|
|
|
Ekrem H. Peker
Nerede bir çınar varsa orada insanlar ve hemen
yakınında bir kahve olduğunu söyleyebiliriz. Neredeyse her çınarın yanında
bir kahve bulunur. Birçok kahvehanenin, kafenin adı bu yüzden çınar veya
çınaraltıdır. Bursa’nın kahvehanelerini Emir Sultan’dan Yeşil Külliye’ye
doğru inerek dolaşmaya ne dersiniz? Yolumuzun önünde dikilen
dev çınarın yanındaki ahşap binanın altı Gençlerbirliği Spor Klübü
lokaliydi. Her zaman masaları doluydu, her çeşit kâğıt oyunu ve kumar
oynanırdı. Seksenli yıllarda yıkılıp, yerine bir apartman dikildi,
Gençlerbirliği de tarihe karıştı. Yeşil Külliyesi, Sultan
Çelebi Mehmet’in anısına yapılan bu muhteşem eser, yüzyıllar boyunca
seyyahların ilgi odağı olma özelliğini korudu. Asırlar boyu Bursa’ya gelen
seyyahlar eserlerinde sanki sözleşmiş gibi buradaki muhteşem yapılardan söz
ederlerdi. Altmışlı yılların sonunda babamla buraya gelir ve yan yana ovaya
bakan iki kahvehanenin birinde yorgunluk çayımızı yudumlardık. Genellikle,
Yeşil çay bahçesini tercih ederdik. Burayı Ali Osman Kantar, yanındaki
kahvehaneyi İsmail Akpınar işletiyordu. Şimdi kebapçı olan yer, ikinci
kahvehanenin kapalı yeriydi.
Kahvehanelerin yanından aşağıya merdivenler inerdi.
Uludağ veya Karlıdağ gazozlarımızı içerken Garson Basri’nin, yandaki
kahvehanenin garsonuyla kapışmasını izlerdik. Basri, çayyy… Diye bağırmaya
bir başlar, dakikalarca uzatırdı. Sonra Basri havaya kalkan elleri sayar,
kafasından ekleme yapar ve çaaaaaaaay otuz, kırk, elli diye bir rakam
söylerdi. İsmail Akpınar’ın baş Garsonu Şuayip, Basri’ninn söylediğinin beş
veya bazen on fazlasını söyleyerek ocağa seslenirdi. Garson Basri alanında
kendine rakip tanımıyordu. Turistler Garson Basri’nin resmini çekerler,
bazen sesini teybe kaydederlerdi. 29 Ekim 1922 ‘de Gazi Mustafa Kemal’in
burada maiyetiyle kahve içtiği anlatılır. Sadece o mu? Daha nice ünlüler
Yeşil’e gelip, yemyeşil ovaya bakarak çaylarını keyifle yudumladılar. 1955
yılında Bursa’ya gelen İsmet İnönü, Mahfel’de oturup çay içtikten sonra,
partililerle beraber Yeşil’e, İsmail’in kahvehanesine gidip, yemyeşil ovaya
bakarak çayını yudumlamış. Çay deyince şekere değinmemek
olmaz. Kesme şeker o yıllarda yaygın değildi. Toz şeker kullanırdık, bir de
zor eriyen, kimi yerde kelle Şekeri, kimi yerde Erzurum Şekeri, daha
eskilerin Rus Şekeri dedikleri şeker çeşidi bulunurdu. Erzurum-Kars
yöresinden gelenler kıtlama tabir ettikleri usulle kullanırlardı. Bir parça
şeker ağza atılır, avurtta tutulur ve çay öyle içilirdi. “Yaz akşamları
otururum Yeşil Kahvesinde.. Hazırlatırım demliğimi, Yakarım
cigaramı Dalarım gülpembe ufka, Yudumlayarak çayımı… Bir güzel
efkarlanırım…”
Yeşil kahvehanelerini anlatan bu
satırlar, yitirdiğimiz Bursa’lı şair Selami Üney’e ait. Artık dalacak bir
ufuk kalmadı. Setbaşı Meydanına inen Yeşil Ve Namazgâh caddelerinin
birleştiği köşede Dikmenlerin bir apartmanı yer alıyor. Dikmenler’in
apartmanı bir dönem yurt, bir dönem dershane oldu. Apartmanın altında
dönemin ünlü futbolcularından Haluk’un işlettiği bilardo salonu (Haluk
Bilardo) hizmet veriyordu. Altmışlı yılların başında burada bir karakol ve
karşısında bir kahvehane vardı. Karakolun önündeki çınarın altına karakolun
komiseri bir masa atar ve gelip, geçeni kontrol ederdi. Çınar ve
karşısındaki ahşap binadaki kahvehane yoldan daha yüksek seviyedeydi.
MAHFEL Yolumuzun üzerinde
ise ünlü Mahfel kıraathanesi bizi karşılar. Kıraathane deyimine denk düşen,
Bursalı aydınların toplandığı bir yerdi Mahfel, Demir ayaklı, yuvarlak
mermer masaları, demir sandalyeleriyle çay bahçesi gözde bir yerdi..
Mahfel’e girenlerin koltuğunun altında veya elinde bir-iki gazete
görürdünüz. Okunan gazeteler, yandaki masadakilerle değiştirilirdi.
