İlk günlerde tedavi az çok bir fayda verir.
Mutlak istirahate ihtiyacı vardır, istirahat etmelidir. Ama öyle olmaz.
Atatürk kendini biraz dinlenmiş bulunca kalkar,
Bursa’ya gider, Bursa’da adeta tabiatın kanunları ile boğuşur. Yenilmediğini
göstermek ve yenilmediğine kendini inandırmak ister. Bursa’ya vardığı gece
Çelik Palas salonlarında, her zamanki gibi, donatılmış, çok kalabalık bir
sofranın başındadır. Ondan sonra da
Merinos fabrikasında tertiplenen baloya
gider. Dans eder. Ama bu balo son balosudur. Ona şahit olan bir gazeteciden
(Nizamettin Nazif Tepedenlioğlu) dinleyelim:
“Asker gibi genç ve mevzun adımlarla büfeden ayrıldı. Orkestra şefine “Sarı
Zeybek” diye haykırdı ve anında Ödemiş ve Aydın efelerini de hayran edecek
bir zeybeğin kahraman figürlerini icraya başladı. Bu bir kahramanlık ayini
idi. Tıbbın derin üstadlarından
“rejime riayet ederse nihayet dokuz ay
yaşayabilir, bir yıl yaşaması için bir mucize bile kafi gelmez” teşhisini
alan ve bunu bilen adam dizlerini yere vura vura zeybek oynuyordu. Bu, ölüme
meydan okumak demekti. Durumunu bilenler bu vaziyete korkarak bakıyorlardı.
O anda onun, bu teesürde bir merhamet sezmiş ve kızmış gibi, rakısına bir
kat daha şiddet verdiği görüldü. Tahtaya vuran dizlerden çıkan sesler
kafesinden kurtulmak isteyen bir aslanın kükreyişini andırıyordu. Orkestra
zeybeğin son notalarını bitirince, kadınlar ve erkekler, göstermemek için
ipekli mendillerini acele acele gözlerine bastırırlarken Atatürk ağız dolusu
bir kahkaha attı.”
Bu satırları yazan gazeteci onun daha sonra salondan
ayrılırken herkesi ayrı ayrı selamlayışını, her tarafa reveranslarını, daha
sonra merdivenlerden dik adımlarla inişini anlatır. Otomobiller fabrika
kapısı önüne dizilmiştir. Kapıda silindiri ile eldivenlerini ve bastonunu
alır. Silindirini asabi bir halle başına geçirir ve sağ kaşının üzerine
kadar yıkar. Sonra arabalara bakmadan sokağa fırlar, yürümeğe başlar. Etraf
bahçelerde ağaç dallarını ağırlaştıran çığlar buzlaşmıştır. Bursa’nın sabaha
karşı havası sert, rutubetli ve hatta yakıcıdır. O, şehre doğru durmadan
yürür. Etrafında yaverleri, ardından başvekil
Celal Bayar, Dahiliye Vekili
Şükrü Kaya, vali, mebuslar sisli karanlığın içinde onun sessizce takip
ederler. Fakat nihayet bir yol kavşağına gelince mukavemeti sona ermiş
gibidir. Duraklar, sert bir sesle:
“Fakat bizim bir arabamız olacaktı. Yayan mı gideceğiz
yoksa?”
Konuşurlar. Araba kapısı açılır. Arabaya biner binmez başı
bir tarafa yaslanır.
“Haydi çabuk, üşür gibi oluyorum.”
Yaver arabanın camlarını kapamaya çalışır. O sırada onun
son sözleri şöyledir:
“Ne güzel geceydi.”
(Şevket Süreyya Aydemir, TEK ADAM)