Muazzez İlmiye Çığ
İlkokul beşe geçtiğim sene Çorum’dan Bursa’ya
taşındık (1924). Babam beni Nilüfer Hatun İlkokul’una verdi. Fakat sonradan
keman ve Fransızca dersi olan özel bir okul olduğunu duymuş, hemen beni
devlet okulundan alıp Bizim Mektep adındaki bu okula yazdırdı. Hatırladığıma
göre okulun ücreti ayda 3 liraydı. Babam 30 lira aylık alıyordu.
Yunan
işgalinden kurtulmuş olan Bursa son derece pahalı idi.
Okulda kız erkek beraberdik ve kanımca
Türkiye’de bu şekilde eğitim veren ilk kurumdu. Okulu iki kardeş olan
Zehra (Budunç) ve Nazike
hanımlar açmış. Okul binası Mahkeme Hamamı’na yakın bir konaktı, bahçesi
vardı. Kışın sobalar yanardı. Fazla masraf olmasın diye odunlar sınıflara
hesaplı veriliyordu. Biz de paltolarımız altında odun kaçırırdık.
Karikaturist
Cemal Nadir resim
öğretmenimizdi. Fransızca öğretmeni
Işıklar Askeri Lisesi’nden gelirdi.
Coğrafya öğretmenimiz, ilk kadın milletvekillerinden Fakihe Öymen’in eşi
Edip Bey idi. Fakihe Hanım da öğretmen okulunda tarih hocam oldu. Keman
dersine Necati Bey geliyordu. Ders vardı ama kemanım yoktu. Bu kez çok
becerikli olan annem imdadıma yetişti. Şapka kanunu çıkmıştı. Kasket dikip
sattı, kazandığıyla bana keman aldı.
Zehra Hanım Bizim Mektep'de öğrencileriyle
Bizim Mektep altı sınıflıydı. Orayı
bitirince kızlar için başka okul olmadığından, Kız Muallim Mektebi’ne
sınavla girdim. Okulumuz şimdi
Kız Lisesi yapılan yerdeydi. Kalorifer yoktu.
Sınıflar sobayla ısıtılırdı. Yatakhaneler soğuktu. Üşüye üşüye yatardık.
Sabahleyin henüz yanmakta olan ve genellikle borularından dumanlar çıkan
sobanın etrafında gözlerimiz dumandan yanarak toplanır, titreşerek onun
ısınmasını beklerdik. Okulda banyo yoktu. On beş günde bir parti parti
Mahkeme Hamamı’na götürülürdük. Haftada bir kere de okulun çamaşırhanesinde
başımızı yıkamaya çalışırdık. Tüm bunlara rağmen yaşamımızdan çok memnunduk
çünkü bunları bulamayanlar da pek çoktu.
En büyük eğlencemiz 5 mayıslarda Geçit
denilen yere küçücük trenle şarkılar söyleyerek tıkır tıkır gitmemizdi.
Orada çeşitli oyunlar oynanır, yarışlar yapılırdı. Benim merakım da
bisiklete binmekti. Kira bisikletleri getirilirdi. Paramı yettiği kadar
binerdim. Okulda hazırlanan yemek paketleri büyük bir iştahla açılır, güle
oynaya yenirdi. Bütün kış, 5 mayısta havanın iyi olması için dua ederdik.
Bazen çisentili bir hava olur, idareciler götürmekte tereddüt ederse hep
birden, ne olursa olsun diye asılırdık onlara. Bir eğlencemiz de sinemaya
gitmekti. Hafta sonları evlerine çıkamayanlar sinemaya götürülürdü. O
zamanlar
Şafak Sineması vardı.
Bursa’da çocukluk anılarımdan biri de
‘Tezveren Sultan’ adlı bir yatırın evinde oturmamızdır. Evimizde söylenmezdi
ama şundan bundan işittiğim uydurma hikayelere göre çok korkardım bu
yatırdan. Hep kadın mezardan çıkacak zannederdim, ama hiç çıktığını da
görmedim!
Bursa’ya ilk geldiğimiz seneydi. Sokaktan
tabanca sesleri, gürültüler duyarak kapıya fırlamıştım. Meğer ay tutulmuş.
Mahalle halkı kimi tabanca atarak, kimi dualar ederek Ay’ı cinlerden
kurtarmaya çalışıyorlarmış. Ne cehalet değil mi?
Bir de bayramlarda Pınarbaşı eğlencelerini
unutamam. Şimdi hayatta olmayan büyük kardeşim Talat ile el ele oraya gider,
dönme dolaba, salıncaklara biner, çadırlarda yapılan gösterilere katılırdık.
İçinden Pınarbaşı suyu geçen bir küçük yapı vardı. Bir kısmı suyun üzerinde
olmak üzre sıralar dizilmişti içine. Bir de küçük perdesi vardı, Karagöz
oynatırlardı orada. Altımızdaki suya düşmekten korktuğumuz o sıralar
üstünde, onu izlemekten nasıl hoşlanırdık, anlatması güç.
Bursa Defteri, sayı 1:81-83'den kısaltarak
alınmıştır.