Yazarların, gazetecilerin toplandığı bir yerdi. İstanbul’daki Meserret
Kıraathanesi, Küllük, Le Bon, Tepebaşı Bahçesi, Nisuaz, İkbal Kırathaneleri
gibiydi. Mahfelin bir bölümü bilardo salonu olarak gençlere hizmet verirdi.
Bazen bilardo oynanırken, çuha yırtılır. Salonda o anda garson yoksa hemen
pencereden yan sokağa kaçılırdı. Yırtan uzun bir süre o mekâna uğramazdı.
Burada da çalışan Sarı Mustafa – diğer lakabını yazamayacağım- Garson
Basri’nin tek rakibiydi.
Mahfel- 1931
Mimar Zafer Ünver;
“Çocukluğumda Mahfel, Rıdvan’ın kahvehanesi olarak bilinir ve seçimlerde
burada oy kullanılırdı. Babam, buraya oy kullanmaya geldiğinde beni de
getirmişti. Annemle, babam burada tanışmışlardı. Mahfel’e, gençler ise
Mahfel’in bilardo salonu, yan aralığındaki, Altı parmaks Süleyman’ın
işlettiği Akın Spor Lokaline gidilirdi. O yıllarda futbol klüplerinin
bulunduğu lokallerin kıraathanelerden pek farkı yoktu. Mahfel bir akşam
tutuşuverdi. 18 Ocak 1999 gecesi çıkan-nedeni bilinmeyen bir yangında kül
oldu Mahfel. Yangın için bodrumdan çıkmış denildi. Yangının üzerinden yıllar
geçtikten sonra tekrar açıldı. Ama Mahfel Kıraathaneden, kafeye
dönüştürülmüştü. Mahfel’e akademi havası veren o emekli aydınlar sessizce
çekilip gittiler. Bir daha toplanmadılar. Sinemanın sokağında Ferit ve
Fethi Beylerin işlettiği Günaydın Kıraathanesi ve kıraathanede bir Müzik
Dolabı bulunuyordu. İçinde plaklar olan müzik dolabından dinlemek
istediğiniz plağı seçer, metal para atardınız ( ilk zamanlar 25 kuruşla
çalışıyordu) veya jeton atardınız. Bir kol plağı alır ve platforma
yerleştirir. Pikabın iğnesi iner ve müzik sesi duyulmaya başlardı. Müziğin
sesi sokağa da verilirdi. Bu kıraathane daha önce Bursaspor’un ilk
kurulduğunda merkezi olmuş. Uzun görüşmelerden sonra, Akınspor, Acar
İdmanyurdu, Çelikspor, İstiklalspor ve Pınarspor birleşerek 1 Haziran 1963
günü Dönemin Bursa Valisi Bursa Valisi Fahrettin Akkutlu başkanlığında
Bursaspor’un kuruluşunu gerçekleştirdiler. 33 kurucu üye başkanlık için
Salih Kiracıbaşı’nı seçtiler.
SÜNDÜS ve SALİH
KİRACIBAŞI Salih Bey, Çelikspor’un başkanıydı.
Salih Bey’in kızı sündüs Türkmen; “ Çelikspor’un Klüp binası Muradiye’de
idi. Şimdi yıkıldı. Babam Bursaspor’un başkanıyken maçlara beraber giderdik.
Maçları babamın yanında, saha kenarından izlerdim, babamın başkan
seçilmesinde Muradiyespor’un güzel bir lokale sahip olması geliyordu. Babam
takımın antrenörlüğüne Muhtar Tuncaltan’ı, takım kaptanlığına Özhan Varlık’ı
getirdi”. Salih Bey 1964 yılındaki kongrede üyelerin oylarıyla başkanlığa
seçildi. * * * Ünlü Cadde de bulunan Meddah
kahvehaneleri altmışlı yıllara ulaşmadan kapandılar. Rahmetli Necip Artan;
“Ünlü Cadde’ye girdiğinizde soldaki kıraathanede Meddah Sururi ve Karagözcü
Mustafa geceleri müşterileri eğlendirirdi” diye yazar. Elli
yıllarda büyük kahvehanelerde Meddah’lar gösteri yapıp, halkı eğlendirirdi.
Meddahlardan başka Kavuklu ve Pişekar’dan oluşan orta oyuncuları vardı.
Altmışlı yıllarda geleneksel sözlü tiyatroyu sürdüren oyuncuların en ünlüsü
İsmail Dümbüllü idi. Kantoyu da unutmamak lazım. TV yayıldıkça kanto daha
tanınır oldu. Kantocuların en ünlüsü Nurhan Damcıoğlu’ydu. Sandalye güreşi
yapan sanatçıları da unutmamalıyız. Çoğu insan neden bahsettiğimi
anlamayacağını biliyorum. Onun için biraz anlatayım. Güreşçimiz üstünü
soyunur ve rakip olarak seçtiği sandalyeyle usta işi bir güreş çıkarırdı.
Gösteri sonunda güreşçimiz kan-ter içinde kalır, ama güreşi galip bitirirdi.
Sonra parsayı toplardı. Sönmez İş Hanı’nın karşısındaki
boşlukta bulunan Merkez kıraathanesi dünden bu güne gelen kahvehanelerden.
