NAZIM 'A  BURSA'DA  YER AÇIN


Nazım Hikmet Bursa'da

İsmet Bozdağ'ın Bir Anısı

 

Nazım'ın Bursa Yılları, Güney Özkılınç, Evrensel Basım Yayın, 2010, 185 sayfa

 

 

                                                Güney Özkılınç ile Söyleşi

                                                                                Söyleşen: Şaban Özdemir (Kaynak: Bir Gün gazetesi) 

Yaşamının yaklaşık olarak 11 yılını Bursa Cezaevi’nde geçiren Nâzım Hikmet’i bu kentte hatırlatacak, adı konmuş hiçbir mekân, müze, cadde vb maalesef yok. Fakat bu amacı gerçekleştirmeye yönelik aydın ve sanatçıların çabaları var. Bize bu çabalardan bahseder misiniz?

Elbette. Nâzım Hikmet, 31 Mayıs 1933- 5 Ağustos 1934; 5 Aralık 1940–8 Nisan 1950 tarihleri arasında yaklaşık olarak on bir yılını geçirdiği ve başta ‘Memleketimden İnsan Manzaraları’ ve Piraye’ye atfettiği ‘Gece 21.00–22.00’ şiirleri olmak üzere en sevilen şiirlerini yazmıştır. Nâzım’ın adını hatırlatacak bir eserin olmaması bir yana, bunu yapmaya çalışanlara destek vermek yerine çeşitli engeller konuyor. En önemli engel Bursa Kent Müzesi’nde göze çarpıyor. Bu müzede Bursa ile bağı olan çeşitli sanatçılarımıza yer verilmişken Nâzım Hikmet’le ilgili tek bir şey bulmanız mümkün değil. 

Engeller bununla mı sınırlı yoksa başka engellemeler de var mı?

Bununla sınırlı değil elbet. Aslında engellemenin bir geçmişi var. Örneğin, Bursa Cezaevi, doksanlı yıllarda yıkıldı ve yerine Bursa Adliye Binası yapıldı. Nâzım’ın yanı sıra ünlü ressamımız İbrahim Balaban, ünlü öykü ve roman yazarımız Orhan Kemal ve daha nicelerinin hapis yattığı eski Bursa Cezaevi Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunun çeşitli kararlarına rağmen yıkılmıştır. Bu da bir çeşit engellemedir. Nâzım Hikmet’in demir parmaklıklar ardında Uludağ’a bakıp neredeyse en güzel diye adlandıracağımız şiirleri, her gün yüzlerce vatandaş ve o binada çalışan avukat ve diğer emekçilerin girip çıktığı Yeni Adliye (Eski Bursa Cezaevi Binası’nın olduğu yer) Binası’nda yazıldı. Bursa, Nâzım Hikmet’in anılarıyla dolu. Kaplıcalar, onu ziyarete gelen ünlü simalar ve yakınlarının kaldığı oteller, hanlar bölgesi… Nâzım’ın Piraye’ye yazdığı mektuplardan da bunu öğrenmemiz mümkün: “Sevgili karıcığım, Mektubunu aldım. Dünyalar benim oldu. Çelik Palas Oteline gitmemek için yaptığın protestoyu yüzüm kızararak aldım. Haklısın karıcığım, zaten her zaman, her yerde hepimizden iyi düşünensin…” (Piraye’ye Mektuplar 2, Nâzım Hikmet, Adam Yayınları, Ocak-2002, s.29). 1941 yılında yazdığı bir başka mektupta Orhan Kemal’le birlikte izinli olarak gittiği ve Çekirge Semti’ndeki Eski Kaplıca’dan söz eder: “Karıcığım, Ben geçen gün Raşit Kemali ile beraber Eski Kaplıcaya gittim. Yıkandım. Dişlerimin tedavisi devam ediyor. Seni çok göresim geldi…”(Piraye’ye Mektuplar-1, Nâzım Hikmet, Adam Yayınları, Ocak-2002, s. 217) 

Peki, Bursa’da Nâzım Hikmet’in anısıyla dolu yıkılan cezaevi dışında ayakta kalan bir mekân var mı?

Olmaz mı? Kaplıcalı otellerin hem mimari hem de Nâzım Hikmet’le ilgili anıları açısından belki de bir müze olmayı hak edecek olanı Servinaz Otel’dir. Bu otel onun, Piraye’nin, Memet Fuat’ın en sık geldiği mekânların başında olup hâla ayaktadır. “Karıcığım, kısacık mektubunu aldım. Yine de sevindim. Yine mektupların gecikti diye üzülüyordum. Bugün galiba altı aydan beri ilk defa dışarı çıktım. Servinaz’a gittim. Banyo yapacaktım. Doluymuş, banyo yapamadım…” (Piraye’ye Mektuplar-1, s. 282, Adam Yayınları, Ocak-2002, Nâzım Hikmet) 

Güney Bey, sizin yönetiminde yer aldığınız Bursa Yazın ve Sanat Derneği öncülüğünde başlattığınız ve Bursa’daki çeşitli kitle örgütlerinin altına imza koyduğu kampanyadan söz eder misiniz?

