2. yüzyıldan günümüze kadar kesintisiz
yerleşimin olduğu Tahtalı Köyü yerleşik alanı, kısmen antik kentin suru
içindedir. Bizans döneminden kalma surların bir bölümü de ayaktadır. Köyün
içinde surların bir kapısı da korunmaktadır. Kale kalıntıları ve surların
uzunluğu, antik kentin hayli geniş bir alanda kurulduğunu göstermektedir.
Uludağ’ın yamaçlarına kurulmuş bir yerleşim yeri olan Tahtalı ve çevre
köylerdeki yaygın söylentiye göre, kale bedenindeki kemerli bir açıklıktan
girilen toprakla dolmuş durumdaki tünel, kuzeydeki Kite (Ürünlü) Kalesi’ne
değin uzanmaktadır.
Tahtalı Köyü’ndeki en yüksek zirve durumunda olan
Filetepe üzerinde, gözetleme kulesi yapı kalıntıları ile yerleşiminin doğu
ve batı kısımlarında nekropol alanları bulunmaktadır. Bizans döneminden
kalan Bursa’daki en eski kiliselerden biri olduğu sanılan Hagios Theodoros
Kilisesi’nin kalıntıları da Tahtalı Köyü’ndedir.
Kurtuluş Savaşı sırasında Rumların şehit ettiği
Tahtalı Köyü sakinlerinin yattığı mezarlık ve mezar taşları Türkiye’nin
belki de en ilginç şehitliğidir. Şehitler için dikilmiş mezar taşlarına, o
kişinin öldürüldüğü silahın resminin kazıldığı görülmektedir.
6.
Görükle’de Kayıp Kent Caesareia Germanica’nın İzleri
Belde belediyelerinin
kapatılmasından sonra Nilüfer’in mahallelerinden biri haline gelen Görükle
de bölgedeki en eski yerleşim yerlerinden biridir. Bizans kaynaklarında,
bölgenin 1304’e doğru Türklerin saldırılarıyla karşılaştığı ve 1305’te
Lopadion’da (Uluabat) bulunan Bizanslı komutan Makrenos’tan yardım isteminde
bulunduklarına ilişkin bilgiler yer almaktadır. Osmanlı öncesinde Kite’ye
bağlı olduğu sanılan Görükle, 16. yüzyıl Osmanlı kayıtlarında da Kite
Kazası’na bağlı ‘Görüklü’ Köyü olarak geçmektedir. Köyde o dönemde 49 hane
ve 40 mücerred nüfus vardı. 1907 (Hicri 1325) tarihli Hüdavendigar Vilayeti
Salnamesi’ne göre köyde 219 hane bulunmaktaydı.
Osmanlı döneminde Müslüman
ve Hristiyan nüfusun bir arada yaşadığı Görükle, ipekböceği üretimiyle ünlü
bir merkezdir. 1920’den önce her yılın 2 Mayıs günü büyük çınarın bulunduğu
yerde Hagios Athanasios adına bahar şenliği düzenlenir, güreş karşılaşmaları
ve çeşitli yarışmalar yapılırdı. Bir dönemde Görükle ayazmasının çamurundan,
tedavi amacıyla yararlanılmaktaydı.
Kurtuluş Savaşı sonrasında Rum nüfus göç ederek
Yunanistan’da Kavala yakınlarında ‘Nea Kouboukleis’ (Yeni Görükle) adıyla
bir yerleşim kurdular. Onların yerine Lozan’dan sonra Kavala ve Selanik
çevresinden gelen Türkler beldeye yerleştirildi. Ayrıca 1989’da Bulgaristan
göçe zorlanan soydaşlar için de konutlar yapıldı. Cumhuriyet sonrası önemli
bir gelişim gösteren belde, Uludağ Üniversitesi Yerleşkesi’nin yakınında
kurulmasıyla daha da önem kazanmış, ticaret ve kültür etkinlikleri
yaygınlaşmıştır.
1957’de belediye örgütünün kurulduğu Görükle, belde belediyelerinin
kapatılmasından sonra
2009 yılında 7 mahallesiyle Nilüfer’e
bağlanmıştır. Bu mahalleler şunlardır: Büyükbalıklı, Dumlupınar, Gökçeköy,
İrfaniye, Kurtuluş, Sakarya, Zafer…
Görükle’deki tarihi Kilise Çeşmesi 2008 yılında
restore edilerek kullanıma sunulmuştur. Tescilli 2 sivil mimarlık örneği
yapının bulunduğu yörede, bir de sarnıç yer almaktadır. Anıt ağaçların
bulunduğu Kocameşe ve Motormeşe parklarıyla Cumhuriyet Meydanı’ndaki
kuyuların da Rumlar tarafından yapıldığı belirtilmektedir. Büyükbalıklı’daki
Rumlardan kalma Aya Yorgi Ayazması da Görükle’nin tescilli kültürel
değerlerinden biridir.
