|
|
Ali Aksoy
Önce Bursa Çağdaş Gazeteciler cemiyeti dergisi için
1992'de yazdığım ancak yayımlanmayan (25 Ocak 1992) bir yazıma yer veriyorum. Başlık : "Bursa Basınına Hariçten Gazel"
Anayasada yapılacak değişiklikle özel televizyonların yayına başlayacak
olması, Bursa basınını yeni bir krizin eşiğine getirdi. Özel televizyonların
yetenekli birkaç gazeteciyi transfer etmesi, gazetelerin zaten zayıf olan
içeriğine tuz biber ekecek. Konuyu biraz geriden almalı.
Bursa basınında temel kavşak 11 eylül 1974’te Bursa Hakimiyet’in yayıma
başlamasıdır. Yeni Ant ve Bursa’nın Sesi gazeteleri CHP ve merkez solu
arkalarken Hakimiyet ismini ön takıyla kullanan diğer gazeteler sağ
politikaları desteklemişti. Bursa Hakimiyet’in çıkışıyla il basınına
yıllardır egemen olan gazetecilik geleneği yıkıldı. Yerel özelliği ağır
basan ilkeler bir yana bırakılarak Bursa basını artık yabancı ilkelere
teslim oldu. Çünkü bursa Hakimiyet’in temelinde ve arkasında kökü dışarıda
olan Günaydın gazetesi vardı. Ve Günaydın kendi şablonunu Bursa’ya giydirdi.
Soralım, nasıl bir gazetedir Günaydın, şablonu nedir? Bu
sorulara en doğru yanıtı Ana Britannica veriyor: Günaydın, batı’da bulvar
gazetesi olarak bilinen çok renkli, ofset baskılı gazete türünün
Türkiye’deki öncüsü sayılır. Birinci sayfada büyük fotoğraflara ağırlık
verir, haberlerin başlık ve spotlarıyla yetinir. Günaydın bu tarzıyla kısa
sürede yüksek tiraja ulaştı. Magazin haberlerini büyüterek, okurun siyasi
iktidara karşı hoşnutsuzluğunu işleyerek bu tirajı korudu.
Ne var ki Günaydın okuru adeta “gazete bakıcısına” dönüştürdü. Kısa
haberlerle yetinen, yorumlara ve yazarlara değil, fotoğraflarına tiryaki
olan, vefasız, lümpen ve kuponcu okur tipi oluştu.
Günaydın’ın yarattığı beğeni kalıbı kendi başına bela oldu. Bu ekolden gelen
gazeteci kuşağı yeni teknikler ve sentezlerle Günaydın’ı geçtiler. O güne
kadar sadece Günaydın’ın yediği pastaya Sabah, Meydan, Tan, Bugün, Duvar
gazeteleri ortak oldular. Ah ne olurdu, Günaydın’ın dramı bizim Saruhan
Ayber’in başına patlamasaydı! Dönelim Bursa’ya. 1974
yazında Bursalı bir ortakla ilimizde gazete çıkarmaya karar veren Günaydın,
Bursa Hakimiyet’in başına Saruhan Ayber’i getirdi. Saruhan Ayber Bursalı
değildir. Bu saptama bizce çok önemli. İstanbul doğumlu Ayber’in dünyasında
Bursa yoktur. Gerçi işinin ehlidir, profesyonel bir gazetecidir ama Bursa’ya
iş icabı getirilmiştir. On yıldan
fazla süredir yaşadığı Bursa’da Ayber’in yayım politikasına halkın çıkarları
değil, Günaydın gazetesini çıkarları egemen olmuştur. Yönettiği dönem
boyunca Bursa Hakimiyet’in içeriğini Bursa’nın tarihi, kültürü, güncel
sorunları ve çözüm önerileri doldurmuş değildir. Yani 300 bin nüfuslu
Bursa’da yerel gazetelerin gelirine Günaydın adeta ortakçı olmuştur. Kimi
gazeteciler Ayber’in diline pelesenk ettiği “en iyi münderecat (içindekiler)
ilandır” sözünü hiç unutmuyorlar.
Bursa Hakimiyet tam bir Günaydın benzeridir. Renkli ofset, ön sayfada
fotoğraflar ağır basıyor. Haberler kısacık, bol magazin, çok çok spor.
Vilayet, adliye, belediye ve polis muhabirlerinin 3-5 satırlık ve tercihen
fotoğraflı haberleri, ilçelerden gelen ve Ankara'dan ajanslarca geçilen
haberlerle bir araya getirilir ve basılır.
