Bursalı Mutasavvıf Tarihçi
                   Mehmed Şemseddin Ulusoy

Bursa'da Dini Hayat

Bursa'nın Kültür İnsanları

Bursa'ya Hizmet Edenler

 

                                                                            

                                                                                                       Yusuf Kabakçı
    
Mehmed Şemseddin Efendi Bursa şehrinin kültürel hayatıyla ilgilenmiş, çoğunluğu Bursa’yla ilgili olmak üzere muhtelif konularda  yirmiden fazla eser yazmıştır. Çocukluğunda babasının memuriyeti, daha sonraki dönemlerinde de özel sebeplerle  İstanbul, Selanik, Limni ve Midilli Adaları başta olmak üzere pek çok yolculuk yapmış, tuttuğu notlarını “Dildâr-ı Şemsî” adıyla seyahatnâme tarzında yazmıştır.

   Hayatı

    Mehmet Şemseddin Efendi, kendi dergâhı olan Bursa Mısrî Dergâhı’nı anlattığı Gülzār-ı Mısrî isimli eserinin sonunda 22 Nisan 1915 tarihi itibariyle son postnişîn olarak kendi hayatını da anlatmıştır. Müellif bu otobiyografide özellikle kendi çocukluk dönemi, ailesi, hayatı ve çocuklarıyla ilgili başka yerlerde pek bulunamayacak bilgiler aktarmıştır. Hayatının 1915 senesinden vefat ettiği 1936 yılına kadar olan dönemiyle ilgili olarak en güvenilir ve ayrıntılı bilgilere ise yine kendi seyahatnamesi yani Dildâr-ı Şemsî’den öğrenmekteyiz. 

              Mehmed Şemseddin Ulusoy (1866-1936)

     Mehmed Şemseddin Efendi, 1866’da Bursa’da doğmuştur. Babası İsmail Nazîf Efendi’dir. 4-5 yaşlarında iken mahallelerinde bulunan Şeker Hoca mektebine devam etmiş ve 1892’de altı yaşında iken babasının memuriyeti sebebiyle ailece Aydın’a gitmişlerdir. Burada sekiz yaşında Kur’an’ı hatmetmiştir. 1895’de yine ailece İzmir’e geçmişler ve orada Sultaniye mektebine gitmiş ve bilahare Bursa’ya dönerek Rüşdiye mektebine devam etmiştir. Babasının Mihaliç (Karacabey) vergi ve nüfus memuriyetine tayininden dolayı ailesiyle birlikte Karacabey’e gitmiş ve Mihalıç Rüşdiyesi’nden 1880’de birincilik ile diploma almıştır. Aynı zamanda babasından Kırâat ve Akâid okuyarak kendini geliştirmiştir. Bu arada vergi ve arazi memurluğundan sonra nüfus idaresinde iki sene kadar yabancı komisyonunda yazıcılık yapmıştır. Babasının vefatından sonra Münzevî Dergâhı postnişîni Vahyî Efendi’den Akâid ve Tasavvuf okumuş, Hikmet, Hey’et gibi ilimlerle meşgul olmuştur.

              Arka planda Mısri Dergahı görülmekte

    19 Ocak 1893 tarihinde Regaib Kandilinde Bursa’da bütün meşayıh ve dervişlerin davet edildiği bir toplantı düzenlenmiş ve böylece Bursa Mısrî Dergâhı postnişîni olmuştur. 29 Eylül 1900 tarihinde ise tekmîl-i esma etmiştir.
Babasının sağlığında 14 Mayıs 1886 tarihinde Fındıkzâde Raşid Ağa’nın kızı Feride ile evlenmiş ancak geçimsizlik nedeniyle 7 Kasım 1888 tarihinde ayrılmışlardır. 17 Ağustos 1887 tarihinde İstanbul Etyemez Dergâhı Şeyhi Ferid Efendi’nin halifelerinden olan ve 14 Mart 1888 tarihinde vefat ederek Sadî Dergah-ı Şerifi’ne defnolunan Şeyh Neş’et Efendi’nin kızı Sadberk hanımla evlenmiştir. Bu hanımından 24 Mart 1889 tarihinde Mehmed Taceddin, 17 Mayıs
1890 tarihinde Mehmed Zeynelabidin, 19 Şubat 1898 tarihinde de Mehmed Ali Efdalüddin isimli üç oğlu dünyaya gelmiştir. Çok zeki ve becerikli bir çocuk olan oğlu Taceddin, çok hasta ve zayıf olduğundan 10 Ekim 1896 tarihinde vefat etmiştir. Mehmed Ali Efdaleddin’nin doğumunda annesi hastalanmış ve 32 gün sonra vefat etmiştir. Efdaleddin ise önce Bursa’da bulunan büyük halaları Kâtibe Hanım ve kızı Sırrıye Hanım tarafından idare edilmiş, halalarının vefatı üzerine süt anneye verilmiş ancak 30 Aralık 1898 tarihinde O da vefat etmiş ve dergâhın haziresine annesinin yanına defnedilmiştir.

