Ekrem Hayri Peker
Çocukluk
ve ilk gençlik yıllarınızın geçtiği kentlere dönmek nasıl bir duygudur
biliyor musunuz? İlkokul, ortaokul ve liseyi okuduğunuz kenti arkanızda
bırakıyorsunuz ve dönmemecesine ayrılıyorsunuz. Üniversite yaşamınız
başlıyor. Her şeyi geride bırakıyorsunuz, çocukluk, ilk gençlik anılarınızı,
arkadaşlarınızı. Oralı da değilseniz sizi geri çağıran olmuyor. Sade anılar
mı? Top oynadığın arsaları, düven sürdüğün çayırları, kana kana su içtiğin,
yüzdüğün dereleri, bisikletle gezdiğin caddeleri, arkadaşlarınızla toplanıp
bisikletlerle gittiğiniz piknik yerleri, Cerrah’ı, Kazancı Yokuşu’nu ve
Oylat’ı, yürüyüş yaptığın bakir doğa, özenip meyvelerini topladığın erik,
vişne, kiraz bahçeleri, balık tuttuğun dereler, dönüş yolunda köpeklerin
kovaladığı köyler, hepsi geride kalır. Oturduğun, bahçesinde kim zaman
tavuk, kimi zaman tavşan beslediğin, çiçek ektiğin bahçeli evler,
artezyenlerin aktığı sokaklar, Osmanlı mimarisinde yapılmış ahşap evler,
konaklar. İkinci, üçüncü sınıf şarkıcıların ya da sönmüş yıldızların gelip
konser verdiği Hastane Parkı ve Kavaklar altı Parkı. Hafta sonları
gittiğimiz üç film gösteren sinemalar. Bazen On Emir, Ben Hur gibi filmlere
sınıfça giderdik.
TÖS’lü öğretmenler metruk bir binayı
tiyatro yapmışlardı. Her gece tıklım tıklım dolan bu tiyatro 12 Mart
döneminde kapandı. Oysa neler seyretmiştik orada. AST tiyatrosu, Cibali
Karakolu, Genco Erkal’dan “Bir Delinin Hatıra Defteri”. Kapanan bina yine
bir ilk yaşattı İnegöl halkına. İnegöl’ün ilk pavyonu bu binada açıldı.
Marmara Sineması’nda Sermet Çağan’ın ünlü oyunu “Ayak bacak Fabrikası” AST
tarafından oynanmıştı.
Ankara yönünden şehre girip
sola uzanan ilk caddeye döndüğünüzde sizi sandalye yapan bir fabrika,
yağhaneler, demirciler ve Roman vatandaşların oturduğu evler karşılardı.
Buradaki bir tamirhanenin önünde belleyen iki traktör vardı. 15 yıl sonra
İnegöl’den ayrılırken hala aynı yerdeydi. Ellili yıllarda çok değişik marka
traktör ithal edilmiş. 1957 yılındaki ekonomik krizde yedek parça gelmeyince
atıl vaziyette kalmış.
Daha ilerisinde İnegöl
mobilyacılarının bulunduğu küçük bir sanayi sitesi yer alıyordu. Sanayi
sitesinde küçük bir bisküi fabrikası bulunuyordu.
O
zaman Bursa’nın en büyük ilçesi olan İnegöl bir tarım kentiydi.
Meyve-sebzenin yanı sıra ayçiçeği, buğday, tütün yetiştirilirdi. Simidi
ünlüydü İnegöl’ün. Simitçiler “Eskişehir unundan, Uludağ’ın suyundan, yeni
çıktı fırından, Beyaganın elinden”diye bağırırlardı. Ankara yolu o zamanlar
şehir içinden geçerdi. Eski tahılın yanında talika dediğimiz araba
imalatçıları ve yük taşıyan arabacılar dururdu.
Eski tahılı bırakıp şehir merkezine gelirken sizi ismi Cuma Cami diye anılan
Yıldırım Bayezıt devrinde yapılmış Yıldırım Bayezıt Camisi karşılar.
Arkasında da Fatih devri vezirlerinden İshak Paşa’nın yaptırdığı bir külliye
vardı. Ortaokul birinci sınıfta okurken din dersi hocamız bizi buraya
getirip, namaz kılmayı öğretmişti.
Ellili yıllarda külliyeden bir görünüş
Bakırcıların kullandığı, şimdi şehir kütüphanesi olan medrese, karşısında
İshakpaşa camii bulunuyordu. Caminin arkasında türbesi, türbenin yanında
şimdi yıkılmış sıra dükkânlar vardı. Karşısında küçük bir kapalı çarşı yer
alıyordu. Kapalıçarşı’nın yanında Kalyon Eczanesi vardı. Sahibi Ahmet Zeki
Kalyon’du. Ayrıca İshak Paşa Camisi’ni geçince bir eczane daha vardı. İsmi
Çınardı sanırım.
Daha ilerisinde İnegöl’ün çarşısı
bulunurdu. Tarihi belediye binası buradaydı. Ramazanlarda iftar saatinin
başlangıcını öten siren haber verirdi. Kurt ulumasına benzetirdik sesini.
Çarşının yakınında Gazipaşa ilk Okulu bulunuyordu.
Eski bir konak okula çevrilmiş. Koca kapısından girince solda merdivenlerle
çıkılan iki oda bulunuyordu. Sanırım hizmetliler burada kalıyordu. Okul üç
katlıydı. Çatı katındaki malzeme odasında iskelet bulunuyordu. O yılları
düşündüğümüzde eğitime verilen önem göz kamaştırıyor.
Okulun geniş bahçesinin solunda tuvaletler ve çeşmeler, sağda yüz-yüzeli
kişilik bir kapalı salon bulunuyordu. Kör şarkıcılar geldiğinde bahçede
dinlerdik. Kapalı salonda tiyatro ekipleri; meddahlar, orta oyuncuları
gösteri yaparlardı. Beşinci sınıfta bir tiyatro sergilemiştik. Kıyafetleri
Kaşıkçıoğlu İlk Okulu’nun mehter takımından almıştık.
Tiyatro salonunda 8 mm’lik makinelerde bize propaganda ve belgesel filmler
oynatılırdı. Bahçede ve salonda kına, sünnet ve düğünler yapılırdı.
O günlerde bizlere zorla içirilen “süt tozu” vardı. Amerika’dan bizim gibi
ülkelerin kalkınmasına yardım için gelen “yardım gönüllüleri” yanlarında ABD
imalatı süt tozunu da getirmişlerdi. Amerikalıların bu yardımını reddedip
içmezseniz ikna için öğretmenlerimizin tokatları devreye girerdi. Ya da iki
elinize bir cetvelle vurulurdu. Ben öğretmen çocuğu olduğum için bir cetvel
vurulurdu. Süte karşı soğukluğum o günlerden kalma. Okulumuzun bando takımı
ve izci takımı vardı. Ben boru çalmayı beceremediğim için izci takımına
girdim.
1940 yılların başında yapılan Hükümet
konağı ve Ziraat Bankası, sinemanın bulunduğu meydanda Atatürk Heykeli
vardı. Tüm okullar toplanır, halkın alkışları arasında resmigeçit yapardık.
Bayramlarda THK kumbaralarıyla para toplanırdı. Ramazan aylarında THK
zarflarıyla fitre toplanırdı
19 Mayıs şehir
stadyumunda kutlanırdı. Liseyi bitirmemize yakın bir bölümüne beton
tribünler yapıldı. Bazı özel günlerde bir manga asker gelip Atatürk Heykelin
önünde ihtiram atışı yapardı. Kara kuvvetleri öğrencileri ilçemize gelmiş ve
bir yürüyüş yapmışlardı. Sonra Heykel’de bir manga atış yapmıştı.
O yıllarda “Marmara Bisiklet Turu” adıyla yapılan bisiklet yarışmasının bir
etabı da İnegöl’den geçerdi. Rıfat Çalışkan’ın ismini ezberlemiştik. Sonraki
yıllarda Ali Hüryılmaz onun rakibi oldu.
Meydandan
sola doğru büyük bir bulvar uzanırdı. Heykelden hastaneye doğru giden cadde
Nuri Doğrul Caddesi, foto Varol bu caddedeydi. Caddenin başlangıcında
İnegöl’ün tek gazete ve milli piyango bayisi bulunuyordu. Dilsiz fotoğrafçı
Şerafettin Erdoğ’un Foto Akay’ı Yıldız Sineması’nın yakınındaydı. Oğlu
Osman’la bir-iki yıl aynı sınıfta okumuştuk. Heykel önünde şipşakçı Numan
Çetinkaya vardı. Hükümet binası 1940’lı yılların başında yapılmıştı. Bursa
Minibüs ve otobüsleri Heykel önünden kalkardı.
Hastaneye kadar uzandığı için Hastane Caddesi dediğimiz Atatürk Bulvarı
isimli bu caddede tütün depoları, hal binası, ortaokul (sonra lise eklendi)
ve hastane bulunurdu. Hastanenin idari giriş kapısının bulunduğu küçük
bahçesinde bir fıskiye vardı. Nasılsa oraya tutunmuş bir kavak tohumu
büyüdü, büyük bir fidan ve hastane yıkılmadan önce ağaç haline geldi.
