|
Ayşegül Yüksel
Bursa, söylence/kurmaca düzlemlerinde ve
tarihsel gerçekler bağlamında tiyatro ile özdeşleştirilmiş bir kent olma
özelliği de taşır. Popüler tiyatro geleneğimizden bugüne uzanan çizgide,
Karagöz ve Hacivat’ın ruhlarının yedi yüz yıldır
dolaştığı havasına/suyuna, önca Tomas
Fasülyeciyan’ın ünlü tirad’ında yer alan Osmanlı Dönemi tiyatrocularının
replikleri, sonra da 1957’de kurulan Bursa Devlet Tiyatrosu’nun belgelenmiş
tarihini oluşturan Cumhuriyet Dönemi sanatçılarının elli yıl boyunca
yoğunlaşmış ‘soluğu’ ve ‘sesi’ karışmıştır.Neresinden bakarsanız bakın, tiyatro tarihimiz
Bursa’da ‘hoş bir seda’ olarak yankılanmaktadır.
Bursa’da tiyatronun ilk mekanı- pek çok
yöremizde olduğu gibi – seyirlik köylü oyunlarının oynandığı köy meydanları
olmalı. Sonra da Osmanlı toplumsal yaşamının vazgeçilmezi olan ve meddahlar
tarafından birer tiyatro mekanına dönüştürülen kahvehaneler… Ahmet Vefik
Paşa’nın 1879’da kurduğu ve kendi Moliere uyarlaması ‘Meraki’ oyunu ile
açılışını yaptığı tiyatronun da, bugünkü Heykel’de, Ziraat Bankası merkez
şubesinin bulunduğu yerde olduğu belirtiliyor. Osmanlı’nın son,
Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, Müslüman, ermeni, Yahudi sanatçıların
oluşturduğu toplulukların oyun sunduğu başka- belki geçici- mekanlar da
olmalı…
Bursa Devlet Tiyatrosu’nun bugünkü
yerleşik sahnesi Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun açıldığı 1957 güzündeki
faytonlu Bursa günlerine ise birinci elden tanıklığım var. Bu güzelim yapıyı
hizmete açıldığı ilk günlerde gezebilmiştik. Haldun Taner’in ‘Sersem Kocanın
Kurnaz Karısı’ oyununda Fasülyeciyan topluluğunun Bursa serüvenini
sergilerken, dönemin Bursa valisi Ahmet Vefik Paşa’yı da karakter olarak
sahneye çıkarmasına daha on iki yıl vardı. Yine de bu sıra dışı devlet
adamının aydınlık kişiliği sinmişti tiyatronun cilalı ahşap akşamının
cilasına. Birkaç yıl sonra bu salonda – o günkü aklım ve bilgimle etkileyici
olduğunu düşündüğüm – şimdi adını anımsayamadığım bir de oyun izlemiştim.
İstanbul’dan Bursa’ya en son 1970’te
gittim. Kardeşimle anemi avutmak, avunmak için düzenlediğimiz
tiyatrosuz/kaplıcasız bir geziydi. Babamı yitirmiştik. Sonra, artık Ankaralı
olduğumda, başkente turne yapan onlarca Bursa DT yapımı izledim/ izliyorum.
Tuncer Cücenoğlu’nun, 1989 yılında Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda
sahnelenmiş – Ankara’da bir gecekonduya sığınmış kalabalık ve yoksul bir
ailenin yaşamından kesit sunan- ‘Kördöğüşü’ başlıklı oyunu üstüne
yazdıklarımla, Bursa’nın tiyatro zamanında ‘ilk’lerin buluştuğu bir sanat
olayını belgelemişim:
…Bursa
yapımı ‘Kördöğüşü’nde (…) genç sanatçılar görevlendirilmiş. Bu genç
oyuncular, Cücenoğlu’nun ‘ilk’ oyununda, ‘ilk’ yönetmenliğini yapan Murat
Karasu ile buluşmuşlar.(…) Cücenoğlu, oyunun iki perdeye yayılan gelişim
çizgisini yalnızca iki oyun kişisine yaslamış. Önüne gelenle takışan büyük
oğul ipsiz Tahir gecekondu sahibiyle kavga etmese, bir de (…) babaannesinin
koynundaki paraları almak için hazırladığı ‘senaryo’yu uygulamasa, ortada
oyun diye bir şey kalmayacak. Yatağından herkese laf yetiştirerek
konuşmaları reklendiren babaanne olmasa, ortada ‘söyleşim’ de kalmayacak.