Görükle Yerleşkesi’nde yapılan bir
kazı sırasında antik bir mezar, mezar içinde bir sikke ve çömlek parçaları
bulunmuştur. Antik mezardan çıkarılan iki farklı kişiye ait iskelet
parçalarının antropolojik incelemesi ABD’de yapılmış, kemiklerden birinin
1,68 cm. boyunda ve 38-40 yaşlarında bir erkeğe ait olduğu belirlenmiştir.
Mezarda bulunan sikkenin ise bronz bir obul (kuruş) olduğu anlaşılmıştır.
Sikkenin Bithynia krallarından II. Prussisas’ya ait olduğu ve yaklaşık
olarak İÖ. 180-140 yılları arasında basıldığı belirlenmiştir. Bu çerçevede
antik mezar İÖ 2. yüzyıla tarihlenmiştir. Mezarın Bursa ve çevresinde tarihi
bilinen ilk antik mezar olduğu, bölgede başka mezarların da bulunduğu
belirtilmektedir.
Mezar ve çevresinde yapılan yüzey araştırmaları, arkeologları Bursa
bölgesinde var olduğu bilinen, ancak yüzyıllardır izine rastlanamayan kayıp
antik kent Caesareia Germanica’ya değin götürmüştü
(Bu anıt mezar hakkında daha ayrıntılı bilgi)
7. Ürünlü’de Kite izleri
Nilüfer’deki en eski
yerleşim merkezlerinden biri de Bitinya Krallığı (İÖ 3 yüzyıl) sürecinden
başlayıp Roma ve Bizans dönemlerini de içeren bir tarihsel geçmişe sahip
olan Kite’dir (Kitai-Kete-Ürünlü).
Kite, Osmanlılardan önce Bizans’a bağlı yörenin en
önemli tekfurluklarından biriydi. Bizans’ın son dönemlerinde, özellikle de
Osmanlıların batıya doğru ilerleyişleri sırasında önem kazanmış ve bereketli
topraklarıyla ünlenmişti.
Kite, 27 Temmuz 1301’de Osmanlıların Muzalon
komutasındaki merkez ordusunu Bafeus’ta yenilgiye uğratmasından sonra
(Bafeum Savaşı), 1302’de Prusa (Bursa), Atranos (Orhaneli), Kestel ve Kitai
tekfurluklarının birleştirilmiş orduları arasında yapılan Dimboz Savaşı’nın
ardından fethedilmiştir.
Osman Bey’in savaşta kesin üstünlük sağlaması
üzerine Kite Tekfuru kaçarak Lopadion (Uluabat) Tekfuru’na sığınmış, ancak
Osmanlı ordusunun kendisini ısrarla izleyerek kale kapılarına dayanması
üzerine kaçak Tekfur Osman Bey’e teslim edilmiştir. Tekfur, savaşta şehit
düşen Aydoğdu Bey’e karşılık olarak katledilmiş ve Kite Kalesi de teslim
alınmıştır.
1302-1303 yıllarından itibaren Türkmen yerleşmesinin başladığı Kite, Osmanlı
döneminde uzun süre bölgedeki önemini sürdürmüş, kadılık (kaza-ilçe) olarak
işlev üstlenmiştir. XVI. yüzyıl kayıtlarına göre, Kite Ovası’yla birlikte
kuzeybatıda Nilüfer Vadisi ve arkasındaki Yörük yerleşim alanları ve
Tirilye-Mudanya kıyı bölgesi Kite Kadısı’nın yetki alanındaydı. Kaza
sınırları içinde bir kasaba (Mudanya), 13 mahalle, 91 köy, 5 çiftlik, 3
Yörük cemaati ve 14 mezra kaydedilmişti. Vergiye dahil bin 235 hane ve 995
bekar nüfus bulunuyordu. Vergiden muaf nüfus bin 615 kişiydi. Kanuni Sultan
Süleyman tahrirlerine göre Kite, Bursa ve Mihalıç’tan (Karacabey) sonra 3
bin 345 vergi yükümlüsü erkek kişiyle en kalabalık üçüncü kaza konumundadır.