Caddeden yürümeye devam ettiğimizde ilginç bir kahvehane bulunuyordu.
Demirtaş Sanat Okulu’nun karşısında bıçakçılar çarşısının yola bakan
bölümünde büyük bir esnaf kahvehanesi, içinde bir çınar ağacı yaşamaya
çalışıyordu. Esnaf dernekleri merkezi burada olduğu için kalabalık olurdu.
Karşı sırasında, Demirtaş Paşa Hamamı’nın karşısında dönemin ünlü futbol
klüplerinden Demirtaş Sporun lokali bulunurdu.
***
Cadde üzerindeki Vakıflar İş Hanı’nın arkasında bulunan Uzun Sokak’ta
bulunan ve Yaşar Öztürk’ün işlettiği bahçeli bir kahve olan Roma
Kıraathanesi’ne çalışan veya emekli olmuş çevre esnafı ve emekli memurlar
giderdi. Günümüzde kapalı olan bu kahvehanenin öyküsünü bu Kahvenin öyküsünü
kahveyi açanlardan Berber Behzat Çavdar’dan dinleyelim; “ Arsası mezbelelik
bir yerdi. Belediye’den aldık. Molozlarını temizledik. Kalebodurla dekor
yaptığımız geniş bir çay ocağı yaptık. Yepyeni kare masalara yeşil çuhalar
serdik. Kapının karşısındaki çay ocağının davlumbazını Bursa Havayolları
uçağıyla İstanbul’dan getirttik. Pırıl pırıl bir kahvehane kurduk, ona göre
de müşterimiz vardı. Kahveci daimi müşterisinin ne içtiğini bilmedi.
Kapıdan içeri girer, girmez ocağa X beye yandan çarklı veya okkalı diye
seslenir. Erbabı bunun kahveyi anlattığını bilir. Tek şekerli demek, demli
çay demekti. Kahvehaneye gitmeyen çok insan Teravi Namazı’ndan sonra
kahvehaneye gelir, sahura kadar sohbet ederlerdi”. İşlerimin yoğunluğundan
dolayı burayı Yaşar Öztürk’e devrettim.
Hanların alt katları kahvehane olurdu. Bursa’da bazı otellerin alt katları
kıraathane veya kahvehaneydi. Atatürk Caddesi üzerindeki vitrin pencereli
lobisi ve kıraathanesi ile Luca Palas Oteli buna bir örnekti.
Çakırhamam’daki Kadifeli Kahvehaneye, memurlar, emekliler, özellikle asker
emeklileri gelirdi. Maksem’de bulunan ve 19. yüzyıldan bugüne gelen ki
Çinkolu Kahve de çok meşhurdu. Atatürk Caddesi üzerinde
Teyyare Sinemasının üzerindeki Şehir Klubü, Öğretmenler derneği ve yine yol
üzerindeki Dağcılık Klübü’nün müdavimleri ayrıydı.
ROMANS ÇAY
BAHÇESİ Romans Çay Bahçesi okumuş kesim gelirdi.
Burada konser ve düğün yapılır, o zaman etrafına perde çekilirdi. Bazı
meraklılar aradan bakar veya önüne dikilip müziği dinlerlerdi. Kahvehaneleri
gezmeye ara verip, biraz Romans Çay Bahçesinde soluklanıp, bir çay içerken
eski kahvelerin içinde neler bulunurdu, bir düşünelim.
Bazı eski kahvehanelerde pekte tabir edilen oturma sıraları ve
hasır oturma yerli tabureler olduğunu hatırlıyorum. Çoğu kahvehanede çıplak
tahta masalar olduğunu hatırlıyorum. İlerleyen yıllarda Uludağ Gazoz
Fabrikasının veya kola firmalarının dağıttığı polyester masa örtüleri
serilmeye başlandı. Bazı kıraathaneler o dönemde özel masa yaptırır veya
pahalı bir kumaş olan kadifeyle kaplarlardı. Bir kısmının adı bu yüzden
Kadifeli Kahve’ye çıkmıştı. Hocahasan Mahallesindeki Kırmızılı Kahve’nin
masaları kırmızı kadifeyle kaplıydı. Çakırhamam’daki Kadifeli Kahve’nin
kadife örtüleri kırmızıydı. Temiz Cadde’ye döndüğünüzde sağda Arap
Hüseyin’in işlettiği kahveye ağabeylik yerine ablalığı tercih etmiş olan
Hikmet Abla takılırdı, burada şarkı söylerdi.
KAHVELERİN İÇİ NASILDI? Kahvehanelerin ortasında
genelde büyük bir döküm soba bulunurdu. Bazı kahvehanelerde süslü sobalar
veya çinili sobalar bulunurdu. Duvarlarda olmazsa olmazları
Atatürk ve Mareşal Fevzi Çakmak’ın çerçeveli resimleri asılıydı. Bazen bu
resimlere Kazım Karabekir Paşa’nın resimleri eklenirdi. Bilhassa Erzurum ve
çevresinden gelenlerin devam ettiği kahvelerde Doğunun Fatihi diye anılan
paşanın resimleri bulunurdu. Sanırım siyasetçi kimliği öne çıktığından İsmet
Paşa’nın resimlerine seyrek rastlanılırdı. Bu resimlere
ilave dönemin filim yıldızları olan Türkan Şoray, Leyla Sayar, Fatma Girik,
Ayhan ışık, Yılmaz Güney gibi sanatçıların resimleri duvarları süslerdi.
