mapusanelerde
ışığıydı hürriyetimin
ekmeğimin katığıydı sürgünde
her biten akşamdaydı, her başlayan günde:
ulu kurtuluş düşü memleketimin.
Nazım Bursa Cezaevi'nde
Aziz Nesin’in dediği gibi dünyanın en iyi tanıdığı üç Türkten biridir
Nazım… Aziz Çalışlar ise “Nazım Hikmet’ten önce Türkiye’de bilimsel maddeci
sanat anlayışı ve düşüncesi var olmadığı gibi, bu anlayışta bir sanat
yaratıcılığı doğrultusu da var olmamıştır” der. Şairdir, yazardır, bir
ressamdır, yönetmendir, senaristtir, velhasıl büyük bir sanat emekçisidir
Nazım Hikmet. 1938'de cezaevine girmesiyle yasaklanıp ortadan kaldırılmış
olan şiirleri ancak ölümünden iki yıl sonra 1965'te yeniden ortaya
çıkartılabilmiştir. Dün O’nu vatan haini ilan edenler günümüzde sahip
çıkarak meydanlarda şiirlerini okunmakta, broşürlerde O’nun şiirlerini
kullanmaktadır. Fakat bazı ırkçı, tutucu kesimleri bir yana bırakırsak bu
duyarlılıkta kişilerin ne kadar samimi oldukları bilinmez ama ünlü şairin
mezarı hala memleketinden, Türkiye’den uzakta…
Osmanlı devleti nüfus hareketliliklerini dengelemek siyaseti güdüp Bursa
civarını adeta sürgünler diyarına çevirmişti. Anadolu’da Hıristiyan, Yahudi
yabancı kim varsa buraya toplanmış, yetmemiş dışardan gelenlere burası adres
gösterilmiş. İlk
başkent Bursa, imparatorluk dönemlerinde kültürel ve sınai etkinliğini
sürdürdü. Ancak 19. yüzyıla gelindiğinde göçmen kenti kimliğiyle eski
başkentlik günlerini çok gerilerde bırakmış, güzel yapılarla oluşan sokak
dokularının ve yeşilin her tonunun sahibi olan Bursa artık bir sürgünler
kentine dönüşmüştür. Adli sürgünler yanında siyasal suçlarla Bursa’ya
gönderilen aydınlar özellikle Osmanlı’nın son döneminde ön plana da
çıkmaktadır. Bu dönemde Bursa'ya sürgün edilen ünlü isimler arasında Sultan
Abdülaziz döneminde Maliye Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı yapan Mehmet Nevres
Paşa, Abdülhamit döneminde Süleyman Nazif, Gazi Osman Paşa'nın ikinci oğlu
Damat Kemaleddin Paşa, ünlü hafiye başı Fehim Paşa, Mevlanazade Rıfat gibi
sürgünler yer alıyordu. Atatürk'ün Bursa'da doğan manevi kızı pilot Sabiha
Gökçen de II. Abdülhamit tarafından Bursa'ya sürgün gönderilen vilayet
başkatibi Hafız Mustafa İzzet'in kızıdır…
Eski Bursa Cezaevi Nazım'ın Bursa Yılları, Güney Özkılınç, Evrensel
Basım Yayın
Bursa, Cumhuriyet döneminde de sürgün yeri oldu. Aziz Nesin, Türkiye'ye
Amerikan yardımını içeren Truman Doktrini aleyhinde yazdığı, ancak
yayınlayamadığı bir yazı nedeniyle 1947'de 10 ay hapis, 3 ay 10 gün sürgün
cezasına çarptırılmıştı…
Sürgünlerin hemen hepsi
birkaç yabancı dili bilen, çağının değerli
aydınlarıydı. Türk edebiyatının tarihi de sürgünlerle doludur. Namık
Kemal’den Mehmet Akif’e, Refik Halit’ten Halide Edip’e, Ziya Gökalp’ten
Nazım Hikmet’e kadar birçok şair ve yazar, ya gönüllü ya da zorunlu olarak
sürgüne gitmişlerdi. 12 Eylül sonrasıysa yurt dışına çıkanların sayısı on
binlerin arasında az değildir. Edebiyat dünyamızdan Nazım Hikmet’le beraber
Agâh Efendi, Süleyman Nazif, Ahmet Paşa, Orhan Kemal ve Aziz Nesin’in adları
“Bursa Sürgünleri” arasında geçer.