Kite, XIX. yüzyıl Osmanlı kayıtlarındaBursa
Sancağına bağlı ‘Kete’ kaza (ilçe) merkezi adıyla geçmektedir. 1907 (Hicri
1325) tarihli Hudavendigar Vilayeti Salnamesi’ne göre ise 57 hane kayıtlı
bulunmaktadır.
Cumhuriyet döneminde Ürünlü adını alan Kite, 1987’ye değin Görükle bucağına
bağlı bir köydü. 1987’de Nilüfer’in kurulmasıyla mahalle statüsü
kazanmıştır. Ürünlü
Mahallesi’nde her yıl Kent Gönüllüleri Gençlik Kampı’nın kurulduğu bölgedeki
Arboretum alanını 1. derece doğal sit ilan ederek koruma altına alan BKTVKK,
30 Haziran 1993 tarihli kararıyla da Kite Kalesi kalıntılarının bulunduğu
bölgeyi 2. derece arkeolojik sit alanı ilan etmiş ve eski köy hamamını da
tescillemiştir. Ürünlü Mahallesi’nin güneydoğusunda yer alan Kite
Kalesi, düz bir ovada kurulmuş olması nedeniyle belki de tarihte bir başka
örneği olmayan bir yapıdır. Kite Kalesi’nden günümüze ulaşan sur
kalıntıları, kalenin bir hayli görkemli olduğunu göstermektedir. Bugün
çeşitli yüksekliklerde korunabilmiş üç parça duvar kalıntısı ve dörtgen
planlı köşe burçlarının temel izleri belirlenebilmektedir. Dikdörtgen bir
yapı olan kalenin istinat duvarları veya burçlarının bulunmaması da çok
ilginçtir.
Kite Kalesi
Kite Hamamı
Geç Osmanlı Dönemi’ne tarihlenen hamam, iki kubbe
ile asıl yıkanma bölümleri kapatılmış, külhanı doğu bölümde yer alan tipik
bir köy hamamıdır. Oldukça kalın beden duvarlarından silmeli üçgen
pandantiflerle kubbelere geçilmektedir. Yapı malzemesi yakındaki kaleden
alınan devşirme malzemedir. Soyunma kısmı ahşap baraka şeklinde bir yapıdır.
Hamam bugün kullanılmamaktadır.
8. Bursa’nın Ayasofyası:
Özlüce Kültürevi
Nilüfer’in eski yerleşim yerlerinden biri de
Bursa’ya 11 kilometre uzaklıkta bulunan Özlüce Mahallesi’dir. ‘İnesi’ ve
‘Eğnesil’ adlarıyla da anılan Özlüce, Osmanlı döneminde Müslüman ve
Hristiyan kökenlilerin birlikte yaşadıkları bir köydü. Özlüce, Kurtuluş
Savaşı sonrasında Mübadele Anlaşması ile Yunanistan’dan gelen göçmenlerin
yerleştirildiği bir yöre oldu. 1907 (Hicri 1325) tarihli Hüdavendigar
Vilayeti Salnamesi’ne göre köye 88 hane kayıtlıdır.
Bölgedeki en önemli tarihi yapı, XIX. yüzyıla
tarihlenen ve geçmişte hem kilise hem cami olarak kullanıldığı için
Bursa’nın Ayasofyası olarak nitelendirilen Özlüce Kilisesi’dir. Kilisenin
tarihi ve hangi azize adandığı bilinmemektedir. Doğuya yönelmiş, üç nefli
bazilikal planlıdır. Batıda kemerlerle dışa açılan bir nartkes yer alır.
İçten beşik tonoz, dıştan çift eğimli kırma çatı örtülüdür. Duvarlar taş
tuğla almaşık örgü, tonoz örtü ise bağdadi teknik ile yapılmıştır.
Köşelerdeki ahşap merdivenlerden galeri katına çıkılmaktadır. Batıda, kuzey
ve güneyde uzanan galerilerin döşemeleri ahşaptır. Sıva ve boyaların altında
izleri seçilebilen parapet levhaları ile naosa açılır. Duvar ile örtünün
birleşme noktasında yapıyı içten ve dıştan profilli bir silme çevreler.
Kilise yapısı, stilistik özellikleri, malzeme ve yapım tekniği bakımından
değerlendirildiğinde 19. yüzyıla tarihlendirilmektedir.
