Kamil Kepecioğlu
|
|
Kamil Kepecioğlu Girit/Hanya’da doğdu. Babası Ispartalı Halil Kâmil
Efendi, annesi ise Sâfinaz Hanımdır. Babasının memur olması sebebiyle
tahsilini Gebze, İzmir ve Edirne’de tamamladı. 1902’de Mekteb- i
Harbiye’den mezun olduktan sonra Manastır Askeri Rüşdiyesi Coğrafya
Öğretmenliğine atandı. Birinci Dünya Savaşı’nda Filistin’de İngilizlere esir
düştü. 20 Temmuz 1919’da başlayan Bursa Divan-ı Harb-ı Heyet-i
Tahkikiyyesi Refakat Katipliği görevi Yunan işgaline kadar devam etti.
İstiklal Harbinde istihbarat alanında önemli hizmetler veren Kepecioğlu,
1928'de İstiklal Madalyası ile taltif edilmiştir. Binbaşı rütbesi ile 1930
yılında emekli oldu.
1932’de
Bursa Halkevi Tarih
Komitesi Reisliğine getirilmesi ile Kamil Kepecioğlu’nun hayatında yeni bir
safha başladı. Bursa Mahkeme Tutanakları (Şer’iyye Sicilleri) ile
tanıştıktan sonra, tarihin derinliklerinden günışığına çıkartmaya başladığı
bilgileri Uludağ Dergisi’nde yayınlayarak kamuoyunun bilgisine sundu. 1934
yılında Başbakanlık Arşivi Tasnif Heyeti Reisi Muallim Cevdet’ten aldığı
teklif üzerine İstanbul’a giderek söz konusu arşivde Tasnif Heyeti Azası
oldu. Daha sonra başkan yardımcısı oldu.(1935-1937) Bu görevden ayrıldıktan
sonra Bursa’daki çalışmalarına dönen Kepecioğlu, Bursa Kütüğü adını verdiği
dokümanları on dosya halinde tamamladı ve bu çalışmalar Halkevi tarafından
satın alındı. İstanbul’daki son görev yeri Deniz Müzesi Arşivi oldu, İstanbul’da vefat etti. Arşivciliğin dört kutbu, dünyanın sayılı
arşivlerinden biri olan Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde yapılan her
çalışmanın dipnot ve bibliyografyasında şu dört isimle karşılaşılır:
• Ali Emiri • İbnulemin • Muallim Cevdet • Kamil Kepecioğlu
Türk arşivciliğinin “aktab-ı erbaa”sı (dört kutup)
kabul edilen bu şahsiyetler, en zor işlerden biri olan söz konusu arşivdeki
belgelerin ilim alemine sunulması için büyük gayret göstermişlerdir.
Kepecioğlu ayrıca Bursa Şeriyye Sicillerinde yıllarca çalışarak elde ettiği
bilgileri alfabetik düzen içinde bir araya getirmiş konu başlıklarıyla
ilgili bilgileri de diğer kaynak eserlerden derleyerek bir nevi “Bursa
Ansiklopedisi”ni bize armağan etmiştir. 1933’te Halkevi’nin çıkardığı
tanıtım kitapçığında şu cümleleri okuyoruz: “…Tarihi eserleri ve Evkaf
mahzeninde mevcut eski ve şer’i sicilleri tetkik eden Kamil Bey, tarih
noktasından da birçok vesikaları çıkarmıştır. 800’e varan bu vesikaları
ayrıca bastıracağız. Yalnız şimdiye kadar tarih noktasından faydalı birçok
malumat ve tetkik mahsulleri bu broşürün mahiyetinde ayrı bir fasıl halinde
konacaktır.” Bursa Halkevi tarafından yayınlanan Uludağ Dergisi’nin Ocak –
Şubat 1949 sayısında duyurulan Bursa Kütüğü’nün ek bir forma halinde
verileceği haberi de gerçekleşememiştir. Bursa Kütüğü dört cilt halinde
kaleme alınmış olan müellif nüshası 14 Mayıs 1958’de Halkevi’nden Bursa
Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesine aktarılmıştır. Diğer eserleri
şunlardır: 1. Bursa Hanları (Bursa 1935) 2. Bursa Hamamları (Bursa 1935)
3. Tarih Lügati (İstanbul 1952) (Server İskit
tarafından yayınlanan Yeni Tarih Mecmuası’nın eki olarak verilmiştir.)
Mustafa Everdi/Ali Birinci tarafından yeniden yayınlanmıştır- Ankara 1999.
