|
|
Ekrem Hayri Peker
Edebiyatın her alanında
başarılı eserler veren; şair-yazar ve ressam Nazım Hikmet’ten Cumhuriyet’in
ilanından sonra hızla büyüyen Türk sinemasının faydalanmaması düşünülemezdi.
Sinema sektöründe seslendirme sanatçılarına ücretlerinin hemen ödemesinin
Nazım’ın sayesinde olduğu ve bu uygulamanın günümüzde de sürdüğü anlatılır.
Nazım Hikmet İpek Film adına üç kısa film çevirmiştir. Bunlardan birisi
Bursa üzerinedir. Sinema sektörüne büyük yatırım yapan
ve İpek Film Şirketi’ni kuran İpekçi ailesi Nazım Hikmet’e senaryolar
yazdırmıştır. Nazım Hikmet bu senaryoların çoğunda takma at kullanmıştır.
Bursa Hapishanesinden Vanu’ya yazdığı mektupta bunu şöyle ifade eder:
“Senaryoyu ve Karakoyun’un senaryosunu aklımda kaldığına göre dört yüz, ya
beş yüz liraya filan almışlardı. Yahut yüz lira daha fazla daha eksin,
hasılı böyle bir şey. Benden bu senaryoyu bir sene mi, iki sene ne mi önce
İpekçiler aldılar. Ben olsam bu çeşit senaryolara on para vermem ya, yine
onlar iyi para verdiler doğrusu. Bizde filimcilik ilerlemiyorsa sosyal
sebepler bir yana, sebep ne teknik noksanından ne aktör noksanında, ne
rejisör, ne sermaye noksanındadır. Bütün mesele filim çevirmek isteyen
sermayedarın kafasında ve çeviren insanın zihniyetinde Amerikan, İngiliz,
Fransız filmlerinin örnek tutulmasındadır. Halbuki biz, eldeki teknikle,
personelle, parayla hakikaten güzel filmler çevirebilirdik. Yeter ki “Türk
Janrı” filmin mevcut imkânlarla nasıl olması gerektiği işi üzerinde
düşünsün. Biz tabiat manzarası bol, enteriyörü az, realist sanat tarafına
önem verilen aktörü az, bizzat mahallinde seçilmiş insanları çok ve cidden
edebi değeri olan senaryoları işleyen filmler çevirseydik ve seyirciye böyle
çıksaydık, hem filim iş yapardı, çünkü verdiğimiz eseri Amerikan
filimleriyle kıyaslamazdı, çünkü tanrı büsbütün başka türlü olurdu ve hem de
memlekette filim çevirmek işi ilerlerdi. Her ne hal ise. Hep aynı aldanışa
düşüyoruz. Dışarını muazzam tekniğe, bebek kadına, muhteşem palavraya,
dekora, baygın gözlü jön prömyeye dayanan ve sahte haşmetiyle göz kamaştıran
filmlerini taklide kalkıyoruz, fakat bizde o imkânlar olmadığı için
kepazelik oluyor. Halk bunu bir tutuyor, iki tutuyor, sonra artık yutmaz
oluyor. Amerikan filmini halka yutturan imkân bizde olmadığına göre,
yutturmaktan vaz geçip, samimiyetle, ustalıkla iş yapsak eninde sonunda
Amerikan filminin kepazeliğinden bile bir miktar soğutabilirdik ve
bizimkileri şimdiye kadar görmediği eserler gibi seyre gelirdi. Bu bahis
uzundur. Burada keselim. Amerika’dan yeni rejisör gelmiş, Muhsin (Ertuğrul)
yeni stüdyoya geçmiş, bunlar hep iyi. Ama asıl dâvâ bu değil. Asıl dâvâ
meselâ bana senaryo yazdırırlarken benden ne operet ne melodram ne kepaze
sergüzeşt mevzu değil, benden ciddi, realist, ağırbaşlı, ve tek kelimeyle
gerekirse altına imzamı koyabileceğim senaryo istemeleridir. Halbuki şimdiye
kadar bana yazdırdıkları senaryoların hiçbirinin altına bir milyon lira
verseler imzamı koymam ve hatta bunları yazdığımı bile inkara hazırım.
(S:28) Diğer mektubunda ise şunları yazar: “Yeni yerli filmleri
bilmiyorum, fakat anlaşılan, dediğiniz gibi Arap filimlerini taklide kadar
düştülerse hayyalelfel…” (S:33) Nazım Hikmet bu mektupları 1945 yıl kışı
veya 1946 yılında yazılmış olmalı.
