Kekil
Şimşek Bingöl/ Karlıova’nın Kale Mahallesi’nde doğdu. Ailesi 1. Dünya
Savaşı’nda Rusların işgal ettiği Ağrı’dan göç edip Karlıova’nın bu
mahallesine yerleşmişti. Kekil’in babası Resul ailede ve çevresinde sevilen
biriydi. Kekil babasının tek çocuğuydu ancak annesinin tek çocuğu değildi.
Annesi Fikriye Hanım evlenene kadar Türkçe konuşmuş, sonrasında Zazaca ve
Kürtçe öğrenmişti.
Kekil’in doğduğu ev toprak damlı taş bir yapıydı. Karlıova bol kar
aldığından ev kışın kar altında kalır, görünmezdi. Kalabalık, iç içe bir
yaşamları vardı. Kışın sokakta oyun oynanmazdı. Bazen köyü hareketlendiren
bir haber gelirdi: denbejlerin (halk ozanı) yolu köye düşmüş! O vakit herkes
pürdikkat dengbejleri dinlerdi. Onların öyküleri Kekil’in sanata
yönelmesinin kaynağını oluşturdu. Hikaye anlatmak, türkü söylemek çok hoşuna
gidiyordu. Dengbejlerin bir etkisi de Kekil’in merak duygusunu
güçlendirmeleriydi. Karlıova’nın dışını merak etmeye başlamıştı.
Kekil’in doğduğu köy otuz dört haneydi. Sünni ve Aleviler birlikte yaşardı.
Kışın evlerin üzerindeki karın temizlenmesi gerektiğinde alevi sünni demeden
tüm komşular işbirliği yapardı.
Kekil’in okula gitme yaşı geldiğinde babası ve annesi arasında bir gerilim
yaşandı. Babası din ağırlıklı bir eğitim almasını ister ancak annesi, kendi
ailesinde gördüğü üzere, çocuğun ilkokula gitmesinde ısrarcı olur. Köyde
ilkokul yoktur ama annesi ısrarcı olur. Kışın okula gidiş geliş sorunluydu.
Karlıova’ya iki metre kar yağardı. Kekil ve arkadaşları yolu kaybetmemek
için geçtikleri yere ağaç parçaları bırakıyorlardı. Tipi olduğunda gidiş
zordu ama karlar buz olduğunda batmadan gidebiliyorlardı. Okul Kekil için
çekiciydi. Öncelikle orada helva dağıtıyorlardı. Bu helva annesinin yaptığı
un helvasından farklıydı. Helva dışında öğlenleri portakal, üzüm, fındık
dağıtılırdı. Öğrencilere verilen bu helvanın Marshall Yardımıyla Türkiye’ye
aktarılan süt tozlarından yapılmış olma olasılığı yüksektir. Müdür Gürdal
Özgürdal, Kekil’in hayatına etki etmiş, iz bırakmış bir öğretmendi. Kekil’le
birlikte birçok kişinin okumasının yolunu açan, esinleyen, onları
yönlendiren, Kekil’i öğretmen okulu sınavına girmesi için teşvik eden
biriydi. Kekil Türkçeyi okulda öğrendi. Türkçe öğrenmek öğrenim hayatını
sürdürmek için elzemdi. Bu yüzden öğretmenler Kekil ve diğerlerine “köyde
Kürtçe konuşmayın” diyordu. Ama köyde herkes Kürtçe konuştuğu için doğal
olarak çocuklar da Kürtçe konuşuyordu.
Kekil tiyatroyla ilkokulda tanıştı. Atak Ali adlı piyeste rol aldı.
Oynadığı, pek de sevilmeyen Yunan askeri rolüydü bu ilk sahne denemesinde
tiyatronun iksirini içmiş oldu. İlkokul son sınıfta Alparslan ve Diyojen
adlı oyunda ufak bir rol aldı. Kekil’in halk hikayelerini yüksek sesle
okuması, piyeslerde rol alması genç yaşta ona sanatın güzellik duyumunu
hissettirdi.
O dönemde Karlıova’da ortaokul ya da lise yoktu. Gürdal Öğretmen Kekil ve
arkadaşı Müslüm Yulaf’ı Erzurum öğretmen okuluna yönlendirdi. Öğretmen okulu
yatılıydı ve çocuğunu başka bir kente gönderecek aileler için büyük
rahatlıktı. Gürdal Öğretmen Kekil’in köyde kalıp çiftçi olmasındansa
öğretmen olması için diretti. Bu karar ailesinde yine tartışma yarattı.