Bursa Hakimiyet’in 1976 sonrasındaki içeriğine tanığım. Bursa, Adalet
Partisi’nin kalesi olduğundan gazete, Günaydın gibi, Demirel’i eleştiren,
halkın siyasi hoşnutsuzluğuna yer veren bir kimlik hiç kazanmadı. Tersine,
“ne şiş yansın ne kebap” mantığıyla zülfüyare asla dokunmayan bir tutum
sergiledi. Özetle Bursa Hakimiyet, Saruhan Ayber'in yönetiminde yayım kalitesi ve içerik olarak hep “kolay gazete” oldu.
Uzun zahmetlerle kotarılmış yazılar, araştırma dizileri, cesur çıkışlar ve
yerel basın tarihine geçen kalıcı 'yapıtlar' hiç çıkmadı
ortaya.
Mümin Gençoğlu’nun 1982’te Hakimiyet’i çıkartması, Bursa Hakimiyet’i olumsuz
etkiledi. Hakimiyet’in yayın yönetmenliğine Bursa’yı çok iyi bilen bir
Bursalı getirilmişti. Engin Özpınar gençliğinde solculukla dirsek teması
yaptığı gibi felsefe, sosyoloji, tiyatro ile yoğrulmuş bir kişiydi.
Yönetimindeki Hakimiyet, Bursa hakimiyet’ten daha dolu içerikle çıktı hep.
1982’de Hakimiyet çıkınca ertesi yıl Bursa Hakimiyet hele şükür yararlı bir
işe soyundu: Bursa Ansiklopedisi hazırlayıp okuyucularına kuponla vermek!
Nedir ki işin parasal boyutunu gazetenin kendisi değil Akbank
karşılayacaktır. Ansiklopediyi gazetede oluşturulacak ekiple çıkarmanın zor
olduğu anlaşılınca görev kentin tarihi ve toplumsal yapısını iyi bilen
Yılmaz Akkılıç’a verildi.
1987 yılı
yerel basın için yine önemli bir kavşak oldu. Bursa Hakimiyet’i Celal Sönmez
devraldı. Yine o aşamada Bursa’nın ikinci büyük iş adamı Cavit Çağlar da
yeni bir gazete hazırlığına başladı. Onun çıkardığı gazetede Aybar ekolünden
gelen genç gazetecilerin çoğunlukta olduğunu görürüz. Ne var ki Olay, gerek
yapılanmasında gerekse ilkelerini saptarken bilinen ekole aynen bağlı
kalmadı. Daha değişik, yeni bir senteze ulaştı. Bu sentez, Ayber çizgisini
aşacaktır. Sağladığı başarı, olayın tirajına, etkinliğine, prestijine
yansıdı. Bir noktadan sonra olay geldiği düzeyle yetindi, kendini tekrara
başladı. Peki sentezindeki başarı neydi? Mazisinde solculuk olan birkaç
muhabiri ve iki köşe yazarını (Belkıs Önal, Yılmaz Akkılıç) saflarına
kazanmasıydı. Yani Olay daha çıkarken kendi içinde DYP_SHP koalisyonu
yaparak çıktı. Muhalefet yaparak geniş bir siyasi yelpazaye oturdu. Magazin
ve spor okurlarıyla vefasız kuponcular işin kreması oldu.
Celal Sönmez’in Bursa Hakimiyet’i ilk bir yıl sıkıntılar yaşadı. Saruhan Bey
artık İzmir’de idi. Apansız yaşanan eleman kırımı sonrası gazetenin başına
gelen bir “triumvira” ile iş yürüyemezdi. “Dünyasında Bursa olmayan
kişilerle Bursa’da gazetecilik yapılamaz” sözümde zaman beni haklı çıkardı.
Bugün 1991’de Bursa Hakimiyet’e soğukkanlılıkla baktığımızda şunu görüyoruz:
gazete Ayber ekolü çizgisini aynen sürdürüyor. Yetenekli birkaç genç kalemin
çabaları gazetenin niteliğini yeni, farklı ve başarılı kılmaya yetmiyor.
