Görükle’ye yolunuz düşerse Yorgos ile
karşılaşabilirsiniz. O bir mübadilin torunu. Tam adı Kotzaeridis Yorgos. O
bir Anadolu sevdalısı. Şehrimiz ve çevresindeki köylere ait üç kitap yazmış
ve halen kendi ülkesinde bu konu ile ilgili yazıları yayınlanıyor.
Bursa’da yaşayanlar mübadelenin anlamını bilir. 1923
yılında Lozan Antlaşması’nın ek protokolü uyarınca Türkiye ve Yunanistan’ın
kendi yurttaşlarını din esası üzerinden zorunlu göçe tabi tutması tarihe
Türkiye-Yunanistan Nüfus Mübadelesi olarak geçti. Mübadele ile 1.250.000
Ortodoks Hıristiyan Anadolu’dan Yunanistan’a, 500.000 Müslüman Türk de
Yunanistan’dan Türkiye’ye göç etmek zorunda kaldı.
Mübadeleden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
Zorunlu göç gerek Türk, gerek Yunan ekonomisinde yaklaşık 20 yıl süren ağır
bir krize yol açtı. Emperyalist güçlerin oyunları ve Anadolu’yu ele paylaşma
hayalleri yüzyıllardır dost yaşayan, birbirlerinin azizlerine adaklar adayan
insanları ayrı düşürdü, düşman etti.
Mübadeleden Güney Marmara da etkilendi. Bursa ve
çevresinde 14 Rum köyü bu süreçte boşaltılmış. Bunlardan biri de Uludağ
Üniversitesi yakınındaki Görükle köyü.
Yorgos Kotzaeridis mübadillerden birinin torunu.
Yunanistan’da bir otelde yöneticilik yapıyor.
Ninesi ve dedesinden dinlediği memleket hikayeleri ile büyümüş.
Ailesinden kimse Türkleri ona kötü anlatmamış.
Özlemle andıkları Görükle’yi kendi gözleri ile görmek istemiş ve
1985’te buraya gelmiş. İlk geldiği günden beri de kendini hiç yabancı
hissetmemiş. Aksine kendisini Görükleli olarak görüyor. O bir Anadolu
sevdalısı.
Görükle’nin Anlamı
Görükle’de 1899’dan kalma çeşmeyi, Aziz Varodotos
için yaptırılan ayazmayı, Türk ve Rum köylerinden haraç toplayan
Haraçoğlu’nu ve onun yaptırdığı tüneli, Koca Çınar’ı ve geçmişe ait daha pek
çok ayrıntıyı en az Görükleliler kadar iyi biliyor.
Adını Rumcadaki Koubouklia veya
Kouvoukleia’dan aldığı sanılan Görükle’nin anlamı Yorgos’tan duyduğuma göre
“korunaklı” demek. Orhan Gazi Bursa’yı fethederken civardaki köylüler bir
araya toplanıp tepede kalesi olan ve korunaklı bir yer olarak gördükleri
Görükle’ye sığınmışlar. Görükle ve çevresindeki köylerdi Bizanslılara ve
Helenistik Dönem’e ait pek çok iz var ama ne yazık ki bakımsız ve dağınık
halde.
İnanç Turizminin Önemi
Hepimizin bildiği gibi Hıristiyanlık
tarihine yön veren iki önemli konsil MS 325 ve 382 tarihlerinde İznik’te
toplanmıştır. MS 325’te Roma imparatoru Konstantinus tarafından
Hıristiyanlar arasındaki ayrılıkları gidermek için toplanan ilk İznik
Konsili, Hırstiyanlığın Roma İmparatorluğu’nun resmi dini olmasında ilk
önemli adım olmuştur. 381 yılındaki
ikinci konsilinde ise Hıristiyanlığın Ortodoks yorumu Doğu Roma
İmparatorluğu’nun resmi dini olarak kabul edilmiştir.
Yorgos inanç turizmi yolunda gelişme
sağlamak ve iki ülke arasında köprü kurabilmek için senelerdir bireysel
olarak çabalıyor. Bu süreçte en büyük desteği, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde
Türk Yunan Dostluk Festivali düzenleyen Nilüfer Belediyesi’nden görmüş.
Tam Dört Sergi
Lozan mübadilleri için büyük anlam ifade
eden Gölyazı ve Görükle’de yapılan festivalde dostluk ve barışı pekiştiren
etkinlikler yapılmış. Yunanistan’dan yaklaşık 100 kişilik bir grubun da
konuk edildiği bu festival, bu topraklardan Yunanistan’a göç edenlerin,
atalarının yaşadığı topraklarla buluşmasına önemli bir zemin hazırlıyor.
