|
|
|
Ömer Tuncer
Sevgili Onat Ağabey,
Yokluğun yirmi yılı geçmiş!.. Senin yaşının
durmasından sonra, ben senin yaşına gelmiş, üstelik on yıl daha
yaşlanmışım...
İlginç... Hiç böyle düşünmemiştim...Önce seni tanımam, sonra tanışmam geliyor aklıma...
Sonra da bana, bize, bizim yaşımızdakilere kattıkların... Sinema...
Edebiyat... Şiir... İş arayıp, yardım istediğimizde hiç unutmadığım
sesin: "İnsan kendi işini kendi yaratır!.."
1966. Üniversiteye gidiyorum. Arkadaşlarımla
İstanbul'da bir bodrum katı buluyor, tutuyoruz. Rastlantı bu ya, Şişli'de
Kervan sinemasının bir sokak üstünde... E, o yıllarda Sinematek de gösterilerini Kervan
sinemasında yapıyor. Haftada birkaç akşam Kervan sinemasındaki gösterimleri
izlemeye başlıyoruz.
Bursa'da lise son sınıftayken, gazetelerden Türk
Sinematek'inin kurulduğunu, gösterimlere başladığını, senin "Sinematek
Yönetmeni" olduğunu okuyor, arada radyo haberlerinde ya da doğrudan seninle
yapılan söyleşilerde o davudî sesini duyuyorduk.
Yavaş yavaş seni de daha sık görmeye, tanımaya
başlıyorum.
Kiminin adını bildiğim, kiminin bilmediğim, şimdiye
değin sinemalarda izleme şansı bulamadığım bir sürü film izliyorum. Büyük
çoğunluğu bilmediğimiz yabancı dillerde... Sinemaya girdiğimizde dağıtılan üç-dört satırlık
özetleri okuyarak filmleri anlamaya çalışıyoruz...Gösterimlerden birinde filmi sunarken Henry
Langlois'nın bir sözünü yineliyorsun:
- "Sinematek seyircisi bir Hint filmini Çince
altyazılarla Rusya'da izleyebilen insandır!.."
Bursa'ya gidişlerimde, Halkevi'ndeki arkadaşlarıma,
Sinematek'i anlatıyorum:
"Biz de Bursa'da bir Sinema Derneği kurmalıyız!"
1967 yazı. Bir gün Halkevi'ne girerken, hemen
yandaki Milli Eğitim Müdürlüğüne senin girdiğini görüyorum!.. Gözlerime
inanamıyorum: "Bursa'da bir Onat Kutlar!.."
Alla alla!..
Sesleniyorum:
- "Onat Bey!.. Onat Bey!.."
Dönüp bakıyorsun... Koşarak yanına geliyorum...
-"Onat Bey, ne işiniz var burada?"
-"Sizi Sinematek'ten tanıyorum" diyorum. "Biz de
Bursa'da bir Sinema Derneği kurmak istiyoruz."
- "Askerliğimi öğretmen olarak yapmak üzere Bursa'ya
atandım" diyorsun. "Milli Eğitim Müdürlüğüne gidip işlemlerimi yaptırayım,
sonra gelirim, konuşuruz."
- "Tamam, bekliyorum" diyorum...
İşlemlerin bitince Halkevi'ne geliyorsun...
Arkadaşlarımla tanıştırıyorum, hep birlikte konuşuyoruz... Karacabey ilçesi,
Dağkadı köyü ilkokuluna atanmışsın.
Ama ana konumuz, Türkiye'de, pek çok yerde
kurulmakta olan Sinema Dernekleri. Daha da heyecanlanıyoruz. Hiç çare yok, bu derneği
kuracağız!.. Sinematek de bize yardım edecek, haftada bir film yollayacak!..
Dağkadı köyüne taşınmak üzere İstanbul'a
dönüyorsun... Bu arada biz de hızla derneğin kuruluş işlemlerini
sürdürüyoruz.
