Fevzi Ağabey, Bursa yöresinde yaşayan en
yaşlı sosyalistlerden birisiniz. Bugüne dek hakkınızda çok şeyler söylendi,
yazıldı. Eski arkadaşlarınızdan Hasan Öztürk yaşamınızı romanlaştırdı.
Klasik bir soru olacak ama size göre kimdir Fevzi Kavuk?
1931 yılında oturduğum bu
köyde (İznik Müşküle) doğdum. İlkokulu Müşküle’de okudum. İlkokuldan sonra
eğitime devam edemedim. O zamanlarda köyümüzde ortaokul yoktu. Bir de kimse
okumanın önemini bilmezdi. Talihsiz bir çocuktum, küçük yaşta zatürreye
yakalandım. Kuru, sıska bir çocuktum. Bu yüzden ailem beni bağ, bahçe, tarla
işlerine hiç sokmadı.
Ama köyde sizi “delikanlıbaşı” seçmişler?
Evet, askere gitmeden beni köyümüzde delikanlıbaşı
seçtiler. Bu yöresel bir gelenektir. Düğün, dernek işyerinde düzenleme,
örgütleme işlerini ben yapardım delikanlıbaşı olarak. Sonra askere gittim.
Ne zaman gittiniz, nerede yaptınız askerliğinizi?
1951 yılında asker oldum. Önce Edirne’ye, oradan da
Siirt’e gittim. Jandarma askeri olarak yaptım askerliğimi.
Askerlik dönüşü köyde kaldınız sanırım?
Evet, köyde kaldım. Köyişleri
malum. Bizim köyde ilk cinayet olayı 1941’de olmuş. 1950’lerde 1-2 cinayet
olayı daha var.. Bu yüzden o yıllarda köyümüzde büşük bir huzursuzluk vardı.
Bunu nasıl çözeriz diye düşünürken 50’li yılların başında köyümüze
Kırşehir’den Seyfi Alp adında bir öğretmen geldi. Gençti, bekardı, farklı
bir öğretmendi. Kısa sürede kaynaştık, arkadaş olduk. Zaman zaman bizim evde
de kalırdı. Kafa kafaya verip köydeki huzursuzluğu nasıl giderebiliriz diye
düşündük. Aklımıza ilk gelen köyde bir spor kulübü kurmak oldu. Müşküle Köyü
Dostlukspor Gençlik Kulübü adında bir dernek açtık. Arkadaşlar beni kulüp
başkanı seçtiler. Bu kulüp sayesinde köydeki gençleri bir araya getirdik,
onları kaynaştırdık. Seyfi Öğretmenin de yardımıyla 4. ve 5. Sınıf
öğrencileriyle birlikte müsamereler hazırlayıp köy meydanında sahneledik.
Sonra Kıranarkası mevkiindeki suyu imece yoluyla köyümüze getirmeye karar
verdik. Bu düşüncemize herkes destek oldu.
Çeşmelerbaşı deresinden köyümüze suyu
getirdik. Herkes çok sevindi. Yaşlılar da buna
destek oldu ve onlar da çok sevindiler. Tam
da bu çalışmalar sürerken darbe oldu.
27 Mayıs 1960 darbesi, değil mi?
Evet. Ordu her yerde yönetime el koydu. Köyümüze de
Seyfi Öğretmeni muhtar yaptılar. Bu arada 1927’de yapılan okulumuz 1959’de
yıkılmıştı. Onun yerine yeni bir okul yapmamız gerekiyordu. Ben “Dostlukspor
Kulübü olarak bunu yapalım” diyordum. Okulun yapımı için taş, çimento, kum
vb gerekiyordu. Bunu köylü olarak bizim karşılamamız gerekiyordu. Bunda
muhtara çok iş düşüyordu. Muhtar Seyfi Alp, “Ben bunları köylüden isteyemem.
Bana vermezler. En iyisi muhtarlığı köyden biri yapsın” diyordu. Bilgim
dışında muhtarlığa beni önermiş. Üç ay sonra İznik kaymakamlığından beni
çağırdılar. O sırada İznik kaymakamlığı, belediye başkanlığı ve garnizon
komutanlığı görevini yürüten Binbaşı Ö. Faruk Sansar bana “muhtar sen
olacaksın” dedi. “Böylece okul için gereken malzemeyi de sen bulacaksın. Biz
de sana yardım edeceğiz” dedi. Ben karşı çıktım, “binbaşım ben çok gencim.