Mısır’da ülkemizden daha gelişmiş bir film sektörü vardı.
Mısır’da çevrilen filmler dublajsız olarak Arapça bilenlerin çok olduğu
Güney Doğu Anadolu’da ve Çukurova’da oynardı. Daha sonra bu güvenlik sorunu
olarak değerlendirildi ve dublajsız Arap filmlerinin gösterilmesi
yasaklandı. 1950’lerde ise dublajlı Mısır filmlerinin ülkemizde gösterilmesi
yasaklandı.
Nazım’ın kalemi sinema alanına büyük yatırım yapmış olan İpekçi ailesinin de
dikkatini çekmiştir. Nazım Hikmet senaryo yazmış, seslendirme yapmış ve aynı
zamanda İpek Film hesabına üç kısa film çekmiştir: Düğün Gecesi / Kanlı
Nigar (1933), İstanbul Senfonisi (1934, Bursa Senfonisi (1934). Maalesef bu
filmler kayıptır. Nazım Hikmet
1937 yılında tek uzun metrajlı filmini çeker, “Güneşe Doğru”. Filmin
başrollerinde Arif Dino, Mediha ve Reşit Baran oynamıştır.
İpek Film hesabına yazdığı senaryolar: Aysel Bataklı Damın kızı, Söz bir
Allah Bir, Düğün Gecesi/Kanlı Nigar, Tosun Paşa, Leblebici Horhor Ağa,
Kahveci Güzeli, Balıkçı Güzeli, İstiklal Madalyası ve Kızılırmak
Karakoyun. Dış sahneleri
Bursa ve Samsun’daki Yörükler arasında çekilen Kızılırmak Karakoyun
iki defa filme alınır. 1947’de Muhsin Ertuğrul ve 1967’de Yılmaz Güney.
Nazım Hikmet, takma ad olarak Ercüment Er ve Mümtaz Osman isimlerini
kullanmıştır. Nazım Hikmet
senaryolarında Ercüment Er ve Mümtaz Osman takma adlarını kullanmıştır.
Nazım Hikmet’in tutuklanıp Bursa’ya gönderilmesi üzerine Aysel Bataklı Damın
kızı filmi Bursa’nın Çalı nahiyesinde çekilmiştir. Bu film, çekimine özel
bir çaba gösterilmiştir. Film, basında büyük bir ilgi görmüştür. Film
çekilirken Nazım Hikmet Bursa hapishanesinde kısa süren mahpusluğundaydı.
Nazım Hikmet’in tutuklanıp Bursa’ya gönderilmesi üzerine film Bursa’nın Çalı
nahiyesinde çekilmiş, basının ilgisini çekmiştir.
Aysel Bataklı Dam’ın Kızı
1934 yılında İngiltere'de montajı yapılan Aysel
Bataklıdam'ın Kızı filmi, 1935 yılının ocak ayında ülkemizde gösterime
girmiştir. Bursa’nın Çalı nahiyesinde çekilen ve birçok ilki barındıran bu
film ulusal basında geniş yer almıştır. Filmin çekimleri 1934 yılında bütün
yaz boyu sürdüğünden ekibin İstanbul ve Bursa'dan gelen çok sayıda insan
film setini ziyaret etmiştir. 25 Ağustos tarihli Akşam gazetesinin sinema
sayfasında ilginç bir haber yer alır. Film çekimi devam ederken bir bakan
ziyaretlerine gelir. İktisat Bakanı Celal Bey (Bayar) Çalı köyüne gelip film
ekibini ziyaret eder ve bilgi alır. Bu ziyaretçilerden birisi de meşhur
opera sanatçısı Semiha Berksoy’dur. Zeliha Berksoy’un annesidir. Film setine
gelen ziyaretçiler, birbirleriyle tanışmak için ellerini uzatıp ‘müşerref
oldum’ deyip tokalaşıp tanışırlarmış. Aysel/Cahide Sonku çekimlerinin
olmadığı zamanlarda, filimde giymiş olduğu kostümüyle köyün bütün
sokaklarını tek başına dolaşır, rastladığı köylü kadınlarla sohbet edermiş.
Bir gün, Cahide Sonku'nun sokaklarda tek başına dolaştığı bir sırada
kendisiyle karşılaşan ve daha önceki tanışma fasıllarını yakından gören köy
gençlerinden birisi, Cahide Sonku'ya elini uzatıp: ‘Sizinle "müşerref’ olmak
istiyorum demiş”.