Özlüce
Kültür Evi
Rum Ortodoks Kilisesi iken, mübadeleden sonra camiye dönüştürülen, ancak
1992’de yeni caminin yapılmasından sonra kullanılmayan yapı, Nilüfer
Belediyesi’nce restore edilerek kültürevine dönüştürülmüştür.
9. Kayı Boyu Mensuplarının
Köyü: Kayapa
Orhan Gazi’nin Bursa’yı fethi öncesinde Söğüt,
Orhaneli ve Keles bölgelerinden gelen Kayı boyu mensuplarının
yerleştirilmesiyle kurulduğu öne sürülen Kayapa, Osmanlı döneminde uzun süre
Kite kazasına bağlı bir köydü. 1530 tarihli tahrirat defterlerine göre
Çelebi Mehmet’in vakıf köyü olduğu anlaşılan Kayapa’nın adı, XV. yüzyıldan
itibaren resmi kaynaklarda geçmektedir. XVIII. yüzyıldan kalma bir caminin
yer aldığı Kayapa’da, 1761 yılına ait bir belgede Celvetiye Şeyhi Hüseyin
Efendi’nin bir tekkesinin bulunduğu belirtilmektedir. 1907 (Hicri 1325)
tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’ne göre yörede 241 hane kayıtlıdır.
Bursa’nın işgali sırasında Yunan güçlerince abluka
altına alınan köyde can ve mal kaybı yaşanmıştır. Savaş sonrası yakıp
yıkarak geri çekilen işgal güçleri, köylülerin direneceğini anlayınca
Kayapa’ya girmeden kaçmaya devam etmiştir.
1946 yılında büyük bir sel felaketi yaşayan
Kayapa, Cumhuriyet sonrasında Bursa’nın gelişimine paralel olarak büyürken,
1970 yılında elektrikle, 1977’de de şebeke suyu ile tanışmıştır.
Bursa’nın batısında, kente
16 kilometre uzaklıktaki Kayapa’da belediye örgütü 1972’de kurulmuştur.
Kayapa, beldelerin kapatıldığı 2009 yılından itibaren Çamlık, İstiklal ve
Zafer mahalleleriyle Nilüfer Belediyesi’ne bağlanmıştır.
Kayapa çevresinde eski bir uygarlığın izleri bulunmaktadır. Tahtalı Köyü ile
Kayapa’ya sınır teşkil eden Değirmendere’nin doğu ve batı tarafında Roma,
Bizans ve Osmanlı dönemlerine ait yerleşim alanları ile Tahtalı Köyü
sınırları içindeki Erintaşı Tepesi’nin (Filetepe), Değirmendere’ye uzanan
kısmında kale ve gözetleme kulesi niteliğinde yapı kalıntıları
bulunmaktadır.
Kayapa Göleti’nin bulunduğu yerdeki kale kalıntısı, varlığını günümüze değin
sürdürmüştür. Bölgede Kayapa’dan Kite Kalesi’ne ulaşan su kanalları olduğu
söylenmektedir.
Kayapa’da, 1984 yılında yeniden inşa edilen caminin kuzey cephesindeki giriş
kapısının üzerinde iki yazıt bulunmaktadır. Bunlardan birinde Hicri 1173
(1759-1760) tarihi ve Hacı Mehmet Ağa adı, ötekinde Hicri 1221 (1806-1807)
tarihi ve Hacı Mustafa Ağa adı yazılmıştır. İlk yazıttaki Hacı Mehmet Ağa
tarafından yaptırılmış olabileceği belirtilen caminin, sadece minaresi özgün
kalarak günümüze ulaşmıştır. Minare kaidesinin üç cephesinde de değişik
boyutlu üç yazıt vardır. Bunlardan biri Hicri 1171 (1757-1758), öteki Hicri
1173 (1759-1760) ve sonuncusu Hicri 1175 (1761-1762) tarihlidir.
Kayapa Camisi’nin kuzeybatısında bulunan eski
çeşmenin yazıtından 1654-1655 ( Hicri 1065) yıllarında İstanbullu Hacı Osman
Efendi tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır.