Benim babam, amcalarım var köyde. Onlar dururken ben muhtarlık yapamam, ayıp
olur” dedim. Binbaşı kızarak, “Ben anlamam, sen muhtar oluyorsun. Git babanı
da al getir buraya!” dedi.
Umarsız köye döndüm. Olanları babama
anlattım. Babam da benim muhtar olmamı istemedi. Babam, babamın tanıdığı
eski İznik belediye başkanı Hüseyin Oktar ve ben tekrar binbaşının yanına
gittik. Binbaşı bizi görür görmez hemen ayağa kalktı, elimizi sıktı. Ama ilk
sözü şu oldu; “Bak Oktar, eğer bu genci Müşküle’ye muhtar yaptırmamak için
geldiyseniz hiç boşuna uğraşmayın, olmaz” dedi. Bütün karşı çıkışlarımızı
reddetti. “Bu genç oraya muhtar olacak, başka yolu yok!” Böylece ben 15
Ağustos 1960’ta muhtar oldum. O zaman henüz 29 yaşındaydım.
Bu arada köyde muhabir de olmuşsunuz.
Muhtarlığa devam ederken zeytin alımıyla ilgili
Gemlik’ten, kooperatiften geldiler. Köyde güvenilir birisini alım memuru
(muhabir) yapmak istiyorlardı. Köylüler bu işi de bana yüklediler. Beni
Müşküle muhabiri olarak seçtiler. 10 yıl kadar da bu işi yaptım.
Peki bu arada politikaya da atıldınız. TİP’e nasıl
girdiniz. Seçimlerde neler yaptınız?
O bayağı uzun bir süreç. Neresinden başlayayım…
Örneğin 1963’te yerel seçimler vardı. Adalet Partisi
muhtar adayı Sezai Ersöz’ün muhtarlığı kazanacağı kesin gibiydi. Fakat büyük
farkla siz kazandınız.
Muhtarlıktaki 3 yıllık çalışmam köylüye büyük güven
vermiş olmalı ki beni yeniden seçtiler.
1964’te İzmir’de yapılan TİP’in birinci olağan
kongresine katılıyorsunuz. Kongreye İsmail Başaran, Hasan Çakır, Emin Alper,
İsmail Kaymaz, Faik Aşkın, Başaran’ın yeğeni Mehmet Başaran ve siz birlikte
gidiyorsunuz. Delege değilsiniz, izleyici olarak. Orada Cemal Hakkı Selek,
Fethi Naci, Şükran Kurdakul, Yaşar Kemal ile tanıştınız.
Evet, İzmir’de kongreye katıldık. Çok heyecanlıydık.
Birçok ünlüyle tanıştık. Bize çok ilgi gösterdiler. İzmir’Den döndükten
sonra evde bir tuhaflık vardı. Hiç kimse benimle konuşmuyordu. Meğer biz
İzmir’deyken bir dedikodu almış yürümüş köyde. Neymiş, biz vatan haini
imişiz, Rusya’nın casusu imişiz. Bu yüzden bizimkiler bana kızmışlar ve
konuşmuyorlar. Bizimkileri zor yatıştırdım. Bunların tümüyle uydurma
olduğunu söyleim. Sonunda onları inandırdım.
Bir çınar dikme olayınız var, ondan söz eder
misiniz?
Nazım Hikmet’in ölümünün 1. Yıldönümü idi. 3 Haziran
1964’te ressam Balaban’ı, mimar Emin Canpolat’ı köye davet ettik. Değirmene
su veren dereden söktüğümüz bir çınar fidanını hep birlikte Rıfat Talan’ın
göle yakın zeytinliğine diktik. Bu arada parti çalışmalarımızı da
sürdürüyorduk. 1964 senato seçimlerine TİP katılmadı. Gerekçesi de 15 ilde
tüm ilçeleriyle birlikte örgütlenememesi idi. O günlerde Bursa’da hummalı
bir parti çalışması yapılıyordu. Bu çalışmalara kimler katılmıyordu ki…
Avukat Şükrü Akmansoy, muhasebeci Kemal Ümektan, İsmail Tuna, Şükrü Uyar,
Engin Özpınar, Gürbüz ve Gündüz Akkök kardeşler, şair
Metin Güven, Tankut
Sözeri, Mehmet Gülersoy, Ekrem Asuman, Selim Deveci ve pek çok arkadaş.