Tayyare Sineması’nda oynayan filmi seyreden Bursalı
gazeteci Musa Ataş pek beğenmez. İki noktayı eleştirir. Bunlardan birincisi
“Amerikan filmlerine özenilmiş” dediği araba üzerindeki kavgalar ve
oyuncuların filmde günlük hayatta olduğu gibi değil, “Tiyatroda” olduğu gibi
konuşmaları.
Çalı’da çekilen bu filmin öyküsünü Turan Çalay’ın kaleminden okuyalım:
“1934 yılında Türkiye’de ve Bursa’da çekilen ilk sinema filmi olan ve
Türkiye’nin ilk köy filmi, ‘AYSEL, Bataklı Damın Kızı’ filmi Çalıköy’de
çekildi. Çalı köy halkının yediden yetmişe hepsinin "sinema" ile tanışmaları
tam olarak 1934 yılıdır denebilir. Bir sinema filminin de nasıl çekildiğini
yakından kendi gözleriyle görmüşlerdir. Filmin yönetmeni, Muhsin
Ertuğrul’du. Cezmi Ar’ın görüntü yönetmenliğini, Nazım Hikmet’in
senaristliği yaptığı bu filmde; Hazım Körmükçü, Müfit Kiper, Sami Ayanoğlu,
Hadi Ün, Talat Artemel, Cahide Sonku, Sait Köknar, Feriha Tevfik, Cezmi
Ar’ın görüntü yönetmenliğini yaptığı ve Behzat Butak, Mahmud Moralı, Nafia
Arcan rol aldıkları dram türündeki bu filmde; çocuğundan, gencine,
yaşlısına, hatta keçileri, koyunlarıyla, inekleri, öküzleriyle, tozlu
yollarıyla, değirmeniyle, çeşmeleriyle, mısır tarlalarıyla, ekin harmanıyla,
evleriyle, camisiyle, minaresiyle, dağlarıyla, bataklığı ve mandalarıyla
bütün Çalı halkı bu filmde rol aldı. Filmin ses
mühendisi çok önemli bir görev üstleniyordu. Yeşilçam’ın 1960’lı yılara
kadar başaramadığını bu filmi çekenler başarıyordu. Bu filmde, dublaj yoktu.
Bütün oyuncuların kendi orijinal sesleri vardı. Aynı tiyatro gibi…
Sanatçılar rollerinde senaryonun gereği bütün konuşmaları dudaklarını
kıpırdatarak değil, gerçek sesleriyle konuşuyorlardı. İşte, bütün bunları
Alman ses mühendisi W. Hormenn’e borçluyuz. Köylüler filmden sonra,
çocuklarına Cahide, Feriha ve Talat gibi filmdeki sanatçıların isimleri
koymaya başlamışlardır. Çocuğundan gencine, yaşlısına bütün hayvanlarıyla
birlikte, tozlu yollarıyla, değirmeniyle, çeşmeleriyle, mısır tarlalarıyla,
ekin harmanıyla, sokak ve evleriyle, camisi ve minaresiyle, dağları ve
bataklığıyla Çalı köy her şeyiyle bu filmde rol almıştır.
1933 yılında Nazım Hikmet'e Bursa Cezaevinde bulunurken, kendisine bir
hikâye getirildiği ve bundan İpek Film tarafından bir sinema filmi için
senaryo oluşturması istendiği yazılıp söylenmektedir. Buna Lübnanlı henüz 19
yaşlarındaki "Bercavi" adlı gencin de yardımcı olduğu bilinmektedir. Bu
hikâye, İsveçli olan dünyaca tanınmış "Selma Lagerlöf" tarafından "Bataklık
Kızı" adıyla yayınlanmıştır. Hasan
Cemil (Çambel) bu öyküyü dilimize "Bataklı Damın Kızı" adıyla uyarlamıştır.
Hasan Cemil, arkeolog Halet Çambel'in babasıdır. Askerdir, iyi Almanca
bilir. Sonradan Türk Tarih Kurumu'nun başkanlığını yapmıştır.Bu hikâyeyi
Alman Genel Kurmay Karargahında çalışmıştır. 1926 yılında Türk Ocakları’nın
yayınladığı "Türk Yurdu" dergisinin 4. cildinin 22, 23, 24 ve 25.
sayılarında senaryo bölüm bölüm yayınlanmıştır. Öyküde geçen bütün kişi
adları ve yer adları filimde de kullanılmıştır.