Behiye Aksoy ve Gönül Yazar gibi şarkıcıların resimlerinin yerini arabesk
söyleyen sanatçıların resimleri aldı.
Kadifeli Kahve
Futbol yayılınca
tutulan il veya ilçe takımlarının resimleri de duvarları süslemeye başladı.
Televizyondan maç yayınları başlayınca, kahvehanelerdeki resimler futbola
doğru yönlenmeye başladılar. Duvarların olmazsa olmazlarından birisi de
Saatli Maarif takvimiydi. Her Kahvehanede bulunurdu desek mübalağa olmaz.
Kıraathane deyip, içinde okunacak bir yayın bulunmaması düşünülemezdi ama
kahvehanelere gazetelerin yaygın olarak girmesi altmışlı yılların sonlarını
buldu. Hürriyet, Tercüman, Günaydın, Gün, Yeni İstanbul, Dünya gibi ulusal
gazetelerin yanı sıra mahalli gazeteler ve Tan benzeri gazeteler de girmeye
başladı. Kahvecinin yeri kahvehaneden bel hizasındaki bir
tezgâhla ayrılırdı. Tezgâhta bir havlu veya tepsi üzerine dizilmiş
bardaklar, çay tabakları, çay kaşıkları, dışarıya servis yapıldığı zaman
bardakları örten kapaklar, kahve fincan ve fincan altlıkları ve bunları
servis etmekte kullanılan tepsiler… Büyük bir şeker kutusu veya kesme şeker
kutusu bulunurdu. Tezgâhın bir bölümünde çeşme ve evye bulunurdu. Evyenin
içinde içi su dolu bir leğene kirli çay bardakları, tabakları atılır,
birikince yıkanır ve tezgâhtaki yerlerine konulurdu. Ayrıca
kasa görevini gören küçük bir çekmeceli dolap bulunurdu. Duvara yapılmış
uzun tezgâhtaysa ocak, pirinçten yapılmış iki-üç gözlü su kazanı ve
üzerlerinde çay demlikleri bulunurdu. Kazanın yanında büyük bir çay kutusu
olurdu. Tezgâhın üzerinde çay bardak ve tabakları, kahve fincanları ve
altlıkları, çeşitli boylarda cezveler, alt raflarda portakal-limon gibi
oralet çeşitleri, şerbet malzemeleri, Bazı kahveciler ayran yaparlardı. Bu
ayranlar güğümlere konulur ve isteyen olunca servis yapılırdı. Kış aylarında
portakal sıkma presleri tezgâhın üzerinde olurdu. Kış aylarında içilen
ıhlamur ve ada çayı kavanozlarda bulunurdu. Önceleri
kahvehanelerin duvarlarında peykeler olurdu. Sandalyelerin yerini hasır ve
tahta tabureler bulunuyordu. Sonra Masa ve sandalyeler kullanılmaya başladı.
Tahta masalar örtülerle örtüldü. Masalara sigara içenler için kül tablaları
konuldu. Kimi kıraathanelerin duvarlarında büyük aynalar bulunurdu. Kimi
kahvehanelerde kimisi küçük , fıskiyeli havuzlar bulunurdu.
Altmışlı yıllarda kahvehanelerde satılan içecek çeşidi sınırlıydı. Çay,
kahve, soda, şerbet, sıcak su içine şeker ve limon sıkılarak yapılan kant,
Renkli şerbetler, ayran, limonata, kışın ıhlamur ve yerel gazozlar. Önce
Oralet girdi (Portakal ve limon), sonra Fruko ve kola çeşitleri. Dışarıya
servis yapılırken askı dediğimiz tablaya çaylar konulur, üzerleri soğumaması
için özel olarak yapılmış birer kapak örtülürdü. Önceleri
sadece kahve ve sonraları çay içilen bu yerlere önce domino, dama ve tavla
girdi. Kâğıt oyunları çok sonraları kahvelere girdi. Bildiğim kadarıyla
kimisini kendimde oynadığım oyunları sayayım. Pişti, blum, pisyedili,
yirmibir, batak, ellibir, konken. King oynayanlara çok sonra rastladım. Taş
okey kahvelere çok sonra girdi. Taşların konduğu tahtalara ıstaka denirdi.
Bazen oyuncular ıstakalarla birbirlerine girerlerdi. Kahvehanelerde kumar
olarak oynanan oyunların başında yanık, konken ve yirmibir gelirdi. Yanık
her kahvede oynanmazdı. Büyük kahvehanelerde kumarcılar için özel odalar
bulunurdu. Tabi ki bu odalara her müşteri giremezdi. En yaygın kumar okeydi.
Zar atılarak oynanan barbut, genellikle yılbaşı geceleri oynanırdı. Spor
klüplerinin lokâlleri kahvehanelere göre daha seçkin oyun yerleriydi.
Buralara polis seyrek uğrardı. Ramazan ayında kahvehaneler
sahura kadar açık durduğu için oyunculara gün doğardı. Üstelik gençlere
sahura kadar dışarıda kalmalarına izin verilirdi. Kışın sigara dumanından
göz gözü görmezdi.