“Nâzım’a Bursa’da Yer Açın” sloganıyla ve Bursa Yazın ve Sanat Derneği öncülüğünde Bursa’da etkinlik gösteren otuza yakın kurumun imzası bulunan bir kampanya yürütüyoruz. Kampanyamızın sloganı: “Nâzım’a Bursa’da Yer Açın!” bulunduğumuz her platformda bu talebimizi dillendiriyoruz. Konuyla ilgili olarak Kültür Bakanlığımızla da iletişim kurmaya çalıştık. Ancak ya sesimizi yeterince duyuramadık ya da sesimiz duyulmak istenmedi. 

“Nâzım’ın Bursa Yılları” adlı kitabınız ve yanılmıyorsam bir de “Bursa’nın Nâzım’ı” konulu bir fotoğraf serginiz var. Bize bunlardan da söz eder misiniz?

Nâzım Hikmet’in Bursa’da çeşitli evlerde onlarca hatırası  var. Başta yaşayan tanıklar olmak üzere, cezaevinde yaptığı tablolar, el işi oyma tepsiler; fotoğraflar... Nâzım Hikmet’in doktoru Neşati Üster, onun yiyecekleriyle yakından ilgilenen Bursa Cezaevi aşçısı Yakup Yıldırım, onu cezaevinden kaçırmak için uğraşan Eyüp Gültekin; onun Bursa’da yetiştirdiği İbrahim Balaban, Orhan Kemal, İsmail Başaran... Nâzım’a vasiyetine uyularak çınar diken o yılların Müşküle Köyü Muhtarı Fevzi Kavuk... 8. Bursa TÜYAP Kitap Fuarı’nda okuyucularla buluşacak Evrensel Basım Yayın tarafından basılan kitabımda bu insanların öyküleriyle birlikte Nâzım’ın Bursa’daki mekânları hakkında bilgiler var. Fotoğraf sergimde de Bursa’daki çeşitli evlerde bulduğum Nâzım ve Nâzım’la ilişkili insanları görüyorsunuz. Sergi, şu ana kadar Nilüfer Belediyesi’nin de desteğiyle 5 ilde izleyicilerle buluştu. 

Fotoğraf serginiz, bildiğim kadarıyla o da bir engellemeyle karşılaştı.

Evet, maalesef. Oysa daha yaklaşık bir ay önce İstanbul’un ‘2010 Kültür Başkenti’ olması nedeniyle yapılan açılışta Başbakanımız, Nâzım Hikmet’ten dizeler okumuştu. Sayın Başbakanımız Nâzım’dan dizeler okurken Bursa Büyükşehir Belediyesi Kültür Daire Başkanlığı, fotoğraf sergimi Bursa merkezinde bulunan ve belediyeye ait Tayyare Kültür Merkezi Salonu’nda sergileme talebimi iki kez başvurmama rağmen gerekçesiz olarak reddetti. Bursa, Nâzım Hikmet’e sahip çıkarak dünya şiirinin ‘başşehri’ olabilir.
Son olarak bizlere söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Nâzım, ilgili yöneticilerin çeşitli engellemelerine rağmen belleklerden silinmeyecek kadar büyük bir şairdir. Yöneticilere önerim, Kafka-Prag ilişkisini incelemeleridir. Bu örnek, sanatçı-kent sahiplenmesinin görülmesi açısından öğretici olacaktır. Demokrasi kültürünü yaşayan ülkelerde yöneticiler, bir şairin, bir sanatçının birkaç gün kaldığı oteli, zaman geçirdiği mekânı müzeye dönüştürerek, bir anlamda sanatçısına, aydınına sahip çıkarak, uygar dünya içinde saygınlığını arttırırken; bütün dünyada şiirleri okunan Nâzım Hikmet, Bursa’da unutturulmak, belleklerden silinmek isteniyor. Oysa Bursa, Nâzım Hikmet’e sahip çıkarak dünya şiirinin ‘başşehri’ olabilir. Böyle bir sonuçtan, Bursa kadar ülkemiz de onur ve gurur duyar. 