Yerel basındaki rekabette bir gazetenin yaptığını diğer gazetenin aynın
yapması ilginçtir. Özellikle Olay- Bursa Hakimiyet çekişmesinde bu açıkça
görülür: Olay’ın yaptıklarını kısa süre sonra Bursa Hakimiyet yapar. Örneğin
Olay iki yıl önce Yenigün’ü çıkardı. Bir süre sonra Bursa Hakimiyet
ekspres’i çıkardı. Yenigün günlük gazete olmaktan çıkıp Olay’ın Pazar günü
dergisi olunca, bursa Hakimiyet’in magazin eki Yaşayan Bursa Pazar dergisine
dönüştü. Yenigün’ün içeriğinde kültür sanat ağır basınca peşinden Ekspres
de. Aylık da olsa, Ekspres Sanat dergisini çıkarttı. Yorumu varın siz yapın.
İnsanı üzen başka bir konu. 1987’den sonra Bursa “küçük Babıali” olup
gazeteci sayısı artınca bu kişiler meslek örgütüne üye olmak istediler.
Fakat Bursa Gazeteciler Cemiyeti genç gazetecilerin hepsine kapılarını
açmaya ürktü. Kimi "solcu" gazetecilerden korktu mu nedir? Bu tutucu anlayış
Bursa Çağdaş Gazeteciler Cemiyeti’nin kurulmasını zorunlu kıldı.
Sürekli tırnak içinde verdiğimiz
"solculuktan" kastımız şudur: Türkiye'de biraz basite indirgeyip
genellemeler yapaska, asıl solcu olması gereken işçiler solcu değil de,
onların yerine öğrenciliğinde kitaplarla fazla haşır neşir olmuş, orta sınıf
çocukları solcu oldular.
Bizim kasttetiğimiz boyutu işin kültürel
yönüdür. Geçmişte ülkenin az gelişmişliğine içerleyen ve geleneksel orta
sağın donanımsız ve doğulu yüzünü beğenmeyen aydınlar, darbeler sonrası
dönemlerde yaşanan ansiklopedi patlamasına bilgi ve birikimleriyle kaynaklık
ettikleri gibi, kalemleri ile de ülke basınına uyum sağlamakta yarar
görmüşlerdir. İşte istanbul basınının ünlü köşe yazarları, muhabirleri...
İslamcı sağ basın dışında, geleneksel orta sağ
basını önce Son Havadis, sonra Tercüman temsil etmiş, bu gazete yazarlarının
"daha sağcı" olanları Türkiye gazetesine geçince Tercüman çökmüştür. Ve
şurası çok ilginç: Türk seçmeni diğer tüm gazetelerin "eski solcu"
yazarlarının yorumlarını okuya okuya oylarını, kimliği sağ ama sağcıyız
diyemeyen, tersine "söylemi sol" bir partiye vermiştir. Bu parti DYP'dir.
Yerel basına dönüyoruz. Bursa basını sol kültürü
özümsemiş, kendini partisel çıkarlardan arındırmış, kentin ve halkın
sorunlarını bilen, hoşgörülü, elinden yazı işi gelen kişileri bulup
sayfalarına kazandırmalıdır.
Yerel basında gördüğümüz eksikler ve önerilerimize sıra geldi. Haberler
geleneksel ve rutin düzeyde kalıyor. Siyasi haberler dışındaki haberleri
muhabirler mesleğe ilk girdiklerinde sanki klişe yapmış, yıllardır
kullanıyorlar. Öyle ki sadece katilin ismi, ölenin ismi, kazaya karışan
arabaların plakaları, olay yeri ve tarih değişiyor. Bu durum mesleği çok
kolay yapılır gösterdiğinden Orta 2 veya lise 1 terkli gençler muhabirliğe
soyunabiliyor. Haber muhabirlerinin
düzeyi zayıf. Kimi ilçe muhabirleri durumu idare ediyor. Örneğin gazetelerin
Orhangazi muhabirlerinin hiçbiri bu ilçeyi Keramet köyü altındaki ılıcayı,
çevrede yarım metre kar varken yüzen insanları fotoğraflayıp haber yapmayı
düşünmez. Böyle bir haber belki bir yatırımcını dikkatini çekecek ve bir
yatırım yapacak. Yani haber dediğin bir işe yaramalı…
Bursa'da az sayıda köşe yazarından her gün ayrı bir makale beklenmesi köşe yazarlarını
monotonluğa düşürmektedir. Kırk yıldır yazdıkları yazıları kırk sayfa ile
kitaplaştırmayan kimi yazarların görevi sadece “dolgu malzemesi” olmaktır.
