|
|
Erdem Saker
Geçenlerde Bursa'da bu hedefe
yönelik doğru ve etkin bir adım atıldı, Büyükşehir Belediye Başkanı Recep
Altepe, Mimarlar Odası ve Şehir Plancıları Odası ile, Tarihi Hanlar
Bölgesi-Reyhan-Kayhan'ın tarihin derinlerinden gelen değerlerinin
korunmasını ve içinde yaşanarak geleceğe taşınmasını hedefleyen çalışmalar
için bir protokol imzaladı.
Doğru bir adımdı, konunun
uzmanlarını çatısı altında barındıran iki sivil toplum kuruluşu, Bursa'nın
parlak geleceğinin şekillenmesinde, gönüllü olarak sorumluluk
üstleneceklerdi.
Doğru bir adımdı, Büyükşehir Belediyemiz, 21. yy demokrasisinin temel ilkesi
olan katılımcı bir ortamda, kentin geleceğine yönelik doğru kararlar üretme
yollarını arıyordu.
Doğru bir adımdı, çalışmanın konusu, dünya turizm pazarında yer almayı
hedefleyen Bursa'yı, pazarın en ilgi çeken bir ürününü, kentin çok değerli
tarih hazinesini, gene pazarın istekleri doğrultusunda geliştirilmesini
içeriyordu.
İşte bu güzel adımı taşıyacak taşların, gene doğru olarak yerlerine
yerleştirilmesine yardımcı olabileceğine inandığım, bu konuda çalışacak
uzmanların hatırlamasında fayda gördüğüm görüşleri aktaran bir çalışmayı
sizlerle ve tabii onlarla paylaşacağım bu hafta.
Bu amaçla,
sevgili Mithat Kırayoğlu'nun 19.8.2005 tarihinde yayınlanan, Piccinato
Planından Bursa'ya Ne Kaldı başlıklı yazısından bazı bölümlere gelin beraber
göz atalım.
Erdem Saker Botanik Parkı
Modern şehircilik tarihinin en ünlü figürlerinden İtalyan mimar ve şehir
plancısı Luici Piccinato, 1958-60 yılları arasında Bursa şehri üzerinde de
çalışmış, bu çalışma sonucunda, o dönemde yerel ve merkezi yönetim birimleri
tarafından da onaylanan bir Bursa Nazım İmar Planı ortaya çıkmıştı.
…Piccinato, bir teknik
adamın, bir uzmanın çalışma konusuyla ilgili tespit ve önerilerinde
bulunması beklenen bilimsel sistematiğin ötesine geçerek, Bursa'ya içten bir
sevgi ve anlayışla, yoğun bir Akdenizli duygusallığı ile yaklaşıyordu. 19.
yüzyılın ilk yarısına kadar şehir kusursuz ulaşmıştı. Her şey dokunulmamış,
bütünlüklü, dengeliydi. O anda tutkulu ve zeki bir şehirci, Bursa'yı örnek
bir şehir haline getirebilirdi, Bizanslıların ve eski şehrin yanında yeni
bir şehri, kendi yeni şehirlerini yaratmayı bilmiş beş yüz yıl önceki
Türklerin örneğini taklit etmesi, bu örneğin izinden gitmesi yeterliydi.
Ancak Piccinato'ya göre,
Bursa'yı tarihsel bağlamı içinde bütünlüklü bir şehircilik problemi olarak
anlamaya, belki de sezmeye çalışmayan planlama çabaları, belli bir senteze
ulaşabilmekten uzak, şekilcilik tuzağına saplanmış projeler olarak öteye
gidemeyecekti. Bu yüzden, Bursa sorunsalına Houssmann tarzı bir yaklaşımı
sergileyen Ahmet Vefik Paşa, Piccinato'nun eserinde pek de hayırla anılmaz.
Bu anlayışın devamında, düz ve geniş bulvar projelerini de, planlama
yetkisini eline alır almaz fırlatıp atmakta tereddüt etmez.
En az
kendisi kadar ünlü bir şehirci olan Henri Prostun tasarıma yaklaşımı da pek
farklı değildir. Raporda sözü edilen ilkeleri doğru bulsa da, sıra
uygulamaya geldiğinde, Bursa gibi engebeli bir araziye kurulmuş organik
yapılı yerleşmeden küçük ve yamuk bir Paris çıkartılmaya çalışıldığını ima
eder.