Annesi öğretmen okuluna gitmesini istiyordu. Annesinin ailesi Erzurum’daydı
ve orayı biliyorlardı. Babası ise oğlunun imam olmasını istiyordu. Sınav
zamanı geldiğinde müdürleri Kekil’i tarladan alıp sınava götürdü. Bu onun
hayatında önemli bir dönümdü.
Kekil ve Müslüm öğretmen okulunu kazandılar. Okula
başlamak için Erzurum’a geldiklerinde Kekil kentin elektrik ışıklarından
etkilendi. Orada akrabalarında kalacaktı. Okulu eski Pulur Köy
Enstitüsü’ydü. Enstitüler kapatılınca adı Yavuz Selim İlköğretmen Okulu
olmuştu. Geniş arazisi, tarlası, tavlası (hayvanları) vardı. Ancak Kekil
için annesinden ayrılmak zor olmuştu. Okumayıp köyüne dönmeyi kuruyordu
kafasında. Derslerine çalışmayıp sınıfta kaldı. Bunun köye dönmesine
yeteceğini düşünmüştü. Ancak babası durumu araştırdığında üst üste iki sene
kalanların okuldan atıldığını öğrendi. İkinci sene tembel tavrı sürüyordu.
Bir gün arkadaşı Müslüm ona “sen sınıfta kaldın, bizim (ikinci) sınıfa
gelme” demesi Kekil’i derinden sarstı. Hırslandı. Çizgi roman okumayı
bırakıp derslerine çalıştı ve bir daha sınıfta kalmadan okulu bitirdi.
Erzurum’da Atlas Kırtasiye diye bilinen bir kitapçı vardı. Kekil kente
gelişinin ikinci yılından itibaren buraya gitmeyi alışkanlık haline getirdi.
Uğrayıp kitaplara bakar, karıştırır, beğendiği dergileri alırdı. O yıllarda
Varlık yayınlarının cep kitapları meşhurdu. Bir yandan da Türkçe
öğretmenleri Sait Çıltaş’ın ne okuduğunu takip ederdi çünkü bu öğretmene
öğrenciler çok saygı duyardı. Bir süre sonra Sait Öğretmen ‘komunist’ diye
başka bir okula sürüldü. 1960’ların ortalarından sonra komünizm lafı çok
duyulmaya başlanmıştı. Kekil de bu lafı bu sürgün olayı ile öğrendi. Okulda
fısıldaşmalar, öğrenciler arasında gruplaşmalar başlamıştı. Okulun son
yılında Atlas Kırtasiye’de Mahmut Makal’ın Yer Altında Bir Anadolu
kitabıyla karşılaştı. Daha önce okuduğu hiçbir kitap onu bu denli
sarsmamıştı. Kar altında kalan evleri, köy kültürünü anlatan bu kitapta
Kekil kendini bulmuştu. Gerek Sait Öğretmeni gerekse Makal’ın kitapları, onu
o sıralar yükselişte olan sol gençlik hareketlerine ilgi duymaya yöneltti.
Arkadaş çevresi de bu türden bir eğilim gösteriyordu. Daha çok kitap
okumaya, düşünmeye başlamıştı.
Öğretmen okulunu bitiren herkes öğretmen olarak atanırdı. Atanacakları yeri
seçme hakları vardı çünkü okul müdürü Mustafa Uçkan’ın abisi Milli Eğitim
Bakanlığında müsteşardı. Onun sayesinde mezun olanlar istedikleri yere tayin
oluyorlardı. Kekil ve yakın arkadaşı Davut Bursa’yı seçtiler. Sınıfından
Nurullah ve Ali de Bursa’yı seçmişlerdi.
Birlikte Bursa’ya geldiler. Genç öğretmenler şehre hayan kaldılar. O
zamanlar Milli Eğitim müdürlüğü Setbaşı’ndaydı. Oraya gidince depo tayini
olduklarını öğrendiler. Hangi okulda görev yapacakları belli değildi. Ancak
genç öğretmenler gelir gelmez maaş almaya başlayacaklarını düşünmüşlerdi.
Yanlarına fazla para almamışlardı. Kalmayı sürdürdüler ancak paraları bitti.