Ateşten Gömlek filminin çekildiği sivil mimari örneği bu yapı yıkıldı. Tıpkı
okuduğum Gazipaşa İlkokulu gibi. Caddenin sonundaki kavaklık sonra park
oldu. Kavaklığın karşısında eski bir su değirmenin yıkıntısı vardı.
Kavaklığın yanında son dönemlerinde panayırların da kurulduğu geniş
çayırlığa sırasıyla sanat okulu, dispanser, hapishane ve son kalan parsele
de devlet hastanesi kuruldu.
Sınıfça hapishaneyi ziyarete giymiştik.
Yine adliyede bir davayı izlemeye gitmiştik. Buradaki koru da diğerlerinin
akıbetine uğrayıp yok oldu. Sanat Okulu’nun güzel bir gösteri salonu vardı.
Burada Gazanfer Özcan ve Gönül Ülkü’nün, Münir Özkul’un temsil verdiğini
hatırlıyorum. Aklımda kalan oyun “Hangisi Kocası” adındaki oyundu.
Bisikletlerimize binip İnegöl’ü dolaşmaya devam edelim. Atatürk Bulvarı yani
Hastane Caddesi üzerinde halkın deyimiyle elektrik İşletmesi vardı. Yani
İnegöl’e elektrik veren jeneratörler buradaydı. Aynı cadde üzerinde hal
vardı. Hal binasına varmadan önce Teksas Meyhanesini görürdünüz. İlk
gittiğim meyhane balık pazarındaydı. Üniversiteliydim, arkadaşım Levent’le
beraber gitmiştik. Müzisyen ağabeylerimiz İsmet ve Nuri de arkadaşlarıyla
oradaydı. Meyhaneye yabancılığımız anlaşılan o kadar belliydi ki İsmet
ağabey yanımıza gelip “Çocuklar siz en iyisi bara gidin, buraya
uymuyorsunuz” demişti.
İnegöl’ün müzik grubu Nuri,
İsmet ve bateristleri İlhami’den oluşuyordu. Konser verirler düğünlere
giderlerdi. Sadece kadınların katıldığı kına ve düğünlerde önlerine çarşaf
asılırdı. Bir gün çarşafı çektiler ve bu adet kalktı. Uludağ’da bir otele
program yapmaya gitmişlerdi.
Hastane Caddesi’ne
girerken sağa bir yol ayrılır, sizi doğruca Cerrah Köyü’ne götürürdü.
Bisikletlere atlayıp sıkça gittiğimiz Cerrah’ta Mayıs başında öğretmenlerin
“Helva Günü” kutlanırdı. Nerdeyse bütün İnegöl oraya taşınırdı. Cerrah
deresine kurulmuş türbinler İnegöl’ün elektriğini sağlardı. İnegöl
enterkonnekte sisteme bağlandıktan sonra 15 kadar köye elektrik vermeye
devam etti. Suyunun çok olduğu dönemlerde dev kayaları sürükleyen derede
sakinleştiği devrede serpmeyle balık avlayan insanları görürdünüz. Dere
kenarında gezerken aniden derinleşen yerde boğulma tehlikesi geçirmiştim.
Hükümet Konağının arkasında İnegöl’ün ilk yerleşim merkezi olan Sinan Bey
Mahallesi vardı. Bir kazı yapılabilse ilk yerleşimin ne zaman yapıldığını
öğrenebilirdik. PTT binası yapılırken bazı kalıntılar, dehlizler bulunmuşsa
da dönemin belediye başkanı kapattırmış. Sinan Bey Mahallesinin bitiminde
Kaşıkçıoğlu İlkokulu vardı. Bu okulun mehter takımı kurduğunu hatırlıyorum.
Yenişehir yolu buradan geçiyordu. Askerlik şubesi de buradaydı. Benim
gençlik yıllarımda Belediye Başkanı Ahmet Akyollu’ydu. İnegöl’lü Ahmet
Türkel ticaret bakanı oldu.
Bu semtte İnegöl’ün son
hanı vardı. Bir arkadaşımın dedesine ait olan bu hana İnegöl pazarının
kurulduğu Perşembe günleri köylüler, atları, eşekleri, çok seyrek de öküz
arabalarıyla gelirler, hayvanlarını buraya bırakıp pazara giderlerdi.
Getirdiklerini satarlar, ihtiyaçlarını alıp akşama doğru hana gelirlerdi.
Hancının parasını ödeyip köylerine dönerlerdi. Levent Yavuz’un amcası
öğretmendi. Bursa’da Çınar Lisesi’ne müdür oldu. MEB tarafından çevrilen
klasikleri hanın bir bölümündeki kitaplığında bulunuyordu. Çoğunu okuma
fırsatım oldu
Sinan Bey mahallesiyle Ankara Caddesi arasında iki tarihi
hamam yer alırdı: Sinan Bey ve Yıldırım Hamamları. Hamam ayrı bir kültür,
gitmek ayrı bir ritüeldi. İshak Paşa külliyesine ait hamam kafamda pek bir
iz bırakmamış
Mehter Takımı değinmeden geçemeyiz. Geçmişi uzun yıllar
öncesine dayanan mehter takımı her resmi bayramda resmigeçit yapardı. Eski
belediye başkanlarından Kemal Özkan’ın öncülüğünde kurulan bir dernek mehter
takımını kurmuştur. Mehterana yurt içinden ve dışından sürekli davetler
gelirdi.
Hükümet
Meydanından Bursa yolunun görünüşü
Hükümet
alanından Bursa’ya uzanan cadde üzerinde sol tarafta üst katı Kız Sanat
Enstitüsü olarak hizmet vermiş Ticaret ve Sanayi Odası binası vardı. Binanın
bahçesinde uzun yıllar koza üreticileri kozalarını sattılar. Bir zamanlar
Bursa ipekçilik merkeziydi. Sonra Çin’den gelen ucuz ipeklilere tedbir
alınmayınca üretim bitti. Okulun bahçesi yazları düğün için kullanılırdı.
Kız Sanat Enstitüsünü geçtikten sonra tarihi
binadaki Jandarma Karakolunu görürsünüz. Hemen bitişiğinde ise İnegöl’e ilk
geldiğimiz yıllarda sinema ve tiyatro binası olarak da kullanılan tarihi
Halkevi binası vardı. Marmara Sineması olarak faaliyet gösteriyordu. Burada
ünlü tiyatrocumuz Muammer Karaca’nın “Cibali Karakolu” adlı oyununu
izlemiştim. Şimdi de düğün salonu olarak kullanılıyor. Cadde üzerinde sağda
yazlık Marmara sineması vardı. Şimdi yerine apartmanlar dikilmiş. Nüfus
30.000’lerdeyken üç kışlık, üç yazlık sinema vardı.
Ortaokulda şapka takmamız mecburiydi. Öğretmenlerimize asker selamı
verirdik. İkinci sınıfta kaldırıldı. Okulların açılmasına yakın bir
arkadaşımla okula gitmiştik. Okulumuzun emektar hademesi rahmetli Halil Ağa
yardımcısıyla spor salonunun yanındaki malzeme deposunu boşaltıyordu.
Serilen brandanın üzerinde neler yoktu ki: Flöre, epe müsabakaları için
kılıçlar, yüz maskeleri, kayak takımları, daha akla hayale gelmeyen birçok
spor aletleri. Anlaşılan yeterince çürüdüğüne karar verilmiş, bir hurdacıya
verilmek üzere depodan çıkarılmış. Bu malzemelerin ve okuldaki piyanonun
halk evlerinin kapatılması üzerine İnegöl Halkevi’nden alınıp ortaokula
verilen demirbaşlar olduğunu öğrendim. Düşünün 1940’lar da on-on beş bin
nüfuslu İnegöl’deki halkevinde piyano buluyordu. Tiyatro vardı. Yetmezmiş
gibi kılıç, kayak, voleybol, basketbol takımları vardı. Gerilemeye bakın.
Sanırım 1965 yılında kutladığımız 19 Mayıs bayramında model uçaklar
uçurulmuştu. Bir daha uçmadılar. Yine o yıllarda ortaokuldaki izci
ağabeylerimiz izci kamplarına giderdi. Biz ortaokula başladığımızda bu adet
de ortadan kalktı. Hüzünlü anıları bırakıp yolumuza devam edelim. Okulumuz U
şeklinde tek katlı bir binaydı. Ön bahçesi park gibiydi. Küçük bir havuz
bulunuyordu. Merdivenlerden çıkıp binaya girdiğinizde bir piyano sizi
karşılardı. Çalındığını görmedim. Arada bir çalardık. Oynamayalım diye
kapağını çaktılar.
Binanın sağ kanadının sonunda ahşap direkli büyük bir
spor salonu bulunuyordu .Orta birde okurken beden öğretmenimiz bize hentbol
oynamayı o yıllarda öğretmişti. Orta sona geçtiğimizde bahçesine lise binası
açıldı. Liseye başlayacağım yıl İnegöl’e sanat okulu açıldı. Çift dikişli
talebeler meslek edilsin diye buraya gönderildi. Sanırım İmam Hatip Lisesi
de bu yıllarda açılmıştı. O zaman meslek okullarının ortaokul bölümü vardı.
