Andre Gide ve Evvel Zaman İçinde Bursa

Edebiyatımızda Bursa

Bursa'daki Fransızlar



Andre Gide
(1869- 1951) Fransız yazar





   

                                   

                                                                                                                                         Afşin Selim

Günlük”, bir diğer adıyla “Journal”, Fransız yazar Andre Gide’in, 1889 ile 1918 seneleri arasında aldığı notlardan ibaret… Fuat Pekin tarafından çevrilen kitap, Milli Eğitim Basımevi tarafından, 1963 senesinde yayımlanmış. Modern Fransız Edebiyatı serisinden… Gide, günlüklerinin büyük bir bölümünü yaktığını ayrıca hatırlatıyor. Günlük’te, Türkiye’den yalnızca Bursa’ya yer verilmiş.

 

(“Dinlenme, aydınlığa dalma, denge yeri, kutsal gökmavisi, kırışıksız gökmavisi, zihnin yetkin

sağlığına kavuştuğu yer... Enfes bir tanrı yerleşmiş senin içine ey cami. Sivri kemerin silmesinin

ortasında ve onu kırarak, bu çakışma ve sevgi yerinde rahatlayan, çatışmaya ara verip dinlenmeye

maruz kalan iki eğrinin tam kesişmeleri gereken bu gizli, etkin yerde insanlara öğüt veren bu yassı

taşın manevi asılışını sağlayan o tanrıdır. Ey ince gülümseyiş! Parçaları ince ayarlı kemer!

Karşılarında ne kadar da rahatça kuruluyorsun zihnimin narinliği! Uzun süre bu kutsal mekanda

derin derin düşündüm ve sonunda anladım ki ibadetimizi bekleyen kusur bulma tanrısı buradadır ve

bizi arınmaya çağırmaktadır.”

                                                        Fransızca aslından çeviren Ali AKTOGU


   İlgili içerikte, Gide, “Türk Marşı”(La Marche Turque) başlığı altında, izlenimlerini birkaç sayfa üzerinden aktarıyor. I. Murat ve Yeşil Külliye’lerinin, bir de İznik ilçesinin, Gide’i etkilediği görülmekte… Girizgâhı I. Murat Camii ve civarıyla yapıyor: “Her yerde bir durgunluk, sessizlik. Hava, tarife sığmaz bir berraklıkta; gökyüzü düşüncem gibi aydın. N’olur! Her şeye yeniden başlamak ve yeni zahmetlere katlanmak! Heyecanın bir süt gibi süzüldüğü hücrelerde bu nefis yumuşaklığı bayıla bayıla duymak. Derin bahçeleriyle nazlı bir gül, sâfiyet gülü olan Bursa, gençliğimin seni görememiş, tanımamış olması nasıl mümkün oluyor? Daha şimdiden bende yaşayan bir anı mıdır? Bu camiinin küçük avlusunda oturan gerçekten ben miyim? Nefes alan ben miyim? Ve seni seven ben miyim? Yoksa seni sevdiğimi mi hayal ettim? Eğer gerçekten ben olsaydım, bu kadar yakınımdan uçar mıydı, bu kırlangıç?”

   Gide’in, tarifi meşakkatli hislere garkolduğu görülüyor. Devrin Bursa’sı durgun ve sessiz… Belki de, sıfırdan başlayabilmek hevesinin temizliğiyle; kuşkularının aklen ve kalben yıpratıcılığından sıyrılmayı arzuluyor.

Çarşı’da…
   Bursa’ya gelmiş ve çarşıya çıkmış bir turist için, dahası ne olabilir: Porselen kâse, ipek atkı… “Şark gömlekleri” ve “Türk papuçları”. Fakat alışverişine eski ve küçük bir porselen kâseyle başlayan Gide, ipek atkılardan pek hoşnut olmamış gibi… Çarşı gezisi esnasında içine düştüğü doğu romantizminin ise yabancısı sayılmayız.

Yeşil’de…
   Gide için teknik bilgilerden ziyade mühim olan, mekândan yansıyan huzurun ta kendisi… Yeşil, kendisi için âdeta bir terapi merkezi. Cami’ye, “nefis bir Tanrı’nın mekânı” olarak hitap etmesi ve iç âlemine yönelmesi bu çerçevede değerlendirilebilir: “Bir dinlenme, berraklık, denge yeri, kutsal bir gök mavisi, kırışığı buruşuğu olmayan bir mavi; mükemmel bir zihin sağlığı… Bu kutsal yerde uzun müddet murakabeye daldım. Kendi iç âlemime baktım ve nihayet Tanrı’nın ibadet için bizi burada beklettiğini ve bizi duruluğa çağırdığını anladım.”
         Uludağ’da…
   “Saat dokuza doğru sis kayboldu, sonra dağı geçince aralıklandı, arkamızda karlı Uludağ’ı görebildik.” Gide, havanın ve suyun, yeşilliğin ve kuşların tesirini atlatmış değil… Uludağ vesilesiyle değindiği kuş bahsinde, “Türkler dinî bir inançla onları koruyorlar” tespiti, özellikle Osmanlı’daki kuş hassasiyetini, Gide’in işitmiş olabileceği ihtimalini getiriyor akla…

Bursa’ya veda: İznik yolu…
    Gide; suyu, yeşili, gölgesi kımıldayan o ihtişamlı çınarı ve kırlangıçları bırakarak ardından, veda ediyor Bursa’ya… “Hava garip bir surette ılıktı; bulut halinde yusufçuklar, batan güneşin kızıl ışınlarında uçuşuyordu. Havanın kararmış olmasına rağmen sağımızda hiçbir yıldız görünmüyordu; bu tutuşan gökyüzünde, tek başına, zührenin şimdiden bu kadar parlamasına şaşırıyorduk…”

                                                                                                                    Kaynak: Şehir gazetesi (2.12.2012)