Yardım istemek için İlköğretim müdürüne gidip durumu anlattılar:
“kaç öğrenci okuttunuz da para istiyorsunuz, tedbirli gelseydiniz”
denildi. Ellerinde kalan parayla ancak Ankara’ya dönebilirlerdi. Eylüle
kadar Bursa’da durmanın anlamı yoktu. Kekil Ankara’daki akrabası Hayriye
Teyze’den yardım istemeye karar verdi. Güç bela gidip teyzesini buldu ve
Bingöl’e dönmesi için bilet parası alabildi ondan.
Eylül olduğunda Kekil dört arkadaşıyla Bursa’ya geldi, Kapalıçarşı’nın hemen
altındaki Güven Oteli’ne yerleşti. Hem yanlarına para almışlardı hem de
kendilerine üç maaş ödenmişti. Kura günü dördüne de Orhaneli’nin köyleri
çıktı. Sevindiler: yakın olacaklar, dayanışacaklardı. Orhaneli’ne vardıkları
gün oranın panayırı kuruluydu. Kasabanın tek otelinde yer bulamayınca
Sivaslı bir madenci onlara evini açtı. Sabah İlköğretim Müdürlüğüne
gittiler. İsmail Müdür sözü uzatmadan, “göreve başlayacaksınız ama gidip
önce TÖS’e kaydınızı yaptırın” dedi. 1961 Anayasası öğretmenlere örgütlenme
hakkı tanımış, böylece Türkiye Öğretmenler Sendikası kurulabilmişti. Genç
öğretmenler sevinçle gidip TÖS’e yazıldılar.
İlk tayin yeri Orhaneli’nin Yenice köyüydü. Köylülerle arası gün geçtikçe
iyileşiyordu. Gerçi köylülerin öğretmene karşı çekingen davrandıkları, pek
güvenmediklerine yönelik izlenimler edinmişti. Bunun nedenini daha sonra
anladı. 27 Mayıstan sonra muhtarların görevleri öğretmenlere verilmişti.
Öğretmenler de Demokrat Parti’yi suçlayıp aşağılamışlar, köylüyü DP’den
soğutmaya çalışmışlardı. Oysa köylülerin birçoğu DP’liydi.
1969’da anne ve babası da yanına gelmiş, hep birlikte köylülerden birine ait
bir eve yerleşmişlerdi. O sırada Büyükorhan’da posta müdürü olan Mehmet
Altan’ın, Kekil’in ev sahipleriyle ilişkileri vardı. Sıkça ziyaretlerine
geliyordu. Birlikte hayvancılık yapıyorlardı. Bu gelip gitmeler sırasında
Kekil’in annesi, Mehmet Altan’ın kızı Şaziye’yi görüyor, beğeniyordu.
Aralarında bir dostluk kurulmuştu. Köy öğretmeni bekarsa köy kızları onu
damat adayı olarak görürler. Dedikodulardan çekinen Resul Bey oğlu Kekil’in
evlendirilmesi işini öncelemeye başladı. Şaziye ile evlenmesini Kekil ile
konuştu. Onun da istemesiyle evlilik gerçekleşti.
Büyükorhan ilçe merkezinde Babit adında bir adam vardı. Mağazasında her şey
bulunur, köylüleri ihtiyaç duydukları her şeyi onlara borç larak verirdi.
Düğünler için altın bile verirdi. Harman zamanı gelince de köylüler
borçlarını faiziyle geri öderdi. Babit daha doğmamış kuzuyu, ekilmemiş ekini
satın alıyor, ardından faiziyle köylüyü sömürüyordu. Kekil ve arkadaşları
bir araya gelip bu duruma bir çözüm bulmak gerektiğini düşündüler. Adırnaz
ve Çevre Köyleri Kalkındırma Derneği’nni kurdular. Tüzüğünü yazıp kaymakama
götürdüler. Dernek sayesinde kooperatif kurup köylünün üretimini hakkıyla
değerlendirip kazancın yine köylüye döndürülmesini amaçladıklarını
söylediler. Kaymakam konuyu düşünüp, “bu tüzük bir gün başınızı belaya
sokar” dedi ama işleme alacağını bildirdi. Babit gelişmeyi duymuştu. Bir
yakını aracılığıyla Kekil ve arkadaşlarına bu işlerin başlarına bela
açacağı, uğraşmamaları gerektiğini duyurdu. Nitekim Kekil ve arkadaşları bu
girişim yüzünden Orhaneli Jandarma Komutanlığına götürüldü. Kekil’in evinde
arama yapıldı, kitapları toplandı. Köylüler 27 mayıstan sonra öğretmenlere
ve askara güvenmiyordu. Şimdiyse köylüler askerin yanında yer almış
öğretmeni anarşist olarak görüp dışlamışlardı. İklim değişiyordu.