Bir reform yapıldı ve ortaokulları kaldırıldı. Sanat okulunda yapılan ev
eşyaları ve aletler yılsonunda düzenlenen sergiyle satışa sunulurdu. Babam
kardeşimle bana geçmeli demir bir ranza almıştı. Yıllar boyu kullandık.
Liseli ağabeylerimizden Cemil Küçükfilibe çok iyi resim yapardı. Yazar olan
Cemil Kavukçu’nun resmi de iyiydi. Yanlarında Cafer Peşteli olurdu. Yakın
zamanda Cemil Küçükfilibe ve Cafer Peşteli’yi kaybettik. Çok iyi masa tenisi
oynayan iki kişi, liseyi temsilen yarışmalara giderlerdi, yıllar isimlerini
hafızamdan sildi. Bursa’da yapılan liseler arası atletizm yarışmalarına
katılan arkadaşlarımız nal toplamışlardı diye hatırlıyorum. Milliyet
gazetesinin düzenlediği “Liseler arası müzik yarışmasına” okulumuzun
katıldığını hatırlıyorum. Tayyare Sineması’nda yapılmıştı. Yüksek tahsil
yapanlar artınca bir dernek kuruldu. Belediye bahçesinde bağış gecesi
düzenlenmişti. Bu parkta bir cambaz gösteri yapıyordu. Bir gün trapezle
gösteri yaparken kafa üstü düştü ve öldü. İnegöl’de Yüksel Tahsil Talebe
Derneği’nce düzenlenen bir bisiklet yarışını hatırlıyorum. Doktor yarış
acıların kalbini dinliyordu. Bana çarpıntım olduğu için izin vermedi.
Masa tenisinde orta seviyede kaldım. Lise sonda arkadaşım Levent
Yavuz’laDemirspor lokalinde bilardo oynamaya çalışırdık. Üç Futbol kulüp
vardı. İnegöl İdmanyurdu, İnegölspor ve Demirspor. Yaşımız büyüyünce
İdmanyurdu lokaline takılır, konken oynardık.
İnegöl
çıkışında birbirinden güzel, çoğu üç katlı sivil mimari örneği evlerden
oluşan Boşnak Mahallesi yer alırdı. Sola uzanan cadde ise Kavaklaraltı’na
giderdi. Yüksek duvarlı bir çay bahçesinde konser vermeye gelen birçok eski
ve ünlü şarkıcıyı hatırlıyorum. Kavaklaraltı’nda konserler verilirdi. İlçe
stadyumu da hemen yakınındaydı. Etrafı duvarla çevrili bir alandı. Stadyumda
deve güreşi de yapılmıştı. Deve güreşi öncesi develer tellallar eşliğinde
şehirde dolaştırılmıştı. Sonra develer mezbahada kesildi. Stadyum’da yağlı
güreşler de yapılırdı. Stadyumda yapılan yağlı güreşlere dönemin ünlü
pehlivanları Kara Ali ve İbrahim Karabacak katılmıştı.
O zamanlar belediye otobüsü yoktu. Sanırım 1970’lerde iki otobüs alındı. Her
yere ya yürüyerek ya da bisikletle giderdik. İnegöl’den Bursa’ya giden yolun
başında Köseleciler’in benzin istasyonu vardı. İnegöl’ün en büyük kitap ve
kırtasiye dükkânı onlarındı. Sonra soğuk hava deposu, sunta fabrikası ve
boya üreten Kentaş fabrikası vardı. Onların biraz ilerisinde Fenerbahçe’nin
eski başkanlarından Faruk Ilgaz’ın tuğla fabrikası bulunurdu. Hemen
yakınında Demirören Ailesinin yaptırdığı Marmara Yağ ve Margarin Fabrikası
nedense açılmadan kapandı. Yolun sağında şimdi Organize sanayi bölgesinin
yer aldığı hava alanı bulunurdu.
İkinci dünya savaşı
sırasında cephe gerisinde bir üs olsun amacıyla yapılmış Kalburt deresine
kadar uzanan hava alanı pisti bisiklet ve motosikletlerimiz için yarış
alanıydı. Yer yer parçalanmış beton bloklar arasında çiftçiler ürünlerini
kuruturlardı. Ayrıca hayvan otlatılırdı. Türk Kuşu’na ait pervaneli uçaklar
gelmişti bir ara. Pervaneli uçaklar İnegöl üzerinde uçup tanıtım
bildirilerini atmışlardı. On liraya İnegöl üzerinde bir tur attırıyorlardı.
Çok pahalı geldiği için binememiştim.
Havaalanından sonra tarihi Akhisar
köyü yer alırdı. Burası İnegöl gibi bir tekfurlukmuş. Köydeki höyük hala
kazı için bekliyor. Havaalanını geride bırakıp Kazancı bayırına doğru devam
ederken yolun üzerinde eski bir değirmen vardı.
Arkadaşım Kemal Süphan
Eş’in ailesine ait bu değirmen 1960’lı yıllara kadar
faaliyetteydi. 1940’larda yanı başında bir jandarma karakolu yer alırmış. Yol
ve çevre köylerin güvenliği için yapılmış bu karakol 1950’lerin sonunda
yıkılmış.
Bisikletlerle yola devam ettiğimizde eski Bursa yolu üzerinde
yer alan Kazancı Bayırı’na gelirdiniz. Burası batıdaki son noktamızdı.
Kazancı Bayırı piknik yeriydi. Bazen sınıfça gelirdik. En büyük eğlencemiz
yangın gözetleme kulesine çıkmaktı. Piknik yerinin karşısındaki köylerde
çilek yetiştirilirdi. Şimdi yol boyu mobilyacılarla, villalarla doldu. Eski
havaalanı ve civarı organize sanayi bölgesi oldu. Şu an derelerde balık yok.
Mobilyacıların olduğu küçük sanayi ile Bedre deresi arasında tarlalar vardı.
Şimdi mobilya atölyeleri Bedre deresini de geçti, derenin ötesindeki
tarlalarda fabrikalar, atölyeler kuruldu.Romanların
oturduğu,yağhanelerin,demircilerin bulunduğu cadde değişti.Mobilyacıların
“showroom” ların yer aldığı bir cadde oldu.
Yaz
aylarında çalışmaya kereste imalathanelerine giderdik. Orada sandık
çakardık. Sandık dediğimiz limon ve çilek kasalarıydı. Çadır çubuklarını
cilalar, uçlarına ince saç kılıflarını çakardık.
Anlatmadığım tek yer kaldı, Oylat. Daha 1960’lı yıllarda Türkiye’nin her
yerinden ziyarete gelinirdi. Oteller o yıllarda yapılmıştı. Tek katlı
barakalar, üstlerine ısı geçirmesin diye otlar konmuş çadır odalar vardı.
Mevcut iki havuzun biri erkekler, diğeri kadınlar içindi. Bisikletlerle
Oylat’a kadar giderdik. Bir iki arkadaşımız piknik tüpü ve nevaleyi alır,
minibüsle bizden önce giderdi. Piknik yerinde buluşurduk. Otellerin
ötesindeki ormanda yürüyüş yapar dönerdik. O zamanki minibüs ve otobüslerin
üzerlerinde bagaj koymak için yapılmış yerler vardı. Minibüsçüler yarı
fiyatına üstte yolcu taşırlardı.
İnegöl’de iki maden
suyu kaynağı ve şişeleme tesisi vardı; Çitli ve Kınık. Çitli zaman içinde
söndü ama Kınık maden suyu gelişerek bu güne geldi. Nüfus 30.000’den
200.000’e çıkıp, tarım kentinden sanayi kentine dönüşünce başta doğa her şey
değişti. Önce çayırlar mobilya sitelerine arsa oldu. Çoğu kavaklık birçok
fidanlık, koruluk vardı, hepsi ortadan kalktı. Ev ya da iş yeri oldu.
Derelerin suyu içilmez, balık yaşamaz oldu. Eski evler, sivil mimari
örnekleri yok oldu.
1971 yılında ben, Rauf Göktaş, Sami Çoşkun, Ulviye
Verimlisoy, Besim, Sabri Ürpermez Eskişehir’e, profesör olan İrfan
Kızılcıklı İstanbul’a gitti. Engin Sakarya Hâkim, Ali Ulvi Ortanca avukat
oldu. Osman Karaokçu, Kemal Süphan Eş ve ismini hatırlayamadığım bir kız
Hacettepe Üniversitesi’nin Kimya Mühendisliği fakültesine gittiler. O
dönemde ülkemizde 7 üniversite bulunuyordu. İTİA ve DMMA sayısı da toplasan
on ya da on beşti.
DEPREMLER
İnegöl,Kütahya’dan Adapazarı’ba uzanan bir deprem kuşağı üzerindeydi.
Bölgedeki depremlerden etkilenirdik. 1967 yılında Adapazarı’ndaki deprem
İnegöl’ü de etkilemişti. Bir yıl önce babamla gitmiştik. En büyük binası 4
katlı Yeni Karamürsel mağazasıydı. Depremde bina yere kapaklanmış.
1968
yılında olan depremde Oylat’taydım ve yere kapaklanmıştı. 1970 yılında yine
Kütahya’da bir deprem oldu. İnegöl’de bazı minareler hasar gördü. Bu
depremde zarar gören vatandaşlara yurt dışından konserve et ve peynir
gelmişti. Ama köylüler yemeyip dere boylarına atmışlar. Bu konserveler
İnegöl’deki süthanelerde satılmaya başladı. Ayanoğlu Süthanesi’nden alıp
yemiştik. Tadını beğenmiştik.