Nihat Behram ve Namık Kemal Behram’ı da o yıllarda tanıdım. Öğretmen
hareketinden Hasan Ceylan, Mehmet Bozkurt, Aytekin Gürler gibi arkadaşlar da
vardı.
TİP’in 1965 Bursa il kongresine katıldınız. Orada
neler yaşandı?
İl kongresine biz Müşküle’den kalabalık bir grup
olarak katıldık. İsmail Başaran’ın ayağı kırık olduğu için katılamadı.
Müşküleli arkadaşları ben yönlendiriyordum. Bursa’ya Mehmet Ali Aybar
gelecekti. Ama iktidar çevreleri onun kongreye gelmesini istemiyordu. Bir
grubun (Komünizmle Mücadele Derrneği) kongreye saldıracağı ve kongreyi
yaptırmayacakları söyleniyordu. Mehmet Ali Aybar kongreye katılmadı ama
genel merkezden Cemal Hakkı Selek, Adnan Cemgil, Ali Karcı gelmişti. Kongre
başladı, bir süre sonra bir grup saldırgan kapıya yüklenip içeriye girmek
istedi. Saldırganlar zor zapt ediliyordu. Polise haber verildi. Polis
dışardaki kalabalığı dağıttı. Daa sonra biz Setbaşı Köprüsü’nden geçerken
“sakın Müşküle muhtarını kaçırmayın” diye bağırdı birisi. Bize saldırdılar.
Korkunç bir gündü. Nihat Behram kendini Setbaşı Köprüsü’nden aşağı attı.
Şükrü Akmansoy fena halde dövüldü. Genel sekreterimiz Cemal Hakkı Selek
yerlerde sürüklendi. Adnan Cemgil ve Ali Karcı da dövülenler arasındaydı.
Vali Vefa Poyraz’dı o zaman. Vali bey bizi kurtarmak yerine saldırganların
kucağına attı o gün.
Yıl 1965. Genel seçimler yapılacak. Siz de TİP
olarak ilk genel seçime hazırlanıyorsunuz.
Çok heyecanlıydık ve müthiş bir çalışma yürütüyorduk
Bursa’da. Milletvekili adaylarımız belli olmuştu. Bursa’da ilk sırada genel
merkez adayı Adnan Cemgil, ikinci sırada da ben vardım. Seçim sonuçlarında
TİP olarak büyük başarı kazandık. O zamanlar ulusal artık (milli bakiye)
sistemi vardı. Biz TİP olarak meclise 15 milletvekili sokmuştuk. Tüm
Türkiye’deki oyların %2.83’ünü almıştık. Ben seçilememiştim ama köyümüz
Türkiye’de oy oranı açısından birinci olmuştu.
Bir de 1968’de TİP’in büyük kongresi vardı.
Seçimlere iki ayrı listeyle girilmişti. Siz de adaydınız.
Ben Aybar’ın listesindeydim.
Seçimi biz aldık. Ben de artık GYK üyesiydim ama karşı listeden de sevdiğim
kişiler vardı, Sadun Aren, Şaban Erik gibi. Fakat ondan sonra partideki iç
savaşım hiç eksilmedi. 1969’de genel seçim yapıldı.
Ancak “ulusal artık” sistemi kaldırıldığı
için TİP bayarılı olamadı. Meclise ancak İstanbul milletvekili Mehmet Ali
Aybar ve Rıza Kuas seçilebilmişti. Oysa oy oranımız %2.64 idi. Müşküle’de
partimiz yine iyi oy almıştı. Bursa’daki %5.3 oyumuzun %10’undan fazlası
Müşküle’den çıkmıştı.
13 Şubat 1971. TİP’in 10. kuruluş yıldönümüydü.
Parti bunu görkemli bir biçimde kutlamak istiyordu. Ancak 12 Mart 1971
tarihinde ordu yönetime el koydu, karanlık bir dönem başladı.