Köyde öğretmen lojmanına yerleşiyorsun. Biz de
Halkevi'mizin yönetim kurulu üyesi sevgili Ekrem Azman'la birlikte zaman
zaman sana geliyoruz. Hem seni görüyor, hem Bursa Sinema Derneği'nin
kuruluşu konusunda konuşuyoruz.
Derslerine giriyoruz. Elimdeki Lubitel marka Rus
malı makinayla ders anlarken bir fotoğrafını çekiyorum.
Lojmanında bize yemek yapıyorsun. Bir fotoğrafını da
burada çekiyorum.
Lojman dediğim kerpiç bir köy evi. Okul derme çatma bir yapı...
Bursa Sinema Derneği, 1967 güzüne yetişiyor.
Gösterimleri Bursa'nın ünlü Saray Sineması'nda yapacağız.
Açılış filmimize seninle birlikte karar veriyoruz.
İsveç sinemasından ödüllü bir film: Henning Carlsen'in Knut Hamsun'dan
uyarladığı "Açlık"! Bütün Bursa'ya ilan ediyoruz: "Açılışı Sinematek'in
yönetmeni Onat Kutlar yapacak!.." Üstelik bu ilk gösterimde giriş için üyelik, para
falan da gerekmiyor.
Gösterim saati geliyor. Sinema tıklım tıklım. İğne
atsan yere düşmüyor. İlginin nedeni, filmden çok, senin gösterimde bulunacak
olman. 1960'lar, Kemalist aydınlanmanın izlerinin henüz
yitirilmediği yıllar. Hem "İkinci Yeni"nin en önemli yazarlarından olman,
hem Sinematek'in yönetmeni olarak senden gazetelerde, radyolarda söz
ediliyor olması Bursa'lıları salona doldurmuştu.
Dağkadı köyü uzak bir yer değil, Çanakkale yolu
üzerinde, Karacabey'in bir köyü. Derslerinden sonra iki saatin olacak,
kolayca gelirsin diye, birlikte hesaplamıştık...
Gösterime yarım saat var, yoksun. Çok daha erken
gelirsin diye umuyorduk. 20 dakika kaldı... Yoksun!..
15 dakika kaldı yoksun... 10 dakika... yok... yok... yok...
Rezil olmuştuk. Geleceksin diye bunca insanı
toplamıştık. Salonda yer kalmamış, daha sonra gelenler yalnızca senin açış
konuşmanı izlemek için ayakta beklemeye başlamıştı. Artık kapının önünde bekliyorduk!
Beş dakika kala köşeden alı al, moru mor gözüktün.
Elin yüzün karalar içindeydi. Koşarak geldin:
- "Ne bu halin Onat ağabey? Ne oldu?"
- "Sonra anlatırım!" dedin, "bana bir lavabo
gösterin!.."
- "Beni konuşturma! Konuşacak halde değilim!"
- "Onat ağabey, olanaksız!.. Bu insanlar senin için
geldi; konuşmanı bekliyorlar!.."
Elini yüzünü yıkadın. Tam saatinde, neredeyse seni
sırtından iterek insanların karşısına çıkardık!.. Her zamanki gibi, son
derece düzgün bir konuşmayla sinemayı, sinema derneklerinin işlevini, neden
önemli olduklarını anlattın, filmin sunuşunu yaptın.
Ardından yine her zamanki gibi, en ön sıraya oturdun, "Açlık" filmini
Bursa'lılarla birlikte kim bilir kaçıncı kez sonuna değin izledin!
Sonradan anlattın: Dersinin bitiminden sonra, ana
yola çıkıp araç beklemeye başlamışsın. Uzun beklemene karşın kimse seni
almamış. Bir traktörle Karacabey'e gelmişsin. Oradan bir köy minibüsü ile
bir köye kadar, ardından da bir kömür kamyonunun üstünde Bursa'ya
ulaşmışsın...
Sevgili Onat ağabey... Nasıl unuturum? Filmden sonra
Halkevli arkadaşlarımla birlikte gidip bir şeyler yediğimizi, ardından bizde
kaldığını... O yıllarda İstanbul'a giden gemiye Yalova'dan binildiğini, bu
yolculuğa seni yetiştirmek için gün doğmadan bütün acemiliğime (ve söz
aramızda, ehliyetsizliğime) karşın babamın arabasının anahtarını alıp seni
otöbüs garajına kadar götürdüğümü?..