    Ortanca oğlu Zeynelâbidîn 15 Ağustos 1909 tarihinde Ulu Cami imamı Hafız Es‘ad Efendi’den hafız-ı Kur’an olmağa muvaffak olmuş ve İsmail Hakkı Dergâhı Şerifi şeyh-i sabıkı olan Faik Efendi’nin kızı Hâfız Şaziye Hanım’la evlenmiştir. 29 Aralık 1911 tarihinde Cuma günü Hüseyin Necmeddin ismiyle bir oğlu dünyaya gelmiştir. İkinci eşinin vefatından sonra 5 Kasım 1899 tarihinde Sofya muhacirlerinden Mustafa Efendi’nin kızı Basiret Hanım’la evlenmiş ve 31 Temmuz 1900 tarihinde kızı Fatma Lemean dünyaya gelmiştir. 26 Mart 1902 tarihinde geçimsizlik sebebiyle bu eşinden de ayrılmış ve bu hanıma 7-8 yıl nafaka ödemiştir. 31 Temmuz 1902 tarihinde mahalle ahalisinden ve uzak akrabalarından Arpacızade Hacı İsmail Efendi’nin oğlu Hasan Bey’in kızı Fatma Hanım’la evlenmiş bu eşinden 18 Eylül 1903 tarihinde kızı Hatice Tayan, 21 Mart 1906’da oğlu Mehmet Fehâmeddin, 11 Mart 1911’de ise kızı Emine Dırahşan dünyaya gelmişlerdir. 1884 Kasımında Pınarbaşı Mahallesi’ndeki İzzeddin Bey Camii hatipliği babasından kendisine intikal etmiş ve bu görevi vefatına kadar sürdürmüştür. Yine babasının vefatı ve dergâhın kendisine tevcihinden sonra Ulu Cami devirhanlığı, kardeşi kabul etmediği için kendisine verilmiştir. Dergâhın kendisine intikalinde çıkan sorunlar Bursa’da çözülemediği için İstanbul’a gitmiş ve İstanbul Meclis-i Meşayıhı’nda imtihan edilerek dergâhın tam hissesini üzerine almıştır. 7 Mart 1906 tarihinde Mecidiye Caddesi’nin genişletilmesi için dergâhın Ulucami’nin kıble tarafında bugünkü PTT binasının olduğu yerde bulunan 220 metrekarelik kısmı istimlâk edildiğinden ve zararları telafi edilmediğinden iki yıl süreyle bu sorunun çözümü için çalışmış ve harem dairesinin kısmen inşasına ve selamlık dairesine üç oda ilavesine muvaffak olmuş, caddeye bitişik hale gelen binanın altına yedi adet dükkan inşa ettirmiş ve böylece dergâhın masraflarına katkı sağlamıştır.
Mısrî Dergâhı postnişînliği yanında bir süre de İsmail Hakkı Dergâhı ve Çarşamba Dergahı’nı vekaleten idare etmiştir. 1 0cak 1909 tarihinde İsmail Hakkı Dergâhı’nın başına geçen Cemaleddin Efendi’nin ve 25 Mayıs 1910 tarihinde Çarşamba Dergâhı’nın başına geçen Süleyman Sabri Bey’in yetişmelerinde büyük gayret göstermiştir. Dergâhın gelirleri az olduğu için Bursa Düyûn-ı Umûmiyesi’nde uzun yıllar müzâyede katipliği yapmış olan Mehmed Şemseddin Efendi, 1910’dan sonra bu görevi de bırakarak vaktini araştırmaya ve eser yazmaya harcamıştır. 7 Nisan 1911’de ilk teşkil olunan Tarih Encümeni’ne aza tayin edilmiştir. Yine Meclis-i Meşâyıh, Donanma Cemiyeti ve Cihat komisyonu azalıklarında bulunmuştur. Bir ara Bursa Kütüphanesinin tasnif çalışmalarını yürüten Şemseddin Efendi, 1927’de kütüphaneleri teftiş ve tetkikle görevlendirilmiştir. 1932’de Halkevi Tarih Komisyonunda çalışmıştır. Soyadı kanunu çıktıktan sonra “Ulusoy” soyadını almıştır. Hayatı genelde maddî sıkıntılarla geçmiştir. Altmış lira ücretle Evkaf sicillerini tetkike memur edildiğine dair yazının Bursa’ya geldiği gün, tedavi için gittiği İstanbul’da 9 Ekim 1936 Cuma günü vefat etmiştir. Vasiyeti üzerine İstanbul Merkez Efendi Kabristanı’nda Niyazi-i Mısrî’nin kardeşi Şeyh Ahmed Efendi’nin yanı başına defnedilmiştir.

Tarihçi Olarak Mehmed Şemseddin
Mehmed Şemseddin Efendi’nin hayat hikâyesi otobiyografisinden istifade edilerek yukarıda verildi. Müellif bütün o gündelik işlerin, ailevî problemlerin ve ekonomik kaygıların arasında bir taraftan Bursa tarihinin hemen her yönüyle alâkalı aşağıda haklarında bilgi verilecek olan onlarca eser kaleme alırken diğer taraftan da birçok kez Bursa dışına yolculuk yapmıştır. Yolculukları arasında hiç şüphesiz Niyazi-i Mısrî’nin medfûn olduğu Limni Adası ziyaretlerinin
özel bir yeri vardır. Bu yolculuklar hakkında ayrıntılı bilgiler ise ikinci bölümde seyahatname tanıtılırken verilecektir.