*** Kimi kahveler âşık
kahveleriydi. Duvarlarda bir-iki saz asılı olurdu. Saza, türkü ve mani
okumaya meraklı müşteriler sazı alıp, çalarlardı. Kimi zaman bir-iki âşık
kahvede bulur, atışmaya başlarlardı. Ses kesilir, sadece âşıklara kulak
verilirdi. Bu kahvelerde oyun olmazdı. Köylü pazarındaki bulunan sazcılar
kahvesi günümüzde yaşayan bir örnek. Ulucamiyi geçince
çınarın hemen altında Çınaraltı Nargile Kıraathanesi nargile tiryakilerine
hizmet veriyordu. Nargilelerin pirinç aksanları Pırıl pırıl parlardı.
Tömbeki denen tütün konulur, üzerine kor yerleştirilir, birkaç nefes çekilir
ve müşterilere servis edilirdi. Kimi müdavim kendi nargilesini getirirdi.
Genç garsonlar bir ellerinde içi kül dolu yuvarlak kaplarda dolaşır, ateş
diye seslenen nargile çeken müşteriye doğru koşardı. Bu sesi yaz aylarında
gittiğim Özgende çok duyardım. Ateş diye bağıranlar ve koşuşturan genç
garsonlar. Kor konulur, nargileci birkaç nefes çeker, sonra arkadaşlarıyla
sohbetine devam ederdi. Özgen’ bir set gibi yükselirdi. Setin altında
dikdörtgen şeklinde ve ışıklandırılmış büyük bir havuz bulunurdu. Setin
üstünde havuza bakan masalar çok revaçtaydı. Yer bulmak neredeyse
imkânsızdı. Maksem’deki Çinkolu Kahve Bursa’nın asırlık
kahvelerindendi. Maksem’den Heykel’e inen caddenin üzerindeydi. Mahalle
sakinlerinden 1933 doğumlu Sadi Oymak; “Kahve gibi kahveydi. Bursa’nın
tanınmış esnafları, memurları, emeklileri gelirdi. Bahçesi Gökdere’ye
bakardı. Biz cesaret edip giremezdik. Ellili yılların sonunda kapandı.
Altmışlı yılların başında harap bir vaziyette duruyordu. Sonra yıkılıp,
yerine apartman dikildi.(12 Ekim 2014).
ÇİNKOLU
KAHVE’NİN BULUNDUĞU YER Maksem Cami’sini geçip,
Molla Arap’a döndüğünüzde bahçesinde çınarların yükseldiği Uludağ
Kıraathanesinin en önemli özelliği sahibiydi. Kahvenin özelliği sahibiydi.
Sahibi Ecevit’e benzetildiği için Ecevit diye çağrılır ve kahvesinin adı
Ecevit’in kahvesi diye bilinirdi.
Çinkolu Kahve sokak
Tophane’deki çay bahçesi daha çok
turistlere hitap ederdi. Okul gezileriyle gelen öğrenciler burada mola
verirdi. Dürbün kiralayanlar olurdu, alıp ovayı seyrederdiniz. * * *
Çınaraltı Nargile Kıraathanesi’nin karşısında, Emlakbank’ın arasında bir
meslek erbabının kahvehanesi bulunurdu, İnşaat Ustaları Kıraathanesi.
Çalgıcıların toplanma yeri, Dayıoğlu Hamamı karşısındaydı. Belirli meslek
guruplarının toplandığı kahvehaneler olurdu ve onları arayanlar oraya
gelirdi. Tahtakale dağ ilçelerinden gelenlerin gelip,
kaldığı hanların altları büyük kahvehaneler bulunur. Bu kahvehaneler aynı
zamanda hemşerilerin buluşma yerleri idi.
KUŞÇU
KAHVELERİ Tahtakale’nin ara sokaklarından birinde
Kanarya sevenler kahvesiydi. Etibank Caddesi’nde içinde güvercinlerin
bulunduğu bir kahve vardı. Kuş severler buraya gelirler, bir birlerine
kuşlarını gösterirler. Kuş alışverişleri buralarda yapılırdı.
Belirli dönemlerde buralarda bülbül ötüşlü kanarya yarışmaları yapılırdı.
Dereceye girenlere ödüller verilirdi, bu yarışmalar gazetelerde yer alırdı.
Güvercinciler biraya geldiklerinde güvercinlerini yarıştırırlardı. Kimileri
taklacı güvercin meraklısıydı. Kimi zaman yarışan güvercinlerden birisi
diğerini alıp, kafesine götürürdü. Giden güvercinin sahibi mahcup ve üzgün
bir şekilde kahvehaneden ayrılıp giderdi. Bazen de meraklıları taklacı
güvercinlerini yarıştırırlardı. Dernekleşme yaygınlaşınca spor
klüplerinin yaptığı gibi derneklerde lokaller açmaya başladılar.
Kahvehaneler, kıraathaneler yeni bir dönüşüme uğradılar.