Ben o sırada TİP’in GYK üyesiydim. Yani en üst
organındaydım. Jandarmalar gelip beni alarak İznik’e götürdüler. Orada
ifadem alındı, bir süre sonra serbest bıraktılar.
Geldik 12 Eylül 1980 darbesine. O günlerde neler
yaşadınız?
12 Eylül sabahı adına “bayrak harekatı” denilen bir
uygulama ile gelip beni köyden alıp İznik’e götürdüler. Bir hafta kadar
karakolda tuttuktan sonra Gemlik’teki Askeri Hara’nın içinde 3-4 gün
beklettiler. Sonra Işıklar Askeri Lisesi’ne götürdüler. Orada bir akşam
kaldım. Sabahleyin gelen ekip beni emniyete götürdü. O sıralarda Marmara
Köylüleri Yardımlaşma Derneği adıyla bir derneğimiz vardı. Ben onun
başkanıydım. Baktım ki bizim diğer dernek yöneticileri de orada. Bizi uzun
süre işkenceden geçirerek sorguladılar. Gizli örgüt kurmakla suçladılar.
Oysa yasal bir dernekti. O sorgu sırasında avukat arkadaşımız Ahmet Hilmi
Fevzioğlu’nu kaybettik. Sonra bizi İzmit’te Konca Askeri Tutukevi’ne
götürdüler. Aylarca orada kaldıktan sonra Selimiye Kışlası’na, sonra da
Davutpaşa Kışlası’na götürdüler. Toplam 10,5 ay oralarda kaldıktan sonra
bizi serbest bıraktılar. Bir süre köyde kaldıktan sonra ailece Bursa’ya
taşındık. Altıparmak’ta küçük bir bakkal dükkanı açtım. Geçememe sağlamaya
çalışırken siyasal anlamda da boş durmadık. İnsan Hakları Derneği Bursa
şubesinin kurulmasına yardımcı oldum. Bura Cezaevi’nde Nazım dostlarıyla
buluştuk. Nazım Hikmet belgeseli çekmek istedik, Müşküle’de daha öhce
diktiğimiz Nazım’ın çınarını çekecektik. Bu arada hemen söyleyeyim.
Çınarımızı bir süre önce birileri dibinden kesmişti. Doğal olarak buna çok
üzülmüştük. Fakat kesilenyerden iki filiz çıkmıştı. Biz onun resmini
çekecektik. Ekip çınarın resmini çekmek için gittiğimizde bir de ne görelim,
o iki s ürgün de dibinden kesilmemiş mi! Bir daha sürgün vermemesi için de
çotağı yağ döküp yakmışlar. Bu insanlar ne denli zavallılar! Sanki yerine
yenisi dikilemezmiş gibi. Nitekim yerine yenisi dikildi. İznik Gölü’nün
kıyısında, şimdi mavi sulara baka baka yükseliyor dalları, göğe doğru.
1989’da İsmail Başaran’ı kaybettik. Oğlu kimseye
haber vermediği için cenazesine doğru dürüst kimse katılmadı. Ölümünden 4 ay
önce Bursa’da bir gece rakı içip dertleşmişsiniz.
Evet, o gece konuşurken artık öleceğini söyledi. Bir
düş gördüğünü, düşünde Nazım’ı da gördüğünü, Nazım’ın bana selam
söylediğini, bu ülkeyi namussuz faşistlere bırakmamak için ölünceye dek
benim savaşım vermemi istemiş. Ben de onun bu isteğini yerine getirmeye
çalışıyorum şimdi.
29-30 Nisan 1989’da Aziz Nesin öncülüğünde Ankara’da
demokrasi kurultayı düzenleniyor. Düzenleyicier arasında Sadun Aren, cevat
Geray, Rasih Nuri İleri, Varlık Özmenek, Vecihi Timuroğlu gibi ünlü
yazarlarımız var. O kurultaya siz de katılmışsınız.
Evet, katıldım. Pek çok dostumu orada görme fırsatım
oldu. O yıllarda böyle bir kurultay düzenlemek büyük cesaret işiydi.
Köye ne zaman döndünüz?
2003 yılında.
Ağabey, sizi yıllardır
tanıyorum. Pek çok kez köyde, Bursa’da yan yana olduk. Hala sosyalist
düşünceleri savunuyorsunuz. Nasıl sosyalist
olduğunuzu anlatır mısınız.