Mehmet Şemseddin Efendi, genel manada tarih ilmiyle uğraşmak yerine özellikle doğup büyüdüğü ve her değeriyle hayatına yön veren Bursa şehrinin kendi yaşadığı döneme göre öncesini araştıran ve o güne ait değerlerini de sonraki nesillere aktarma kaygısı taşıyan bir kültür elçisidir. Mesela, Dildâr-ı Şemsî’de yolculuklarını ve şahit olduğu hadiseleri anlatırken bir gözlemci gibi aktardığı izlenimler, insanlar, kurumlar, şehirler vs. hakkında verdiği sayısal bilgiler, bir sosyolog gibi yaptığı değerlendirmeler ve bunları başkalarının da okuyup istifade edebileceği tarzda yazması eseri sıradan bir insanın hâtırâtı olmaktan çıkarıp tarihçiler için daha değerli bir kaynak haline getirmiştir.
     Mehmet Şemseddin Efendi, kitabedeki bir yazının seb’a mı, tis’a mı (Arapçada yedi ve dokuzun harflerle yazılışları birbirine benzer) olduğunu anlamak için birkaç defa Yıldırım Camii’ne gidecek kadar ince eleyip sık dokuyan, metre yerine daima adımı kullanacak kadar muhafazakâr, Bursa’ya gelen yabancıların kendisini Şark dekorları içinde bir motif olarak görüp fotoğrafını çekecekleri kadar özgün, Bursa tarihi üzerindeki derin ilgisi yüzünden ara sıra Bursa’ya gelen Halil Ethem, Nüzhet Sabit, İbnülemin Mahmud Kemal İnal gibi zatların ziyaretine gidecekleri ve “canlı Bursa tarihi” diye anılacak kadar Bursa’nın geçmişine vâkıf bir insandır. Bursa Ulu Camii’nin kubbelerinin sayısı hakkında meşhur Hammer Tarihi’nde yanlış bir bilgiye rastladığında hafızasına güvenmek yerine önce gidip sayacak, yine yanlışı gördüğünde "acaba 1270 depreminden sonra değişmiş olabilir mi?" diye önce Güldeste’ye, sonra da Evliya Çelebi seyahatnamesi’ne bakacak kadar muhakkik bir kaynaktır. Yine O, ölüm döşeğindeyken bile fotoğrafı çekilmek istediğinde oğluna: “saçımı sakalımı düzelt, fotoğrafım güzel çıksın” diyecek kadar intizamlı, gayri müslimleri kıramayacak kadar nazik, birçok işi bir arada götürmesine rağmen pek çok eser yazacak kadar ve 62 yaşında olduğu halde harf inkılâbının çıkmasından çok kısa bir süre sonra Latin alfabesini öğrenecek kadar gayretli bir insandır.  Bu gayreti neticesinde de aşağıdaki eserleri vücuda getirmiştir.

Eserleri
    Mehmet Şemsettin Ulusoy, aşağıda görüleceği üzere bir çok eser yazmış ancak bütün eserlerine kendi adına muzaf olacak isimler vermiştir. Yâdigâr-ı Şemsî, Karâr-ı Şemsî, İftihâr-ı Şemsî gibi. Yazmış olduğu eserler alfabetik olarak şöylece sıralanabilir:
1. Bahâr-ı Şemsî: Bir çeşit tezkeredir ve Bursalı İsmail Beliğ’in Güldeste-i Riyaz-ı İrfan adlı eserinin devamı niteliğindedir. On dokuzuncu asrın ikinci yarısından itibaren Bursa’da ve Türkiye’de yetişmiş ulema ve hulefanın biyografilerini içermektedir.
2. Bergüzâr-ı Şemsî: Müellifin çeşitli konulardaki makalelerini topladığı eseridir.
3. Devvâr-ı Şemsî: Bursa medreseleri hakkındadır.
4. Diyâr-ı Şemsî: Bursa Tarihine ait 800 sayfalık bir eserdir. Müellifin en önemli eserlerinden birisidir.
5. Ebrār-ı Şemsî: Mevlid-i Nebevî, Miraç, Mevlid-i Ali, Mevlid-i Fâtıma, Mevlid-i Hüseyin’den ibarettir. Bu eseri de O’nun
Süleyman Çelebi’den beri devamedegelen Mevlitçilik geleneğini devam ettirdiğini gösteriyor. Bu eser 1924 yılında Mısır’da basılmıştır.
6. Eş’âr-ı Şemsî: Müellifin kendi şiirlerinden oluşan bir Divan’dır.
7. Ezhâr-ı Şemsî: Bursalı veya Bursa’ya mensup şairlerin terceme-i hallerini kapsar.
8. Gamhâr-ı Şemsî: Bursa’ya ait hikaye ve fıkralardan bahseder.
9. Gülzâr-ı Mısrî: Niyazi-i Mısrî’nin tafsilatlı hayat hikayesini, O’ndan sonraki Mısrî Halifelerinin isimlerini ve hayatlarını anlatmaktadır.