Zaten Piccinato'ya göre, o günkü mimarlığın ve kent tasarımının dramı, Türk
plancı ve mimarların, içinde yetiştikleri kültüre sırt çevirip, adeta ona
güvenmeyip, uluslar arası camiada daha kolay kabul edilmelerini
sağlayacağını düşündükleri modern biçimciliğe saptanmasından başka bir şey
değildir. Kırayoğlu
yazısını devamında, Piccinato'nun Bursa Planını hazırlarken öne çektiği
düşüncelerini, ilkelerini, kalbini dolduran Bursa sevgisinin verdiği
heyecanla bakın nasıl sıralıyor; Bursa Osmanlı Başkenti olduğu 130 yıllık
dönemde, oldukça bilinçli ve dönemine göre yeni sayılabilecek bir imar
hareketi çerçevesinde, dengeli bir şema ile kurulmuş, o günlerden 20.yüzyıla
kadar da, fazla bozulmadan, kimliğini oluşturan karakteristik öğelerini
korumayı başararak ulaşmıştı. Kenti geleceğe taşımak için şehircinin
izlemesi gereken yol, bu dengeyi özenle koruyarak, kentin çağdaş yaşamla
bütünleşmesini sağlayacak fonksiyon ve yapı türlerini zaten belirgin olan
kent şemasına eklemekti. Bu nedenle Piccinato'ya göre, yapılacak müdahale,
daha önce yapılmış olan şehircilik hamlesinin tekrarından başka bir şey
olmayacaktı.Çünkü; Beylikten devlete doğru evrilmeye çalışan OSMANLI,
Bursa'da antik kent şemasını zedelemeden ve Bizans varlığını yok etmeden
kendi anlayışına göre tasarladığı yeni şehri getirip onlara eklemlemeyi
başarmış, eskiyi yıkıp kendi damgasını vurmak değil ama taş üstüne taş
koyarak OSMANLI KENTİ kimliğini ve yaşama kültürünü bu şehirde yaratmayı
başarmıştı.
İşte yazının bu cümlesi beni, kendisinden izin alarak Kırayoğlu'nun bu
incelemesini sizlere tekrar iletmeye, kentimizi bu gün planlamaya,
geliştirmeye çalışanların önüne sermeye mecbur kıldı. Herkes, her zaman
Osmanlının bıraktığı eserlerle öğünür durur, ama bunlar ne yazık ki boş
öğünmelerdir, oysa OSMANLI DEVLETİNİ 700 yıl önce kuranların, 21.yüzyılda
dahi ileri şehircilik ilkesi olarak kabul edilecek bilgi ve tecrübeye sahip
olduklarını anlamak, onlardan ders almak esas olmalıdır, diye düşünüyorum,
bilmem katılır mısınız?
Dikkatinizi dağıtmamak
açısından, sevgili Kırayoğlu'nun yazısındaki, Piccinato'nun Bursa planını
hazırlarken öne çektiği ilkeleri gelecek hafta sizlerle paylaşacağım, umarım
bu bilgiler, kentimizi planlayanların, marka kent yapmayı hedefleyenlerin de
dikkatini çeker…
-------------------------------------------------------------------------------------------------
Geçen hafta 1.bölümü yayınlanan yazımın kurgusu, Tarihi Hanlar
Bölgesi-Reyhan-Kayhan'ın tarihin derinliklerinden gelen değerlerinin
korunmasını ve içinde yaşanarak geleceğe taşınmasını hedefleyen Büyükşehir
Belediyesi-Mimarlar Odası- Şehir Plancıları Odası arasında imzalanan
müşterek çalışma protokolü ve Mithat Kırayoğlu'nun Piccinato Planından
Bursa'ya Ne Kaldı başlıklı yazısı üzerinde oluşmuştu, Piccinato'nun,
Beylikten devlete doğru evrilmeye çalışan OSMANLI, Bursa'da antik kent
şemasını zedelemeden ve Bizans varlığını yok etmeden kendi anlayışına göre
tasarladığı yeni şehri getirip onlara eklemeyi başarmış, eskiyi yıkıp kendi
damgasını vurmak değil ama taş üstüne taş koyarak OSMANLI KENTİ kimliğini ve
yaşama kültürünü bu şehirde yaratmayı başarmıştı değerlendirmesi ise, anılan
Müşterek Çalışmaya ışık tutacağı inancını doğurmuştu.