Seksenli yıllarda Tahtakale’nin ara sokaklarında dolaşırken “Kümes
Hayvanlarını Koruma Derneği” tabelasını görebilirdiniz. Evet, kümes
hayvanlarını da çok sevenler de vardı. Günümüz basınında rastlamadığımız
“Horoz Dövüşü yapanlar basıldı” haberlerini okumak doğaldı. Horozlar
meraklıları tarafından dövüş için özellikle yetiştirilirdi. Kahvenin
ortasında tahtadan yapılmış yaklaşık bir metre yüksekliğinde bir daire
bulunurdu. Dövüşler haftada bir yapılırdı. Dövüşecek horozlar dairenin içine
atılır, seyirciler dövüşen horozların üzerinde bahis oynarlardı. Dövüşte
yaralanan horozların bazıları aldıkları yaralardan ölürlerdi. ***
Kızılay’ın karşısında düğün ve toplantıların yapıldığı şelale çay bahçesi
bulunuyordu. Yaz-kış açıktı. Bugünkü kafelere yakındı.
Altıparmak Caddesi boyunda içinden çınar ağacının yükseldiği Arap Şükrü
Ailesi’nden Ergün Değişmez’in çalıştırdığı çınar ağaçlı bahçeli kahvehanesi
vardı, kahve hane şimdi yok, yıkıldı ve çınar ağacının altına banklar kondu.
Cadde üzerinde şimdi Y Yapı kredi Bank olan yerde Ege Kahvehanesi ve hemen
karşısında Özen Kahvehanesi bulunuyordu. Bu kahvehanenin arka bahçesi bir
zamanlar yazlık İpek Sineması olarak kullanıldı, şimdilerde ise otopark
olarak hizmet veriyor. Burç Sineması’nın olduğu yerde şimdi
yıkılmış binaların birisinin çekme katında, Klüp 16’nın yanında eski
futbolculardan Haluk ve Necati’nin işlettiği bilardosu olan kahvehane cadde
üzerindeydi. Necati (Göçmen) çok hızlı koşabilen bir futbolcuydu, neredeyse
toptan hızlıydı. Kahvehanenin kasasında Necati’nin babası, eski
solaçıklardan Tahsin Amca otururdu. Merdivenlerden aşağıya inildiğinde yine
aynı kişilere ait olan salonda ping pong masaları bulunurdu.
Bu kahvehanede futbolcular arasında iddialı bilardo maçları yapılırdı.
Ortaya çayların soğumaması için örtülen kapaklardan birisinin içine para
konulur, kapak masanın ortasına konulur. Kapağı deviren içine ceza olarak
aynı miktarda para koyardı. Oyunu Bursaspor’un ünlü kalecisi Lefkoşe’li
Osman kazanırdı. Deli Vahit lakaplı Vahit buraya gelirdi. (Aktaran, Serdar
Tanman 21/03/2014)
MAHALLE KAHVELERİ
Dostum Cahit Aka’nın ağzından mahalle kahvelerini gezelim;
(15/10/2014) “ Bir mahallenin kültürün de kahvelerin önemi nedir diye
sorsalar acaba ne deriz? Kahvehaneler Aile reislerine günün şartları içinde
yaşamı kaliteleştirecek bilginin, ilmin aktarıldığı, ülke gündeminin gazete,
radyo haberlerinin tartışıldığı, mücadelelinin zorlukları ve işlerine emek
gücünün yardımların istendiği imece yerleriydiler. Mahallelerde, mahallenin
adı ile bütünleşmiş, çukur kahve, kırmızı kahve, asmalı kahve adlarını
taşıyan kahvehaneleri vardı ile anılardı. Başka bir mahalleden diğer bir
mahalledeki kişiyi arayacaksa hep kahvehane de randevu verilir ya da aradığı
kişi kahveciye sorulurdu. Bursa da 1960 ve 1980 yıllardan
bildiğim ve gidip gördüğüm Mahalle kahvehaneleri şöyle sıralayacak olursam.
Setbaşı’ndan Namazgâh’a çıkarken dolmuş durakların önündeki bir kahvehane
bulunuyordu. Yeni Mahallede Tatar göçmenlerin ve Balkan muhacirlerinin
yerleştiği yerde karşılıklı iki adet karşılıklı kahvehane bulunuyordu. Bu
günlerde o kahvehanelerde biri ayıi yerinde ama o ahşap yapı yerine
betonarmeye bıraktı. Yolumuza devam edince Teferrüç
kavşağında bir kahvehane bulunuyordu. Mollaarap dolmuş durakların son durağı
bu kahvehane önündeydi. Mollaarap yolunda devem ederken yine üç kahve
bulunurdu. Birine gençler, diğerine ihtiyarlar giderdi. Üçüncüsüne orta
yaşlılar giderdi. Balaban okuluna giderken solda Pıtır Kahvehanesi hala
mevcut yerinde duruyor. Balanbey’deki Dörtçelik ilkokulu önünde ki kahvehane
hala mevcut. Mollaarap’tan İpekçiliğe giderken Talimhane
futbol sahasının üst köşesinde Gençler Kahvehanesi ve karşısındaki Cami’nin
önünde de bir kahvehane bulunuyordu. Eşrefiler Çocuk Esirgeme Kurumu önünden
geçip Temenyeri’nde hala ayni yerde Çınar altında parkın karşısına kalan
Bahçeli Kahvehane yerinde sanki meydan okurcasına ben buradayım diyor. Bu
bahsettiğim Kahvehaneler Heykel önünden kalkan Namazgâh, Yeni mahalle,
Mollaarap, Temenyeri, İpekçilik Mahallelerinin dolmuşlarının güzergâhında
görmeye alıştığımız o yılların mahalle ve semt kahvehaneleri idi.