          "Yatar Bursa Kalesinde"

                                       *        *         *         *         *

                      Bursa’da Nazım’a yol açın!..
                                                        
Kemal Sulaoğlu'nun köşeyazısıdır. (Meydan Gazetesi - 6.6.2010)

  
3 Haziran büyük şair Nazım Hikmet’in 47’inci ölüm yıldönümü idi. Şair, Moskova’daki mezarı başında ve ülkemizin birçok yerine düzenlenen tören ve etkinliklerle anıldı. Nedense Bursa’da onu hatırlayan -her yıl dönümünde olduğu gibi- yalnızca Nilüfer Belediyesi oldu. Oysa kendi deyişiyle “içeride de olsa, dışlarıyla birlikte yaşayan” ve 61 yıllık ömrünün on yılını Bursa Cezaevi’nde geçiren Nazım bu kentin hemşerisi sayılır. Başkan Bozbey’in “Ne yazık ki, bu şehir onun için bir şey yapmadı. Nilüfer Belediyesi hariç” sitemini haklı buluyoruz. Bugün başbakan Erdoğan tarafından hizmete açılacak olan Atatürk Kongre ve Kültür Merkezi’nin tanıtım CD’sinde salonlara verilen isimleri öğrenince acı acı güldüm. Orhan Gazi, Hüdavendigar, Yıldırım Bayezid… Ne kadar da kültüre, sanata uyumlu isimler bunlar (!)…

NAZIM’IN ADI YOK!
   Nazım’ın 10 yılını geçirdiği Bursa’da, ona ait hiçbir iz bulamazsınız. Yazar Güney Özkılınç ne de doğru söylemiş: “Sanki o burada, Bursa’da hiç yaşamamış, havasını solumamış, pazarlarında gezip, kaplıcalarına gitmemiş gibi… Cezaevini bir okula çevirmemiş, onca insanı Bursa’da yetiştirmemiş, en güzel dizelerini Uludağ’ın tepesindeki bulutlara yükleyip, dünyaya göndermemiş gibi…”
   Bu satırlar Özkılınç’ın “Nazım’ın Bursa Yılları” adlı çalışmasından alıntıdır. Yazar kitabında, Bursa Cezaevi’nde Nazım ile birlikte yatmış mahkumların, onu yakından tanıma fırsatını bulmuş kişilerin izini sürer. Bursa’nın bilinen mekanlarında Nazım çıkar karşınıza. Uludağ’ın köylerinde, İznik’te adına dikilen çınarda, Çekirge’deki Servinaz Oteli’nde onun sesi yankılanır. Ve şair dizelerinde itilmiş, örselenmiş Bursa insanını anlatır: “Ve gün olur/ şalvarı sarı pırpıt bezinden, kara kaşlı dağlılardan biri/ Mukaddes Mülkiyetin mihrabında kesip komşusunu/ misafir gelir bize/ 71’inci koğuşta on beş yıl yatmaya…”
   Özkılınç’ın çalışmasını “Nazım ve Bursa” ekseninde önemli bir çalışma olarak değerlendiriyoruz. Konu ile yakından ilgimiz olmasına karşın, kitaptan yeni bilgiler kazanıyoruz. Örneğin, Bursa Cezaevi Müdürü Hasan Tahsin Akıncı… Onun kim olduğunu hep merak etmişimdir. Biliyoruz ki Nazım, Akıncı’nın insanca davranışı nedeniyledir ki, cezaevini okula dönüştürebilmiş, şiir, desen, yağlıboya, tiyatro, dokuma ve daha birçok alandaki çalışmalarını kesintisiz sürdürme imkanı bulmuştur. Özkılınç’ın toparladığı bilgilerden öğreniyoruz ki, İznikli olan Hasan Tahsin Akıncı, Çanakkale’de, Kafkasya ve Suriye cephelerinde savaşmış, Anadolu’nun işgali sonrasında İznik Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni kurmuş, Kurtuluş Savaşı’nda ön saflarda yer almış bir subaydır. Nazım, Piraye’ye yazdığı bir mektupta onu “Müdürümüz kibar bir zat…” diyerek anar. O kibar, duygusal, yokluk ve yoksulluk görmüş kişi ve de onun kişiye ve sanata olan saygısı nedeniyledir ki, Nazım’ın hemen her çalışması günümüze ulaşabilmiştir. Kim bilir belki de “Kuvay-ı Milliye”, “Memleketimden İnsan Manzaraları”, “Piraye’ye Şiirler”den haberimiz bile olmayacaktı… Saygıyla anıyoruz….

ÇALINMIŞ BİR ÖMÜR
   Öylesi günleri yaşıyoruz ki, bir dönem “Nazım” adı ağza bile alınmazken, bugün herkes ona sahip çıkmaya çabalıyor. Yapılanlar unutturulmaya; Nazım, çalışmalarındaki ideolojik temelden koparılarak anlatılmaya çalışılıyor. 18 yaşından bu yana Nazım okuyan biri olarak, büyük şairin 47’inci ölüm yıldönümünde “ona dair” bir şeyler söylemek; onu, şiiri, sanatı, ideolojik örgüsü ve ona çektirilenleri hatırlatarak analım istedik. Yarından başlayarak “Çalınmış Bir Ömür” adlı 4 gün süreli araştırmada birlikte olacağız. anlatılacak olanlar, 12 yılı sidik kokan, taş duvarlı, izbe hapishane hücrelerinde, 12 yılı memleket ve evlat hasretiyle sürgünde geçen; bir o kadarı da, kolluk kuvvetleri tarafından sürekli izlenip, taciz edilerek çalınmış bir ömrün hikayesidir…

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 04/06/23