Afşin Selim
Günlük”, bir diğer adıyla “Journal”, Fransız yazar
Andre Gide’in, 1889 ile 1918 seneleri arasında aldığı notlardan ibaret… Fuat
Pekin tarafından çevrilen kitap, Milli Eğitim Basımevi tarafından, 1963
senesinde yayımlanmış. Modern Fransız Edebiyatı serisinden… Gide,
günlüklerinin büyük bir bölümünü yaktığını ayrıca hatırlatıyor. Günlük’te,
Türkiye’den yalnızca Bursa’ya yer verilmiş.
(“Dinlenme, aydınlığa
dalma, denge yeri, kutsal gökmavisi, kırışıksız gökmavisi, zihnin yetkin
sağlığına kavuştuğu yer...
Enfes bir tanrı yerleşmiş senin içine ey cami. Sivri kemerin silmesinin
ortasında ve onu kırarak,
bu çakışma ve sevgi yerinde rahatlayan, çatışmaya ara verip dinlenmeye
maruz kalan iki eğrinin tam
kesişmeleri gereken bu gizli, etkin yerde insanlara öğüt veren bu yassı
taşın manevi asılışını
sağlayan o tanrıdır. Ey ince gülümseyiş! Parçaları ince ayarlı kemer!
Karşılarında ne kadar da
rahatça kuruluyorsun zihnimin narinliği! Uzun süre bu kutsal mekanda
derin derin düşündüm ve
sonunda anladım ki ibadetimizi bekleyen kusur bulma tanrısı buradadır ve
bizi arınmaya
çağırmaktadır.”
Fransızca aslından çeviren
Ali AKTOGU
İlgili
içerikte, Gide, “Türk Marşı”(La Marche Turque) başlığı altında,
izlenimlerini birkaç sayfa üzerinden aktarıyor. I. Murat ve Yeşil
Külliye’lerinin, bir de İznik ilçesinin, Gide’i etkilediği görülmekte…
Girizgâhı I. Murat Camii ve civarıyla yapıyor: “Her yerde bir durgunluk,
sessizlik. Hava, tarife sığmaz bir berraklıkta; gökyüzü düşüncem gibi aydın.
N’olur! Her şeye yeniden başlamak ve yeni zahmetlere katlanmak! Heyecanın
bir süt gibi süzüldüğü hücrelerde bu nefis yumuşaklığı bayıla bayıla duymak.
Derin bahçeleriyle nazlı bir gül, sâfiyet gülü olan Bursa, gençliğimin seni
görememiş, tanımamış olması nasıl mümkün oluyor? Daha şimdiden bende yaşayan
bir anı mıdır? Bu camiinin küçük avlusunda oturan gerçekten ben miyim? Nefes
alan ben miyim? Ve seni seven ben miyim? Yoksa seni sevdiğimi mi hayal
ettim? Eğer gerçekten ben olsaydım, bu kadar yakınımdan uçar mıydı, bu
kırlangıç?”
Gide’in, tarifi meşakkatli hislere
garkolduğu görülüyor. Devrin Bursa’sı durgun ve sessiz… Belki de, sıfırdan
başlayabilmek hevesinin temizliğiyle; kuşkularının aklen ve kalben
yıpratıcılığından sıyrılmayı arzuluyor.
Çarşı’da…
Bursa’ya gelmiş ve çarşıya çıkmış bir turist için, dahası ne olabilir:
Porselen kâse, ipek atkı… “Şark gömlekleri” ve “Türk papuçları”. Fakat
alışverişine eski ve küçük bir porselen kâseyle başlayan Gide, ipek
atkılardan pek hoşnut olmamış gibi… Çarşı gezisi esnasında içine düştüğü
doğu romantizminin ise yabancısı sayılmayız.
Yeşil’de…
Gide için teknik
bilgilerden ziyade mühim olan, mekândan yansıyan huzurun ta kendisi… Yeşil,
kendisi için âdeta bir terapi merkezi. Cami’ye, “nefis bir Tanrı’nın mekânı”
olarak hitap etmesi ve iç âlemine yönelmesi bu çerçevede
değerlendirilebilir: “Bir dinlenme, berraklık, denge yeri, kutsal bir gök
mavisi, kırışığı buruşuğu olmayan bir mavi; mükemmel bir zihin sağlığı… Bu
kutsal yerde uzun müddet murakabeye daldım. Kendi iç âlemime baktım ve
nihayet Tanrı’nın ibadet için bizi burada beklettiğini ve bizi duruluğa
çağırdığını anladım.”
Uludağ’da…
“Saat dokuza doğru
sis kayboldu, sonra dağı geçince aralıklandı, arkamızda karlı Uludağ’ı
görebildik.” Gide, havanın ve suyun, yeşilliğin ve kuşların tesirini
atlatmış değil… Uludağ vesilesiyle değindiği kuş bahsinde, “Türkler dinî bir
inançla onları koruyorlar” tespiti, özellikle Osmanlı’daki kuş
hassasiyetini, Gide’in işitmiş olabileceği ihtimalini getiriyor akla…
Bursa’ya veda: İznik yolu…
Gide; suyu, yeşili, gölgesi kımıldayan o ihtişamlı çınarı ve kırlangıçları
bırakarak ardından, veda ediyor Bursa’ya… “Hava garip bir surette ılıktı;
bulut halinde yusufçuklar, batan güneşin kızıl ışınlarında uçuşuyordu.
Havanın kararmış olmasına rağmen sağımızda hiçbir yıldız görünmüyordu; bu
tutuşan gökyüzünde, tek başına, zührenin şimdiden bu kadar parlamasına
şaşırıyorduk…”
Kaynak: Şehir gazetesi (2.12.2012)