İşte bu inançla,
Piccinato'nun, 1 Ocak 1960da yürürlüğe giren ve ancak 4 yıl yürürlükte
kalabilen, Bursa Nazım İmar Planını hazırlarken dayandığı ilkeleri ve
oluşturduğu düşünceleri gelin gene Kırayoğlu'nun kaleminden izleyelim;
Modern çağda ise kent ikinci
büyük dönüşüm eşiğine gelmişti ve dönüşüm kaçınılmaz olduğuna göre,
yapılacak en doğru hareket önceki iyi örneği izlemek olacaktı.
Piccinato neden Bursa'ya
herhangi bir Ortaçağ Avrupa şehrinden farklı yaklaşılması gerektiğini
görmekte gecikmemişti. Avrupa şehirlerinin homojen yapılaşmış çevrelerine,
kente karakterini kazandıran etkileyici malzeme birliğine karşın, Bursa
(hemen her Ortadoğu şehri gibi) bariz biçimde çift katmanlıydı. Kentin son
derece kendine özgü sivil mimarisi, kerpiç, ahşap gibi nispeten ucuz
malzemeleri, mütevazi yapılanması ve insana göre belirlenmiş ölçeğiyle
kentin fonunu, arka planını oluşturuyordu. Bu yapılar insan için, günlük
yaşam içindi. Hem fiziki, hem de sosyal anlamda ilk katmanı buydu.
Resmi yapılar, han, hamam,
cami, medrese gibi anıtsal eserler ise kesme taş, tuğla, mermer gibi daha
pahalı, işlenmesi zor ama kalıcı malzemeleri, daha keskin hatları ve cesur
çizgileri, algılanan ölçeği bir üst düzeye taşımalarıyla, o ilk katman
üzerinde ikinci kent katmanını oluşturuyorlardı, şehrin fonu ve ön plandaki
figürler. Şehircilik literatüründe bu duruma duplicazione (ikileme, ikilik)
adı verilmişti. Her iki katmanı kendi ölçeklerinde zarif ve değerli kılan en
önemli unsurlardan biri bu ikili yapıydı. İşte bu yüzden Prost'un anıtsal
yapıların çevrelerini temizleyip açan ve aksiyal yollar aracılığıyla onları
kentin her yerinden görünür kılmayı amaçlayan tasarım anlayışı, Piccinato'ya
göre Yeşil Türbeyi bir konserve kutusu ölçeğine indirgemekten başka işe
yaramıyordu.
Sıra planlamaya geldiğinde, özenle oluşturduğu tasarım ilkelerini
çizgilerine yansıtmak için elinden geleni yapmıştı Piccinato. Eski kent
merkezine müdahale ederken, tam manasıyla, OSMANLI MİMARİSİ ve
ŞEHİRCİLİĞİNDEN ÖRNEK ALIYOR, yönlenme, güneş, açık ve kapalı alanlar
dengesi gibi modern şehircilik ilkelerinden gerektiğinde taviz vererek
geleneksel konut ve yerleşme dokusunu korumaya, sürdürmeye çalışıyordu,
çünkü uğraştığı kentin, batı kentlerine göre farklı öncelikleri olduğunu
kavramıştı.
Sonrasında o da kendi yeni şehrini, hassas bir şekilde getirip eski şehrin
dokusuna ekliyordu. Ancak bunu yaparken, eski ve yeni merkezler arasında
gerilim yaratmaktan, daha önemlisi eski merkezi ezip geçmekten özenle
kaçınan bir senaryo çerçevesinde oluşturuyordu formlarını.
Yazının başlığını oluşturan
meseleye geldiğimizde, bu olağanüstü, istisnai planlama deneyiminden
günümüze neler kaldı diye soruyoruz; cevap ise ne yazık ki hiçbir şey…
Piccinato'nun kente ilişkin nüfus projeksiyonu, ülke gerçekleri tarafından
kısa sürede ıskartaya çıkarıldı. Ancak bu durum, onun planını olduğu gibi
rafa kaldırıp bir daha yüzüne bile bakmamak için geçerli mazeret miydi?