Nüfusu bir milyona dayanan kentte, nüfusun üç yüz bin olduğu yıllardaki gibi
okuyucu mektuplarına yer verilmez. Oysa ulusal gazetelerde kimi Bursalıların
çok ilginç, güzel yazılarına rastlıyoruz. Yayın yönetmenlerinin konuk
yazarlara yer vermek, okuyucuya değişik “yazı tatları” kazandırmak gibi bir
çabası yok. Bir başka çok önemli eksiklik, ciddi
araştırma yazı dizileri olmaması. Kapısında “araştırmacı-yazar” sıfatı
taşıyan bir tek Yılmaz Akkılıç var ki o da geçmişte yaptığı bazı
araştırmaların üzerine yatmıştır artık. Mazideki Bursalı olmayan
yöneticileri mazur görmek mümkündür. Oysa bu ilin yetiştirdiği gazeteciler
Bursa’nın sorunlarını didik didik etmekle yükümlüdür. Hep söylerim: gazete
koleksiyonları içinde Kozabirlik, Marmarabirlik dosyaları yoktur. Bursa’nın
dağını, denizini, ovasını gördüğümüzden başka gözle görüp aktaracak dizilere
hasretiz. İl sınırlarında yaşayıp eli kalem tutan, sorunları gören,
önerileri olan okuyuculara bir forum ayrılıp halkla daha sıcak bağ
kurulmalı. Bursa halkını masada oturup poz veren magazin malzemesine
indirgemek yanlıştır. Sadece
Ankara’daki parti kurultaylarına muhabir göndermek yetmez. Neden şu anda
Orta Asya’daki Türk cumhuriyetlerinde, Makedonya’da muhabirler olmasın? Yazı
dizileri. Haberler her gün çıkmasın? Yerel düzeyde ıskalanan kimi konular
var. Örneğin politikaya küsen Abdülkadir Cenkçiler'in dünyası ve gölemleri
nedir? Demirel'de gözlenen değişimlerden sonra da Mustafakemalpaşa'daki bir
Ali Elverdi'yi bulup konuşturmak ilginç olur sanırım.
Özetle: Bursa basının temel sorunu farklı okuyucu kesimlerine yönelik farklı
gazeteler yaratamamak. Yerel nabzı iyi tanıyıp bağ kuramamak. On beş yirmi
yıl önceki ekolün etkisinden kurtulamayanların yanında, kısmen
kurtulmuşların bilinçsiz rahatlığı. * * *
Şimdi bu yazımdan sonra geçen beş yılın öyküsüne gelelim. 2000 yılına iki
kala il genelinde nüfusu üç milyonu bulan Bursa’da yerel basının günlük
tirajı otuz bin. Hani ne derler. Yeme de yanında yat! Oran? Yüzde bir! Sorun
elbette yerele özgü olmayıp tüm Türk basınının sorunu. Fakat okuyuculara
“promosyon” gibi cici bir ad altında, gazeteyi almaları için düpedüz rüşvet
verilirse, tirajlar o rüşvet kampanyası boyunca kıpırdıyor, promosyon
bitince tepetaklak aşağı gidiyor. Okuyuculara Schlafgut (Almanca iyi uyu)
çarşafı verirseniz okuyucular uyur ve gazete almaya gerek duymazlar. Bu
halkı politikacılar uyutuyor, tarikatçılar uyutuyor da basın niye uyutmasın
ki? Son beş yıla bakarsak farklı bir
şey yok. Sadece köşe yazarlarının sayısı arttı. Laz fıkralı, karikatürlü,
yerel politikacılara takılmalı ve “günün sözü” buluşlu! Kokteyl köşeler
çoğaldı. Magazin sayfalarında yine oturuşuyla “derin frikik” veren genç ve
güzel hanımlara rağbet edilmekte. Olay’da yayım yönetmeni Engin Özpınar’ın
oturttuğu çizgiyi bu kez Erol Bilenser yönetimi sürdürüyor. Bursa 2000’in
yayım yönetmenliğine yine Saruhan Ayber getirildi. Gazete kendi ekolünü
korumakla birlikte, gençliğinde sol görüşlü olmuş kişileri bünyesine
katmakta. Bu nokta beş yıl önce eleştirdiğimiz bir yöndü. Eksikliğini
eleştirdiğimiz Bursalı aydın ve okuyuculardan yazı derleme işine “Düşünce
Koridorları” ile artık yer verilmekte. Bursa haber gazetesine gelince: en
ağır topu Levent Gencelli’nin çabaları, çevreci tutumlarının güzelliği
dışında, “futbol özürlü” bir yönetim mantığıyla, “Ne ka gazete o ka tiraj”!