1971 Muhtırasından önce Kekil baba oldu. Oğlu Olgun’un doğumundan yedi ay
sonra askere gitti. Askerlerin yaka paça tutup sanık olarak mahkemeye
çıkardıkları bir öğretmen olarak şimdi orduya katılıyordu, kafası karışıktı.
Edremit’te Ali Okulu denilen okuma-yazma okulunda görevlendirildi. Ev tuttu,
ailesini yanına aldı. Oğlundan yaklaşık bir sene sonra kızı Nilgün doğdu.
Askerliği bitince Afyon’un Dinar ilçesi, Alpaslan köyüne tayini çıktı. Bir
köylünün evinin bir odasını kiraladı, ailesiyle oraya yerleşti. Kekil bu
köyde bir kütüphane kurmaya çalıştı ancak yerleşik inanışları aşamadı. Ancak
köydeki Almancılardan katılım payı toplayıp başvuru yaparak bir yıl sonra
köyün elektriğe kavuşmasını sağlayabildi. Benzer şekilde köylüye önderlik
edip, Konya’ya gidip DSİ yetkilileriyle görüşerek köyün su sorununu da
çözdü.
1979’da Ecevit hükümetinin istifa edip AP hükümetinin kurulmasından sonra
TÖBDER’li öğretmenler hakkında soruşturmalar başlatıldı. Birçok öğretmen
sürgüne gönderildi. Kekil 1980 yazında Karlıova’da oğlu Olgun’a sünnet
yaptırmıştı. Yaz tatili bitip Orhaneli’ye döndüğünde Çorum’a sürgün
edildiğini öğrendi. O sırada 12 Eylül oldu ve tüm işlemler durduruldu. Hayat
zorlaşmıştı. Tek maaşla geçinmenin güçlüğünü aşmak için 1982’de bir
kahvehane açtı. Burası okumuş yazmış insanların söyleşebilecekleri bir yer
olmuştu. Okur yazar kişilerin kolaylıkla komünist olarak nitelendirilip
şeytanlaştırıldığı bir dönemdi. Nitekim kısa süre sonra bir müfettiş kahveye
gelip araştırma yaptı. Raporu doğrultusunda Kekil Mustafakemalpaşa’nın
Çeltikçi köyüne 1984’te sürgün edildi.
Yeni durum düzenini oldukça sarstı. Yeni köyünde kalacak yer bulamadı,
ailesini yanına alamadı. Oğlu Olgun’u Arifiye Öğretmen Okulu’na yatılı
vermek zorunda kaldı ki bunun yarattığı çöküntüyü uzun süre atamadı. Çünkü
kendisi de yatılı okumuştu ve hiç sevmiyordu yatılı okulları. Okuldaki en
kötü sınıf Kekil’e verildi. Velileri toplayıp sınıfın fiziki durumunu
iyileştirdi. O dönemde sürgün gelen öğretmenlere iyi bakılmıyordu. Ancak
Kekil kısa sürede köylülerle kaynaştı. Geçmişteki birikimi onun insanlarla
kaynaşmasına yardım etmişti. Her zaman bir yol bulunurdu. Daha önce
yapmıştı, yine yapabilirdi.
Ailesi üçe bölünmüştü: oğlu yatılı okuldaydı. Kızı ve eşi Orhaneli’deydi.
İki yıl sonra Kestelek köyüne tayin edildi. Burada Etibank’ın bor tesisi
vardı. O yüzden ilçe merkezine ulaşım kolaydı. Kekil Mustafakemalpaşa’da ev
tuttu. Bu sırada Olgun’a yatılı okulda öğretmenleri “Sızıntı dergisi
satacaksın” diye baskı yapıyor, Olgun da bunu reddediyordu. Oğlunun okuldan
soğuduğunu gören Kekil onu Mustafakemalpaşa’da liseye yazdırdı. Böylece
ailesini bir araya toplayabildi. Bu dönemde kendisi gibi 12 Eylül mağduru
olan Eşref Yılmaz ile tanıştı. Eşref kasabada fotoğrafçılık yapmaktaydı. Ara
sıra onun dükkanına gidip gelmeye başladı. Dostlukları derinleşti ve
yıllarca sürdü.
1974’ten sonra yaz tatillerinde de çalışmak zorundaydı. Yaz tatilinde
yaptığı ilk iş Mudanya’daki Köksal Motel’in lokantasında kasiyerlikti.