Nasıl unuturum, sevgili Ekrem Azman'la birlikte
Dağkadı köyüne gelişlerimizden birinde, Manyas Gölü'nde, o yıllarda henüz
yaygın olarak tanınmayan "Kuş Cenneti"ne bizi götürüşünü... Oralı bir köylü olan Kuş Cenneti bekçisi Ali
Kızılay'ın kayığıyla, ağaçlardaki kuş yuvalarının arasında bizi gezdirişini. Senin:
- "Kuşları boş verin, bekçiye dikkat edin..."
deyişini...
Gerçekten de kafasında kasketiyle, kasık çizmeleriyle
tam bir köylü görünümündeki bekçinin bizim ilgimizi çeken her kuşun Latince
adını söyleyerek bizi şaşırttığını ...
Nasıl unuturum, Türkiye'de pek çok yerde kurulan
sinema derneklerine, gereğinde sırtında film çuvalları taşıyarak verdiğin
desteği, Türkiye'de ilk kez çıkan ve gerçek bir sinema dergisi olan "Yeni
Sinema"yı arkadaşlarınla birlikte çıkarmış olmanı...
Nasıl unuturum, adlarını duyup, filmlerini
izlediğimiz pek çok sinema insanını Türkiye'ye davet ederek, yaptığın
söyleşileri... Agnes Varda aklımda, Pier Paolo Pasolini, Alain Robbe Grillet
aklımda... Bulgar yönetmen Vulo Radev canlandırma yönetmeni Todor Dinov
söyleşileri, filmleri aklımda...
Yeşilçam'ın, yazıların nedeniyle seni düşman
görmesine karşın sürdürdüğün yapıcı eleştirilerini... Sinematek üyesi 2000
kişinin oluşturduğu potansiyelin Türk sinemasını nasıl değiştirdiğini, yeni
genç yönetmenlerin bu ortam içinde yetiştiğini nasıl unuturum...
Benim de içinde bulunduğum, çoğu öğrenci "Genç
Sinema"cıların bir dergi çevresinde, bu ortam içinde ortaya çıktığını...
Dergiye Sinematek gönüllüleri olarak bütün gücünüzle verdiğiniz desteği...
Bursa Sinema Derneği, önce belediye tarafından
engellenmeye çalışıldı. Nedenini anlayamıyorduk. Sonra bir gece yarısı, MİT
görevlisi olduğunu söyleyen biri Saray Sineması işletmecisinin evine gelerek
bizim derneğimize artık salonunu vermemesini istemiş. Salonsuz kalmıştık.
Direnmeliydik!.. Eski, kötü, artık kullanılmayan, taşınabilir bir gösterici
bulduk. Halkevi salonunda o yılın gösterilerini sürdürmeyi başardık.
Üyelerimiz de direniyor, salonun içindeki gösterici sesine karşın ısrarla
filmleri izlemeye geliyordu!
Sonra kapanmak zorunda kaldık!..
Engellemeler sırasında bize verdiğin desteği de
unutamam. Yeni Sinema dergisine yazdığın yazılar, koyduğun haberler. Başka
dergilere ve gazetelere Bursa Sinema Derneği ile ilgili verdiğin bilgiler,
ropörtajlar...
Daha sonrası da var... Nasıl unutulursun Onat
Ağabey?!. Sinematek'den sonra İstanbul Film Günleri/Festivali'ne
katkıların... Öykülerin, senaryoların, şiirlerin, denemelerin, kitapların...
Yapımcılığını üstlendiğin filmler...
Bu ülkenin sinemasında unutulmuş kahraman olarak
kalmayacaksın Onat Ağabey. Seni unutmak, Türkiye'de edebiyatı,
sinemayı da unutmak olurdu!..
Yürek dolusu sevgilerimle...
Kaynak: Onat Kutlar'a Mektup Var, (haz.) Hülya Uçansu, Doğan Kitap,
2016
|