10. Orhan Gazi’nin Ağabeyi Alaaddin Bey’in köyü
Nilüfer’in ilk mahallelerinden biri olan Alaaddinbey’in Osmanlı dönemindeki
adı ‘Fodra’dır, ancak ‘Erikli/Erihli’ adıyla da anılmıştır. Orhan Gazi’nin
ağabeyi Alaaddin Bey’in vakfı olan mahallenin yeni adı da buradan
gelmektedir. Aşıkpaşazade tarihine göre, Bursa’nın fethinden sonra Alaaddin
Bey, kardeşi Orhan Gazi’nin “İmdi sen bana paşa ol” diyerek, yakınında görev
vermesi önerisini kabul etmedi. “Kite ovasında Fodra derler bir köy vardır.
Anı bana ver” dedi. Orhan Gazi de ağabeyinin isteğini kabul etti. Osmanlı
döneminde, Kite kazasına bağlı ve Rum kökenlilerin çoğunlukta olduğu bir
yerleşim yeriydi. 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Balkan
göçmenlerinden küçük bir grup yerleştirildiği Alaaddinbey’de, 1907 (Hicri
1325) tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’ne göre 107 hane
bulunmaktaydı.
Alaaddin Cami dış görünüşü ve tavan süslemesi
Tepecik Höyüğü
Aladdinbey Mahallesi’ndeki Tepecik Höyüğü, bölge
arkeolojisi hakkında önemli bilgiler verebilecek bulgulara sahiptir. Höyüğün
çapı yaklaşık 100 metre, yüksekliği 6 metredir. Höyük yüzeyinde keramik
parçaları bulunmaktadır. Alaaddinbey Mahallesi’nde yaptıranı ve yapılış
tarihi bilinmeyen, bugün kullanılmayan bir de hamam bulunmaktadır.
11. Nilüfer’de Tarihi Bir Mahalle: Demirci
Orhan Gazi’nin kardeşi
Alaaddin Bey’in vakfiyelerinden biri olan Demirci Mahallesi, Osmanlı
döneminde Rum kökenlilerin çoğunlukta bulunduğu Kite kazasına bağlı bir
köydü. 1907 (Hicri 1325) tarihli Hudavendigar Vilayeti Salnamesi’nde köyde
133 hane bulunduğu görülmektedir. Demirci yakınlarında Roma ve Bizans
döneminden 5 yerleşim alanı belirlenmiştir: Castulus, Merillos, Trapeza,
Cabucome ve Messon… Messon, günümüzde Misi köyüdür.
Tarihi Demirci Camisi, Nilüfer Belediyesi’nce
yürütülen titiz bir restorasyon sürecinin ardından yeniden hayata dönmüştür.
Çalışmalar sırasında, iç sıvaları temizlendiğinde duvarlarda çeşitli
resimler, süslemeler ve kalem işleri ortaya çıkmıştır. Yıllarca
kullanılmayan özgün yapı Nilüfer Akkılıç Kütüphanesi’nin bir şubesi olarak
bölgedeki öğrencilerin hizmetine sunulmuştur.
Demirci’de XV. yüzyıla
tarihlenen, yaptıranı bilinmeyen bir hamam bulunmaktadır. Kuzey-güney
doğrultusunda dikdörtgen planlı hamamın soyunmalık bölümü sonradan yapılmış
ve düz tavanlıdır. Kubbeleri sekizgen kasnaklar üzerine oturtulmuştur.
Duvarlar içten sıvalıdır. Saçaklarda ise testere dişi friz tuğla süslemeler
vardır. Orijinal kurnaları da çok eskidir.
Demirci Hamamı’nın önünde bulunan çeşme, geniş
mermer yalaklıdır. Kitabesi de bulunan tarihi çeşme tahrip olsa da henüz
ayaktadır. Bugün körelmiş olan çeşmenin ayna taşı üçgen biçimde tek parça
mermerdir. Ayna taşında ‘Sahibü’l-hayrat… el-hac Mehmet Efendi sene 1250
(1834)’ yazmaktadır.
Demirci’de Dere Sokak
üzerinde yer alan yapı, sivil mimarlık örneği olarak tescil edilmiştir. İki
katlı binanın çatısı alaturka kiremit örgülü, ahşap dikme ve destek
elemanları arası kerpiç ve kütük tuğla dolgulu, kerpiç sıvalı, önde çıkmalı
ve avlulu bir yapıdır.