Köksal Motel Bursa’ya gelen sanatçıların, zenginlerin konakladığı bir yerdi.
Ertesi yıl Osmaniye’de elektrik şantiyesinde çalıştı. Yenice köyünden
tanıdığı Necati Ferik burada bir şantiye kurmuştu. 1978’de Alpaslan köyüne
su getirilmesi için kurulan şantiyede, 1981’de Orhaneli Kömür İşletmesi
lojman inşaatında çalıştı. Bir yaz dağda odun kesti. İki yaz boyunca benzin
istasyonunda kasiyerlik yaptı. Ertesi sene kahvehanecilik yapmaya başladı.
Kekil kendini bildi bileli çalışıyordu. Ancak ilkokuldan beri yüreğinin bir
yerinde sanata, kültüre arzusu dinmemişti. Okuyordu, ara sıra tiyatro ve
başka etkinliklere gidiyordu ancak bunlar yetmiyordu. 1989’da
Mustafakemalpaşa Atatürk İlkokulu’na tayin oldu. Asaba kültür ortamı
açısından daha canlıydı. Yakın dostu Eşref ile daha çok zaman geçiriyor,
sanata ilgisi artıyordu. Okulda öğrencilerle tiyatro çalışmaya başladı.
Oyunlarını halka açık temsillerde oynadılar. Kekil yavaş yavaş kendi
yatağını bulduğunu hissediyor, en çok tiyatroya yatkın olduğunu seziyordu.
Ne var ki durgun toplumların değişimi zordur. Bir gün bir öğretmen
oyunlardan birine bir müfettişi davet eder. Müfettiş okunan bir şiirin
Turgut Özal’ı eleştiren bir içerikte olduğunu not eder, soruşturma açılır.
Bir başka oyunda şivesi bozuk oyunculardan birine türkü söyletildiği için
“Kürtçe türkü söylettiler” şikayeti yapılır. Kekil bu deneyimlerden her
etkinliği kaydetmek gerekliliğini anlamıştı. Şikayet durumunda çekilen
videolar müfettişlere gösterilip soruşturma kapatılabiliyordu.
1994’te kızı Nilgün, ertesi yıl oğlu Olgun evlendi. Baba olarak görevini
yapmıştı, artık kendi yatağında akabilirdi. 15 Aralık 1995’te emekli oldu.
Emekli olunca sendika üyeliği düşmüştü. Ancak sendikayla ilişkisi sürüyordu.
Eşref Yılmaz ve Hamza Oğuzer ile sendika bünyesinde tiyatro topluluğu
kurmayı tartıştılar. Eğitimsen
yönetimi bunu kabul edince topluluk kuruldu. İlk oyunları Yılmaz Erdoğan’ın
Kadınlık Bizde Kalsın oyunuydu. Kekil ekipteki en deneyimli kişiydi,
yönetmenliği üstlendi. 15 Ocak 1996’da Beldeşan Sinemasındaki ilk temsile
oyunun yazarı Yılmaz Erdoğan, Erkan Can, Ali Sürmeli, Demet Akbağ ve Olgun
Şimşek çiçek göndermişti. Çiçekler sahnenin iki yanına kondu. Zira o
günlerde bu sanatçılar ülkede çok ünlüydü. Bu yerleştirme halk üzerinde
büyük etki yaptı. Oyun bir çok defa oynandığı gibi çevre kasabalarda turneye
gitmeye de başladı. Turneye gitmek zor işti. Ancak İncilipınar muhtarı
Hüseyin minibüsüyle ekibi turneye getirip götürmekte çok istekliydi.
Yeğenlerinin davetiyle Almanya’ya gitti, oradaki kentleri gezip gözlemler
yaptı. Dönüşünde bir sanat derneği kurmak için girişimde bulundu.
Çevresindekiler ona heves vermediler, belediyeden yardım alma gerekliliğine
vurgu yaptılar. Oysa Kekil’in kafasındaki tam da buydu, yani sanat
yapabilmek için sırtını bir yere dayamayan, özgür bir kurum kurulmalıydı.
Kekil kararını vermişti. Daha önce bir çok kez olmaz denilen şeyi yapmıştı,
şimdi de yapabilirdi. Emekli hakim Şekip Demircan’ın bürosunu kullanarak
toplantı yaptılar ve kurucular kurulu oluştu. Tüzük yazıldı. Kurucu üyeler
Kekil Şimşek, Hülya Aksu, Halil Değer, Aysel Pınar, Yücel Kaydı, Hanife
Yılmaz ve Muhterem Gümüş olmuştu. Derneğin kurulması için para lazımdı.