1970-1971 öğrenim
yılında Bursa Erkek veya Kız lisesinden sürgün bir öğretmen gelmişti,
Sıfırcı Aliye. Sanırım eğitim camiasını bıktırmış, emekli olsun diye
İnegöl’e göndermişler. 1970’te deprem olunca sınıf boşaldı. Aliye Hanım
bağırır ”Beni bırakmayın”. Nuri Şekerci abimle koluna girdik, üç kat aşağı
indik ve öğrenci girişine geldik. Bütün öğrenciler bahçede yüzleri bize
dönüktü.
İNEGÖL'DE YAŞAM
Babam
sıkıldıkça ev değiştirirdi. Birisi hariç kiraladığı tüm evlerde bahçeliydi.
Geldiğimiz yıllarda elektrik yaygın değildi. Yenişehir yolu yakınlarında ki
kavaklığa yakın bir ev tutmuştuk. Eve elektriği babam getirmişti. Geniş
bahçesi olan bir evdi. Babam ekip biçmeyi çok severdi. Sokağın kaldırımı
yoktu. Biz otururken Arnavut kaldırımı döşenmeye başlandı. addelere parke
taş döşenmişti. Asfaltla sanırım 1968 veya 1969 yıllarında tanıştık.
Bekçilerimiz vardı. Evlere gelip bekçi parası toplarlardı.
Babam Şükrü
Naili Paşa ilkokulunda öğretmendi. İkinci sınıfı burada okudum. O zamana
göre okul İnegöl’ün bir ucundaydı. İnegöl’de çok tütün yetiştirilirdi.
Tütünler tarlalardan kırılıp toplanırdı. Sonra uzun bir iğneyle kınnapa
geçirilir ve ayna denilen tahta çerçevelerde kurutulurdu. Komşulara yardım
olsun diye çok tütün dizdim. Tütün dizerken elime zifir dediğimiz nikotin
birikirdi. Zor temizlerdik. Okul arkadaşlarımızdan birisi tütünden
zehirlenip ölmüştü. Sınıfça evine başsağlığına gitmiştik.
İnegöl’ün büyük bir pazarı vardı. Eski tahılın orada başlar, bir kolu çarşı
içine, diğer kolu hastane çarşısına kadar uzanırdı. Eğlencelerimizden birisi
pazardaki gazozculardan gazoz toplamaktı. Büyük buz kalıplarının yanlarına
gazozlar dizilir, böylece soğutulurdu. Büyük buz kalıplarını merakla
seyrederdik.
Sokak aralarında tavuklar dolaşırdı.
Bahçesi olan çoğu kimse tavuk yetiştirirdi.
İnegöl’de 3-4 tütün deposu
vardı. Tekel’in tütün deposunda çok kadın çalışırdı. Genç kızlar tütün
dizerek çeyiz hazırlarlardı.
Yaşımız küçükken evin
etrafından ayrılmazdık. Arkadaşlarımızla oynayacağımız boş yerler, çayırlar
çoktu. Topaç çevirir, fırdöndü ile oynardık. Sokaklardan geçen satıcılar
eğlencemizdi. Peşlerine takılıp birkaç sokak takip ederdik. Omuzlarında
tahta sırıklarıyla, sırıkların ucuna asılan yoğurt tavalarıyla yoğurtçular
her gün geçerlerdi.
Kimisi sadece yoğurtçu diye
bağırır, kimisi de elindeki çıngırağı çalardı. Annem yoğurt almaya
gönderirken ‘’kaymaksız olsun’’ diye tembih ederdi. Kaymak diye bildiğimiz,
yoğurt tavalarını tozdan korumak için üstlerine konulan pelür kâğıtmış.
Hallaç gelir, hemen bir komşu yün yatak veya yorgan çıkarırdı. Hallaç
boşalttığı yünleri atmaya yani keçeleşmiş yünleri kabartmaya başlardı.
Sokaktan geçenler arasında kalaycılar ve macun şekerciler gelirdi. Rengarenk
şekerler tahta çubuğun üzerine sıvanırdı. Yalaya yalaya çubuğa kadar
inerdik.
Evlerimiz sadeydi. Yerde bir hasır, onun
üzerine pala kilim serilirdi. Bazı evlerde oda yoktu. Halı kıymetliydi.
Misafir odalarına serilirdi. Yetmişli yıllarda Halıfleks çıktı ve hasırla
kilimin yerini aldı. Mutfaklar oda gibiydi. Gün mutfakta geçerdi dersek
yalan olmazdı. Oturma odaları misafire açılırdı. Samimi dost kahveyi
mutfakta içerdi. Mutfak ve oturma odalarında eşek dediğimiz ahşap çatmaların
üzerine geniş tahtalar dizilir, tahtaların üzerine minderler, pöstekiler
dizilirdi. Sırtımızı kırlent dediğimiz sert yastıklara dayardık. Olmazsa
olmaz üzerlerine danteller örtülürdü. Pencerelerde Vita ve konserve
kutularına ekili çiçekler bulunurdu. Evlerin önünde çiçekler, sarmaşıklar,
asmalar dikiliydi.
Mutfaklarda kuzine soba kışın
ısınmakta, yemek pişirmekte, fırında ekmek ve börek pişirmede kullanılırdı.
Sıcak havalarda pompalı gaz ocakları kullanılırdı. Kahve ve çabuk pişen
yiyecekler ispirto ocaklarında pişirilirdi. Bakır tencere ve tabaklar
bakırdandı ve kalaylanırdı. Çinko tabaklar yaygın olarak kullanılırdı.
Yemekler tel dolaplarda saklanırdı. Fareler içinse kapanlar devreye girerdi.
Yer yataklarında yatardık. Yataklar, yorganlar sandıkların üzerine
konulurdu. Sandıklar çeşitli resimlerle süslenirdi. Evde kız varsa çeyizi
sandığa konulurdu.
Aydınlanma gaz lambalarıyla
yapılırdı. Sonra lüx denilen aydınlatma araçları çıktı. Her evde bulunmazdı.
Kalabalık toplantılarda, kınalarda kullanılırdı. Parlayıp tutuştuğu için
tehlikeliydi. Elektrik kullanımı yaygınlaştıkça, bunların kullanımı azaldı.
İpragaz çıkınca gaz ocakları devri başladı. Yemek pişirme kolaylaştı.
Arçelik tırları panayırları dolaşır ve yeni çıkan beyaz eşyaları tanıtırdı.
Babam, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü’nün resim bölümü sınavları için
Ankara’ya gittiğinde Amerikan Pazarı’ndan Frigidere yazılı kullanılmış bir
buzdolabı getirmişti. Bakır çamaşır kazanı ve leğenlerinin yerini plastikler
kullanışlı olduğu için almıştı. Sepetler, küfeler zaman içinde yaşamımızdan
çekildi.
Sini dediğimiz geniş tepsilerde yemek yerdik.
Önce sofra bezi serilir, sini kasnak veya dört ayak üzerinde konulurdu.
Bazen yuvarlak ayaklı hazır ahşap sofralar kullanılırdı. Bu sofralarda yufka
açılır, erişte kesilirdi. Ramazan öncesi açılan yufkalar kurutulur, yüksek
bir yere asılırdı. Ramazan geceleri börek yapımında kullanılırdı. Yemekten
sonra örtü bahçeye silkelenirdi.
Yoğurt ve sütler bakırdan yapılmış
bakraçlarda taşınırdı. Su için testi ve güğüm kullanırdık. Çömlekçilerden
aldığımız sırlı toprak tencerelerde yemek yapılırdı. Boy boy küplerde turşu
kurulur, su, pekmez ve zahire konulurdu. Yemek tabakları da kalaylı bakır
kaplardı. Sonra alüminyum hızla tabak ve güğüm olarak yaşamımıza girdi.
Genelde tahta kaşıklar kullanırdık. Sepet ve küfeler yük taşımakta veya
yiyecek saklamakta kullanılırdı. Nalın, yani takunyalar sokakta da
giyilirdi. Kara lastik kullanımı yaygındı. Kışın lastik çizme veya mest
giyerdik. Sonra tokyo çıktı ve yaygın olarak kullanıldı. Isınmada mangal
veya kurbağacık denilen ince saç sobalar kullanılırdı. Resmi daireler,
okullar ve büyük kahvelerde döküm sobalar kullanılırdı. Bu sobalarda kömür
veya kütük odun kullanılırdı. Genellikle ısınmada odun kullanılırdı.
Büyüklerimiz yelekli takım giyerlerdi. Hali vakti yerinde olanlar ucunda
gümüş zincir olan Serkisof marka köstekli saatler kullanılırlardı. Kol saati
pahalı olduğu için fazla yaygın değildi. Nacar ve Hislon marka saatleri
hatırlıyorum. Pantalonları, pantolon askılarıyla kullanırdık. Şayak pantolon
ve yelekler giyilir, bele yün kuşak sarılırdı. Delikanlılar, bitirimler
kollarına bileklik ve pazubent takarlardı. Boyunlarda hemayil ve muska asılı
olurdu.