Hikâye İç Anadolu’da bir sulh hukuk mahkemesinin salonunda başlamaktadır.
Filimde ise "Çamlıbel Köyünün" camisinin minaresinden köyün evleri, dağları
ve ovası gösterildikten sonra, belli başlı sokakları tanıtılmış ve yalakları
taşlardan oyulmuş "lahit parçalarından yapılmış tarihi çeşmeler
gösterilmiştir. Bu filmin çok
kısa iki sahnesi başka mekanlarda çekilmiştir. Bu durum pek bilinmez. Tavuk
kümeslerinin bulunduğu sahne "Dikencik Çiftliği"nde çekilmiştir. (Yakın
zamanda kaybettiğimiz ses sanatçısı Burhan Dikencik, “O zaman 11-12
yaşındaydım. Bazı sanatçılar bizim çiftlikte kaldılar, bazı sahnelerde bizim
çiftlikte çekildi” demişti. Filmde her sokakta karşımıza siyah bir köpek
çıkmaktadır. Bu köpek, filmciler nereye gitse onlarla beraber gider, adeta
onların maskotu olmuştur. Onun için Bursa'dan francala ekmek bile
getirirlermiş. Bütün bir ekmeğin içine bir kalıp peynir koyarlar, yemesi
için köpeğin önüne atarlarmış. Zaten filmcilerin peşinden hiç ayrılmayan köy
çocukları, bunu görünce, “Hiç o mis gibi ekmek ve bir kalıp peynir köpeğe
atılır mı? Bize verseler de yesek” diye hayıflanırlarmış.
Yönetmen Muhsin Ertuğrul çekilecek sahneyi birkaç kez prova ettirir, sonra
çekime geçermiş. Eğer, çekim istediği gibi olmaz da o sahneyi yeniden çekmek
gerekirse, çok sinirlenir. “Sizin hiç filmin kaç para olduğundan haberiniz
var mı?”. Yine yandı beş lira diye bağırırmış”.
Film için özel türküler bestelenmiş ve bunların güftelerinden bazılarını
Nazım Hikmet'in yazdığını düşünmekteyim. Bursa içinde altın kayalar.
Ankara’da vuruldum. Taa...Köyüme dek duyuldum. Oy...Oy... gibi türküler,
sanki bu film için bestelenmiş gibidir. Bu türküleri, çok güzel oldukları
halde, hiç kimse, taş plaklara okumaya cesaret edememiştir. Hala bu güzel
türküleri yorumlayacak kimse çıkmadı. Bursa içinde altın kayalar türküsü
sanki o yıların köylüsünü anlatmaktadır.
Turan Çalay hazin bir öykü anlatır: Çalı’da herkes bu filmi merak
etmektedir. Çünkü, bu filmde bütün köy halkı rol almıştır. Kimi amcasını
(Benim amcam; rahmetli "Ahmet Çalay"da bu filmde rol almıştır), kimi,
tarlasını, kimisi de evini, kimi mandasını, kimi ineğini, kimi keçisini,
kimi koyununu, kimi sokağını ve çeşmesini, kimi de annesini merak
etmektedir. Filmde görülen Aysel'in bebeğinin de
Ergun Köknar olduğu söylenmektedir. Babası Sait Köknar bu filmde rol
aldığından annesi de bir müddet köyde yaşamıştır. Filmde; “Aysel abla, Aysel
abla’ diyerek harmanda düvenin üzerinde harman süren Cahide Sonku'ya
seslenen Emine, o yıllarda 12-13 yaşlarında bir kız çocuğudur. Yıllar sonra
Emine evlenir. Bir oğlu olur. Adını Hüseyin koyarlar. Hüseyin henüz iki
yaşında bir bebek iken ince hastalıktan yani veremden annesi Emine ölür.