12. Orhan Gazi’nin
Komutanı Çalık Halil’in Köyü: Çalı
Bursa’nın 20 kilometre
batısındaki Çalı’nın, Bursa’nın fethinden kısa süre sonra Orhan Gazi’nin
akıncılarından biri olduğu belirtilen Çalık Halil tarafından kurulduğuna
inanılmaktadır. Sicil kayıtlarına göre II. Murat vakfiyesi olan Çalı, XVIII.
yüzyıl belgelerinde Kite kazasına bağlı bir köydür. 1907 (Hicri 1325)
Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’nde 187 hanenin kayıtlı olduğu köy,
Çalıkhalil Karyesi (köyü) olarak anılırken, Cumhuriyet sonrası adı Çalı’ya
dönüşmüştür.
Türkiye’nin ilk köy filmi sayılan, yönetmenliğini Muhsin Ertuğrul, senaryo
yazarlığını Nazım Hikmet Ran, müziklerini ise Cemal Reşit Rey’in yaptığı ve
Cahide Sonku’nun başrol oynadığı ‘Aysel-Bataklı Damın Kızı’, Çalı’da
çekilmiştir.
Bursa’nın fethi sırasında Çalı yakınlarındaki bir tepede şehit düştüğüne
inanılan Er Fırla Dede’nin mezarının bulunduğu alan günümüzde şehitlik
olarak düzenlenmiştir. Şehitliğin proje çalışmalarına dönemin Çalı
Belediyesi’nce 18 Mart 2007 tarihinde başlanmış, öncelikle Er Şehit Fırla
Dede’nin mezarı yapılmış, ardından da mezarın yanına ortasında 46 metre
yüksekliğinde bir bayrak direği bulunan 8 köşeli bir yazıt kaidesi
dikilmiştir. 20 Mayıs 2007 tarihinde açılan şehitliğin çevresi
ağaçlandırılmış ve yürüyüş yolları yapılmıştır. Fırla Dede’nin Horasan
üzerinden Anadolu’ya gelerek Dağyenice Köyü’nü kuran kişi olduğu da
söylenmektedir. Çalı’da sadece yalak bölümü günümüze ulaşan iki
tarihi çeşme vardır: Gözlüklü Çeşmesi ve Yörük Çeşmesi… Her iki çeşme de
tarihi bölümleri korunarak onarımdan geçirilmiş ve kullanıma sunulmuştur.
Çalı ve çevresinde anıtsal nitelikte bulunarak
korunmak üzere envantere kaydedilen çok sayıda çınar ve servi ile bir
çitlembik ve bir de doğu mazısı vardır.
13. Nilüfer’de bir Osmanlı
Köyü: Hasanağa
Bursa’nın batısındaki Hasanağa, adını yöreye okul,
tekke ve cami yaptıran Hüsameddin Hasan Ağa’dan almaktadır. Hasan Ağa, Bursa’nın Kızılcıklı Köyü’nde (bugünkü
Hasanağa) ve Trakya’da mülk vakıfları olan bir Yeniçeri Ağası’dır. Fetret
Devri’nde Süleyman Çelebi ile Musa Çelebi arasındaki taht mücadelesi
arasında kalan, sonradan Musa Çelebi’ye katılan Hasan Ağa, dönemin sonunda
Çelebi Mehmet’in hizmetine girmiştir.
Kayıtlarda ‘Kızılcuklu-Kızılcıklı’ diye anılan
bölge Hasan Ağa’ya ‘tımar’ olarak verilmiş, Hasan Ağa 1425’te Kızılcıklı
Köyü’nü, bu köydeki evini ve Baliçiftliği denilen mezrayı, köyde yaptırdığı
cami ve zaviyeyi vakfetmiştir.
Osmanlı döneminde Kite kazasına bağlı olan
Hasanağa’da, 1907 (Hicri 1325) tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’ne
göre 45 hane bulunmaktadır.
İşgal sırasında Hasanağa büyük ölçüde yakılmış,
Yunan askerlerinin yanı sıra yerli Rum çeteleri de halka sıkıntı vermiş, can
ve mal kayıpları olmuştur. Şehit edilenler dışında hapsedilen ve esir
edilerek Yunanistan’a sürgüne gönderilenler de olmuştur.
Günümüzde tümüyle yenilenmiş olan Hacı Mustafa Ağa
Camisi’nin kuzey cephesinde bulunan 31x34 santimetrelik yazıtta, Hacı
Mustafa Ağa tarafından 1852-1853 (Hicri 1269) yıllarında yapıldığı
belirtilmektedir. Arap harfleriyle üç satırlık yazıt şöyledir:
Sahibü’l-hayrat ve’l-hasenat/ Mütevelli oğlu el-Hac/ Mustafa Ağa sene 1269.