İlçede çok taşıt yoktu. Birkaç beyaz
Mercedes vardı. Türkiye’nin tarihi kulüplerinden olan İnegöl İdmanyurdu
kulübünün bulunduğu binanın bir sıra jeep dururdu. Köylere bu jeeplerle
gidilirdi. Kamyon sahibi olmak itibarlı bir işti. “Al bir Ford, ol lord”
veya “Dünyada Man, ahrette iman” atasözü gibiydi. Az sayıda kamyonet
olduğunu hatırlıyorum.
Bursa’ya ulaşım Heykel
önündeki minibüslerle veya otobüslerle yapılırdı. Minibüsler dolunca
otobüsler kalkardı. Kazancı yokuşunda midem bulanırdı. Muavin naylon torba
verirdi. Otobüsler kamyondan bozmaydı. İnder, Fargo, Man kamyonlar ahşap
kasayla otobüse çevrilirdi. Kimisi motora takılan bir kolun çevrilmesiyle
çalışırdı. Sarsıla sarsıla Kazancı Yokuşu’ndan Aksu köyüne oradan Kestel
Ovası’na inerdik. Hacivat köprüsünün olduğu yerde Küçük bir yapı olan
Hacivat Hanı’nda durulurdu. Yolun devamında yanık fabrika binasını görünce
Bursa’ya yaklaştık derdik. Şehir içinde ulaşım bisikletlerle yapılırdı.
Merkez tekil deposunun paydos zamanı Hastane Caddesi bisikletlerle dolardı.
O yıllarda bisiklet sürmek için ‘’ehliyet’’ alınırdı. Sonra ‘’Koç’’ mobilet
motorsiklet üretti. Bırakın bisiklet ehliyetini, motorsiklet için ehliyet
sorulmaz oldu.
Sokaklarda oyun oynardık. Top
oynardık, topaç çevirirdik. Sapanla kuş avlamaya çıkardık. Kamyon lastikleri
kesilir, çelik tellerin olduğu çember ayrılırdı ve çember çevirirdik. Bez
bebek yapardık. Sonra telden arabalar yapardık. Harika arabalar yapan
arkadaşlarım vardı. Fırdöndüyle parasına oyun oynardık. Otla kaplı parklarda
kovboyculuk oynardık. Kavga ettiğimizi hatırlamıyorum.Kızlar evcilik
oynarlardı. İp atlarlardı. Kimisi iki iple beraber atlar, seksek oyunu
oynarlardı. Büyükler Opon ve Gripin içerlerdi. Sıhhiyeciler her mahallede
bulunurdu. Şırınga ve iğneler ispirto ocağında kaynatılıp öyle kullanılırdı.
Konu doktorlardan açılmışken ünlü doktorlara
değineyim. Hastane caddenin üzerinde tekel deposuna varmadan Doktor Kenan
Beyin halk arasında muayenesi bulunuyordu. Röntgeni olduğu için ‘’Aynalı
Doktor’’ olarak bilinirdi. CHP’den belediye başkanlığına aday oldu ama
seçilemedi. Hemen karşısında köşe bir binada aynı zamanda devlet hastanesi
başhekimi olan Ahmet Baran’ın evi ve muayenesi bulunuyordu. Oğlu Bülent
arkadaşımdı. Oda doktor oldu. Servet Beyi hatırlıyorum. Soyadı Elbizim’di
sanırım. Çınaraltı ve Kalyon eczanelerini hatırlıyorum.
Gazipaşa İlkokulunun olduğu sokakta yazlık Güneş Sinema sahibi Kenan Bey
oturuyordu. Sinemayı kışlık sinema yapmaya başladığında İnegöl’den ayrıldım.
Sokağın köşesinde bir kahvehane bulunuyordu. Kahvelerde masa ve sandalye
azdı. Hasır tabureler bulunurdu. Duvarlarda Atatürk, Fevzi Çakmak ve Kazım
Karabekir’in resmi bulunurdu. Sanırım İsmet İnönü CHP lideri olduğu için
resimleri duvarda olmazdı. Yavuz zırhlısının resmide duvarda bulunuyordu.
Kahvede berber bulunuyordu. Bir köşede koltuğu, usturalar, usturaların
bilendiği kayış ve yarım yüz yıkama leğeni bulunuyordu. Berberler dişçi ve
hacamatçıydı. Bir dişimi berber çekmişti. Evde traş makinelerinde Job, Nacet
ve Za-Za jiletleri kullanılırdı. Dükkânların, evlerin duvarlarında duvar
takvimi asılırdı. Genellikle saatli maarif takvimleri asılırdı. Arkasında
fıkralar, önde kız ve erkek çocuklar için isim yazardı. Kasım günleri,
kocakarı fırtınaları yazardı.
Evleri el süpürgesiyle,
bahçeleri çalı süpürgesiyle süpürürdük. Sonra gırgır dediğimiz el
süpürgeleri çıktı. Sonra masa üzerlerini temizleyecek plastikten yapılma
küçük boyları çıktı. Margarin tenekelerinde çiçek yetiştirirdik. Tenekeden
maşrapalarımız bulunurdu. Topraktan yapılmış sırlı tencereler, testiler,
irili ufaklı küpler, ibrikler hatta kumbaralarımız bile vardı. Yerli malı
haftası kutlar, bankaların verdiği kumbaralarda para biriktirirdik. Gazipaşa
ilkokulunun bulunduğu sokak çarşıya açılırdı. Sola döndüğünüzde şeker
imalatçısı bulunuyordu. Boy boy çubuk şeklinde şeker yapardı. Kimisini
şemsiye şeklinde yapardı. İstediğimiz şekeri yaptırıp yerdik. Yoğurt
Pazarı’ndan Şükrü Naili Paşa ilkokuluna uzanan Kasım Efendi Caddesi’nde
sivil mimari örneği evler bulunuyordu. Çarşının merkezi Uzun Sokak’tı.
Okul önlerinde pamuk
şekerler, macun şekerciler, cam kutuların içerisinde elma şekerleri satanlar
bulunurdu. Okulun büfesinde gazoz ve simit satılırdı. O yıllarda şerbetçi
bir toplumduk. Şerbetçiler ve limonatacılar sırtlarında güğüm, bellerinde
bardak kemeri, ellerinde bardakları çalkalamak için taşıdıkları ibriklerle
sokakları dolaşır, ‘’Şerbet, limonata’’ diye bağırırlardı.
Sokaklarda
destancılar dolaşırdı. Ellerinde 8-10 katlı basılı kâğıtlar da ki destanları
anlatarak satarlardı. ‘’Genç yaşta öldürülen gelin veya çocuğun acıklı
öyküsünü’’ anlatarak gezerlerdi. “Kalaycı” sesi duyulunca mutlaka
birkaç kadın pencereye çıkardı. Sütçüler her gün geçerlerdi.
En büyük ilgiyi ayı
oynatıcılar görürdü. Teflerini çalarak sokakları dolaşırlardı. Arkalarında
çocuklar müşterileri varsa ayıyı oynatırlar, “Hamamda bayıltırlardı”. Bir
meraklı çıkar, yere uzanır kendini ayıya çiğnetirdi.
Şehirlerarası otobüsler ana caddeden geçerdi. Cuma camisini geçince köşedeki
otelin altında otobüs yazıhaneleri bulunuyordu. Heykel önünde mola veren
otobüsleri hatırlıyorum. Acıkanlar köftecilere girerlerdi. Heykeldeki
hükümet binasının içinde mahkeme bulunuyordu. Sınıfça gidip dava izlemiştik.
Önünde ayakkabı boyacıları arzuhalciler ve şipşakçılar bulunuyordu.
İki fotoğrafçımız vardı. Heykel önünde ‘’Dilsiz Osman’’ ve ‘’Foto Varol’’
bir kampanya yapmıştı. Naylon bir torba içindeki parayı doğru bilen
müşterisine verecekti. Çarşı içindeki kuyumcuların en tanınmışı ‘’Kara
Mehmet’’ idi. Merkezdeki iki kapılı kahve çok meşhurdu. Karşısında eczane ve
küçük bir kapalı çarşı bulunuyordu. Yanında ekmek fırını ve meşhur Beşler
Köftecisi vardı. Bursa’dan lüks arabalarıyla gelen bir müşterisinin
arabasında uzun kuyruklu küçük bir köpeğin olduğunu hatırlıyorum. Fırından
caddeye uzanan sokakta Köselecilerin kitap, kırtasiye ve oyuncak dükkânı
bulunuyordu. Çarşıda semer ve koşum takımları satan saraçlar vardı. Birkaç
nalbant dükkânı bulunuyordu. Tahılın civarında birkaç araba imalatçısı ve
tamircisi bulunuyordu. Hastane caddesinden çarşıya uzanan sokakta bulunan
ahşap binada kütüphane bulunuyordu. Sünnetçi Varol’un kıyafet satan mağazası
da buradaydı. Daha sonra bu sokakta yazlık bir sinema açıldı. Kütüphane daha
sonra restore edilen İshak Paşa Medresesine taşındı. Daha önce buralarda
bakırcılar bulunuyordu.