Heykel, Emir Sultan hattında çalışan dolmuşlara binip geçerken gördüğüm ve
hala kahvehane mekânların bulunduğu Turistlik bir yer olan Yeşil Cami
önündeki iki adet bahçeli kahvehaneler, Şible’ye giderken Cami önünde hala
semt kahvesi ve Emir Sultan Cami önündeki semt kahvehaneleri mevcut
duruyorlar. Meydancık fırının yanında Davutkadı yolu üzerindeki meydancık
kahvehanesi birkaç basamakla çıkılan ulu çınarlı bahçeli mükemmel bir yer
idi. Demirtaşpaşa hamamı üstünde ve ayni atla anılan tiryaki
nargilecilerin takıldığı Demirtaşpaşa kahvehanesi vardı ama şimdi yok. Hemen
altında balkır imalatı kazan, güğüm yapan dükkân da yok olmuş. Demirtaşpaşa
Hamamını tamir edip bugün hizmete soktular. O günlerde Demirtaşspor lokali
olan yer ise hala kahvehane olarak açık. Benim mahallem
Ahmetpaşa idi, Mahallenin Camisinin adı da Ahmetpaşa, karşısında mahallenin
adı ile anılan kahvehanesi bahçesinde ulu çınar ağacı önünde de mahalle
çeşmesi vardı. Hala ayni yerde kahvehane, çeşme var ama ulu çınar yok.
Camiden 200 metre aşağıda yine önünde ulu çınarı olan köşede bir kahvemiz
daha vardı oda yerinde ve de çınarı da önünde mevcut. Hoca Hasan mah. Camisi
batısındaki semt kahvesi hala yerinde mevcut ve de kuzeyinde Garaja giderken
camiden 300 metre aşağıda önünde çınarı olan bir kahvehane daha vardı oda
yerinde duruyor. Bursa insanın aklından hala çıkmayan ve günümüzde bile
adres olarak tarif edilen İntizam Mah. Meşhur kahvehanesi Kırmızı Kahve
önündeki çınarı adı ile yeni betonarme binasına açık duruyor. Geçmiş
yıllarda burada müşteri bekleyen Faytonlar sıralanırdı. Selimiye Camisinin
köşesindeki cami kahvehanesi yerini 6 ay önce yenilenmeye terk etti. O
zamanlar mahallesine girmeye çekindiğimiz Çırpan Mahallesi, semt
kahvelerinin yaşadığı semtlerden. * * * Hocahasan
Mahallesi’ndeki asmalı kıraathane asması inşaat yapılırken kesildiği için
sadece adıyla devam ediyor. Geçmiş yıllarda okur-yazar sayısı azdı. Burada
ve daha başka kahvehanelerde elinde bir gazete olan birisinin yanına
toplanmış çok sayıda insanın büyük bir merak içinde “Bir pehlivanın hayatını
anlatan” tefrikayı dinlediğini görürdünüz. Caddede yürümeye devam edelim.
Yazıcıoğlu Sineması’nı geçince Erol Bilardo, Dostlar Birahanesi ve şimdiki
parkın köşesinde, Garanti Bankası şubesinin olduğu yerde bahçeli Karadeniz
Kıraathanesi bulunuyordu. Kıraathane, karşı sırada bulunan SSK memurlarının
öğle tatillerinde geldikleri yerdi. Kıraathanenin önünde Bursa’nın meşhur
börekçilerinden İbrahim Usta tezgâh açardı. “İbrahim Usta,
her gün öğleden sonra kalkar, yaptığı hamuru başının üzerinde döndürerek,
incecik açar, tepsiye koyar, yufkaların aralarına malzemeleri koyardı. Tepsi
7.5 kilo gelirdi. Muradiye’ye çıkarken sağdaki simitçi fırınında pişirilmeye
götürülür. Sabah 04’de börek tepsisi alınıp, arabaya konur. Doğru Merinos
Fabrikası’nın önüne gidiş. Merinos’ta saat 06’da vardiya değişirdi.
Böreklerin yarısı orada satılırdı, Oradan Karadeniz Kıraathanesi’nin önüne
geliş, Börekler saat on-onbir gibi biterdi. Ahmet Usta’da uyumaya evine
giderdi. Altıparmak’tan Muradiye’ye çıkalım. II. Murat Caddesi üzerinde
yer alan 12 kapı nolu kapı Çelik Spor’un lokaline açılırdı. Lokalin
bahçesinden stadyum iyi gözükmediği için pek maç seyredilmezdi. Şimdi Spor
Bakanlığı’na aitmiş.