Bursa’nın Muradiye semtindeki gömütlerden başka bir tanesi de ünlü Bursa
sürgünlerinden birisine aittir. Bu kişi Fatih’in muhasipliği mertebesine
erişmiş, fakat komplo neticesinde hapse giren Ahmet Paşa’dan başkası
değildir. Bir devlet adamı ve devrinin en şöhretli şairi Ahmet Paşa
kasidesiyle kendini padişaha affettirmiş ve Bursa’ya sürgün edilmiştir. Bu
kentte sancak beyi olan Ahmet Paşa 1497’de ölünce Bursa’da yaptırdığı
medresenin civarına gömülmüştür.
Şinasi ile birlikte 1860'da
ilk Türk gazetesi Tercüman-ı Ahvâl’i çıkartan Agâh Efendi de Bursa
sürgünlerindendir. II. Abdülhamit’in baskıcı yönetimine karşı demokrasi
savaşı veren aydınlardan birisi olan Agâh Efendi Bursa’ya 1877’de sürgün
edilmiştir. Aynı dönemde, II. Abdülhamit’in hışmına uğrayıp Bursa'ya sürgün
edilen aydınlardan bir başkası da Süleyman Nazif idi. 1897’de tanınmış ozan,
edebiyatçı ve siyaset adamı olarak sürgün edildiği Bursa’da, Erzurum’dan
sonra Anadolu’da kurulmuş ikinci matbaanın (Matbaa-i Vilâyet) başına geçip
bu görevini 1908’de II. Meşrutiyet ilan edildikten sonra
Diyarbakır'a vali atanıncaya kadar sürdürmüştür.
Nazım da yaşamından çalınmış tam on yılı cezaevinde yaşayarak sürgündür bu
kentte. 1940’ın sonunda siyatiği nedeniyle Çankırı’daki cezaevinden Bursa’ya
gönderilen, komünizm propagandasından tutuklu Nazım’ın ününün kulaktan kulağa
yayılıp efsaneye dönüştüğü hapishane “Bursa Kalesi” diye de anılmaktadır.
Bir şiirinde ününü anarak “Memleket toprağındadır
kökü / Bedrettin gibi taşır yükü / yatar Bursa kalesinde”
diyecektir. Bu kentte, bu cezaevi avlusundan bu hapishane pencerelerinden
izleyecektir meşhur Uludağ’ını da:
Yedi yıldır Uludağ’la
göz göze bakışır dururuz
Ne o kımıldanır
yerinden, ne de ben
Lakin birbirimizi
yakından tanırız
Gerçekten yaşayan her
şey gibi
Kızmasını ve
gülmesini bilir
Bazan,
Hele kışın, hele
geceleri,
Hele rüzgar kıbleden
estiği zaman
Osmanlı’nın eline geçmeden önce İznik’in gölgesinde sönük tekfurlukken yoğun
göçlerle büyümesiyle geçmişteki kasvetinden, dinginlikten şimdi iz kalmayan
Bursa’da paylaşılmayan güzellikler halâ yüce dağın eteğinde kurulmuş şekilde
gizlenmektedir: Eskimeyen ve daima saklı kalanlardan birisi Bursa’yla
özdeşleşmiş lodosun aydınlatıp parlattığı, yılın muayyen zamanlarında kentin
her yanından görülebilen karlı ve dumanlı zirve… Ve hem ulu dağın eteklerini
hem şehrin muhtelif yerlerini kaplayan çoğu yüzlerce yıllık ulu
çınarlardır…
Memleketimi
seviyorum :
Çınarlarında kolan vurdum, hapisanelerinde yattım.