4. Dört Asır Evvelki Fermanlar (Türk Tarih Kurumu tarafından satın alınan
eser henüz basılmamıştır.) Uludağ Dergisi’nde (1935–1944) Kepecioğlu’nun şu
araştırmaları yayınlanmıştır:
1. Türkler’de Spor 2. Bursa’nın Eski
Devirlerine Ait Kayıt Defterleri 3. Türkiye’de Merinos Koyunları 4. İnegöllü İshak Paşa 5. Timurtaş
Paşalar 6. Okçu Baba 7. Fatih’in Hayatından Yapraklar ve Bursa.
“Bursa Şeriyye
Mahkeme Kayıtlarından Toplanan Tarihi Bilgiler Ve Vesikalar” başlıklı
makalesi Vakıflar Dergisinde (1940), “Yunus Emre Nerede Yatıyor” isimli
yazısı ise Bursa Nilüfer Dergisinde (1945) yayınlanmıştır.
Bir Şehrin Karakter Tahlili : Bursa Kütüğü
Söyleşen: Türkan GENÇ (Hayat gazetesi)
Bursa Kütüğü'nü
hazırlayan bilim adamları grubu içerisinde yer alan hocamız, Uludağ
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslâm Tarihi ve Sanatları Bölümü Başkanı
Prof. Dr. Mefail Hızlı, bu muhteşem esere ilişkin değerlendirmeleri
“içeriden” bir bakışla anlattı.
Sayın Hocam, Bursa Kütüğü’nü günümüz diline çeviren ve basıma hazır hale
getiren çalışma grubunun içinde bulundunuz. Bu eser nasıl bir süreçte günümüz diline kazandırıldı?
Böyle bir eserin ortaya çıkması pek kolay olmadı. Aslında çeyrek asrı bulan
bir macerası var bu eserin. Pek çok sıkıntılar yaşandı, moraller zaman zaman
bozuldu. Ancak bu eserin vücut bulduğu gün bütün sıkıntılarımızın bir anda
ortadan kalktığını ve zahmetten sonra rahmeti görmenin heyecan ve
mutluluğunu yaşadığımızı söyleyebilirim. Ayrıca bu eserin kamuoyunun
istifadesine sunulmasında, öğretim üyesi hocalarımızın çabalarının mutlaka
belirtilmesi gerekir. Her biri ortaya koydukları araştırma ve incelemelerle
yetkinliklerini kanıtlamış olan; Prof. Dr. Osman Çetin, Prof. Dr. Mustafa
Kara, Prof. Dr. Hüseyin Algül ve Doç. Dr. M. Asım Yediyıldız ile bendenizin
gayretleri bugün elimizde böyle bir kaynak eserin Bursa kültürüne
kazandırılmasına imkân tanımıştır. Böyle bir çalışma grubunda yer almanın
ayrıcalık olduğuna inandığımı belirtmeliyim. Çekilen onca sıkıntının
mutluluğa nasıl dönüştüğünün en güzel örneği.
Ne tür bir serüvenden sonra bu son noktaya gelindi?
Bursa Kütüğü’nü yeni harflerle neşretme girişimi 60 sene kadar önce
başlamıştır. Bu ilk teşebbüs ne yazık ki sonuçsuz kalmıştır. Daha sonra,
Bursa Eski Basma ve Yazma Eserler Kütüphanesi’nden emekli olan merhum Mehmet
Öz, bu eseri yeni harflere aktarmaya başlamış, bazı yerleri atlayarak
“Eşkıya” maddesine kadar olan kısmı kaleme almış, ancak sağlık sebepleri
dolayısıyla bu çalışma da bitirilememiştir. Bursa Kütüğü’nün yeni harflere
aktarılması taleplerinin yoğunlaşması üzerine, 1987 yılında tarafımızdan bu
çalışma başlatılmış ve Mehmet Öz’ün yaptıklarından istifade ve atladığı
kısımlar da ilâve edilerek eserin baştan sona yeni harflere aktarılması ve
hizmete sunulması kararlaştırılmıştır. Çalışmanın ilk aşamasında, İlahiyat
Fakültesi'nden 15 civarında öğretim elemanının katkısıyla başlatılan çalışma
bir süre sonra bitirilmiştir. Eserle ilgili çalışmanın durdurulmasının temel
sebebi, zamanla Bursa Kütüğü’nün henüz tamamlanmamış, müsvedde halinde bir
eser olduğu kanaatine varılmış olmasıdır. Yapılan değerlendirme sonucunda,
eserin özüne, içeriğine, temel yapısına, üslûbuna dokunmaksızın yeniden
gözden geçirilmesi ve okuyucuya kolaylık sağlayacak bazı teknik
düzenlemelerle sunulmasının daha uygun olacağı kararı çıktı. Eserin metni
defalarca satır satır okundu, müellifinin fark edemediği hatalar
düzeltilmeye çalışıldı, günümüz harfleriyle alfabetik bir düzen verildi ve
çok uzun bir mesaiden sonra nihayet Bursa Kütüğü ortaya çıktı.