14. Hanıyla Ünlü Eski Bir Köy: Çatalağıl
Eski adı Çatalhan olan
Çatalağıl, Bursa’nın batısında, merkeze 28 kilometre uzaklıkta bulunan bir
köydür. Köyün çok eski bir yerleşim yeri olduğu ve adının Konstanitzi veya
Ainatos olduğu sanılmaktadır.
Uluabat Gölü’nün kuzeyinde yer alan Çatalağıl,
Osmanlı döneminde Mihalıç’a (Karacabey) bağlı, Rumların çoğunlukta olduğu
bir köydü. 1530 tarihli tahrirat defterlerine göre köy, büyük bir yerleşim
yeriydi ve burada saraya ait koyunlara bakılmaktaydı. 1907 (Hicri 1325) tarihli Hüdavendigar Vilayeti
Salnamesi’ne göre köyde 52 hane bulunmaktaydı.
Çatalağıl Köyü’nde bulunan eski han, güney-kuzey
doğrultusunda dikdörtgen planlıdır. Bugün yıkılmış olup yerine tavuk
çiftliği yapılmıştır.
Çatalağıl Köyü’nde kalıntıları bulunan Hagios
(Aziz) Ioannes Theologos Kilisesi, XIX. yüzyıl ortalarında yapılmıştır.
İncilci Yahya adına yaptırıldığı belirtilmektedir. Bazilika planlı kilisenin
duvarları moloz taşı ve devşirme malzeme ile örülmüş, üzeri ahşap çatıyla
örtülmüştür. Bugün depo olarak kullanılmaktadır.
15. Uluabat Kıyılarında Eski Bir Köy: Fadıllı
Arapça’da ‘faziletli’
anlamına gelen Fadıllı, Bursa’nın batısında, kent merkezine 32 kilometre
uzaklıktadır. XIX. yüzyılda Orhaneli’ne bağlı Fadıl Köyü’nden göç eden
Yörüklerce kurulduğu için ‘Fadıllı’ adı verilmiştir. Eski metinlerde adı
‘Fazıllı’ olarak da geçmekte, köyün bulunduğu yerdeki yerleşime, eski
haritalarda ‘Mühle’ adıyla rastlanmaktadır. Uluabat Gölü’ne yakın olan
köyün, 1907 ve 1927 yıllıklarında Kirmastı’ya (Mustafakemalpaşa) bağlı
olduğu görülmektedir. 1907 (Hicri 1325) tarihli Hudavendigar Vilayeti
Salnamesi’nde 33 hane bulunduğu kayıtlıdır.
Uluabat
Gölü’nün güney kıyılarında, Fadıllı Köyü’nün güneybatısında, birden dikleşen
dağ silsilesinin eteklerinde, iki ana kaya kütlesinin arasında Bizans
dönemine tarihlenen antik bir yerleşime ait duvar, temel kalıntıları ve
çeşitli dönemlere ait seramik buluntular tespit edilmiştir.
16. Mağarasıyla Ünlü
Ayvaköy
Ayvaini Mağarası’nın bulunduğu Ayvaköy, Uluabat
Gölü’nün doğusunda, kent merkezine 30 kilometre uzaklıktadır. Kuruluşu 18.
yüzyıla dayanan köyün çevresinde bulunan kalıntılardan bazıları Bursa
Arkeoloji Müzesi’nde sergilenmektedir.
Ayvaini
Mağarası
Köyün 1,5
kilometre. batısındaki Tavşancılık mevkii, 500 metre kuzeybatısındaki
Göztepe mevkii, yaklaşık 1 kilometre güneyindeki Gerdeme ve 400 metre kadar
yakınındaki Kızlarpınarı mevkiilerinde antik kalıntılar vardır. Sandıklı ve
Tuzla mevkilerinde bulunan birçok lahit de bölgenin bir nekropol alanı
olduğunu göstermektedir. Köyün hemen üzerindeki Ayazma mevkiinde de bir
manastır kalıntısı bulunmaktadır.
Yakın zamanda yıkılmış olan tarihi köy camisinin
penceresinde, caminin günümüzden 178 yıl önce yapıldığına ilişki bir yazıt
bulunmaktadır.
Ayvaköy, 1907 (Hicri 1325) tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’nde
Kirmastı’ya (Mustafakemalpaşa) bağlı 18 haneli küçük bir köy olarak
görünmektedir.