Hiçbir
şey gidermez iç sıkıntımı
memleketimin şarkıları ve tütünü gibi
Ünlü hikayecimiz
Orhan Kemal
1939’da "Maksim
Gorki
ve
Nazım Hikmet
kitapları okumak", “yabancı rejimler lehine propaganda ve isyana muharrik”
suçundan yargılanıp beş yıla hüküm giymiş, Kayseri ve Adana’daki cezaevlerinden
sonra Bursa cezaevine gönderilmişti. 1940 yılı kışında Bursa Cezaevi’nde
Nazım Hikmet’le tanışan Orhan Kemal Nazım Usta’yla tanışma anını anılarında
şöyle dile getirir:
"Müdürün oda kapısında çevik bir gıcırtı, kapı açıldı. Nefesimi kesmiş,
gözlerimi kısmışım… Bir heykel sükunu içinde, azametli bir mermer heykel
bekliyorum... Bir an yüz yüze geliyoruz, sonra göz göze… Mavi mavi
gülüyordu. Bu gülüş muhakkak ki bir çocuğu hatırlatıyor… Temiz, taze,
sıhhatli ve dost! Bir lahza şaşkın, bekledi. Galiba ne yapması lazım
geldiğini ölçtü, yahut tanış bir yüz arandı… Sonra gözüne Necati ilişti
herhalde, ona doğru yürümeğe hazırlanırken, Necati ona koştu ve beni
tanıttı. El sıkıştık. Ayaklarının topuklarını, hazır oldaki bir er gibi
birleştirerek, kendisini teşrifata zorladığı aşikar bir tarzda ciddileşmeye
çalışarak “Ben Nazım Hikmet” dedi…"
Nazım Hikmet ve Orhan Kemal
Nazım Usta, Orhan Kemal’in bir hikayeci olarak yetişmesini istedi. Orhan
Kemal’in sanat anlayışının belirginleşmesinde bu tanışma bir dönüm noktası
olmuştu. Nazım Hikmet’ten Fransızca, felsefe ve siyaset dersleri alan Orhan
Kemal toplumcu görüşlerinden etkilenerek şiir yerine roman ve öykü yazmaya
yöneldi.
Döneminin en büyük âlimlerinden Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedrettin de ünlü
Bursa sürgünlerinden birisi sayılabilir. “Şeyh Bedrettin Vâridât” isimli
kitabın yazarı İsmet Zeki Eyuboğlu, İznik sürgününü Şeyh Bedrettin’in yaşamında
önemli bir evre olarak görür. Sultan II. Beyazıt’ın ölümü
sonrası oğulları aralarında taht kavgasına düşmüşlerdir. Musa Çelebi
Edirne’yi alınca Bedrettin'in aktif siyasi hayatı da başlar. Şeyh Bedrettin
Musa Çelebi tarafından kazaskerliğe tayin edilmiştir. Musa Çelebi onun
etkisiyle yöredeki varsıl beylere soğuk davranır. Diğer kardeş Çelebi Mehmet
Bizans’ın yardımıyla bütün kardeşlerini yenerek Osmanlı İmparatorluğu'nun
başına geçince Şeyh Bedrettin’e iyi gözle bakmaz. Bedrettin’e aylık bin
akçe ulufe (maaş) bağlanıp ailesi ile birlikte 1413’te İznik'e sürgün
edilir. Fakat Bedrettin bunu kabullenmez. Siyasi teşkilatlanmayı sağlamak
üzere harekete geçip müritlerinden kendi gibi toprak ve malların müşterek
hale getirilmesi, özel mülkiyetin kaldırılması görüşünü savunan Börklüce
Mustafa'yla (Dede Sultan) Torlak Kemal'i Aydın ile Saruhan’a göndererek
geniş bir bağlılar kitlesiyle isyan hareketine başlar. Taraftarları zorlu
bir savaştan sonra yenilince Deliorman’a geçen Bedrettin bazı kişilerce bir
tertiple yakalanarak götürüldüğü Serez’de bir fetvayla idam edilmiştir.