Dernek yasal olarak kurulmadan önce Türk Halk Müziği topluluğu kuruldu.
Atatürk İlkokulu öğretmenevine çevrilmişti ve bir odası uygundu. Gerekli
izinler alındı. Türküler kayda alındı, sonra kaset olarak çoğaltıldı. Bu
kasedin satışıyla dernek için gereken para toplanmış oldu. Şimdi de derneğe
yer sorunu vardı önlerinde. Şekip Demircan yine devreye girdi ve yirmi yıl
derneğin merkezi olacak olan ofisi dernek adına sahibinden kiraladı.Böylece
12 Nisan 1997’de dernek resmen kuruldu. Kuruluşun ardından Halk Müziği
topluluğu Beldeşan sinemasında derneğin açılış konserini verdi. Konserden
sonraki ilk etkinlik resim sergisi olacaktı. Dostu Eşref Yılmaz’ın
fotoğrafları, Aysel Pınar’ın resimleri sergilenecekti. Ancak buna uygun yer
yoktu. Sonunda Gürvardar’lara ait bin inşaatın zemin katını
kiralayabildiler. Kasaba halkı bu tür etkinliklere uzak olduğu için bu
çabayı anlamıyor, içten içe kuşkulanıyordu. Bu yüzden yer kiralama işinin
iktisadi ve fiziki zorluğundan daha çok güven sorununu aşmakta
zorlanıyorlardı.
Tam bu sırada vereme yakalandı. Hastalık bulaşıcıydı. Çocukluğundan beri
kurduğu hayalin tam ucundan yakalamış, neredeyse ona ulaşmıştı. Hastalığın
buna engel olmasına izin vermeyecekti. Ne var ki tedavinin etkileri ağırdı,
ilaçların etkisiyle kendine gelemiyordu. Derneğin 1. Olağan Kongresine bu
yüzden gidemedi.
O dönemde Artvinli bir ailenin çocuğu olan Hülya Aksu etkinliklerin
organizasyonundan duyurulmasına kadar çok önemli katkılar sağladı. Kasabada
kurulu Dost FM’de DJ’lik yapıyordu. Programlarında dernekten söz ediyor,
kasabalının zihninde derneğin imajını güçlendiriyordu. O sırada yeni bir
oyun arayışı içindeydiler. Hülya, amcasının oyun yazdığını, kendileri için
de bir oyun yazabileceğini söyledi. Amcası Şener Aksu da teklifi kabul etti.
Şener’in çocukluğu Mustafakemalpaşa’da geçmişti. Kısa zamanda oyunu yazıp
gönderdi. Belediye bürokratlarının yarattığı zorluk aşıldı, Beldeşan
sineması oyun için hazırlandı. Halk bu oyunu çok sevdi. Böylece dernek
kasabaya kök salmaya başladı. Derneğin çağrısı üzerine Ferhan Şensoy, Rutkay
Aziz, Genco Erkal, Y alçın Menteş gibi ünlü sanatçılar gelip
Mustafakemalpaşa’da oyun sergiliyordu. Ancak Beldeşan sineması teknik açıdan
çok yetersizdi. Kulisi, tuvaleti yoktu. Rutkay Aziz’in durumu belediye
başkanına anlatması ve ikna etmesi üzerine başkan gerekli alt yapıyı
yaptırdı. Kekil önderliğindeki bu etkinlikler kasabayı dönüştürmüştü. Bir
tiyatro disiplini oluşmuştu, halk tiyatrodan hoşlanıyordu. Önceleri davetiye
almaktan çekinin insanlar ne zaman yeni oyun geleceğini sorar olmuşlardı.