Özellikleri neler? Hangi konulardan bahsediyor?
Bursa Kütüğü adını, bizzat yazarının verdiği bu eser, Arap harflerine göre
alfabetik olarak bu şehrin siyasi, ekonomik, sosyal, idari, bilimsel, edebi,
dini, askeri, hukuki bütün konuları, şahıs ve müesseseleri hakkında bilgi
vermektedir.
Kepecioğlu’nun, tahminen, 1930-1945 yılları arasında mahkeme sicilleri başta
olmak üzere arşiv belgelerinden derlediği Bursa Kütüğü, yaşadığı dönemde bu
şehre dair ulaşılabilecek ana kaynaklarda rastladığı bilgilerden
oluşmaktadır.
Hazırladığımız bu çalışma, Kâmil Kepecioğlu’nun, Osmanlıca olarak kaleme
aldığı dört ciltlik eserinin bugünkü harflere aktarılmış şeklidir. Bu eser
14.5.1958’de Bursa Yazma ve Eski Basma Eserler Kütüphanesi’ne intikal
etmiştir.
Bu eser, günümüz harflerine dönüştürülmüş ve alfabetik düzeni tekrar gözden
geçirilmiş, Farklı yer ve ciltlerde yazılan, ancak aynı konuyu ele alan
maddeler birleştirilmiş ve tekrarlar büyük ölçüde ortadan kaldırılmıştır.
Bursa Kütüğü, sadece Bursa kültürünün değil, genelde Osmanlı kültürünün
önemli bir bölümünü gün ışığına çıkardığı için Osmanlı hakkında bilgi
edinmek isteyen araştırıcı ve meraklılarına çok değerli bilgiler verecektir.
Eser, cami, çeşme, medrese, mektep, han, hamam, kervansaray, tekke, zaviye
gibi dinî, ilmî ve sosyal yapılarla birlikte sanat, iktisat, kültür ve
müesseseler tarihi konusunda da okuyucuyu aydınlatacaktır.
Bursa Kütüğü’nün bir kaynak değeri olduğu anlaşılıyor. Peki bu eser hangi
kaynaklardan beslenmiştir?
Kepecioğlu, bu eserini hazırlarken daha çok yazma eserler ile arşivlere de
başvurmuştur. Arşiv kaynakları arasında; Başvekâlet (Başbakanlık) Arşivi,
Bursa Şer’iyye/Mahkeme Sicilleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki
belgeler ağırlıklı olarak yer alır. Ayrıca değişik kütüphanelerde bulunan
yazma eserler ile basma eserler (başta Osmanlı tarihleri olmak üzere
tezkireler ve sözlükler gibi). Kepecioğlu bunlar dışında değişik
mecmualardan (Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, Türk Tarih Encümeni
Mecmuası, Vakıflar Dergisi ve Belleten gibi) ve şifahî bilgilerden de
istifade etmiştir. Çağdaşı olan Bursa Mısrî Dergâhı postnişini Mehmed
Şemseddin (Ulusoy) Efendi’den bir hayli yararlandığı anlaşılıyor.
Bursa Kütüğü
(Yılmaz Akkılıç,
www.yenibursa.com
, 1.4.2010)
2009’un sona ermesine birkaç gün kala Bursa kütüğüne
kavuştu:
Büyükşehir Belediyesi, yerinde bir kadirbilirlik örneği ile Kâmil
Kepecioğlu’nun neredeyse yetmiş yıl önce tamamladığı -ya da olanakları
ölçüsünde tarayarak kayda geçirdiği- Bursa Kütüğü’nü yayımladı.
Bu eser kalın/sağlam kapaklı, birinci sınıf kâğıda basılmış 1.138
sayfadan oluşan dört cilt halinde hazırlanmış. Sayfaları oldukça iri
harflerle çift sütuna dizilmiş, her sütununda 50 satır var.
Kâmil Kepecioğlu’nun hazırladığı metin ansiklopedi tekniğinden yoksun,
yeniden düzenleyenler -Arap abecesinden Türk abecesine çevirip maddeleri
sıralayan ekip- herhangi bir ek ya da değişiklik yapmaksızın yayımlamayı
uygun bulmuş.