10. Hâkisâr-ı Şemsî: Bursa Türbelerini anlatmaktadır. Bursa’daki bütün sûfî, selatîn, şeyhü’l-İslam vs. türbelerin anlatıldığı 254 sayfalık bir eserdir.
11. İftihâr-ı Şemsî: Ehl-i beyt hakkındaki şiirleri kapsar.
12. İhtâr-ı Şemsî: Eski devirlerle yeni devri mukayese eder.
13. İhtiyâr-ı Şemsî: Eski şairlerden beğendiği şiirleri toplamıştır.
14. İntizâr-ı Şemsî: Bursa’ya ait batıl itikatları ve hurafeleri anlatır.
15. İtimâr-ı Şemsî: Bursa Ulucamii’ndeki yazıları ve tarihçelerini aktarır.
16. İ’tizâr-ı Şemsî: Kendi zamanında çıkan “Akl-ı Selîm” isimli esere cevap niteliğindedir.
17. İztırâr-ı Şemsî: Sosyal hayatı ve sosyal hayattaki noksanları gösteren bir çalışmadır. Bursa’da “Yeni Fikir Gazetesi”nde
Ağababa müstear ismiyle bir kısmı neşredilmiştir.
18. Karâr-ı Şemsî: Bursa mezarlıklarındaki meşhur kişilerin isimleri, hangi kitaplarda terceme-i hallerinin bulunduğu,
medfenlerinin belli olup olmadığını gösteren önemli bir eserdir.
19. Medâr-ı Şemsî: Bursa Camileri ve kitabeleri hakkındadır.
20. Misbâr-ı Şemsî: Bazı kişilerin doğumları, vefatları veya inşa edilen binalar için yazdığı tarih manzumelerini ihtiva eder.
21. Mi’yâr-ı Şemsî: Okuduğu tarih kitaplarındaki yanlışlıkları düzelttiği bir eseridir. Bu eserin bir bölümü 1932’den
kapandığı güne kadar “Yeni Fikir Gazetesi”nde R. R. Yücer tarafından “Tarih Yanlışlıkları” başlığıyla yayınlanmıştır.
22. Yâdigâr-ı Şemsî: Bursa’da o dönem için mevcut olan tekke ve zaviyeleri ve buralarda görev yapan meşâyıh-ı kiramı ayrıntılı bir biçimde anlattığı eseridir. İki cilt halinde olan bu eserin 274 sayfadan oluşan birinci cildi Arap Alfabesiyle 1916’da Abbas Halim Paşa’nın yardımıyla basılmış, geliri Bursa Dârü’l-acezesi’ne bırakılmıştır. Müellifin en önemli eserlerinden birisidir.
23. Dildâr-ı Şemsî: Seyahatnâmesi

Dildâr-ı Şemsî
    Şemseddin Efendi, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi seyahat notlarını derlediği kitabını da kendi ismine muzaf olarak isimlendirmiş ve Dildâr-ı Şemsî adını uygun görmüştür. Ancak bu eserine Farsça, sevgili anlamına gelen ‘dildâr’ ismini vermiş olması hatıralarına özel bir ilgi duyduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Mehmet Şemsettin Efendi çok okuyup yazmasının yanında titizliğiyle de bilinen, eskilerine düşkün, muhafazakâr bir insandır. Bu yüzden de elde ettiği bilgiler kadar belgelere de önem vermiş ve binlerce dokümanlık bir arşiv oluşturmuştur. Tekkelerin kapatıldığı 1925 yılında buralardaki kitapların Maarif’e (Milli Eğitim Bakanlığı) devredilmesine ilişkin karar çıkıp da kendisinden Mısrî Dergahı’ndaki kitapları devretmesi istendiğinde bunların şahsî malı olduğunu söyleyerek teslim etmemiştir. Kendi yazdığı veya satın aldığı kitaplardan ve daha başka belge ve dokümanlardan oluşan koleksiyonu 1936 yılında vefatıyla oğlu Fehameddin Ulusoy’a geçmiştir. Fehamettin Bey babasından devraldığı bu mirası zayi etmeden korumuş ancak 1984 yılında onun da vefat etmesiyle yaklaşık dört bine yakın kitap, fotoğraf ve çeşitli belgelerden oluşan koleksiyon torunu Mecdi Ulusoy’a geçmiştir. Mecdi Ulusoy da bu dokümanları koleksiyoner aynı zamanda bugün Bursa Kent Müzesi’nin idareciliğini de yapan Ahmet Ö. Erdönmez’e devretmiştir.  İşte 1929’da kaleme alınan Dildâr-ı Şemsî 75 yıllık bir serüvenin ardından 2004 yılında Ahmet Ö. Erdönmez’in de müsaade etmesiyle bir yüksek lisans çalışmasına konu olmuş ve böylece gün yüzüne çıkarılmıştır. Eser, söz konusu Yüksek Lisans Tezinde doğrudan müellif hattı esas alınarak çalışılmıştır. Bildiğimiz kadarıyla başka bir nüshası da yoktur. Hiçbir şekilde kopyası alınmadan, tek nüsha halindeki orijinalinden peyderpey çalışılarak transkripsiyonu tamamlanmıştır.
    Şemseddin Efendi, Dildâr-ı Şemsî’nin 332. sayfasında belirttiği üzere seyahatleri boyunca tuttuğu notlarını 31 Ocak–12 Nisan 1929 tarihleri arasında Osmanlı Türkçesi’yle seyahatname tarzında yazmıştır. Eserin bazı sayfalarının altına kurşun kalemle düştüğü
tarihler müsveddelerini temize geçtiği günleri işaret etmektedir. Eser, 15×19cm boyutlarında olup toplam 706 sayfalık beyaz ve çizgili bir deftere yazılmıştır. 3 cm kalınlığı ve 7 cm.lik kapak ayracı olan bu defterin ilk 371 sayfasını Dildâr teşkil etmektedir. Dildâr-ı Şemsî, seyahatname olmanın yanında aynı zamanda Şemseddin Efendi’nin hatırâtı ve hayat hikayesinin özeti mahiyetindedir. Bu nedenle eserin muhteviyatını ve seyahatlerin mahiyetini ayrıntılı olarak aktarmak konunun uzamasına sebep olacağından bunun yerine eserin fihristini aktardıktan sonra müellifinin hayat macerasına göre dönem dönem, sadece yolculuk yaptığı yerleri ve tarihleri belirtmek yeterli olacaktır. Zaten bütün yolculukların ayrıntıları seyahatnamenin kendisinden öğrenilebilir.