Hüseyin ne annesi Emine'nin simasını ne de sesini hatırlar. 1956 yılında
film, Bursa sinemalarına yeniden gösterim için gelince, Hüseyin'i de köydeki
otobüslerden birisini kiralayıp sinemaya götürürler. “İşte, annen bu” diye
söylerler. İlk kez annesini bu filmde görür. Hüseyin annesini üçüncü kez
1987 yılında film tekrar TV’de oynayınca görür. Bu kez her evde televizyon
olduğu için annesini daha iyi görüp seyretmiştir. Hüseyin annesini dördüncü
kez 9 Temmuz 2015 yılında "Çalıköy Filmleri Şenliği"nde seyretti. Çok mutlu
oldu, zira bu kez annesinin sesini rahatça duydu. Hüseyin, annesinin sesinin
dublaj olduğunu sanmaktaydı. Gösterimden iki gün önce, 7 Temmuz 2015 günü
kendisiyle görüştüğümde, filmde annesinin sesinin kendi sesi olduğunu
söylediğimde, çok şaşırdı, ‘Ben hep annemin sesinin dublaj olduğunu
sanıyordum’ dedi.” Bu filmin unutulmaz replikleri vardır.
Gülsüm, Aysel'e sorar; -Aysel, sen? Ali'yi seviyor
musun? Aysel cevap verir;
-Sevsem ne olacak ki? Gülsüm tekrar sorar;
-Aysel, sen? Ali'yi seviyor musun?
Aysel; -Neden? soruyorsun?
Hem, sevsem ne? olacak ki? Gülsüm;
-Anladım ki, o da seni seviyor. Koş.”
Filmdeki İlkler: -Ülkemizde 1934 Yılında
çekilen tek sinema filmi olan ve ilklerin oluşturduğu, "Aysel, Bataklıdam'ın
Kızı" 1934 Yılının yaz mevsiminde köyde çekilmiştir.
-Bursa ve Çalı köyünde çekilen ilk filmdir. -Bu
filme Türkiye'nin ilk sesli filmi de diyebiliriz. Filmde dublaj
yapılmamıştır. Oyuncular, filmdeki rollerini yerlerine getirirlerken, diğer
yandan bir Alman ses mühendisi oynayanların seslerini kaydetmiştir. Filmde
bütün oyuncuların sesleri kendi sesleridir. 1929
yılında Cumhuriyet döneminin İlk Türkiye Güzeli olarak seçilen Feriha
Tevfik'in ikinci filmidir.
Feriha Tevfik ve Talat Artemel filmin bir sahnesinde
-Cahide Sonku'nun ilk filmidir. Türk sinemasının en güzel aktristlerinden
olan Cahide Sonku, rol arkadaşı Talat Artemel'le bu filmden sonra evlenip
sekiz yıl evli kalmışlardır. Talat Artamel’den
boşandıktan sonra aslen Bursalı olup ülkemizin en büyük tütün tüccarlarından
olan "İhsan Doruk"la evlenmiştir. Cahide Sonku'nun filmdeki başını örttüğü
yemeni yeni bir moda yaratmış ve bu yemeni; "Cahide Yemenisi" diye meşhur
olmuştur.
Gözlüklü
Çeşmesi’nde su dolduran Cahide Sonku -Cezmi Ar'ın
görüntü yönetmenliği yaptığı bu filmde, türkü ve müziklerini İstanbul
Konservatuar Orkestrası yapmıştır. Film için özel türküler bestelenmiştir.
-Soyadı kanunu çıkmadığı için afişlerde sanatçıların sadece isimleri yer
alır.
KAYNAKÇA:
• Abisel, Nilgün, Türk Sineması Üzerine Yazılar, Ankara-2005
• Akkuş, Mine, Bursa Halkevi ve Uludağ Dergisi, Bursa-2011
• Hikmet, Nazım, Bursa Cezaevi’nden Vâ-nû’ya Mektuplar, İstanbul-1998
• Lüleci, Yalçın, Erken Cumhuriyet Döneminde Atatürk ve CHP’nin Sinema
Politikaları, Türkiye İletişim Araştırmaları Dergisi, 2018, sayı: 31, s,
222-248 • Özyılmaz, Özge, Türkiye’de Sesli Filme
Geçiş, Alternatif Politika, Sinema Özel Sayısı-20 •
Peker, Ekrem Hayri, Bursa’da Sinema, Ankara-2021 •
Scognamillo, Giovoni, Türk Sinema Tarihi Kabalcı Yayınları, İstanbul-2010
• Yıldırım, Oktay Murat, Mısır Filmlerinin Türk Sineması ve Türkler Üzerine
Etkileri, Uluslararası Türk-Arap Müşterek Değerler ve Kültürel Etkileşim
Sempozyumu Bildiriler Kitabı, (s: 286-305), 12-15 Mayıs 2013 Amman
|