Kekil halk müziğinin etkisinin dernek kurulmadan önce yaptıklarında
görmüştü. Halkın müziğini halka taşımak, halkla bağları güçlendiriyordu. Bu
yüzden kasabalılardan oluşan korolarla konserlere önem verildi. Her şeyi
kendisi yapamazdı, gönüllülere ihtiyacı vardı. Kemal Kamalı bunlardan
biriydi. Önemli bir şefti ve dernekte gönüllü olarak bağlama kursu
veriyordu. Veli Koç konser organizasyonlarını üstlendi. Yıkılmadan önce
Beldeşan sineması belediye tarafından Barış Çokan Kültür Merkezine
dönüştürülmüştü. Fotoğraf ve resim sergileri için geçici olarak salon
ihtiyacı böylece karşılanmış oluyordu. Yağlı boya, ağaç kakma, ağaç yontu,
karikatür sergileri sırayla açıldı. Özellikle siyah beyaz Mustafakemalpaşa
fotoğrafları sergisi, derneğin kasabadaki etkisini derinleştirdi. Kekil,
Şener Aksu ile yaptığı söyleşilerden esinlenerek kasabaya yazarları davet
etmek, imza günleri düzenlemek istedi. Böylece kasabadaki edebiyatsever genç
kitle harekete geçirilebilecekti. İlk olarak Kemal Özer davet edildi. Ancak
imza günü halktan beklenen ilgi bulunamadı. Daha sonra Osman Şahin, Cemil
Kavukçu, Afşar Timuçin ve Muzaffer İzgü için imza günleri yapıldı. Kekil
yetişkinlerden beklenen ilgiyi göremeyince gençlere ağırlık verdi. Çocuk
yazarlarıyla okullarda imza günü düzenlemeye başladı. Nadide Utku ile
tanışınca bu süreç farklı bir boyut aldı. Kırsaldaki öğrencileri yazarla
buluşturmak için kafasında plan yaptı. Belediyelerle işbirliği yaparak
Nadide Utku’nun çok sayıda okulda öğrencilerle buluşmasını sağladı. Bu
projeyi daha sonar Nilüfer Belediyesiyle de yaptı.
Kekil öğretmen okulu yıllarında aldığı fotoğraf makinasıyla, gelip geçen
hayatın nasıl kalıcı anlara dönüştürüldüğünü görmüştü. Bu yüzden arşivciliği
gelişmiş, yaptığı her şeyi kaydetmeye, üretimlerini toplamaya başlamıştı.
Dernek kurulur kurulmaz da kitap yayımlamaya heves etmişti. Hamza Oğuzer’i
teşvik etti, o da sabırla, özveriyle araştırmalar yaptı; İsmail Hakkı
Şenpamukçu ve Mustafakemalpaşa kitabını bitirdi. Bu ilk yayın bir
anlamda vefa borcuydu. Çünkü Şenpamukçu, Mustafakemalpaşa’da ilk kitapları
yayınlayan, kasabanın kültürel gelişimine öncülük etmiş, saygın biriydi.
Uzun yıllardan sonra kasabada basılan bu kitap çok ilgi gördü. Şener Aksu
ile başka bir sohbette Mustafakemalpaşa için bir sempozyum yapmanın yararlı
olacağına karar verildi. Belediye ile ortak yapılacak, üç gün sürecek bir
sempozyum üniversitelerin kasabanın tarih ve kültürüyle ilgili araştırma
yapmasını teşvik edecekti. Önce çok olumlu bulunan proje sonradan “içinde
Mustafakemalpaşalıların az olması” gerekçesiyle kabul edilmedi. Kekil benzer
zorluklarla daha önce de karşılaşmıştı. Sempozyumu bir gün sürecek şekilde
yeniden organize ettiler ve Afşar Timuçin, Nazım Gürak, Nejat Gacar, Mustafa
Kemal Soylu gibi akademisyenlerin katılımıyla gerçekleştirdiler. Sunulan
bildiriler aynı yıl kitap oldu. Sonrasında yerel yazarın yerel konulardaki
kitaplarının arttırılması düşünüldü. Kasabada doğup büyümüş bir karikatürist
olan İbrahim Ersaraç’ın Mustafakemalpaşa ve Mizah Esintileri kitabı
basıldı. Kekil Çeltikçi köyünde iki yıl bir değirmenin odasında kalmıştı.
Değirmenin sahibi olan Fahri Görgülü emniyet genel müdürlüğü ve valilik
yapmış, birikimli bir kişilikti. Onun daha önce basılmış olan Yunan
İşgalinde Mustafakemalpaşa kitabının yeni baskısı yapıldı. Daha önce
kasabada öğretmenlik yapmış Şemi Basmacıoğlu’nun elli yıl önce yayımlanan
Mustafakemalpaşa Kılavuzu kitabını da yayımladı. Ardından İbrahim
Ersaraç’ın ikinci kitabı Kasabada Çizgili Anılar geldi. Bir yandan da
çıkardıkları Patikalar dergisinde Mustafakemalpaşa köyleri tek tek
inceleniyordu. Bu yazılar Mustafakemalpaşa Belde ve Köylerinde Yaşam adıyla
iki cilt halinde kitaplaştırıldı. Bunu Şener Aksu’nun şiir kitabı Ay
Sandalı izledi. Kekil kasabalı olmamasına karşın Mustafakemalpaşa’da
Tiyatro adında bir çalışma yapmış olan Uğur Ozan Özen’e tanıştı.