Yaptıkları sadece bu değil… “Bir Anadolu
Sevdalısı’nın Gravürleri”, “Karşıyaka’dan Kareler”, “Apolyont Köyü ve
Kilisesi” ve “Benim Sevgili Görüklem” adlı dört tane sergi açmış. Görükle
için en büyük hayali eski bir evi restore ederek müzeye dönüştürmek.
Senelerdir topladığı fotoğrafları, eşyaları burada herkesle paylaşmak
istiyor ve Bursa’nın tarihçesini Almanya’daki kütüphanelerde araştırmaya
devam ediyor.
Aynı denizin kıyısında, mübadeleyi yaşayan
iki ülkeyiz. Günlük hayatımızda kullandığımız ortak kelimeler, ortak tatlar,
ortak şarkılar bizleri bütünleştiriyor. Avrupa’nın siyasi ve ekonomik bir
birlik olarak yaptığından fazlasını, sofrası ve folkloru birbirine benzeyen
iki ülke neden yapmasın?
Türk Misafirperverliği
İsterseniz şimdi biraz Kotzaeridis
Yorgos’u dinleyelim:
“Arnavut kökenli dedemin memleketi ve
kutsal ata toprağı olan Adapazarı’nı ziyaret etmemin üzerinden uzun zaman
geçti. Bu yolculuğumda Pontuslu atalarımın köylerini gezdim, kutsal
yerlerinde ibadet ettim ve bu süre zarfında onların evlerine bugün yerleşmiş
olanların muhteşem misafirperverliğine hayran kaldım. Hala görüştüğüm
arkadaşlar edindim.
Adapazarı’nda tanımış olduğum Türkler çok nazik
olmakla beraber son derece de misafirperverler. Evlerini ardına kadar bana
açtılar, bana rehberlik yapıp etrafı gezdirdiler. Aynı davranışı ata
topraklarını ziyaret eden bütün Rumlara da gösteriyorlar. Rumların ata
topraklarını ziyaret etmelerini anlıyorlar ve onlara saygı duyuyorlar.
Çocukken koskoca beş sene yanlarında yaşadığım
anneannem Fotika’ya ve adını taşıdığım dedem Yorgos’a haksızlık etmeyeyim
diye programladığım bir sonraki yolculuğumun hedefi ise annemin
ebeveynlerinin memleketi olan Bursa-Görükle köyü idi. Geceleri evimizde
Görükle hakkında sonsuz tartışmalar yapılır, hikayeler anlatılırdı.
Anlatılanlar genelde köydeki hayatlarından, örf-adetlerinden, şarkılardan,
masallardan, acı ve hüzün veren çeşitli hikayelerden ibaretti. Yanımızda
oturan anneannem Fotika ise eskileri anıp dedemin eksik anlatımlarını
tamamlardı.
“Kemal Geliyor, Kaçalım”
Her gece Keloğlan’dan, arzu ile Kamber’den hikayeler
anlatan, Metaksus’un kızı olan Panayota’nın evinde toplanırdık. Küçük Asya
tatlılarının yer almadığı bir geceyi düşünemezdik bile. Böylece anneannem
kurabiye, höşmerim; Metaksu Teyze ise pekmezli burma tatlısı yapar, bizler
ise tatlı yiyip Görükle şarkıları söylerdik. Bu neşeli grup dedemin
seferberlikten, kardeşi ile birlikte Türk askerlerinden gördükleri kötü
muamelelerden, Yunan askerlerinin Küçük Asya’ya gelişlerinden, savaştan,
felaketlerden, evlerinden sökülüp atılmalarından bahsetmesi ile
ciddileşirdi. Bugün bile Küçük Asya felaketinden bahsedildiğinde, dedemin
Mudanya iskelesine sığınan Yunanlılara ait anlattığı bütün o hikayeler bir
bir aklıma geliyor. “Kemal geliyor, kaçalım..” Kovalanan Yunanlıların
haykırışları Bursa’nın tüm köylerinde ve Mudanya’nın zeytinliklerinde
yankılanıyor, anneler evlatlarını, erkekler ise kadınlarını panik ve
umutsuzluk içinde arıyorlardı. “… asker olan kardeşim Stratis de böyle
kayboldu. Askere gittiğinden beri bir daha onu göremedik”. Dedem o günleri
anlatırken çok duygulanır ve ağlardı. Sanki bunları tekrar yaşıyormuş
gibiydi.