17. Nilüfer’in Tren İstasyonu: Balat
Nilüfer’in ilk
mahallelerinden biri olan Balat, Bursa-Mudanya karayolunda, Geçit girişinden
ayrılan kolun sonunda yer almaktadır. Balat adının ‘Bul ad’ sözcüklerinin
birleşmesinden ya da Rumcada kral veya devlet ileri gelenlerinin oturduğu
‘köşk’ anlamına gelebileceği öne sürülmektedir.Kadı sicillerinden İshak Şah
Vakfı’na ait bir köy olduğu anlaşılan Balat’ta bulunan ve Rüstem Paşa’ya ait
olan çiftliğin 1891-1892 (Hicri 1309) yıllarında satıldığı ve bölgenin
yerleşmeye açılarak köye dönüştürüldüğü bilinmektedir. 1907 (Hicri 1325)
tarihli Hüdavendigar Vilayeti Salnamesi’nde 20 hane bulunduğu kayıtlıdır.
1953 yılında işletmeden kaldırılan ünlü
Bursa-Mudanya tren yolu üzerindeki Koru İstasyonu da Balat Mahallesi’nde yer
almaktadır. II.
Abdülhamit Dönemi’nde yapıldığı tahmin edilen Koru İstasyonu binası ile
bekçi binası, yığma teknikte, moloz taş örgülü, beşik trapez çatılı ve tek
katlı olarak inşa edilmiştir. İstasyon binası dört mekandan oluşup düz
tavanı ahşap kaplamadır. İstasyonda bir de tarihi su deposu bulunmaktadır.
18. Nilüfer’in Köprüleri
Abdal Köprüsü
Nilüfer Çayı üzerinde Acemler ile Hürriyet
semtleri arasındaki köprü, Halveti tarikatının Mısri kolunu kuran Niyazi-i
Mısri’nin müridlerinden, Abdal Çelebi adlı bir tüccar tarafından 1666
yılında yaptırılmış, yapımı 3 yıl sürmüştür. Köprü 1978 yılından sonra araç
trafiğine kapatılarak restore edilmiştir. Onarım öncesi sadece 6 gözü açıkta
bulunan köprünün 12 gözünden 11’i ortaya çıkarılmıştır. Köprünün tam
ortasında karşılıklı olarak biri kapalı, öteki açık iki nöbet noktası
vardır.
Abdal Köprüsü
Nilüfer Hatun Köprüsü
Bursa’nın varlığını koruyan en eski yapılarından
biri ve bilinen en eski köprüsü, Geçit’in 1,5 kilometre güneybatısındaki
Nilüfer Hatun Köprüsü’dür. Orhan Gazi’nin eşi Nilüfer Hatun tarafından XIV.
yüzyılda yaptırıldığı genel kabul görmektedir. Ancak bu Nilüfer Hatun’un I.
Murat’ın kızı Nilüfer olabileceği de öne sürülmektedir. Köprü, kesme kefeki
taşı ve tuğla kullanılarak yapılmıştır. Biri büyük olmak üzere dört sivri
kemerden oluşmakta iken sonraki yıllarda yatağın dolması üzerine tuğladan
dört küçük kemer daha eklenmiştir.
Mihraplı Köprü
Nilüfer Çayı’nın ana kolunun aktığı, Karacabey
yolu üzerinde süzme havuzu denilen yerin altında (bugün Osmangazi’ye bağlı
Acemler civarında) bulunan tarihi bir köprüdür. 1413-1421 yıllarında hüküm
süren Çelebi Mehmet’in kızı Selçuk Hatun tarafından 1465-1466 (Hicri 870)
yıllarında yaptırılmıştır. Günümüzde Bursa Müzesi’nde bulunan iki yazıt
taşından, dokuz satırlık ilkinde Şair Cemali’nin bir manzumesi
bulunmaktadır. Beş satırlık ikinci yazıtta ise şöyle yazmaktadır: “Bu köprü
Osman oğlu Orhan oğlu Bayezit oğlu Mehmet’in kızı, kadınların sultanı,
melikelerin melikesi, iyilikleri son dereceye ulaşmış olan Selçuk Hatun’un
emriyle kuruldu. Allah iffet ve ismetini devam ettirsin. Bilesin ki bunun
bitmesi 870’tir.”
19.
Şahinkaya Mağarası
Kaynak: Nilüfer Belediyesi Veb Sitesi
|