Osmanlı Dönemi Seyahatleri
Çocukluk Dönemi
   
M. Şemseddin Efendi’nin babası İsmail Nazîf Efendi, Bursa Emlak Kalemi’nde memur olarak çalışırken 1279’da Aydın’a tayini
çıkar ve Şemseddin Efendi altı yaşında iken ailesiyle birlikte önce İzmir’e, orada 13 gün kaldıktan sonra da deniz yoluyla Milas
Kasabası’na gider. Babasının işi gereği Milas ve civarındaki Köşk, Sultan Hisar gibi kasabalarda bulunarak bu bölgede üç buçuk sene kadar yaşar. Daha sonra babası memuriyetten çıkarılır ve İzmir’e döner. İzmir’de beş ay kaldıktan sonra 1293’te Bursa’ya avdet eder. Bu sırada 93 Harbi diye meşhur olan Osmanlı-Rus Savaşı neticesinde Bursa’ya birçok bölgeden muhacirler geldiği için babası tekrar muhacir komisyonunda görevlendirilirse de bir müddet sonra Karacabey vergi memurluğuna tayin edilir. Ailesiyle üç yıldan fazla bir süre Karacabey’de kaldıktan sonra tekrar Bursa’ya döner. Babası 1882’de memuriyetten istifa eder.

Gençlik Dönemi
   
Kasım 1884’de Pınarbaşı’ndaki İzzettin Bey Camii hatipliğini babasından devralır. Ancak berat işlemlerinin takibi için 1886 senesi Ekiminde İstanbul’a gider, işlemleri tamamlayarak iki hafta sonra Bursa’ya döner ve bu hatiplik görevini vefat edinceye kadar sürdürür. Babası 10 Ocak 1888’de Bursa’da vefat eder ve dergâhın haziresine defnedilir. Şemseddin Efendi o yıl İstanbullu Veznedar Cemil Efendi ile İstanbul’a giderek Ramazanı İstanbul’da geçirir. Babasının vefatını takiben dergâhın kendisine devri süreci uzadığı için 29 Ekim 1889’da emr-i meşihat için tekrar İstanbul’a gider, Meclis-i Meşayıh’tan emir-nâme alarak 17 Aralık’ta geri döner. Bu defa da Bursa Valisi Rıza Paşa, emir-nâme hususunda sorun çıkarır, nihayet valinin tayin olmasıyla sorun çözülür ve mazbatasını tasdik için 15 Mart 1890’da tekrar İstanbul’a Evkaf Nezareti’ne gider. Böylece üç ayları İstanbul’da geçirir ve bayramda şeyhiyle buluşarak daha önce niyetlendikleri üzere Limni’ye Pîri Niyazi-i Mısrî’nin kabrine ziyarete karar verirler. Böylece Şemseddin Efendi’nin hayatında Limni serüveni başlamış olur.