“Varsıllık tek başına yaratılamaz. Toplum içinde toplum sayesinde kazanılır”
diyen Şeyh Bedrettin’in sosyal reformcu görüşleri J. J. Rousseau gibi Fransız
aydınlarının düşüncelerinde de yansır. Voltaire gibi dünyanın önemli
düşünürlerinin ilgisini çekerken 1938 Harp Okulu olayında Nazım Hikmet’in
Bursa Cezaevinde okuyup etkilendiği bir kitapla daha sonra suçlanmasına yol
açan ünlü şiire esin kaynağı da olur. Şeyh Bedrettin’in hayatına ilişkin
Bursa Cezaevi kitaplığında okudukları Nazım’ı derinden etkilemişti.
Bursa’daki ilk hapisliği sırasında yazmaya başladığı yarin yanağından gayri
her yerde ve her şeyde ortak olunmasını öğütleyen destandan 1936
Haziran’ında dergilerde yayınlanmaya başlayan parçalar yıl sonunda kitap
olarak yayınlanıp harp okulu öğrencilerinin dikkatini çekince N. Hikmet’e
yeniden cezaevi yolu görünür. 28 yıllık mahkumiyet kararıyla 1938’den 1951’e
kadar süren tutsaklıkta altı yüzyıl önce Anadolu’da sosyalist bir düzen kurmak
için müritleriyle savaşan Bedrettin’le yolları yüzyıllar sonra Bursa’da
kesişmiştir.
Yoldaşlar ölürsem o
günden önce yani /öyle gibi de
görünüyor
Anadolu da bir köy
mezarlığına gömün beni / ve de uyarına gelirse
tepemde bir de çınar
olursa / taş maş ta istemez
hani
Müşküle Köyü, İznik Gölü'nün güney sahilini çevreleyen Katırlı dağlarının
yamacında, İznik Gölü’ne bakan bir tepe üzerinde kurulmuş, köyün birçok
yerinden göl rahatlıkla görülebiliyor. Bursa-İznik karayoluna 2 km.’lik
yolla bağlı Müşküle ilçe merkezine 22 km, Bursa’ya 75 km. uzaklıkta. İznik
Gölü’nden köye sulama için proje hazırlanıyor ve zeytinliklere su çekiliyor.
Elde edilen gelir muhtarlık kasasına giriyor. Muhtar sulamadan belli bir su
parası topladığını iddia ediyor. Ancak köylüler “kahvede sadece birkaç
kişinin ödediği paranın toplamı o kadar. Geriye kalan paraların durumu belli
değil” diyor ve muhtarın iddialarına tepki olarak köyün delilerini aza
seçiyor. Müşkülelilerin bir seçimle Türkiye’nin kara mizahını sergileyen
tepkisi bu defa tam bir Aziz Nesinlik öykü… Tabii köy heyetine delileri
seçen köylünün hedefi, muhtarı devreden çıkartıp köyde kurulacak
kooperatifle geliri bütün köye paylaştırmak…
Sinema oyuncusu Halil Ergün’ün baba ocağı olan Müşküle Köyü Türkiye’nin
yüzde 90’ının ‘evet’ oyu verdiği sözde referandumda 1982 Anayasası’na yüzde
90 “hayır” oyu çıkmasıyla da ünlü. Köy aynı zamanda ikisi de Nazım Hikmet’le
Bursa Cezaevi’nde tanışan TİP kurucularından ve eski yöneticilerinden Fevzi
Kavuk ile şair İsmail Başaran’ın köyü.
Köy gerçeğini duygu yüklü bir söyleyişle
aktaran şair İsmail Başaran şiire adli sebeple girdiği cezaevinde başlamış.