Benim sosyalist olmam şöyle oldu. Köyümüzden İsmail
Başaran bir cinayet olayından dolayı Bursa Cezaevi’ne gönderilmişti. İsmail
orada Nazım Hikmet’le tanışıyor. Ondan çok etkileniyor. Hatta onun gibi
şiirler yazmaya başlıyor. Nazım ona yol gösteriyor. İsmail orada sosyalist
düşünceyle tanışıyor. Tahliye olup köye geldikten sonra bize Nazım’dan
şiirler okurdu. Orada öğrendiklerini bize anlatırdı. İsmail yazdığı şiirleri
Buğday Direniyor adında bir kitapta toplamıştı. İsmail Başaran, ben, Emin
Alper, Hasan Çakır vd. arkadaşlara okuyor, tartışıyorduk. Böylece sosyalizmi
öğreniyor, öğrenmeye çalışıyorduk.
Peki şimdilerde sağ-sol bitti, sosyalizm çöktü
diyorlar. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Ben sosyalizme olan inancımı hiç yitirmedim. Yitirmem
de. Sağ-sol bitmez. Neden bittmez? Kapitalizm var oldukça sınıflar da var
olacaktır. Sınıflar var oldukça sağ sol da var olacaktır. Biliyorsun en
geniş anlamıyla sağ sermayeden yana, sol emekten yanadır. Sınıf savaşımı
bitmeden bu ayrım biter mi? Sosyalizmin çöküşüne gelince, reel sosyalizm
denilen, Rusya’da uygulanan sosyalizm, evet bitti. O bir denemeydi. Başka
ülkelerde de bu tür denemeler oldu, olacak da. İnsanoğlu yüzlerce yıl sürse
de sonunda insan onurunu koruyan, eşitlikçi bir toplum düzenini mutlaka
kuracaktır.
Ağabey, ilerlemiş yaşınıza karşın hala çok dinçsiniz.
Bursa’daki pek çok etkinliğe katılıyorsunuz. Bu gücü, enerjiyi nereden
buluyorsunuz?
Şu zalim, şu zorba düzen var ya… İnsanı, insanlığı,
doğayı yiyip bitiren, paradan başka gözü hiçbir değeri görmeyen bu zalim
düzen var ya.. Bu sürdükçe benim öfkem de bitmez onlara karşı. Bir avuç
insanın dünyayı yok etmesine, insanım diyen insan nasıl katlanabilir?
Sizin iyi bir örgütleyici olduğunuzu biliyoruz.
TİP’te, TKP’de önemli görevler üstlendiniz. Şu anda ülkemizdeki solun
dağınıklığı herkes gibi sizi de derinden üzüyor. Bu konuda neler
düşünüyorsunuz? Gençlere bir öneriniz var mı?
Soldaki dağınıklık yeni bir şey değil. 12 Eylülden
önce de vardı, şimdi de var. Tüm sosyalistlerin birleştiği zemin ne yazık ki
kolay gerçekleşemiyor. Türkiye’de de, dünyada da bu böyle. Ancak
birbirlerine yakın, emekten yana olan tüm kesimlerin en kalın çizgilerle bir
araya gelmesi, sermaye düzenine karşı birleşik bir halk hareketi yaratmaları
bence kaçınılmaz, zorunlu bir görevdir.
Size son bir soru sorayım. Önce nasıl bir Müşküle
hayal ediyorsunuz, sonra nasıl bir türkiye ve dünya istiyorsunuz?
Okuyan, tartışan, üreten, çağdaş bir Müşküle hayal
ediyorum. Daha genelinde ise barış içinde yaşayan, laik, demokratik, çağdaş,
aydınlık bir Türkiye ve dünya. Kimsenin kimseyi ezmediği, sömürmediği, adil
bir Türkiye ve dünya. Görebilir miyim? Sanmıyorum ama bunu düşünmek bile
beni sevindiriyor.
Ağabey Çini Kitap olarak size çok teşekkür ediyor,
sağlıklı, uzun bir yaşam diliyoruz.
Ben de size teşekkür ederim.
Çini Kitap, Sayı 19 (2013)'dan
kısaltarak alınmıştır.
|