Limni ve Midilli Seferleri
   30 Mayıs 1890’da saat on buçukta şeyhiyle beraber İstanbul’dan vapurla hareket ederek Gelibolu üzerinden gece saat üçte
Limni’ye varmışlar ancak şeyhinin işleri sebebiyle üç gün sonra İstanbul’a dönmüşlerdir. 30 Mart 1896’da ailesini de alarak dergâhın işleri için Şeyh Sabit’le İstanbul’a gitmiş, İstanbul’da 32 gün kaldıktan sonra ailesini İstanbul’da akrabalarının yanında bırakarak 30 Nisan’da İstanbul’dan vapurla Selanik’e varmış, Selanik’te iki hafta geçirmiş ve bu süre zarfında oradaki bütün tekkeleri ve diğer kurumları gezmiştir. Sonrasında 14 Mayıs Çarşamba günü Limni’ye ulaşmıştır. Bu defa Limni’de on beş gün kaldıktan sonra yine Selanik üzerinden (orada da beş gün kaldıktan sonra) 3 Haziran 1896 Salı günü İstanbul’a varmış ve Bursa’dan yola çıktığının 75. günü ki 12 Haziran 1896’da tekrar Bursa’ya dönmüştür. 9 Ekim 1898 Pazar günü Mudanya üzerinden İstanbul’a gitmiştir. Orada tam iki hafta kaldıktan sonra Çanakkale ve Ayvalık üzerinden 24 Ekim 1898’de Midilli’ye geçmiş, orada iki gece kaldıktan sonra da Limni’ye geçmiştir. Limni’de de iki hafta kaldıktan sonra 9 Kasım’da Selanik’e, orada 5 gün kaldıktan sonra 15 Kasım gecesi İstanbul’a dönmüştür. Aynı gün İstanbul’da hiç konaklamadan aktarma suretiyle Mudanya üzerinden akşamüzeri Bursa’ya ulaşmıştır. Bu yolculuğundan yaklaşık 10 ay sonra özellikle Midilli’deki müntesiplerinden gelen istekler üzerine tekrar Midilli ve Limni’ye gitmeye karar vermiş, 3 Eylül 1899 Pazar günü sabahleyin Bursa’dan şimendiferle hareket ederek Mudanya üzerinden İstanbul’a ulaşmış, İstanbul’da altı gün kaldıktan sonra cumartesi günü vapurla yola çıkarak pazartesi günü Midilli’ye varmıştır. Bu seferinde çok istemesine rağmen Midilli’de işlerin uzaması üzerine Limni’ye geçemeden İstanbul’a dönmüş, aynı gün akşamı da Bursa’dan çıktıktan tam üç hafta sonra 25 Eylül 1899 Pazar günü tekrar Bursa’ya gelmiştir.
Limni’deki Mısrîlerin, dergâha sahip çıkılması gerektiği, aksi takdirde dergâhın Bektaşîlerce sahiplenileceği çağrısı üzerine 8 Ekim 1900 Salı günü Bursa’dan yola çıkmış, İstanbul’da beş gün kaldıktan sonra Limni’ye yönelmiştir. Vapur Gelibolu’da iki saat mola verince orada, Hacı Bayram-ı Veli’nin halifelerinden Muhammediyye’si meşhur Yazıcızâde’yi ziyaret etmiş, Pazartesi günü İzmir’e varmıştır. Orada da beş gün kaldıktan sonra Cumartesi günü gece İzmir’den hareketle sabah Midilli’ye ulaşmış, Reğaib kandilini Limni’de geçirebilmek için orada da fazla durmadan Çarşamba günü Limni’ye geçmiştir. Kandili Limni’de geçirdikten sonra 2 Kasım’da, İstanbul’a, 13 Kasım’da da Bursa’ya dönmüştür. 17 Mayıs 1902 Pazar günü trenle Bursa’dan hareketle
Mudanya üzerinden İstanbul’a varmıştır. Cumartesi günü İstanbul’dan çıkarak Pazar gecesi Midilli’ye varmış, bir sonraki Pazar
günü de Limni’ye geçmiştir. Perşembe günü ise Limni’den çıkarak Cuma günü İstanbul’a ulaşmış ve 12 Haziran 1902 Cuma günü
tekrar Bursa’ya avdet etmiştir. 24 Nisan 1904 Pazar günü ailesi ile beraber arabayla Mudanya’ya, oradan da İstanbul’a geçmiş, 3 Mayıs Salı vapurla İstanbul’dan hareketle Çarşamba günü Midilli’ye vasıl olmuştur. Oradan Limni’ye geçmiş, Limni’de 14 gün kaldıktan ve Mevlid kandilini orada ihya ettikten sonra 4 Haziran 1904’de Selanik’e uğramıştır. Orada dört gün geçirdikten sonra 8 Haziran’da İstanbul’a, 14 Haziran’da da tekrar Bursa’ya dönmüştür. Bu yolculuğunda ailesini İstanbul’da bırakarak Limni, Midilli ve Selanik’e geçmiştir. 9 Mayıs 1907 Perşembe Bursa’dan şimenduferle Mudanya üzerinden Dergâhın bir kısmının istimlâk edilmesi meselesi sebebiyle İstanbul’a gitmiş ve bir hafta sonra Bursa’ya dönmüştür. Midilli ve Limni’deki ihvanınından gelen yoğun istekler üzerine 19 Nisan 1908 tarihinde Pazar günü ailesiyle beraber arabayla Mudanya’ya oradan da vapurla İstanbul’a geçmiş, İstanbul’da onbir gün kaldıktan sonra bu defa ailesinin de yanına alarak vapurla doğruca Midilli’ye geçmiştir. Midilli’de kendisi için bir ev kiralanmış ve orada bir ay kaldıktan sonra Limni’ye geçmiştir. İki hafta kadar Limni’de, dönüşte de iki hafta kadar İstanbul’da kalmış ve toplam yetmiş bir günün sonunda Bursa’ya dönmüştür. Mehmed Şemseddin Efendi böylece toplam yedi defa Limni’ye, altı defa da Midilli’ye gitmiştir. Daha sonra Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşı başlamış ve neticede bu adalar elden çıktığı için bir daha ziyarete muvafık olamamıştır.