Tiyatroya yürekten bağlı olan Kekil bu kitabı da bastırdı. Sonra Nadide
Utku’nun çocuk masalları basıldı.
Şener Aksu ile başka bir sohbette dergi çıkarma fikri ortaya atıldı.
Şener’in dışarıda edebiyat ve kültür çevresi genişti, dergiye ürün
göndermelerini sağlayabilirdi. Basım işi halledilirse derginin çıkması pek
ala gerçekleşebilirdi. Kekil matbaası olan Mehmet Bursalı ile görüştü.
Mehmet Bey tam destek vereceğini bildirdi. Aysel Sevinç de grafikerliği
üstlenince Kekel çok rahatladı. Derneğin 10. Yılında, 2007’de Patikalar
dergisinin ilk sayısı çıktı. Derginin ilgi çekmesi için yerel konuları
işlemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden her sayıda bir köyün tanıtılmasına
başlandı. Ama köy araştırması yorucu bir işti. Bu konuda Kekil’e Hülya Aksu,
Rasim Balaman, Arif Ödemiş, Erkan Çetin, Necati Gülmez, Kemal Şentürk ve
Seyit Ali Geçici yardım ettiler. Köylere gidildi, araştırıldı, fotoğraf
çekildi. Kısa zamanda derginin yerel yazar ve şairleri ortaya çıktı Arif
Ödemiş portre yazılarıyla öne çıktı. Necati Gülmez, İsa Oruç, Ferda Özen,
Hatice Şirin Uyanık, Mehmet Şahin şiirleriyle göründüler. Öğrencilerin güzel
çalışmalarına da yer veriliyor, dergi okullara giriyordu. Patikalar dergisi
yüz sayıyı aştı. Her ay çıkan ender yerel dergilerden oldu. Bu birikimin bir
dönüşüm gerektirdiği açıktı. Kekil kültür yolculuğuna Pelit Yayınları’nı
kurarak devam etmek istedi. 2016’da bu gerçekleşti. Öncelikli amacı
çocukları nitelikli kitaplarla buluşturmaktı.
Bunca yaptıklarına rağmen bir sürü de yapamadığı şey vardır Kekil’in.
Bunların başında köylerde yahut köylerin katkısıyla kasabada bir müze kurmak
vardı. Ayrıca Şener Aksu ile dernekte yazın atölyesi başlatmış ancak bu
atölye ilgi görmemiş ve kapanmıştı. Oysa Kekil kendine ait bir kültür
merkezi kurmayı çok istiyordu.
Kekil Şimşek öğretmenliğinin son durağı olan Mustafakemalpaşa’da kültürel
dönüşümün öncüsü oldu. Bu dönüşüm küreselleşmenin yerelliği kasıp kavurduğu
bir döneme denk düştü. İnternet yoluyla kasaba dünyaya taşındı, dünya da
kasabaya. Kapalı kasaba pazarının sınırları silikleşti, internet üzerinden
satın alınan eşyalar kasabaya ulaşmaya başladı. Herkes telefonundan dünyaya
bağlandığı için kasabalının ortak davranışı, ortak değeri kalmadı. Bütün
kültür insanları gibi Kekil Şimşek de Sisifos gibi yükünü sırtına alıp
tepeye taşıyacak, sonra yeni baştan başlayacak ancak sonunda tamamlanma
duygusu yaşayamayacaktı. Kekil boğuntuya karşı başkaldırıyı seçti. Sonucunu
değil ne yapıyor olduğunu önemsedi. Kültürel etkinliklerin, sanatın insanı
nasıl dönüştürdüğünü deneyimlemişti. Kendisinin Karlıova’nın kapalı
toplumundan nasıl çıktığını, dönüştüğünü biliyordu. Bu nedenle sanatın
kasaba toplumlarını dönüştüreceğine inanmıştı. Emek harcamak, dayanışma
içine girmek yeterli olacaktı. Çabalarının karşılığı sonraları ortaya çıktı.
Kasabada pek çok şair, ressam, müzisyen, fotoğrafçı, tiyatrocu ortaya çıktı.
Şener Aksu'nun Bir Kültür İnsanının Öyküsü:
Kekil Şimşek, adlı kitabından (Pelit Yayınları, 2017)
özetlenmiştir.
|