ASIRLIK KAHVEHANELERİYLE
İKİNCİ MURAT CADDESİ Cadde de daha önce var olan
hanlar yıkılmış ama bazı kahvehaneler ayakta. Önce Piç Ali’nin
kahvehanesi’ne (şimdi Çardak Kahvehanesi) ulaşırsınız. Onu geçince zamana
karşı direnen Turan’ın kahvehanesi sizi karşılar. Bu tarihi kahvenin bahçesi
stadyumun üstü kapanmadan önce maç seyretmeye gelenlerle dolardı. Bunun için
bir ücret öderlerdi. Bugün kapısında ganyan bayisi yazsa da, bahçesini
kafeye çevirse de kıraathane özelliğini hala korumakta. Kültürpark’taki
Özgen, Ender ve sonraki yıllarda açılan Göl çay bahçelerinde yaz akşamları
oturacak yer bulunmazdı. Çaylar bardakla değil, semaver usulü sipariş
verilirdi. Gelen semaverden kendimiz servis yapardık. Toplum ayrışınca çay
bahçeleri de ayrıştı. Özgen Çay Bahçesi’ne Sol ve Demokrat görüşlüler, Göl
Çay Bahçesi’ne genelde sağ görüşlüler giderdi. Özgen bir set
gibi yukarıda kalırdı. Altında dikdörtgen şeklinde içinde kayık yüzecek
büyük bir havuz vardı. Havuzun kenarlarında bulunan renkli lambalar
yandığında su rengarenk bir görünüm alırdı. Mahfelin önündeki setin üstüne
konan masalar parka gelen ailelerin en gözde yerlerinden biriydi. Daha
karanlık basmadan bu masalar kapışılırdı. Oturanlar hemen
bir semaver söylerlerdi. Semaverlerin altında suyu sıcak turmaı için
korların konulduğu bir göz olurdu. Muhabbet uzar, su soğursa biraz daha kor
koydurabilirdiniz. Semaverin üzerindeki demlikteki çay bitene kadar gece
yarılanırdı. Çoğu zaman bir semaver daha istenirdi. Ramazan
ayında iftar vaktini bize önce ramazan topu verirdi İftardan sonra
büyüklerin çoğu kahvehaneye giderdi. Sahura kadar açık olan kahvehaneler
Teravi namazından sonra dolup taşardı. Kâğıt oyunları, taşlı okey, çanak ve
diğer değişik oyunlar, demiryolu altındaki bazı semt kahvehanelerinde
tombala oynanırdı. Mahalle kahvehanelerinde oyun oynanmasına gürültü
olduğundan dolayı yaygın değildi. Yaşlılar domino veya dama oynarlardı.
Gelenler daha ziyade sohbet için gelirlerdi. Gençlerin gittikleri
kahvehanelerde oyun serbestti. Kahvehanedeki sohbetlerin konusu
pahalılık, bulunamayan ihtiyaç maddeleri, ekmeğe yapılan zamlar, şikâyet
edilen belediye hizmetleri, maaş zamları, kamuda çalışan işçilere verilen
ikramiyelerin ne zaman ödeneceği ve siyasetti. Radyolu yıllarda radyodan
yayınlanan “Meclis Saati” pür dikkat izlenirdi. Siyasi tartışmaların şiddeti
artar, bazen geçici küslüklere sebep olurdu. Çekirge
Meydanı’nda Beşiktaş’dan Bursaspor’a gelen ve attığı golle Beşiktaş’ın
yenilmesine sebep olan ve bu yüzden baba katili lakabı takılan Müfit
Gürsu’nun kahvehanesi eski futbolcuların yanı sıra, futbol meraklılarının da
tercih ettiği bir yerdi. Sahi Bursalı olup da, Hüsnügüzel
Çay Bahçesinde sevgilisi veya bir dostuyla, çay içerek ovayı seyretmeyen kaç
kişi kaldı acaba. O zaman bin bir çeşit yeşilin tonunu görürdünüz. Ovadan
kıvrılarak akan Nilüfer Çay’ında yüzülür, balık tutulurdu.
Garajın yanında, Emekli Sandığı binasının altında büyük bir kahvehane
bulunuyordu.. Garajı yapan “Emekli Sandığı” yöneticileri göze girmek için,
kahvehanenin işletmesini rahmetli Cemal Gürsel’in oğluna vermişlerdi.
Rahmetli diğer cumhurbaşkanlarının, başbakanların yapmadığını yapmış ve
yayınladığı bir genelge ile “Benim oğlum ve kardeşim yok, kimse bunlara
yardımcı olmasın” diye yazmıştı. Kim bilir hangi küçük ihmal bu vahim
neticeyi verdi.. Çocukluğumuzda kahvelere sadece tanıdıklarımızı çağırmak
için girerdik. Gençlere hitap eden kahvehaneler ayrıydı. Ramazan ayında
kahvehaneler sahura kadar açık durduğu için oyunculara gün doğardı. Üstelik
gençlere sahura kadar dışarıda kalmalarına izin verilirdi. Kışın sigara
dumanından göz gözü görmezdi. Üniversitelerin ve televizyonların
yaygınlaşması, kadın ve erkeklerin beraber gidebildikleri çay bahçelerini
getirdi. Çay bahçeleri kısa sürede gençlerin buluştuğu tek yer olan
pastanelerin kafeye dönüşmesini sağladı. Kıraathanelerin müşterisi olan
kültürlü kesim de gençlerin toplandığı bu yerlere biraz soğuk baksalar da
kıraathane kültürünün yıllar içinde yok olması sonucu onlarda kafelere
yönelmeye başladılar. Kıraathanelerin adı birkaç eski kahvehanenin
tabelalarında kaldı.
|