Bursa basınında hala bir sendikalılaşma arayışı yok.
Türk basını treni şu noktada kaçırdı: çok partiye
geçişle birlikte devletin terk ettiği "çağdaş toplum- çağdaş insan- çağdaş
kültür" politikasını hükümetlere rağmen basın izleyebilirdi. İzlemediler
(Cumhuriyet gazetesi hariç). Ve şimdi millet basamağına çıkmış bir toplum,
tekrar ümmet basamağına geri çağrılıyor. Salt çağrılmak mı? Düpedüz geriye
çekiliyor!
Burjuva sözcüğünü, üniversite öğrencisiyken kapital sahiplerini aşağılamak
için kullanırdık. Burjuva olmanın önemini çok sonra yaşayarak öğrendim.
Bursalı büyük sermaye sahiplerinin henüz bu taraklarda bezinin olmadığı
60’lı yıllarda, Sakıp Sabancı’nın, Vehbi Koç’un adamları Orhaneli, Keles ve
Uludağ’ın kimi köylerindeki kültürel değerleri toplayıp götürdüler. Onlar
şimdi Sabancı’nın Atlı Köşk’ü ile Koç’un Sadberk Hanım müzesinde. Bunu
Bursalı büyük iş adamlarını küçümsemek için değil, önemli bir noktada geç
kalındığını saptamak için söylüyoruz. Gerçi kimi kuruluşların Bursa
Festivali etkinliklerine yahut başka bazı kültürel çabalara destek
çıktıklarını görüyoruz ama… Aması var, şimdi düşünebiliyor musunuz: 1947’de
Bursa’da çıkan yeni Ant gazetesinde İlhami Soysal’ın yönettiği bir kültür
sanat sayfasına yer verilirken, elli yıl sonra bin bir albeniyle çıkan
gazetelerimizde aynı sayfaları asla göremiyoruz. Böyle bir sayfa için
Olay’da gözleri açık gitti Nahit Kayabaşı’nın!
Bursa 2000 gazetesi şimdilerde duyuru yapıyor, her gün 6
sayfa spor eki verecekmiş. Bir TV programında Sakip Sabancı'nın anlattıkları
geliyor aklıma: "Dünyanın değişik ülkelerinde Türkiye'nin en büyük
sanayicilerinden biriyim, diye söze başlayıp konuştum, anlattıklarımı
dinlediler. Ammağ, ne zaman ki Atlı Köşk'ten, Türk ressamlarının resimlerini
götürerek oralarda sergiler açtığımdan bahsettim... işte o zaman bir
sanayici olarak gördüğüm yakın ilgi ve alakanın çok, çok daha fevkinde saygı
gördüm".
Bizdeki spor bilinci halka yararlı olma ötesinde
afyon malzemesi yönüyle daha işlevseldir. Kimi maçlarda atılan "laik
Türkiye" sloganları bizi yanıltmamalı. Zira maç seyircilerinin bir bölümü
yaşları ilerleyip, çocukları evlenip, babaları ölüp, kalpleri tekler yaşa
gelince; bomboş kafayla katıldıkları ilk "dini muhabbet" toplantısında
hidayete ererek (!) irtica saflarına katılıyorlar. Gazetelerin geniş spor
sayfaları sıradan okuyucunun zaten bir gıdım olan "dünya merakını" futbolla
boğarak, kafalarını topa hapsederek, yobazlığa devşirilecek insanı
hazırlamakta. Nereden belli demeyin. Yarım yüzyıla yaklaşan ömrümde,
gençliğini sadece top budalası olarak geçirmiş insanları bugün ağarmış bir
kucak sakalla ve hacıyağı kokularıyla gerici saflarda militan olarak
görmekteyim.
Gazetelerin kültür ve sanata sağırlığının bir başka
yönü... Bursa'da 1997'de on bir edebiyat-kültür dergisi çıkıyor. Ortalama
beş yüz adet basılıyorlar, toplam 5500 eder. Bunun 2500'ünün satılmadığını
varsayalım, 3000 kalır. Bu şu demektir: yerel gazetelerin birisi nitelikli,
ciddi bir kültür sanat sayfası açtığında hem sayfaya girecek ürün bulabilir
hem de günlük iki bine yakın ek tiraj gelebilir.