Dolayısıyla bu hâliyle belli bir kültür derinliği olmayan, sıradan
insanların, örneğin öğrencilerin yararlanabilecekleri kaynak olma özelliği
yok. Ancak belirli konularda araştırmalara yönelecek sınırlı sayıdaki
kimselerin, akademik çalışma yapacakların veya tarih/din/cemaat konularına
meraklı kişilerin yararlanabilecekleri bir yapıt.
Bu yönüyle eksik olduğunu düşünüyorum.
Örnek vermek gerekirse... Yapıtta Osmanlı dönemine ilişkin ayrıntılar, sultanlar, şeyhler, dervişler,
dinsel cemaat önderleri, bazı gelenekler, bozacılık, ağaçtan düşüp ölen
“eşekçi karısı”, eşkıyalık… üzerine hayli ayrıntılı bilgiler var, ama
Kurtuluş Savaşımız ya da 1923-1940 arası Cumhuriyet dönemimizle ilgili dişe
tırnağa dokunur herhangi bir şey yok.
Örneğin Bursa’ya on yedi kez gelen, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e dönüşümün ilk
ciddi mesajlarını Bursa’dan veren Atatürk’ten veya Mustafa Kemal Paşa’dan
söz edilmiyor. Bursa milletvekillerinden veya belediye başkanlarından,
valilerinden de.
Çok ayrıntılı inceleyemedim, ancak -örneğin- dört kez Bursa ve bir kez de
Ordu’dan milletvekili seçilen Muhittin Baha Pars’ın adı, -o da şöylece-
Bursa Mecmuası’nı çıkaran kişi olarak geçiyor. Pars kardeşlerin büyüğü ve
ilk Türk operasının bestecisi Mehmet Baha, ortancası ve Atatürk’ün hem sınıf
arkadaşı hem İttihat Terakki’nin asker kanadının kurucularından olan Hakkı
Baha yok…
Bir büyük emeğin hazin sonu! (Yüksel
Baysal, Meydan gazetesi, 1.03.2010)
“Ve şerait canibinden dahi demleri heder olmak üzere
murasele-i şeriyye irsal olunarak hilafı rıza harekete cesaret eden
merkumlar tutulmak istenmiş ise de adem-i itaat ile muharebeye
başlamalarıyla altı neferi maktul ve düşman ve tutulan 17 neferin tertib-i
cezaları için emri-i şerifin vuruduna kadar Bursa kalasinde kalebend
oldukları…”
Bu kadar yeter sanırım.
Bu pragrafı Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin yayımladığı “Bursa Kütüğü” adlı
dev eserden aldım.
Söyleyin Allah aşkına, siz bu alıntıdan bir şey anladınız mı?
Osmanlıca bilen çok az sayıda kişi hariç, bu cümlelerden bir şey anlayan
beri gelsin!
Oysa büyük bir heyecanla bekliyordum bu yapıtı...
Kent Konseyi Genel Sekteri Tahsin Bulut, uzun uzun söz etmiş, Bursa
açısından çok önemli olan bu yapıtın gün ışığına çıkması için nasıl çaba
harcandığını anlatmıştı.
Büyükşehir Belediyesi Basın Koordinatörü Fehim Ferik’ten bu dört çiltlik
eseri aldığımda hemen içine daldım.
Ve büyük bir hayal kırıklığına uğradım.
1940’lı yıllarda Kamil Kepecioğlu hangi sözcüklerle “ansiklopedisini”
oluşturduysa, bu yapıtı hazırlayan profesör grubu aynen aktarmış günümüze…
Kepecioğlu’nun yazdıklarını bir yana, çünkü o yine henüz arı hale gelmemiş
bile olsa, anladığımız bir Türkçe ile yazmış.
Kamil Kepecioğlu’nun alıntı yaptığı “Şeriye Sicilleri”nden yazıların aynen
aktarılmış olmasını anlamak mümkün değil!
16. yüzyılın ağdalı Osmanlıcası ile yazılmış metinlerin kim tam olarak
anlayabilir!
Elimize bir Osmanlıca-Türkçe sözlük almış olsak bile, sürekli sözlüğe
bakarak, bu dev yapıt okunamaz ki!
Üzüldüm.
Harcanan onca emeğe yazık…
İlahiyat Fakültesi hocaları sadece eski harfleri yeni harflere çevirmekle
yetinmişler, Türkçe’ye dönüştürme işini düşünmemişler!
Öyle olunca da, bir avuç ilgilinin dışında kimsenin okumayacağı,
kütüphanesinde süs diye saklayacağı iri dört cilt ortaya çıkmış…
|