Okullar önce tam gündü. Öğlen
eve yemeğe giderdik. Sonra ikili öğrenim başladı. Gazete almak memur ve
esnaf için başka bir statüydü. Okumayı seviyorduk. Lise sonda E yayınları
çok meşhurdu. Dört kişi aramızda para toplar ve her ay bir kitap alırdık.
Sümerbank Mağazası Ankara Caddesindeydi. Ayakkabılar, gömlekler, çizgili
pijamaların kumaşları buradan alınırdı. Evlerde telefon azdı. Önce
santrali arar, istediğiniz numarayı söylerdiniz. Santral memuresi sizi
istediğiniz numaraya bağlardı.
EVLER
Evlerin duvarlarına ipek halılar asılırdı. Üzerlerinde develer ve
bedeviler, Kız kaçıran atlılar, Arap kadınları ve ceylanlar ve havarilerin
resimleri dokunmuş olanlar çok yaygındı. Resimdeki insanların başlarındaki
yuvarlakların ‘’Hale’’ olduğu ve azizlerin başında hale olduğunu öğrendim.
Bayramlarda kırmızıya boyanmış yumurtaları tokuştururduk. Her ikisi de
Müslüman olan Rumlardan kalan bir miras olduğunu yıllar sonra öğrendim.
Mobilyacılık gelişiyordu ama koltuğu olan evler azdı. Babam İnegöl’e
geldikten dört-beş yıl sonra almıştı. Çocukların tavana asılı
beşikleri bulunurdu. Bazen iki ipin arasına konulan kilimlerden beşik
yapılırdı.
Sokaklardan geçenler arasında bileyciler de
vardı. Bir köşede getirdiğimiz bıçakları bilelerdi. Kış yaklaşırken
omuzlarında baltayla odun kesiciler geçerdi. Daha sonra motorlu el
testereleri onların yerini aldı.
Radyo az sayıda evde
bulunuyordu. Elektrik olmayan yerde batarya dediğimiz yuvarlak veya dört
köşe büyük piller kullanılırdı. Radyolar lambalı olduğu için açıldıktan
sonra hemen ses gelmezdi. Lambaları kızınca ses gelirdi. Kahvelerde
‘’ajans’’ saati gelince yani haber saatinde ses kesilir, radyonun düğmesi
biraz daha açılırdı. Şarkı olduğu zamanda ses açılırdı. Çoğu zaman
kapalıydı.
Almanya’ya çalışmaya giden işçilerimiz izne
gelirken yanlarında makaralı teypler, pikap dediğimiz plak çalar getirmeye
başladılar. 45’lik dediğimiz plaklar yaygınlaşmaya başladı. Sonra
longplayler yaygınlaştı. Radyo ve pikapların bir arada olduğu modeller hızla
yayıldı.
Elbiseler terzide diktirilirdi. Döküm ütüler
vardı. İçine kömür koyulup kızdırılırdı. Kimi ütüler sobada kızdırılırdı.
Kola ve benzeri içecekler hayatımıza girdi. Fruko
meyve suyu çok bilinirdi. O sırada kurulan toplum polisine Fruko adı
takılmıştı.
Oylat İnegöl’e ayrı bir güzellik katıyordu. İstanbul’dan
buraya kaplıcalara çok sayıda insan gelirdi. Biri kadınlar, diğeri erkekler
için iki ayrı havuz vardı. Birkaç küçük otel ve barakalar, çadırlar
bulunuyordu. Çoğu zaman günü birlik giderdik.
Büyüdüğümüz yıllarda
arkadaşlarla gezmeye giderdik. Sonra bisikletlerle gitmeye başladık. Bir
arkadaşımız minibüsle tüp ve yiyecekleri getirirdi. Biz bisikletlerle gidip,
orada buluşurduk. Derenin aktığı vadiyi gezer, vadide piknik yapardık.
Tarımla geçinilirdi. Her taraf tarla ve bahçeydi.
İlçe, ekonomisini kalkındırması için bir piyade alayının şehre getirilmesi
için Ankara’ya heyetler giderdi. İlçede eski Fenerbahçe başkanı Faruk
Ilgaz’a ait tuğla fabrikası bulunuyordu. Demirören ailesine ait yağ
fabrikası hiç çalışmadı. Önce sunta fabrikası İSTAŞ, sonra boya üreten
KENTAŞ kuruldu.
Bugün mobilyacıların olduğu caddenin
girişinde bir sandalye fabrikası bulunuyordu. Sonra yağ fabrikası oldu.
Cadde boyunca presle çalışan yağhaneler bulunuyordu. Ayçiçekleri iki taşın
arasına konulur, uzun bir ağaçla çevrilerek yağ elde edilirdi. Cadde
üzerinde çok sayıda demirci dükkânı bulunuyordu.
Her yer çayırdı. Bedre
deresine yakın harman yeri bulunuyordu. Harman yapan komşularımıza yardıma
gitmiştim. Öküzlerin çektiği düvelere ağırlık yapsın diye taş konurdu.
Çocuklar bindirilirdi. Altı çakmak taş çakılı olan düveler, ekinleri
parçalardı. Bu işlem günlerce sürerdi. Ufalanan ekinler yaba dediğimiz kürek
benzeri bir aletle havaya atılır, ağır olan taneler bir tarafa, samanlar bir
tarafa düşerdi. Bazı çiftçiler bu işi patos ile yapardı. Biçerdöverler
yaygınlaşınca harmanda bitti.
İnegöl’ün ağaç sanayisi
bu caddedeydi. Orman fidanlığının arkasından başlayan sanayi sitesi çayıra
kadar sürerdi. Top oynadığımız bu çayıra panayır kurulurdu.
Bizim için
panayır bambaşka bir dünyaydı. Çok büyüktü. Ne ararsan vardı. İki, bazen üç
çadır tiyatrosu gelirdi. Dışarıya pullu donlar asılır, kapıdaki çığırtkan
kapı önündekileri içeri çağırırdı. Tedbir olsun diye sahnenin ön tarafına
elektrikli tel çekilirdi. Kafamda kalan bir görüntü önde bekçi sandalyede
oturuyor, arkada ise “Bul karayı al parayı” oynatılıyordu. Meraklılar
sigaralara halka atarlardı. Yüzde doksan beş halka sıçrardı. Seyrekte olsa
kazanan çıkardı. Sigara çeşidi fazlaydı. En çok Birinci ve Bafra
içiliyordu. Bafra jelatin kaplıydı. Sonra ikinci, üçüncü, köylü sigaraları
vardı. Sonra kutulu sigaralar çıktı. Bahar, Gelincik, Yenice, dudak yeri
kahverengi olan Yaka, Kulüp, Boğaziçi ve Yeni Harman sigaraları çıktı. Neden
sonra fitreli sigara olarak önce Yeni Harman, sonra Samsun çıktı. Tabi birde
gaz yağlı pamukla çalışan meşhur muhtar çakmaklarımız vardı. Zor yanardı ama
yandı mı sönmezdi. Panayırlarda daha sonra kelepçeli aletler çıktı.
Kelepçeyle sigara veya oyuncakları almaya çalışırdınız. Netice nafile bir
uğraş. Daha sonra etrafı çevrildi. Büyük bir hayvan pazarı oldu. İnegöl
mobilyası buradan çıktı ve dünya markası oldu.
Bisikletlerimizle sık sık gittiğimiz Cerrah güzel bir mesire yeriydi. Mayıs
ayında helva günü yapılırdı. O zaman dolar taşardı. İnegöl’ün elektriği
Cerrah’taki HES’ten gelirdi. Aşağıda delice akan Cerrah dersinden alınan su
küçük bir kanalla HES’e getirilirdi. Borulardan şiddetle akan su tribünleri
döndürürdü. Kanalın kenarı bir karış genişliğindeydi. Kenarından karşıya
geçerek cesaretimizi sınardık. Aşağı düşsen ölürsün. Ne akıl? Bisikletlerle
gittiğinizde dönüşte kiraz ve vişne bahçelerine dalar, topladıklarımızı
yerdik.
Resim öğretmenimiz Turgut Minez Bursa’da bir
resim sergisi açmıştı. Tabloların bir kaçını Bursa’ya babam götürmüştü.
Sergiyi gezdim Tabloların çoğu eşeğiyle yük taşıyan kadınlardı.
Gelelim
İnegöl’ün tarihine. Bursa İl Özel İdaresi tarafından çıkarılan “Bursa’dan
Konya’ya Seyahat” adlı kitapta 1900’lü yılların başında İnegöl’e gelen
seyyahlarımız burada gördükleri bir gölden bahsediyorlardı. Belki bu gölün
adı olan Eynegöl zamanla İnegöl’e dönüşmüş. Demek ki bu göl iklim
değişikliği veya başka nedenlerle kurumuş.