Piccinato'nun planı, günümüzde yapılmakta olan bir çok imar planının aksine,
statik bir şemadan ibaret değildi. O plan kentin geleceğine ilişkin bir
politika belirleme, ilkeleri, umutları ve potansiyel gelişme senaryolarını
ortaya koyma çabasıydı.
Kentin gelişimini kendi haline
bırakıp planlama sorumluluğundan kaçarak 600 yıldır koruna gelmiş dengenin
bozulmasına göz yumacağımız yerde, Piccinato'nun geleceğe dair umutlarını
çağdaş Bursa'nın hemşehrileri olarak sahiplenemez miydik? Bir İtalyan meslek
adamının bizim şehrimize duyduğu sevgi ve gösterdiği özeni biz de sürdürmeye
çalışamaz mıydık?
Eğer bunları yapabilseydik, belki de Piccinato'nun yıllar önce söyledikleri
bugün içimizin burulmasına yol açmayacaktı: Yeşil Bursa iyi yoldadır.
Tarihsel birliğinin, görünümünün, mimarisinin kurtarılması yoludur bu. Daha
sağlıklı, daha çağdaş, daha zengin bir düzenin yapılandırılması yoludur. Bir
çok İtalyan şehri için aynısını söylemeyi dilerdim.
1958-1960 yılları arasında
Piccinato bu çalışmasını, o günün İmar ve İskan Bakanlığının Bursa'da,
Kapalı Çarşı yangınından sonra kurduğu planlama grubu ile beraber yapmıştı,
grubun içinde sınıf arkadaşlarım, rahmetli Teoman Özalp ve daha sonraki
yıllarda Belediye İmar Müdürlüğü yapan Fevzi Küçüközen de vardı, plan
hazırlanırken Piccinato'nun bir temel ilkesini anlatmışlardı, …tarihi kent
aynen korunacak, kentin gelişimi için gerekli olan yeni yerleşim alanları
tarihi merkez dışında planlanacak.
Aslında ilk yıllarda planın bu
ilkesine uyuldu, kent dışındaki ilk yeni yerleşim Ertuğrulgazi'de
oluşturulmaya başlandı. Aslında belki çok önemsiz görülebilen ve fakat bana
göre yukarıdaki ilkenin ilk delinmesine zemin hazırlayan bir yapılanma şekli
ve isimlendirme oldu, genelde orta gelirli kesime hitabeden kooperatifler
aracılığı ile siteler oluşmaya başlandı ve bölgeye Ucuz Mesken adı verildi.
Oysa bu bölgede yeni bir kent kuruluyordu, siteler sadece çok katlı
binalardan oluşmuyordu, bahçeli evler de vardı, her gelir grubuna hitap
edecek bir yapılanma oluşturulabilirdi.
Piccinato Planının uygulandığı
o dört yılı yaşamış biri olarak hep düşünmüşümdür, Piccinato kentin
Valisini, Belediye Başkanını ve kentin ileri gelenlerini bir araya
toplayıp,bir otobüse bindirip, hani Osmanlı yerleşimlerini onlardan daha
üstün gördüğü Avrupa'nın tarihi kentlerini gezdirseydi, o günkü Bursa'nın
üstünlüklerini göstererek anlatsaydı, tarihi merkezimizin nasıl
geliştirilebileceğini yerinde örnekleseydi, acaba gözümüz açılır mıydı?...
Acaba bugün Hisar, Reyhan, Kayhan, Hanlar Bölgesi, Namazgah, İpekçilik,
Yıldırım, tarihten gelen özellikleri içinde büyük ekonomik hareketlerin
oluştuğu, dünyaca bilinen ve gezilen,içinde yaşanan mekanlar olamaz mıydı?
İşte bu nedenle, Büyükşehir Belediyesi- Mimarlar Odası- Şehir Plancıları
Odasının, şimdilik Hanlar Bölgesi- Reyhan- Kayhan için yapacakları müşterek
çalışmayı önemsiyorum, çalışmanın ikinci ve fakat bunun kadar önemli olan
Hisar Bölgesini de kapsayacağını umuyorum.
Ve de öneriyorum, bu
çalışmaların içine iş adamlarımızı, esnaf derneklerimizi, turizmcilerimizi
de almaları, alanların yeni ekonomik girdiler yaracak biçimde sağlam
gelişmesini sağlayacaktır…
Yazarın 28 Eylül ve 3 Ekim 2010'da Ekohaber
gazetesinde yayımlanan yazısıdır. |