Köşe yazarlarının büyük bölümü Allahlık. Nedir yaptıkları?
ANAP'lı Şemsettin Şen dedi ki: "estek köstek, estek köstek". Refahlı Semih
Pala dedi ki, "köstekli estek, köstekli estek". Yahut DYP'li Mustafa Bayrak
dedi ki, "şamşirini tirini, şamşirini tirini". Tamam, yerel siyaset bir köşe
yazarının ilgi alanıdır ama bu denli kolaycılık da olmaz ki! Haftanın 3-4
günü bunları yazıyorsunuz, bari 1-2 günü de yazılarınızda bir dil ve kültür
lezzeti bulunsun. Kimi gün Baudelaire'den bir dize, bazen Anton Çehov'dan
bir replik veya Balzac'tan bir ayrıntı bulunsun yazınızda.
Henüz bir ay dahi olmayan bir anımdır, yer vermenin şimdi tam
zamanı. Diriliş dergisini çıkartan Sezai Karakoç Diriliş Partisi'ni
kurmuştu. Genel seçime üst üste iki kez girmeyince Anayasa Mahkemesi partiyi
kapattı. Partinin Gemlik yönetiminde çalışmış bir dostumuz anlattı.
Refahçılar onu saflarına çağırmışlar. Sezai Karakoç kendisini davet eden,
Refah Partisi ilçe yönetimindeki emekli memura şöyle demiş. Soracağım birkaç
soruya vereceğiniz yanıtlar beni tatmin ederse, hay hay, sizin partiye
katılırım. Karşısındaki kendinden emin, "buyur sor" demiş.
-Bana en sevdiğin şairden ezbere bir şiir okur musun? Yanıt yok...
-Peki Abdülkadir Meragi kimdir? Adam sus pus...
-Peki Levni kim? Adamın yüzü aval aval...
Ya peki Bursalı Mehmet Tahir Bey kim? Yine çıt yok.
Sezai Bey patlamış: "Ben bütün bu adamları ve onların kültürünü
bilen, bu konularda sohbet edebileceğim insanlar arıyorum. Siz o partide
laiklere küfretmekten başka ne yapıyorsunuz? Aranızda işim yok!"
Bursa Hakimiyet’i ilk çıkardıkları yıllarda “Göbeğim çatladı” diyormuş
Saruhan Ayber, sadece top maç yazısı yazabilen adamlara köşe yazısı
yazdırabilmek için. Doğrudur. Zira yerel köşe yazarlarımız noktalama
işaretlerini ve yazım kurallarını son on yılda Nahit Kayabaşı’ndan
öğrendiler. Yazı adına insanın içinde cız eden büyük bir pot: koskoca
gazeteci Necati Akgün, anılarını anlattığı kitabın arka kapağındaki
biyografisinde, gün gelip fiziki saldırıya uğradığını yani dövüldüğünü
anlatmak isterken, cinsel çağrışımlara açık, (… belirsiz kişiler tarafından
tecavüze uğradım) diyebiliyor. Hayır yok böyle bir şey. Necat Beyin yaptığı
sürç-ü lisandır. Başına gelen hal, o metni Nahit’e göstermemek sadece.
Bursa basınının "allame kalemleri" rahat olsunlar,
onlarla aynı çağda, birbirine benzer gazetelerde yan yana yazmayacağız...
Sönmez'in, Çağlar'ın ve Gençoğlu'nun gazeteleri birer "imalathane" değildir.
Yayımlanması en az bir hafta sürecek, zeytincilik yapan köylerde
yankılanacak, parti yerel örgütlerinin hop oturup hop kalkacağı bir
"Marmarabirlik" dosyası hazırlayın da görelim... İpekçiliğin başkenti
Bursa'da bu işin neden öldüğünü saptayan bir Kozabirlik dosyası hazırlayın.
Bursa'da hampadan yaşamak olmaz. Örneğin Selçukhatun Mahallesi'nin adını
aldığı, Çelebi Mehmet'in kızı Selçuk Hatun'dan başlayıp onun öyküsünü,
kişiliğini daha yakından vermek için "Haremden Mektuplar" kitabından da
yararlanıp bazı mektuplara yer vererek.... Camisini, çeşmesini anlatarak.