 İznik Ziyaretleri
   
10 Nisan 1900 tarihinde Salı günü bayram namazından sonra Müddeî-i Umumî Reşìd Bey, İznik ve İncirli Tekkesi Şeyhi Sırrı
Efendi, Reisü’l-meşayıh Şeyh Vahi Efendi, Seyyid Usul Şeyhi Abdi Efendi ve Şemseddin Efendi arabalarla yola çıkarak Gemlik yoluyla Pazarköy’e varmışlar, gece oranın eşrafından birinin evinde misafir kaldıktan sonra ertesi gün İznik’e ulaşmılardır. Eşref-zāde Abdullah er-Rūmî Hazretleri’ni ziyaret etmişler, üç gün sonra Yenişehir üzerinden dönmek üzere yola koyularak, akşama Yenişehir’e varmışlar ve geceyi orada geçirdikten sonra ertesi gün (15 Nisan 1900) yine arabalarla Bursa’ya dönmüşlerdir.
Daha sonra İznik’e bir kez daha gitmiştir ama tam tarihini belirtmemiştir. İstanbul’da Hekimoğlu Ali Paşa Şeyhi Sadeddin
Efendi halifelerinden meşhur şairlerden Refi’ Kalay’ın torunlarından Nuri Efendi ile yola çıkmışlar ve İznik’te bir gece kalıp Bursa’ya dönmüşlerdir.


Cumhuriyet Dönemi Seyahatleri
   
Mehmet Şemseddin Efendi, Önce I. Dünya Savaşı ardından da Milli Mücadele dolayısıyla yaklaşık onbeş sene Bursa’dan bir yere çıkamamıştır. 5 Temmuz 1925 tarihinde Pazar günü ailesiyle beraber Bursa’dan hareketle Mudanya’ya, oradan vapura binerek İstanbul’daki kızı ve damadını ziyarete gitmişler ve yirmi gün sonra Bursa’ya dönmüşlerdir. 30 Ağustos 1925 Pazar günü meclis kararıyla tekkeler sed ve ilga edilmiştir. 4 Eylül 1925 Cuma günü son dergâhta son mukabeleyi yapmış ve gazetelerde ilanı görünce kendi ifadesiyle ‘ve kāne emru’llahi kaderan makdūrā’ diyerek karara razı olmuştur.

 Urla’ya Oğlu Fehameddin ile Seyahati
   
12 Haziran 1927 Pazar günü İstanbul’dan Urla’ya tayin olunan kardeşi Şerafeddin Efendi’nin daveti üzerine oğlu Fehameddin de yanında olduğu halde otomobille Karacabey’e varmış, orada biraz gezindikten sonra Mustafa Kemal Paşa’ya geçmişlerdir. Orada bir gece kaldıktan sonra yine otomobille Susurluk’a ve Balıkesir’e geçmişler, oradan da trene binerek İzmir’e varmışlardır. İzmir’de de bir gece geçirdikten sonra Urla’ya ulaşışlardır. Urla’da dokuz gün kalmış ve tekrar İzmir üzerinden vapurla İstanbul’a geçerek, İstanbul’da da on beş gün kalmış 7 Temmuz sene 1927 tarihinde toplam yirmi altı günün sonunda Bursa’ya dönmüşlerdir.

 İnegöl Ziyareti
  
22 Temmuz 1928 Pazar günü İnegöl’e gitmiş, üç gün kaldıktan sonra 25 Temmuz 1928 Çarşamba günü Bursa’ya dönmüştür. İnegöl’de iken aynı zamanda maden suyu ile meşhur Çitli Köyü’ne de gitmiştir.

Urla’ya İkinci Seyahati
   
19 Ağustos 1928 Pazar günü sabahleyin Bursa’dan hareketle Çatal Ağıl, Ulu-abad, Kirmastı, Susurluk güzergahından Balıkesir’e varmış, Balıkesir’de bir gece kaldıktan sonra trenle İzmir’e geçmiştir. İzmir’de de yine bir gece kalıp oradan Urla’ya gitmiştir. Orada on iki gün kaldıktan sonra yine İzmir’den trene binerek Balıkesir’e oradan da otomobille Bursa’ya dönmüştür.
Şemseddin Efendi seyahatnamesinin son kısmında çocukluğundan itibaren tanıştığı meşayıhın, elini öptüğü zevatın, hocalarının,
hürmet ettiği kişilerin, kendisi vesilesiyle tarikate intisab itmiş, hilafet almış muhibbanın isimlerini yazmıştır. Son olarak da Limni
Adası’nda medfûn bulunan meşhur bazı zevatın isimlerini aktarmıştır.