İNEGÖL’ÜN TARİHİ
YERLERİ
İnegöl Bursa’nın 45 km.
doğusundadır. Bilecik, Kütahya, Keles ile çevrilidir.1006 kilometrekare
yüzölçümüne sahipti. Çok zengin fosil yatakları bulunmuştur. Çitli köyünde
14 milyon yaşında olduğu tahmin edilen bir fil fosili bulunmuştur. Cuma Tepe
Höyüğü İnegöl’ün en eski yerleşim yeridir. Höyüğün en alt tabakasındaki
buluntular kalkotik çağa kadar uzanmaktadır. Ayrıca Hititler, Lidyalılar,
Persler, Helenistik dönem, Roma ve Bizans dönemine ait tarihi eserler
bulunmuştur. İnegöl 1299 yılında Osman Bey’in komutanlarından Turgut Alp
tarafından fethedilmiştir. Fetihden sonra hızla gelişmiştir. Şehir içindeki
Yıldırım Bayezıt Camisi, İshak Paşa Külliyesi, Kurşunlu Kervansarayı
kalıntıları dışında en önemli eser Ortaköy’deki kervansaraydır. Karaca Bey
tarafından 15.yüzyılda yaptırılmıştır. Yine Ortaköy’de bugün harap vaziyette
bulunan ve 1600’lü yıllarda yapılmış bir hamam vardır. Ayrıca Kurşunlu
beldesinde Yıldırım Bayezıt dönemine tarihlenen bir cami vardır.
İnegöl üç kez Yunan işgaline uğramış ve 6 Eylül 1922 de Şükrü Naili Paşa
tarafından kurtarılmıştır. Oylat Mağarası İnegöl’e 17
km. uzaklıkta. Hilmiye köyünün 1 km. güneyinde olan Oylat kanyonunun bittiği
noktada yer alır. Bu mağara ben İnegöl’den ayrıldıktan sonra keşfedildi. O
yüzden gezemedim.
İnegöl köftesinin piri,
Bulgaristan’ın Pazarcık kasabasından İnegöl’e göçen Mehmet Besler‘di. Ellili
yılların sonunda bugünkü tiyatro binasının karşısında bir şube açtılar.
Şehirdeki idamlar burada yapılır ve idam hükümler oradaki çınar ağacına
asılırdı. İshak Paşa külliyesi civarındaki dükkânında yetişen çocukları,
torunları, ustaları İnegöl köftesini Türkiye markası haline getirmişlerdir.
İNEGÖL BELEDİYESİ KENT MÜZESİ
892 ilçe içinde tek kent müzesi İnegöl’de açılmıştır. 2005 yılında 150 yıllık
eski belediye binasında başlayan çalışmalar bu işe gönül veren beş kişinin
çabalarıyla 2008 yılı sonunda bitirilmiş ve 10 Ocak 2009 tarihinde Kültür
Bakanı Ertuğrul Günay tarafından açılmıştır. Müzede İnegöl’ün tarihi, sosyal
hayatı ve kültürü 25 ayrı odada sergilenmektedir. Müze üç katlıdır. Birinci
ve ikinci katta İnegöl’ün fethinden başlayarak Osmanlı’nın kuruluşu,
göçlerle Kafkasya ve Rumeli’nden gelenler sosyal yaşam, afetler, işgal
yılları, ünlüler ve iz bırakanlar, tarım ve sanayileşme, kültürel yaşam,
Cumhuriyet dönemindeki İnegöl anlatılmaktadır. Üçüncü katta ise sağlık,
turizm, spor, ipek böcekçiliği, tütüncülük, mutfak kültürü, köy odası, çeyiz
odası, berber, demirci bölümleri bulunmaktadır Ayrıca kent belleği ve idari
bölümler üçüncü kattadır.1054 metrekarelik müzede bulunan eserlerin büyük
çoğunluğu bağışlarla oluşmuştur. Kafkas göçmenlerine ait kamalar ve silahlar
müzede sergilenmektedir. Yaşamla ilgili eşyalar İnegöl’ün 91 köyü ve 5
beldesinden toplanmıştır. Müzede bulunan 17 balmumu heykel ayrı bir canlılık
getirmiştir.
Cumhuriyetin ilanından sonraki iç
isyanlar, dış tehditlere karşı güçlü bir hava kuvveti oluşturmak için
yapılan bağış kampanyasına İnegöl ilçemiz de katkı koymuş, Toplanan
bağışlarla Tayyare Cemiyeti aracılığıyla bir uçak alınmış ve uçağa İnegöl-1
adı verilmiş. Bu uçağın bir maketi müzede sergilenmektedir.
Belediye Binası
Bunlar müzenin tanıtım kitabından. Ama benim
gibi bu şehirde yaşamışsanız farklı duygular yaşarsınız. Müzenin bahçesinde
sergilenen fotoğraflar da bana ahşap kasalı eski otobüsleri, pikapları ve
köylere ulaşımda kullanılan Willys cipleri hatırlatıyor. İnegöl İdmanyurdu
ve Öğretmenler Derneği’nin bulunduğu binanın karşısında durakları vardı. Yol
boyunca sıralanırlardı. Müzenin giriş katında İnegöl’ün topoğrafik
haritasını ve bulunmuş fosilleri görebilirsiniz. Odaları dolaşırken
arkadaşım Hasan Şendil’in abisine ait demirci dükkânı beni ortaokul
yıllarıma götürdü. Hasan’ın rahmetli babası ve abisi demiri döver, çelik
yaparlardı. Baltalar, kazmalar, kürekler, çapalar, oraklar sıralanmış,
müşteri beklerlerdi. Zaman zaman körüğün sapına yapışır, ocağı
canlandırırdım. Eski bir berber dükkânı alınıp aynen yerleştirilmiş.
Müzede gördüğüm kozalar beni yine çocukluğuma, gençliğime götürdü. Bursa
bildiğiniz gibi ipekçilik merkeziydi. Köyümde –Mustafakemalpaşa’nın Güllüce
Köyü – ninem ve halam ipek böceği yetiştirip kozaları Mustafakemalpaşa’da
sonra Bursa Koza Han’da satarlardı. Beyaz böcekler dut yaprağıyla beslenirdi
ama erkek dutların yapraklarıyla. Bu ağaçlar dut meyvesi varmazlardı.
Testere ağızlı bıçaklarla dut dallarını keserdik. İpek böceklerinin bu
yaprakları yerken çıkardığı çıtırtı güzel bir melodiydi sanki.
İnegöl, ülkemizin tütüncülük merkezlerinin başında geliyordu. Bir zamanlar
ülkemiz dünyanın önde gelen “şark tütünü” üreticisiydi. İnegöl’de 3-4 tütün
deposu vardı. Şimdi Amerikan sigarası içip Amerikan tütünü alıyoruz.
Üretmeyen ülke olarak daha ne kadar yaşayacağız. Tütünler olunca kırıp
toplardık. Sonra ince uzun şişlere geçirip onları dizerdik. Bunları ayna
dediğimiz dikdörtgen tahta çerçevelere takar, güneşte kuruturduk. Kuruyan
balyalanır, alım merkezlerine getirilirdi.
Elimize
yapışan zehirli nikotini zor temizlerdik. Müzede İnegöl’e Balkanlardan,
Kafkaslardan gelen göçmenlere ait etnografik eşyalar da sergileniyordu.
Müzede İnegöl’ün yetiştirdiği edebiyatçılar, sanatçılar ve siyasetçilere bir
köşe ayrılıp hatırlanması da hoş bir jestti.
Müzeye
girişte bir avlu karşılar. Kapının karşısında müzenin 100 kişi kapasiteli
çok amaçlı salonu yer alır. Burada kişisel sergiler için bir sergi salonu
yer alır. Küçük çay ocağı da hizmetinizdedir. Bahçe kafeterya olarak
düzenlenmiştir. Zemin katta bugün kaybolmakta olan mobilyacılık, sepetçilik,
semercilik, demircilik, saatçilik, fıçıcılık, yemenicilik ve bakırcılık
mesleklerinin dükkânları canlandırılmıştır. Eski İnegöl resimlerine
baktıktan sonra soldaki ilk salondan gezmeğe başlarsınız. Cuma tepe Höyüğü
ile 14 milyon milyon yıllık Gomphotherium cinsi fil fosilinin bulunduğu doğa
bölümünden gezmeye başlayalım. Günümüzden 15 milyon yıl önce Güney Marmara
bölgesinde yaşayan karasal memeli hayvanlara ait kalıntılara İnegöl
çevresindeki çitli, kestanealan, Hacıkara köyüne Tahtaköprü kasabasında
rastlanılmış. Oylat ve Hilmiye köylerinde yaprak fosilleri bulunmuştur.
Buluntular içinde en ilginci Gomphot herium paşalorensis adıyla bilim
dünyasına tanıtılan soyu tükenmiş bir fil türüne ait sol çene kemiği
üzerinde yer alan azı dişleri ve birkaç kemiktir. İsminden de belki
anlaşılabileceği gibi bu türe ait kalıntılar Mustafa Kemal Paşa ilçesi
Paşalar köyünde bulunmuştur.
Atatürk
heykeli açılışı- 1960'lar
Eski Çağda İnegöl bölümü
prehistorik çağa ait buluntular en erken dört bin yıl önce tarihlenmektedir.
Askeri yollar üzerinde bir köy olan İnegöl’de bulunan bu çeşitli çağlara ait
(Pers, Büyük İskender, Bitinya ) eserler sergilenmektedir. Müzede İnegöl’ü
feth eden Turgut Alp’e ve Osmanlı’nın kuruluş yıllarında destek veren ve
Osman Bey’e kızı Mal Hatun’u veren Şeyh Edebali’ye ait birer bölüm
mevcuttur.