Kendi köyüyle ilgili duyarlılıklara ağırlık vermiş. Yön, Edebiyat 76, Güney
Sanat ve Edebiyat 81 gibi dergilere yazmış, bir de şiir kitabı yayınlanmış:
“Buğday Direniyor”. Hep Müşküle’de yaşayan şair 1989'da ölmüştür. Nazım
Hikmet’le cezaevinde iki buçuk yıl kalan İsmail Başaran “Nazım herkesin
sorunuyla ilgilenirdi. Birisi hastalansa idareyi harekete geçirir tedavi
edilmesini sağlardı” demişti. Nazım’dan etkilenen şair köyüne döndükten
sonra ondan öğrendiklerini burada herkese anlatmış. “Vasiyet” adlı şiirde
“Anadolu da bir köy mezarlığına gömün beni” diyen Nazım’ın isteğini yerine
getirmek için Fevzi Kavuk’la birlikte Nazım’ın anısına köye bir çınar fidanı
ekmişler. “Nazım Çınarı” olarak bilinen ve bir kez yakılıp bir kez de
sökülen çınar 12 Eylül askeri darbesinden sonra tekrar kesilmiş.
Bursa Cezaevinde Nazım’ın yetiştirdiği mahkumlardan birisi de ressam
İbrahim
Balaban’dır. İbrahim Balaban 1921 yılında Bursa'nın Seçköy'ünde doğmuştur.
Balaban ilk kez doğduğu köyde gördüğü şekillerle, odaların duvarlarındaki
nakışlarla tanışmış sanatla. Sadece doğduğu köyün üç yıllık ilkokulunda
eğitim görmüş.
İbrahim Balaban
İsmail Başaran gibi, adli bir suçla düşmüş mapusa. 16
yaşındaymış düştüğünde ve köyünden ilk çıkışı olmuş bu. İlk resimlerini
renkli kalemlerle zeytinyağına batırarak yaparmış. Sonra Nazım’dan boyalar
almış, tekniğini geliştirmiş.
Yaşamının bir bölümü
1942 ile
1945
ve
1948
ile
1950
yılları arasında iki kez girdiği Bursa Cezaevi'nde geçmiş. Kendinden 20 yaş
büyük ustasıyla tanıştığında Balaban’ın da hayatla sanata bakışı değişmiş.
Dostlukları dışarıda da sürmüş. Şairin 1941'de Bursa Cezaevi'nde yazmaya
başladığı “Memleketimden İnsan Manzaraları” adlı ünlü eserde köylü ressam
Ali olmuş. Yaptığı bir tablosundan etkilenip şu dizeleri yazmış Nazım Usta:
İşte seyreyle gözüm,
işte insan / Dağın, taşın, kurdun
efendisi.
İşte poturunda
yamalar, / İşte karasaban,
İşte sağrılarında
kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri
Yıllar sonra Nazım Usta’nın Bursa Hapishanesi’nde geçirdiği dönem “Mavi
Gözlü Dev” filmiyle beyaz perdeye aktarıldı. Yıkılıp adliye sarayına
dönüştürülen Bursa Hapishanesi İstanbul Beykoz’da kurulan bir platoda
yeniden yaratıldı. Nazım’ın kaldığı hapishane odası ise yine ozan tarafından
1944 yılında yapılmış bir yağlıboya tablodan esinlenerek hazırlandı.
Dünyanın en büyük 10 şairi arasında da gösterilen şairimiz için
Jean Paul Sartre ölümünden sonra “ölüm onun ilk ve son uykusu oldu” demişti.
Büyük usta sevenlerinin gönlüne kurduğu tahtla hiç kuşkusuz sonsuza kadar
yaşayacaktır.
TAMER
UYSAL
Halkla İlişkiler Uzmanı - Araştırmacı-Yazar
Bilgi ve diğer yazılar için:
www.tameruysal.com
|