 Sonuç
   
Mehmed Şemseddin Efendi, anne ve baba tarafından tasavvufî hayatın yaşandığı aile geleneğine sahip olduğundan bu kültüre
âşinadır. Ayrıca İslamî ilimlere de vâkıftır. Bunlara ilave olarak çocukluğunda babasının memuriyeti, gençlik yıllarında şeyh olarak bir anlamda görevi gereği, daha sonraları ise hususî sebeplerle çok defa seyahat etmiştir. Bu üç özelliği neticesinde elde ettiği bilgi ve tecrübelerini gayreti sayesinde pek çok esere dönüştürmüştür. Dildâr-ı Şemsî de bunlardan birisidir. Dildâr, bir seyahatname olarak genel anlamda tarih ilmine kaynaklık ederken diğer taraftan konusu itibariyle olayların yaşandığı şehirlerin sosyo-kültürel hayatıyla ilgili olarak sosyal tarih anlamında, bir şeyhin hayat tecrübesi ve gözlemleri itibariyle de tasavvuf tarihi ve tarikatlar hakkında birinci elden veriler içermektedir.

    Tarih doğrudan olguların kendisine ulaşamaz, onları vesikalar çerçevesinde yakalar. Bu vesikalardan biri de elimizdeki bu seyahatnamedir. İnsanı bilge bir şeyhin gözüyle 1872–1929 yılları arasında Bursa, İstanbul, İzmir, Limni, Midilli ve Selanik’te gezintiye çıkaran bu eser, aslında bize geçmişimiz ve kültürümüz hakkında bilmediğimizi pek çok şeyi öğretmektedir.
    Aynı zamanda aktif bir şeyh profili çizen eser, çoğu insanın düşündüğünün aksine bir dervişin ne kadar aydın olabileceğini, Osmanlı toplumunda ve tarikat ve tekkelerin ne kadar önemli bir görev îfa ettiğini ve bir dönemin toplum hayatını gözler önüne sermektedir. Özellikle tekkeleri ve zikir meclislerini, Ege adalarındaki sosyo-kültürel hayatı, Osmanlı Devleti’nin son, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarını merak edenlere canlı bir cevap niteliğindedir. Mehmed Şemseddin Efendi, Dildâr-ı Şemsî adını verdiği seyahatnamesini sadece kendi hâtıralarını muhafaza etmek için değil, başkaları da okusun diye yazmış, bunu da bizzat belirtmiştir. Zaten müellifin başka pek çok eser kaleme almış olması da O’nun bu türden kaygılar taşıdığını ve kültürel bir miras bırakmak istediğini göstermektedir. Ancak bu, Mehmed Şemseddin Efendi’nin bütün bu iyi niyeti ve sahip olduğu meziyetlere rağmen eserde yazılan bütün hususların aynen doğru kabul edilebileceği anlamına gelmez. Çünkü her ne kadar tarihçilik, geçmişten tarihçinin hayatını sürdürdüğü zamana intikal eden bir veriyi kullanarak onun etrafında yapılan bir faaliyet olsa da neticede bu veri, geçmişin tamamı değildir. Mehmet Şemseddin Efendi, bilgili, kültürlü, tarihe meraklı ve tasavvuf alanında otorite kabul edilebilecek bir insan olsa da kendi döneminde yaşayan bütün insanları ve değerleri aynıyla esere yansıtması da mümkün değildir. Bu sebeple bir seyahatname olarak Dildâr’ın tarih yazımına ışık tutabilmesi için elde edilecek verilerin tarihin diğer kaynaklarıyla kıyaslayarak birer hammadde olmaktan çıkarıp mantıksal tasnifi yapılarak işlenmeleri ve kanıtlanabilir doğrular haline getirilmesi gerekmektedir. Yani eserde aktarılan bütün kayıtlar bilimsel kıstaslarla sebep ve sonuç ilişkisi içinde değerlendirerek, tarafsızlık ilkesi çerçevesinde birer bilgi haline getirilmelidirler. İşte o zaman bu seyahatname gerçek değerine ulaşacaktır. Şemseddin Efendi, yetiştiği geleneği devam ettirmede ne kadar muhafazakâr ise bu geleneğe katkıda bulunmada ve yeni şartlara uyum sağlamada da o kadar gayretlidir. Cumhuriyet’e erken adapte olmuş ve bu dönemde de boş durmayarak kendine göre hizmetine devam etmiştir. Özel hayatında, vazifesinde ve eserlerinde gayet titiz bir insandır. O ve onun gibilerin bıraktığı mirası devralan bugünün neslinin ise bu mirası ortaya çıkararak, yorumlamaları ve ilavelerle sonrakilere bırakmaları ilme ve insanlığa karşı bir vefa borcudur. Bu çalışma, bir nebze olsun bu gayeye katkıda bulunabilme amacıyla hazırlanmıştır.

                                                Kaynak: Uludağ Üniv. İlahiyat Fak. Dergisi Cilt: 17, Sayı: 1, 2008 s. 263-282

Bu sitenin son güncelleştirilme tarihi 25/10/22