Müzenin beşinci bölümünde dünden bugüne
sosyal yaşama ait eserler sergilenmektedir. Bu bölümde Evliya Çelebi’nin
İnegöl üzerine yazdıkları yer almaktadır. Başta Anadolu, Rumeli, Kırım,
Mısır, Avusturya gibi bölgeleri dolaşan Evliya Çelebi dolaştığı kent ve
kasabalar hakkında önemli bilgiler verir. Hatta efsaneleriyle birlikte,
Evliya Çelebi yaşadığı dönemdeki İstanbul hakkında da geniş bilgi verir.
Bugün ayakta olmayan birçok eserin izine onun yazdıklarında rastlarız. Ünlü
gezgin İnegöl için şunları yazar:
“Şehir bir ulu ova içinde mamur ve
müzeyyen bir Türk halkı kasabasıdır. Halkı gariplerin dostudur. Üç mahallesi
bin kiremitle örtülü hanesi, beş camii vardır. Çarşı içinde İshak Paşa
Camii, ulemaca meşhur İshak Paşa medresesi ve medreseye mükellef bir han ve
güzel bir hamamı vardır. Birde kiremitle örtülü Yıldırım Han Camii vardır.
Ayrıca iki medrese, iki tekke ve üç mektebi sıbyan, yedi ab-ı hayat çeşme ve
bir Yıldırım Han hamamı vardır. Yüz elli dükkân olup haftada bir büyük bir
pazar kurulur. Şehrin has ve beyaz ekmeği ile camış – manda - kaymağı
meşhurdur.”
İnegöl batıdaki birçok yerleşim gibi dışarıdan göç almıştır.
Osmanlı’nın son dönemlerinde “Evlad-ı Fatihan “ geri dönmeye başlar. Önce
Kafkasyalılar – bilhassa Gürcüler gelmeye başlar. Sonra 93 harbinde (1876-77
Osmanlı-Rus savaşı) kaybedilen Rumeli topraklarında yaşanan katliamlardan ve
kırımdan kurtulanlar yerleştirilir.
Sonraki salonun
anıtlar – Anadolu’nun sonraki yüzyıllardaki durumunu anlatan bir yazar
çıkmaz. Bu görevi yabancılar üstlenir. Amaçları farklı da olsa Rumeli ve
Anadolu’yu onlardan öğreniyoruz. Bu gezginlerin en ünlüsü Texier’dir
19.yüzyılda bütün Anadolu’yu dolaşan ve izlenimlerini “Küçük Asya;
Coğrafyası, Tarihi ve Arkeolojisi” adıyla yayınlanan Fransız bilim adamı ve
gezgin Texier kitabında İnegöl’ü “Başlıca sanatı keresteciliktir. Bursa
ipeği adıyla satılan ipek ürünü de vardır. İstanbul Kütahya yolu üzerinde
olması sebebiyle önemli bir yerdir” diye tanımlıyor. Gerçekten İnegöl
camileri, kervansarayları, hanları, hamamları, medreseleri ile hep mamur bir
kent olarak anıla gelmiştir.
İnegöl Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde
Ege antik limanlarından gelip Yenişehir-İznik-Hersek dil iskelesi üzerinden
İstanbul’a ulaşan yol üzerinde bulunuyordu. Kuzeybatı Anadolu’da ayakta
kalmış önemli konak yerlerinden biri olan Ortaköy kervansarayı İnegöl
sınırlarında yer almaktadır. Benzeri olan kurşunlu kervansarayı günümüze
ulaşamamış, Cafer Paşa/Beylik Han kervansarayının ise bir kısmı ayakta
kalmıştır.
İnegöl çevresindeki görkemli ormanlar
kayın, çam, köknar ağaçlarla doluydu. 18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı
donanmasının kereste ihtiyacı İnegöl den karşılanıyordu. Gemlik tersanesinde
çalışanlar genellikle İnegöl den seçilmekteydi.
Bitişik salonda İnegöl’ün kentleşmesi anlatılır. Dört mahalleden oluşan
İnegöl 93 muhacirlerinin gelmesiyle yedi mahalleye çıkar. İnegöl merkezinin
nüfusu hızla artar. Bursa’nın en kalabalık ilçe merkezi olan İnegöl’ün
nüfusu günümüzde yüz elli bini bulmuştur.
Sonraki
salonda kültürel yaşama ait resim ve kıyafetler sergileniyor. Yerli nüfusa
eklenen Kafkas ve 93 muhacirleri yeni adetler, alışkanlıklar getirir.
Toplumsal yapı iç göçlerle daha da zenginleşir.
İnegöl deki sivil toplum kuruluşlarının öncülüğünde başlar Türk Hava Kurumu,
Kızılay ve yardım severler cemiyetlerinin şubeleri açılır. 1935 yılında
kurulan İnegöl Halk Evi 1942 yılına değin kentte kırk dokuz temsil, yüz kırk
sekiz konferans, elli sekiz konser, yirmi halka ücretsiz sinema gösterisi,
dört resim ve fotoğraf sergisi, on yedi balo, yüz sekiz köy gezisi
faaliyetlerinde bulunmuştur. Ayrıca gazete ve dergiler yayınlandı,
Cumhuriyet idaresi Halk evleriyle kırsal kesimde kültürel hayatı canlı
tutarak iç göçü önlemişti. Bugün kentte yüz kırk binin üstünde sivil toplum
kuruluşu bulunmaktadır.
Gezmeye devam ediyoruz. Savaş
sonrası cumhuriyet dönemine ait resim ve eşyaların sergilendiği salona
geçiyoruz.
Sonraki salonda İnegöl’deki sağlık
hizmetlerinin gelişmesi anlatılıyor. İlk hastanenin temeli 1903 yılında o
zamanki belediye başkanı Osman Bey tarafından atılır. Yirmi beş yataklı
memleket hastanesi 1904 yılında kurulur. 1989 yılında hizmete giren yüz
yataklı Devlet Hastanesi’ne kadar olan geçen süreye ait döneme ait resimler
sergileniyor.
Üst katları dolaşmaya devam ediyoruz.
Kara günler gelmiş, İzmir işgal edilmiştir. İnegöl’de protesto mitingi
yapılır, işgal kınanır. Protesto telgrafları çekilir. Yunan ordusu önce
Gemlik ilçesini işgal eder. 8 Temmuz 1920 de Bursa işgal edilir ve
Ankara’daki meclisin kürsüsüne siyah örtü-püşude-i siyah- örtülür. Bursa
bölgesinin ilk “kuva-yi milliye” teşkilatı İnegöl’de kurulur. İstanbul’un
işgalini onaylayan, Yunanlılara karşı mücadele edenleri mahkûm eden
fetvasına karşı yayınlanan ve milli mücadelenin, direnmemin şart olduğunu
yazan fetvaya İnegöl müftüsü de imza koyar. Yunan işgaline giren İnegöl 6
Eylül 1922 tarihinde bu işgalden kurtulur.
Sonraki
salon ünlüler ve iz bırakanların sergilendiği salona geçiyoruz. Bu salonda
Osman Bey ve Turgut Alp den başlayarak günümüze kadar iz bırakanlar
siyasetçiler, yazarlar bu salon da tanıtılıyor.
Yanındaki salon İnegöl’ün bağlı olduğu sancaklar/vilayetler ve konumu
anlatılıyor. İnegöl Hüdavendigar vilayetine (Bursa) bağlı dokuz kara
merkezinden biriydi. 1926 yılında idari açıdan Bursa iline bağlanmıştır.
İnegöl halkı tarih boyunca toprağa bağlı olmuştur. Uludağ’dan inen derelerle
beslenen nemli İnegöl ovası yaşamı kolaylaştırmıştır. Ovada buğday, arpa ve
pirinç ekilirken sonraki yıllarda sebze ve meyve tarımı öne çıkmıştır.
Bağcılık da sirke ve pekmez üretimi açısından önemliydi. Dağlık kesimdeyse
hayvancılık önemliydi.
Bitişik salonda tarım aletleri
sergileniyor. Bitişik salondaysa İnegöl’ün sanayileşmesi anlatılır. Burada
öne çıkan mobilyacılıktır. Ünlü gezgin Texier 19. yüzyılda geldiği İnegöl
için “başlıca sanatı keresteciliktir” diye yazar.
İnegöl’ün turistik
değerlerinin sergilendiği salonda İnegöl köftesinin tarihi de
anlatılmaktadır. İnegöl de Cumhuriyet döneminden önce spor olarak avcılık,
atçılık, atıcılık, güreş ön plandaydı. Cumhuriyet döneminden sonra önce
idman yurdu kulübü kurulur. Sonra diğer amatör kulüpler ardı ardına kurulur.
Futbol, atletizm, güreş, bisiklet gibi spor branşlarında faaliyet
gösterilir. Profesyonelleşme yaygınlaşınca spor kulüpleri birleşerek
profesyonel İnegölspor’u kurdular. Bu döneme ait resimler, kupalar
sergilenmektedir.
İpeğin öyküsünün ve tütüncülüğün anlatıldığı
salonlardan sonra İnegöl’deki mutfak kültürünün sergilendiği salona
geçiyoruz. Mevcut yemek kültürüne Balkan ve Kafkas göçmenleri katkıda
bulunur.
Sonrasındaki salonlarda İnegöl evindeki
oturma odası çeyiz serilen bir oda ve berber dükkânı sergileniyor.