Irgandı Köprüsü'nün öyküsü ile mahalledeki eski Fransız konsolosluğunu ve
Ahmet Haşim'in burayı ziyaretini unutmadan! Nazim Hikmet Bursa Cezaevi'nde
yatarken annesi Celile Hanım'ın bir kışı bu semtte bir ev tutarak
geçirdiğini de ıskalamadan şöyle dört başı mamur anlatın bakalım... Bursa'da
bir hayli Yahudi nüfus vardı, şimdi ne oldular? Etraflıca araştırıp 4-5 gün
yazınız bakalım!
Kentimizin mistik yanına hep sağcılar sahip çıkıyor diye
yakınıp duruyoruz. Tanpınar'ın "Beş Şehir"indeki Bursa'dan başlayarak
kentimizin mistik kültürüne sizler akılcı bir boyut katınız haydi. Mevlit
yazarı Süleyman Çelebi dahi aklından belki geçirmemişken, Yahya Kemal'in
tutup, "Mevlit'teki Amine Hatun sanki Bursalı bir nalıncının eşidir" derken:
İslamı nasıl Araplığından kurtarıp Türk kültürüne taşıdığına dair biraz kafa
yoralım. Neden Süleyman Çelebi "cihat yapalım, asalım, keselim" demiyor da,
o İranlı vaize nispet olsun diye yazıyor bu ünlü naatı?
Milliyet'in 24.11.1986 sayısından bir küpür kesip saklamıştım. Ümit
Zileli yaptığı bir haberde bizim Ağaköy'ü anlatıyor.Başlık: İhracaata girdi,
köy çağ atladı". Araştırmada Muhittin Kocaefe ve köyün kalkınma kooperatifi
işlenmekte. Hele Bir Ağaköy'e uzanıp bu işin encamı nereye vardı, aktarınız
birkaç gün.
Bursa basınında temel sorun şu. Yerel “damar” olanca sancısı, dertleri,
güzelliği, çirkinliği, düşleri, dünleri, yarınları ile gazetelere
yansımıyor. Gazeteci dostlarımız, Bursa’nın insanlarını anlatınız. Öyle
uyduruk ve yasak savma türünden yahut magazin malzemesi gibi görerek değil
ama. Bir Kebapçı İskender’i, bir Şaban Sirkeci’yi, bir Hüsnü Züber’i onların
kişiliklerine, anılarına saygılı olarak ve “sanat yaparak” anlatın hele.
Çağdaşlık diye mangalda kül bırakmayan bir gazeteci, örneğin Bursalı Deli
Ayten’in dramı ekseninde, Erasmus’un Deliliğe Övgü’sünden yola çıkıp benzer
çalışmaları anarak ve Aziz Nesin’in Benim Delilerim kitabına da uğrayarak
günler süren nefis bir yazı dizisi yapabilir. Yahut Bursa’nın hamamları,
kaplıcaları günlerce anlatılabilir. Dayıoğlu Hamamı’nın eski genelev ve
Kamberler Mahallesi ile birlikte yazılması, fotoğraflarla desteklenmesi
şahane olur. Sizler Salah Birsel’in Boğaziçi Şıngır Mıngır adlı kitabını hiç
okumadınız mı?
1960’ların sonlarında Hikmet Çetinkaya’nın Ege köylerini
yazdığı gibi günümüzde mevsimleri gözeterek ve Bursa’nın köylerini gezerek
zeytinciler, soğancılar, üzümcüler, biberciler, sütçüler, balıkçılar
yazılamaz mı? Hem Bursa Belediyesi’nin, Merinos’un, Çelikpalas’ın,
Yıldızkahve’nin, Mahfel’in, benzeri yer ve kurumların öyle bir yazılması
olur ki… Yazacak insana! Mümin Gençoğlu’nu, Nuri Erbak’ı, Cemal Alanya’yı…
ileride Ali Osman Sönnmez’i, Cavit Çağlar’ı ön yargısız ve yazı edebi içinde
kalarak anlatmak mümkün. Haydi, ne duruyorsunuz? Yeter ki ısmarlama şeyler
yazmayın.
Allah'a dilekçe verdim, içeriği şu: Türkiye'de Sayın
Süleyman Demirel ve Bursa basınında kimi kalemler varken, dünyaya ikinci kez
gelmek istemiyorum.
Mizandaki
Bursa (haz. Özkan Eroğlu, Bursa, 1997) adlı kitabın 25-47.
sayfalarından
kısaltarak alınmıştır.
|