Ancak bu iki karakterde Hüseyin Danyal ve Rengin Samurçay öyle soluklu
kişiler çiziyorlar ki, kapılıp gidiyorsunuz oyuna. Yönetmenliğe bu oyunla
adım atan Karasu ile iyi bir iletişim kuran öteki oyuncular da yürekten
asılmış rollerine. Anne’de Serap Eyüboğlu, çekingen bir kocanın kişilikli
ama sabırlı karısını ‘tipleme’ye sığınmaksızın dengeli bir oyunculukla
çizerken, Gelin’de Serpil Gül Danyal geleneksel gelinlerin içinde bulunduğu
konumu bakışlarıyla, hareket ve konuşma biçimiyle doğal ve çekici kılıyor.
Tüm oyuncular tempoyu yüksek tutan bir devinim içinde taşıyorlar oyunu.
Ethem Özbora’nın sahne tasarımının temel soruru ise, oyun metnine göre, altı
kişinin zar zor sığıştığı, bu nedenle de Babaanne’nin kapı dibinde yattığı
‘gecekondu’nun epeyce geniş bir sahne uzamına yerleştirilmiş olması.
1985’te Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nun
yanıbaşında açılan Feraizcizade Oda Tiyatrosu’nda ise bir tek oyun izleme
şansım oldu. On üç, on dört yıl önce, bu kez yalnızca tiyatro için – pahel
konuşmacısı olarak – Bursa’ya gittiğimde, Dario Fo’nun ‘Açık aile’ oyununu
izlemiştim. Bu oyunla ilgili yazımda Bursa’nın 1990’lı yıllardaki tiyatro
ortamına ilişkin tanıklığımı da belgelemiş olduğumu sevinerek fark ediyorum:
Devlet
Tiyatroları’nın en eski sahnelerinden olan Bursa Devlet Tiyatrosu son
yıllarda ortaya koyduğu yapımlarla, deneyci- yenilikçi bir yaklaşım içinde
olduğunu gösteriyor. ‘Açık Aile’, minicik oda tiyatrosunu keyifli
kahkahalarıyla çınlatan Bursalı seyircilerin kentlerinde yapılan tiyatroyla
ne denli bütünleştiğini gösteren bir çalışma.
Dario
Fo’nun, kendisi gibi oyuncu olan eşi France Rame ile birlikte yazdığı bu
oyun, kadın-erkek ilişkilerini alabildiğine özgür kılan ‘cinsel devrimci’
anlayışı kara güldürünün süzgecinden geçiriyor. Fo ve Rame, yıllardır evli
bir çift üstünde odaklanarak irdeliyor konuyu.
Adam ile
karısı Antonia’nın çatışması üstüne kurulmuş olan yapıtın son aşamasında,
evlilikte cinsel özgürlüğü yalnızca erkekler adına hoş gördüğü anlaşılan
koça, eşitlikçi aile düzeni’nin hiç de işine gelmediğini anlayacaktır. Ama
ne pahasına? Fo-Rame ikilisi şakayı şaka düzeyinde bırakmayan sürprizli bir
sona götürüyor oyunu.
(…)
Yönetmen
Eyüboğlu’nun oyunun ‘kadınca’ bakış açısını desteklerken aynı zamanda
metin-sahne bütünleşmesini de sağlayan duyarlı çalışmasına oyuncuların
katkısı büyük. Zeynep Erkekli Eyüboğlu’nun yorumunun hareket düzeyinde
içerdiği teatrallik ile kocası tarafından aldatılan kadının tepkisinin
doğallığını, biraz çocuksu, daha çok da Akdenizli özellikler taşıyan bir
kişileştirme eyleminde buluşturmuş. Rolüne koyduğu enerjiden tam verim
alıyor. Seyirciyi soluk soluğa bırakan dinamik oyunculuğunu hep esnek, hep
yumuşak bir düzeyde tutarak denetlemeyi başarıyor. Adam’ı canlandıran Nusret
Şenay ise rolü gereği cinsel devrimi soğukkanlılıkla savunan ‘çağdaş erkek’
tutumunun, geleneksel kadın tavrını yansıtan eşi Antonia karşısındaki ‘üstün
konumu’nu sergilerken çok başarılı. Ne ki, ikinci bölümde roller
değiştiğinde Şenay’ın oyunculuğunda daha belirgin bir değişim beklenirdi…
Bu değerlendirme yazıları dolayısıyla adı
geçen genç sanatçılar zaman içinde yerlerini gençlere bıraktılar. Bugün ise
üretkenliğini çeşitli sahnelerde sürdüren ‘deneyimli sanatçılar’
konumundalar… Bursa Devlet Tiyatrosu ise elli yıllık tarihi içinde bir
yandan genç tiyatroculara deneyim kazandırarak, bir yandan da – bir bölümü
televizyonda da yıldızlaşmış- bir dolu usta oyuncunun katkılarıyla bugüne
ulaştı. Arayışları sürüyor…
Doğru çalıştırıldıkları sürece kurumlara
yaşlanmak yaraşır. Nice elli yıllara…
|